Allah’ü Tealâya Satılan Umre (Gerçek hikâye, mutlaka okuyunuz, okutunuz!)
Allah’ü Tealâya Satılan Umre (Gerçek hikâye, mutlaka okuyunuz,
okutunuz!)
Kap
çaldı. Bir çocuk bir su bardağı uzattı. İftara bir saat kadar vardı.
Abla
dedi, annem çorbaya koyacakmış bir bardak pirinç istedi.
“-
Tamam!” dedim, ama merak ettim.
“-
Sen kimin kızısın bakayım?” diye soruverdim. Üç ev aşağıda birileri taşınmıştı
en alt kata. Orayı tarif etti. Pirinci verince de sanki utandı hemen çekip
gitti.
Ertesi
gün aynı saatte aynı kız yine geldi. Aynı bardak aynı şeyleri söyledi. Para
istese ya da koca bir tas ile gelse dilenci diyeceğim. Beni kandırıyor diye düşüneceğim.
Ama bardak aynı, istenilen pirinç aynı. Verdim ama:
“-
Bu sefer bende seninle geleceğim” dedim.
Sokağa çıkmak da yasak bir an önce
kimse görmeden varsak. Vardık vardık.
Müsaade
isteyip evine girdim. Eskiden de bilirdim. Çocukken de girmiştim. Bir sofra
vardı yerde. Etrafında iki çocuk daha beklemekte. Oturmuşlar sadece turşu
koymuşlar. Dört de kaşık var. Korku ile bana garip garip bakıyorlar.
Annesi
çıktı mutfaktan geldi yanıma. Zaten 1+1 olan evde oturacak tek yerde sofra.
“-
Hoş geldin abla!” dedi. Pirinç için teşekkür etti.
“-
Çocuklar siz oturun!” dedim annelerinden dışarı kadar gelmesini istedim.
“-
Hayırdır abla bu ne haldir? İki gündür bana gelip senin kız pirinç alıyor. Ama
hep bir bardak, sonra gidiyor koşarak.”
Dedi
ki:
“-
Kardeşim. Belki bilirsin geçen ay geldik biz bu eve. Eşim vefat edince, diğer
evden çıkardılar. Ben de ucuz diye burayı tuttum elde avuçta olan ile. Ama bu
hastalık gelince, lokantadaki patron da hadi bakalım eve! Deyince, cebimde ki
para da bitince kaldık, işte ortada böylece. İlk akşam ev sahibine, sonra
yandakine, olmadı diğer taraftakine vardık. Bir bardak pirinç için yalvardık.
Yokmuş onlarda da. Sanırım olsa verirlerdi. Sonra size yolladım kızımı. Siz
verince de içine katıp çorba yaptım salçalı… Pazartesi temizlik işi buldum ama
bu akşam da sofra kurmadan uyumazlar asla. Ben de pilav yaparım dedim. Aynı
kapıya umutsuzca kızımı gönderdim. Ne olur kızmayın! Söz pazartesi akşam
vallahi ödeyeceğim...”
Eve
vardım. Buzdolabını açtım. Kahvaltılıktan ete kadar ne varsa boşalttım. Bir
baktım. Sokağa ekmek arabası da gelmiş. Ondan da pide ve ekmek aldım. Ezana 5
dakika kala evlerine varıp bıraktım.
O
çocukların poşetleri açtıkça, açtıkları her şeyi sofraya koyduklarına şahit
oldukça daha fazla durmayayım deyip evime doğru yol aldım…
İftarı
açtık eşim ile. Eşim Sordu tabi:
“-
Allah kabul etsin!” dedi...
“-
Hanım pazartesi ben gider yine alırım. Ama gece sahura bari var mı bir şey?” Dedi.
“-
Makarna var, un var. Sen iste! Sabaha kadar sana börek bile yaparım!” dedim.
Gülüştük,
mutluyduk çünkü ekmeğimizi bölüşmüştük.
Eşim
sabah ev sahibine varmış. Muhtardan bilgi almış. Bir iki yere de danışmış. Akşamüstü
geldi dedi ki:
“-
Hani biz bu sene ilk defa umreye gidecektik. Ama yasak geldi erteledik. Gittik
sayalım mı? Umremizi Rabbimize satalım mı?”
Anladım
ne demek istediğini. Sarıldım ellerine…
“-
Allah senden razı olsun!” dedim.
İçeriden
bir zarf getirdim. İçinde umre için biriktirdiğimiz paralar vardı. Gidip ablaya
verdim.
Çok
da durmadım. İçim yanıyor olsa da onun sevinç gözyaşları ile rahatladım. Kolay
değil. Onca parayı biriktirmek, bir daha nerede? Neyse, döndüm geldim eve…
Eşim
secdede, dua etmekte…
“-
Sen öğleni kılmıştın. Bu ne namazı şimdi ben anlamadım?” Diye sordum.
Dedi
ki:
“-
Az önce umre namazını kıldım. Haydi, sen de kıl da Allah'a kabul etsin diye
yalvaralım...”
Kıssadan
Hisse: Muhterem Müslüman kardeşlerim! Bu zor günlerde
çevremizi araştıralım. İhtiyaç sahipleri bizi bulmadan biz onları bulalım! Bol
bol hayır yapalım! Belki de Rabbimiz tarafından kabul edilmiş “Hac sevabı,
umre sevabı, kurban sevabı binlerce katıyla bizleri bekliyor…”
Yorumlar
Yorum Gönder