Dünyalık Peşindeki Kötü İlim Adamları!
Dünyalık Peşindeki Kötü İlim Adamları!
İmam Rabbani Kuddîse Sirrûh hazretleri
bu mektubunda, dünyayı seven ve ilmi, dünyayı kazanmaya harcayan kötü ilim
adamlarının zararını bildirmekte ve dünyaya düşkün olmayan âlimleri
methetmektedir:
"Âlimlerin dünyayı sevmesi
ve ona düşkün olması güzel yüzlerine siyah leke gibidir. Böyle olan ilim
adamlarının, insanlara faydası olur ise de, kendilerine olmaz. Dini
kuvvetlendirmek, İslâmiyet’i yaymak şerefi, bunlara ait ise de, bazen kâfir ve
fasık da, bu işi yapar.
Nitekim Peygamberlerin efendisi
"aleyhi ve ala alihissalevatü vetteslimat" kötü kimselerin de, dini
kuvvetlendireceğini haber vermiş ve (Allah’ü Teâlâ bu dini, facir kimselerle
de, elbette kuvvetlendirir) buyurmuştur.
Bunların ilminin
kendilerine de faydası yoktur!
Bunlar, çakmak taşına benzer.
Çakmak taşında enerji vardır. İnsanlar bu taşdaki kudretten ateş yapar,
istifade eder. Taşın ise hiç istifadesi olmaz. Bunların da ilimlerinden
kendilerine fayda olmaz.
Hatta bu ilimleri, kendilerine
zararlıdır. Çünkü kıyamet günü, bilmiyorduk, günah olduğunu bilseydik yapmazdık
diyemezler. Hadisi şerifde buyuruldu ki, “Kıyamet gününde, en şiddetli azap
görecek kimse, Allahü tealanın kendi ilminden, kendisini faydalandırmadığı âlimdir.”.
Allah’ü Teâlâ’nın kıymet verdiği ve her şeyin en şereflisi olan ilmi, mal,
mevki kapmaya ve başa geçmeye vesile edenlere, bu ilim zararlı olmaz mı? Hâlbuki
dünyaya düşkün olmak, Allah’ü Teâlâ’nın hiç sevmediği bir şeydir. O halde,
Allah’ü Teâlâ’nın kıymet verdiği ilmi, O'nun sevmediği yolda harc etmek, çok
çirkin bir iştir. O'nun kıymet verdiğini kötülemek, sevmediğini de
kıymetlendirmek, yükseltmek demektir. Açıkçası, Allah’ü Teâlâ’ya karşı durmak demektir.
Ders vermek, vaz etmek ve dini
yazı, kitab, mecmua çıkarmak, ancak Allah rızası için olduğu vakit ve mevki,
mal ve şöhret kazanmak için olmadığı zaman faydalı olur. Böyle halis, temiz
düşünmenin alameti de, dünyaya düşkün olmamaktır.
Din iman hırsızları
bunlardır!
Bu belaya düşmüş, dünyayı seven
din adamları, hakikat da dünya adamlarıdır. Kötü âlimler bunlardır. İnsanların
en alçağı bunlardır. Din, iman hırsızları bunlardır. Hâlbuki bunlar,
kendilerini din adamı, ahiret adamı ve insanların en iyisi sanır ve tanıtır.
Sure-i Mücadelede, (Onlar, kendilerini Müslüman sanıyor. Onlar son derece
yalancıdır. Şeytan onlara musallat olmuştur. Allah’ü Teâlâ’yı hatırlamaz ve
ismini ağızlarına almazlar. Şeytana uymuşlar, şeytan olmuşlardır. Biliniz ki,
şeytana uyanlar ziyan etti. Ebedi saadeti bırakıp sonsuz azaba atıldı)
mealindeki ayet-i kerime bunlar içindir.
Büyüklerden biri şeytanı boş
oturuyor, insanları aldatmakla uğraşmıyor görüp, sebebini sorar. Şeytan cevap
olarak, (Zamanın din adamı geçinen, kötü âlimleri, insanları yoldan çıkarmak ta,
bana o kadar yardım ediyor ki, bu mühim işi yapmama lüzum kalmıyor) demiştir.
Doğrusu zamanımızda İslâmiyet’in
emirlerini yapmaktaki gevşeklikler ve insanların dinden yüz çevirmesi, hep din
adamı perdesi altında söylenen sözlerden, yazılardan ve bu adamların bozuk
niyetlerinden dolayıdır. (Din adamları üç kısımdır: Akıl sahibi, ilim sahibi,
din sahibi. Bu üç sıfatı da birlikte taşıyan din adamına din âlimi denir. Bir
sıfatı noksan olursa, onun sözüne güvenilmez. İlim sahibi olmak için, akıl ve
nakil ilimlerinde mütehassıs olmak lazımdır.)
Dünyaya gönül kaptırmayan, mal,
mevki, şöhret kazanmak, başa geçmek sevdasında olmayan din âlimleri, ahiret
adamlarıdır. Peygamberlerin "aleyhimüsselam" varisleri, vekilleridir.
İnsanların en iyisi bunlardır. Kıyamet günü, bunların mürekkebi, Allah’ü teala
için canını veren şehitlerin kanı ile tartılacak ve mürekkep daha ağır
gelecektir. (Âlimlerin uykusu ibadettir) hadisi şerifinde methedilen,
bunlardır. Ahretteki sonsuz nimetlerin güzelliğini anlayan, dünyanın
çirkinliğini ve kötülüğünü gören, ahretin ebedi, dünyanın ise fani geçip
tükenici olduğunu bilen onlardır. Bunun için kalıcı olmayan, çabuk değişen ve
biten şeylere bakmayıp, baki olana, hiç bozulmayan ve bitmeyen güzelliklere
sarılmışlardır. Ahiretin büyüklüğünü anlayabilmek, Allah’ü Teâlâ’nın sonsuz
büyüklüğünü görebilmekle olur. Ahiretin büyüklüğünü anlayan da, dünyaya hiç
kıymet vermez. Çünkü dünya ile ahiret birbirinin zıddıdır. Birini sevindirirsen
öteki incinir. Dünyaya kıymet veren ahreti gücendirir. Dünyayı beğenmeyen de,
ahrete kıymet vermiş olur. Her ikisine birden kıymet vermek veya her ikisini
aşağılamak olamaz. İki zıd şey bir araya getirilemez. (Ateş ile su bir arada
bulundurulamaz).
Tasavvuf büyüklerinden bazısı,
kendilerini ve dünyayı tamamen unuttuktan sonra, birçok sebepler, faydalar
için, dünya adamı şeklinde görünürler. Dünyayı seviyor, istiyorlar sanılır. Hâlbuki
içlerinde hiç dünya sevgisi, arzusu yoktur. Sure-i Nur'da, (Bunların
ticaretleri, alışverişleri, Allahü Teâlâ’yı hatırlamalarına hiç mani olmaz)
mealindeki ayeti kerime bunlar içindir. Dünyaya bağlı görünürler. Hâlbuki hiç
bağlılıkları yoktur. Hace Behaeddin-i Nakşibend Buhari "kuddise sirruh"
buyuruyor ki, (Mekke-i mükerremede Mina pazarında, genç bir tacir, aşağı
yukarı, elli bin altın değerinde alış veriş yapıyordu. O esnada, kalbi, Allah’ü
Teâlâ’yı bir an unutmuyordu)."
Yorumlar
Yorum Gönder