Kalb-i Selim 1
Kalb-i Selim 1
Rabbbimizin
bizleri huzûr-i ilâhisine kabûl buyurması da ancak “kalb-i selîm” ile
mümkündür.
Kalb-i
selîm, mâsivâdan arınmış ve mücellâ bir ayna gibi Hakk’ın cemâlî sıfatlarının
tecellîgâhı hâline gelmiş bir kalbdir. Hak Teâlâ, kulunun kalbinde cemâlî
sıfatlarının tecellîlerini görünce onu sever ve ondan razı olur.
İşte
böylesine kıymetli olan kalbi, fânî ve gelgeç sevdalara esîr etmek kadar fecî
bir gaflet düşünülebilir mi? Hakk’ın rızâsına vuslatın yegâne bedeli olan
kalbi, mâsivâ ile kirletmekten daha büyük bir felâket olabilir mi? Kalb kirli
olduktan sonra da kalıbı yâni bedeni ve dış görünüşü temizlemenin bir anlamı
kalır mı?
Eski
bir istanbul hamamı kitabesinde şu manidar beyt yer alırmış:
Tıynetin
nâ-pâk ise, hayr umma sen germâbeden,
Önce
tathîr-i kalb et, sonra tathîr-i beden!
(Yâni;
kötü huylu ve bozuk karakterli bir kimse isen, hamamdan bir hayır bekleme!
Temizlik istiyorsan evvelâ kalbini temizle sonra da bedenini…)
Kalb-i
selîm, içinde iman nurunun ışıldadığı, berrak ve billur bir fanus gibidir.
Mü’min, kalbindeki bu nur ile, doğruyu eğriden, hayrı serden, hakkı bâtıldan,
helâli haramdan ayırt eder.
“Mü’min, bir günah işlediği zaman kalbinde
siyah bir nokta meydana gelir. Eğer o günâhı hemen terk edip tevbe ve istiğfar
ederse kalbi cilalanır, eski parlaklığına kavuşur. Böyle yapmaz da günah
işlemeye devam ederse, siyah noktalar gittikçe çoğalır ve neticede kalbini
büsbütün kaplar. (Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, istanbul 1992, IV, 227-228.)
İşte
Hak Teâlâ’nın:
Hasan-ı
Basrî -rahmetullâhi aleyh- nasihatlerinde şöyle buyurur:
“Kalbler
altı şeyden dolayı çürür ve bozulur:
1-
Tevbe ederim ümidiyle günah işlemek.
2-
İlim öğrenip mucibince amel etmemek.
3-
Hareket ve davranışlarda içten ve samîmi (ihlâslı) olmamak.
4-
Allah’ın verdiği nimetlerden faydalanıp şükretmemek.
5-
Allah’ın yarattıkları arasında paylaştırdığı rızka razıolmamak.
6-
Ölüleri defnedip onlardan ibret almamak.”
Ebû
Turâb en-Nahşebî -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyuruyor
”Kararmış
bir kalbin üç alâmeti vardır:
1-
Kişinin günahlardan ürperti duymaması.
2-
itaat ve ibadetlerin gönle lezzet vermemesi.
3-
Nasihatlerin tesir etmemesi.”
“…Bilesiniz
ki, kalbler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra’d, 28)
Yahya
bin Muâz -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurur:
“Allah’ın
zikriyle gönüllerinizi yenileyiniz, çünkü gönüller çabuk gaflete düşerler.”
Hakîkaten,
kalben Hakk’a vuslatın en kestirme yolu olan aşkullâh ve muhabbetullâha
erişebilmek için evvelâ gönlün mâsivâdan arınıp Allah’ın zikriyle mücellâ hâle
getirilmesi îcâb eder ki o gönül, hakîkatin ve sırların aynası olabilsin.
Ebu'l-Hasan
Harakanî insanları incitmeme ile ilgili şöyle der:
“Bir
din kardeşini incitmeden sabahtan akşama çıkan bir mümin, o gün akşama kadar Resulullah
ile beraber yaşamış gibidir. Eğer bir mümini incitirse, Allah onun o günkü
ibadetini kabul etmez.”
Erzurumlu
İbrahim Hakkı da insanlara karşı davranışta her zaman iyi niyetle hareket
etmeyi, gönül yıkmayı değil gönül yapmayı gönül kırmanın nefse sahip çıkmakla
alakalı olduğuna işaret etmiştir:
"Hiç
kimseye hor bakma,
İncitme gönül yıkma,
Sen nefsine yan çıkma.
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler."
İmam-ı
Rabbani der ki: “Kalb, Allahü teâlânın komşusudur. Allahü teâlâya kalbin yakın
olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Mümin olsun, asi olsun, hiçbir insanın
kalbini incitmemelidir Çünkü, asi olan komşuyu da korumak lazımdır. Sakınınız,
sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten
küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. Çünkü, Allahü teâlâya
ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir. İnsanların hepsi, Allahü teâlânın
köleleridir. Herhangi bir kimsenin kölesi dövülür, incitilirse, onun efendisi
elbette gücenir. Her şeyin biricik Maliki, sahibi olan efendinin şanını,
büyüklüğünü düşünmelidir. Onun mahlukları, ancak izin verdiği, emir eylediği
kadar kullanılabilir. İzni ile kullanmak, onları incitmek olmaz. Hatta onun
emrini yapmak olur.”
Alvarlı
Efe Kuddise Sirrûh buyuruyor ki:
"Aşık
der inci tenden,
İncinme
incitenden.
Kemalde
noksan imiş,
İncinen
incitenden."
Yine Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi Kuddise Sirrûh buyuruyor ki:
“Sakın incitme bir canı
Yıkarsın arş-ı Rahman'ı…”
İnsanın gönlü, tasavvufî düşüncede, Allah’ın evi, nazargâhıdır.
Yunus Emre Kuddise Sirrûh Hazretleri de;
Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil!
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil…
Bir gönülü yaptın ise,
Er eteğin tuttun ise,
Bir kez hayır ettin ise,
Binde bir ise az değil…
“…İki cihan bedbahtı kim gönül yıkar ise”
“…Gönül Çalap’ın tahtı, Çalap gönüle baktı.”
Derken
gönlü Kâbeleşmiş bir insanın, asla gönül kıramayacağına vurgu yapmıştır.
Allah’ü
Teâlâ’nın huzuruna ancak selim kalple, yâni tasfiye edilip bütün manevi
hastalıklardan arındırılarak içi ilâhî muhabbetle doldurulmuş tertemiz bir
gönülle çıkanlar kurtuluşa erebileceklerdir. Bunu Cenâb-ı Hak şöyle bildirir:
“O gün ne mal fayda verir, ne de
evlât. Ancak Allah’ü Teâlâ’a kalb-i selîm (tertemiz bir kalp) ile gelenler müstesna.” (eş-Şuarâ,
88-89)
Temiz Kalbe Sahip Olmanın Şartları
Manevi
tezkiye ve tasfiye neticesinde selim ve münîb bir kalbe ve mutmain bir nefse
sâhip olabilmek için riayet edilmesi gereken birtakım şartlar vardır. Onların başlıcaları
şunlardır:
1-
Helâl gıda,
2-
İstiğfar ve dua,
3- Kur’an
okumak ve ahkâmına tâbî olmak,
4- İbadetleri
huşû ile eda etmek,
5-
İnfak,
6-
Geceleri ihya etmek,
7-
Zikrullâh ve murakabe,
8-
Resûlullâh’a muhabbet ve salavat-ı şerifeye devam etmek,
9- Tefekkür-i
mevt,
10-
Salih ve sadıklarla beraber olmak,
11-
Güzel ahlâk sâhibi olmak,
Bütün
bu şartlar üzerinde ciddiyetle durulup, gayretle yaşanması neticesinde elde
edilen kalb-i selim, masivadan arınmış ve mücellâ bir ayna gibi Hakk’ın cemali
sıfatlarının tecelligâhı hâline gelmiştir. Hak Teâlâ, kulunun kalbinde cemali
sıfatlarının tecellilerini görünce onu sever ve ondan razı olur.
“...İnsan bedeninde bir et parçası vardır. O
sağlam ve salih olursa beden bütünüyle iyi, o kötü olursa beden de tamamıyla
kötü olur. Dikkat ediniz ki o, kalptir.”
(Buhârî,
Îmân, 39)
Kalb-i Selîm: Şek (şüphe) ve
şirkten (Allah’ü Teâlâ’ya ortak koşmaktan), küfür ve nifaktan arınmış, daima Allah’ü
Teâlâ’ya bağlı kalb.
Hazret-i Mevlânâ Kuddise Sirrûh bir çuvalın dibindeki deliği
kapatmadan içini doldurmaya çalışmanın beyhude bir gayret olduğunu ifade eder.
Bunun gibi amellerin de ancak tasfiye edilmiş bir kalp ile yapıldığı takdirde
kişinin saadetine vesile olabileceği aşikârdır. Zira ameller niyetlere
bağlıdır. Niyet ise, kalbin amellerinden biridir. Bu münasebetle niyetin tashihi
ve ihlâsla tezyini şarttır.
Bu keyfiyet ise, ancak erbâbınca icrâ olunacak kalbî terbiye
neticesinde elde edilen bir hâldir. Hak dostlarının kalp eğitiminde
hedefledikleri nokta, kalbin sürekli Allâh ile beraber olma şuuruna (ihsâna)
erişmesi ve böylece diri kalp vasfına kavuşmasıdır. Kalbin bu kıvâma ulaşması
için mâsivâdan, yâni Allah’ü Teâlâ’ın dışındaki her şeyden arınmış olması
zarûrîdir.
Bu kıvâma ulaşan kalp, ince ve derin hakîkatlere âşinâ olur.
Kalp, kesâfetten kurtulup letâfete büründüğü nisbette de ilâhî esmâ ve esrârın
mâkesi hâline gelir. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın kalp yoluyla bilinmesi demek olan “mârifetullâh”
hâsıl olur. Bu ise, ilmin irfân hâline gelmesi demektir.
Kalb-i Selim, içinde dünyaya ve fani değerlere ait bir tutku
taşımayan, Allah’tan başkasına yer olmayan sağlıklı kalp demektir.
Ahirette kurtuluşun tek reçetesi kalb-i Selimdir. Kur’an’da
buyrulur: “O gün kalb-i Selimden başka ne evlat, ne mal fayda verir.”
(Şuarâ, 88-89) Kalb-i Selimin yolu, dünya ilgi ve sevgisinden uzaklaşmaktan
geçer. Çünkü ahirette, yapılan iyiliklerin dışında, altın ve gümüş gibi
dünyalık şeylerin bir değeri yoktur. Nitekim Bağdatlı Rûhî: Ey efendi sanma ki
senden altın ve gümüş isterler. Hiçbir şeyin fayda vermediği kıyamet gününde senden
kalb-i Selim isterler anlamında der ki:
“Sanma ey hâce ki, senden zer u sîm isterler,
Yevme lâ-yenfau’de kalb-i selîm isterler.”
Kur’anî bir kavram olan “kalp” çam kozalağını andıran ve
“kalb-i Sanevberî” denilen maddi boyutuyla insanda kan ve can merkezidir. İnsan
vücudunun ihtiyacı olan kanı pompalayan ve bir defada on sekiz kg’lık bir
teneke suyu Sarayburnu’ndan Çemberlitaş’a (yaklaşık 2000 m mesafeye)
basabilecek bir güce sahiptir.
Manevi boyutuyla ise insanda bilginin, sevginin ve imanın
merkezidir. Kalp hem maddi uzviyetin hem de maneviyat itibariyle insan
varlığının sultanıdır. Algı merkezi olan beyin ve dimağ ondan çıkan duyguların
tesiri ile düşünce üretir.
Kur’an’da yoğun şekilde vurgu yapılan kalp kavramının anlamı
üçe tasnif edilebilir:
1- Yaratılış gaye ve haysiyetini koruyan selim/sağlam,
münib/Allah’a yönelen ve mutmain/doygunluğa ermiş kalpler. Bunlar hitab-ı
ilahîye mazhar, müminlere ait kalplerdir.
2- Mühürlü ve nasipsiz kalpler. Bunlar imandan ve İslam’dan
nasibi olmayan bahtsızların, kâfirlerin kalpleridir. Bunlar hakkında Kur’an’da
şöyle buyrulur: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.
Gözlerinde de perde vardır.” (Bakara, 7)
3- Hastalıklı kalpler: Bunlar da başta münafıklar olmak üzere
şüphe, cehalet, ihtiras ve ahlaksızlık girdabında bocalayanların kalpleridir.
Allah böyleleri hakkında şöyle buyurur: “Onların kalplerinde hastalık vardır.
Allah onların hastalıklarını arttırmıştır.” (Bakara, 10)
Kur’an selim bir kalbin korunması için insanın unutmaması
gereken şeylere ve koruması lazım olan hususlara vurgu yapmaktadır. Selim bir
kalbe erişmenin ve onu korumanın şartı olarak unutulmaması gerekenlerin başında
yaratılmış olduğumuz gelmektedir. “Biz yoktuk, bizi bir yaratan var.” İşte o
yaratanın Allah olduğunu unutmamak kalbî bir görevdir. Allah’ü Teâlâ buyurur:
“Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra öldüren, sonra da diriltecek olan
Allah’tır.” (Rûm, 40)
Bizi yaratan bizden kulluk beklemektedir. Kalbin bu kulluk
bilincinden uzak durmaması kalbî hayatın selameti açısından önemlidir. Allah’ü
Teâlâ buyurur: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye
yarattım.” (Zâriyât, 56) “Dünyada en büyük talihsizlik Allah’ü Teâlâ’yı unutup
Allah’ü Teâlâ’nın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimselerden olmaktır.”
(Mücâdele, 19)
Unutulmaması gereken şeylerden biri de Allah’ın bizimle
beraber olduğudur. Bunun hem Allah tarafından murakabe edildiğimiz manası, hem
de yalnız bırakılmadığımız anlamı vardır. Nitekim Allah’ü Teâlâ buyurur:
“Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir.” (Hadîd, 4) “Biz insanoğluna şah
damarından daha yakınız.” (Kâf, 16) “Yönünüzü nereye çevirirseniz Allah’ın
yüzü/zatı oradadır.” (Bakara, 115)
Hayatın fani oluşunu, ölümün varlığını, öldükten sonra bir
hesabın mevcudiyetini unutmamak gerekir. Bunlar insan kalbini canlı tutan
hususiyetlerdir.
Bunlardan başka selim bir kalbi dış etkilerden korumak
gerekmektedir. Kur’an kalbin dış etkilerle değişip dönüşebileceğine,
kararacağına, (Bkz. Mutaffifîn, 14) taşlaşacağına, (Bkz. Bakara, 74; Zümer, 22)
mühürleneceğine, (Bkz. Bakara, 7) perdeleneceğine, (Bkz. Bakara, 88)
kilitleneceğine, (Bkz. Muhammed, 24) hastalanacağına (Bkz. Bakara, 10) ve
öleceğine (Bkz. Neml, 80-81) işaret etmektedir.
Hayatı anlamlı kılan kalbin yönelişleridir. Kalbin meyli neye
ise insan hayatı oraya akmaktadır. Kalpte irade olmadığından mutlaka bir şeye
raptedilmesi gerekmektedir. Kalbin raptedilmesi, ona yaratılış sırrının
kavratılması demektir. Yenişehirli Avni Bey’in dediği gibi insanoğlu bu dünyaya
mal ve makam sağlamak için değil, sevgililer sevgilisi Yüce Allah’a kul olmak,
O’nun hasretiyle yanıp kavrulmak ve ah etmek için gelmiştir:
“Sanman taleb-i devlet ü câh etmeye geldik
Biz âleme bir Yâr için âh etmeye geldik.”
Rabbının “Elestü bi-rabbiküm/Ben sizin Rabbınız değil miyim?”
sorusuna: “Belâ/evet” (A’raf, 172) diyen insanoğlu, Mevlana’nın ifadesiyle “bu
dünyaya imtihan için bela çekmeye” gelmiştir. İnsanoğlunun görevi sıkıntı ve
belalara sabrederek sadece O’na kul olma kaygısı taşımasıdır. Kalbin huzur ve
mutluluğu Allah’ı bilmek, O’nu sevmek, O’nun zikrinden lezzet ve tat almaktır.
Kalp bütün diğer organlar gibi zıtlar meşheri olduğundan
toplum içinde yaşayan insanın kalbi hem meleki hem şeytani tesirlere açıktır.
Öyleyse mümin toplum içinde nasıl hareket edecek?
Kalbî hassasiyet taşıyan bir mümin, toplum içinde hem hazır
hem gaib; hem yakın hem uzak; hem uyuyan hem uyanık olacak. Yani insanlara
bakacak ama her şeyi görmeyecek, onların sözlerini işitecek ama her şeyi
duymayacak. Seçici olmasını bilecek. Nefsine karşı iradi otoriteyi elden
bırakmayacak ki nefsi, kalbini etkileyip asıl meşguliyetine engel olmasın.
Kalbi en çok meşgul eden şeylerden biri dünyaya ait ümit ve
emel tutkularıdır. Şu ayet-i kerime insanoğlunun sınırsız emelinin onu ne
hâllere sokacağına işaret eder: “Habibim, Kur’an’ı inkâr eden kâfirleri bırak,
yesinler, hayvani isteklerini tatmin etsinler, dünya nimetlerinden
yararlansınlar. Dünyada sorgusuz sualsiz yaşayacağız emeli, onları oyalasın.
Onlar başlarına gelecek akıbeti görecekler.” (Hıcr, 3) Ümidin kötü olanı, sorgu
ve sual kaygısı taşımadan kalbi peşi sıra sürükleyen, tul-i emeldir. Yoksa
ümitsiz ve emelsiz yaşanmaz; hiç emel olmadan amel bile olmaz.
Nefsani duygulardan kaynaklanan ümit ve emeller, nefsin
sermayesidir. İnsanlar bu hayallerin peşinden koşup dururlar. İdealsiz,
hayalsiz ve heyecansız olan kimse insan olamayacağına göre iman ehlinin emel ve
ideallerini marifet ve hikmet ekseninde toplaması gerekir. Marifetsiz bir emel,
hikmetsiz bir ideal, insanı boş heyecanlarla peşinden koşturur, gözüne at
gözlüğü taktırır. Marifet ürünü bir emel ise hedefe yöneltir. Allah’ı sevmek,
O’ndan başkasından yüz çevirmek demektir. Nitekim İmam Rabbanî’ye göre “kalp
hastalığı kalbin Hakk’tan başkasına ilgi duyması ve sevmesi” ile teşhis edilir.
Bu konuda özellikle insanın kendi nefsine olan alakası ciddi bir göstergedir.
Çünkü insan sevdiği şeyi nefsi için sever. Mal sevgisi, baş olma sevdası nefsin
bu tür tutkularıdır.
Kalbe en çok etki eden şeylerden bir diğeri, ağızdan giren
lokmalardır. Haram lokma kalbi hayatı etkiler. Bir başka ifadeyle haram ve
şüpheli şeyler kalpte iz bırakır ve gönlü karartır. Haram ve şüpheliden başka,
mubah ve helalde sınır-tanımazlık ve israf bile kalbi bozar. Şeytanın insana
nüfuz yollarını açar.
Kalb-i Selime ermek, gönlü gönüller sultanına vermek, Rahman
tecellisine mazhar olmak demektir. Kalbiselime ermek, incelik ve zarafet
timsali bir insan olup huzur hâline varmaktır. Nitekim Peygamberimiz bu hâle
ermek için Allah Teâlâ’ya şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Sen’den dinde sebat
isterim. Doğru söyleyen bir dil ve kalbiselim dilerim.” (Tirmizî, Deavât,
23/3407)
Kalbi Selim;
incinmeyen ve incitmeyen kalptir. İncinmemek incitmemekten daha zordur. Çünkü
incitmemek eldedir ama incinmemek elde değildir. Kalbiselim sahibinin üç vasfı
vardır:
1- İncitmez,
2- İncinmez,
3- İyiliği Allah için yapıp karşılık beklemez.
İncitmemek ve incinmemek konusunda en mühim hususlardan biri
de, kusur ve kabahat örtücü olmaktır. Settar isminin mazharı olarak, insanların
kusurlarına karşı iğmaz-ı ayn edip görmezden gelmektir.
Pertev Paşa incitmemek ve incinmemek konusunda der ki:
“Dikenden incineceksen bülbülün âşık olduğu gülü koklama. Ne
başkasının sevgilisine ilgi duy, ne de ağyâr sayılan Allah’ın dışındakilerden
incin. Ne sen başkasından âh al, ne de başkasının âh-u zârından incin. En
doğrusu ne sen başkasından incin; ne de başkası senden incinsin.”
Bir başka şair şöyle söyler:
“Ey akıllı kişi insanların ve cinlerin en makbulü olan
davranış şudur: Ne kimse senden incinsin ne de sen kimseden incin.”
Mümin, Hakk’ın huzuruna, hiç kimseye eziyet etmeyince vera’
ile kalbini Rabbe yöneltip kimseden incinmeyince vefa ile yaptığı salih
amellere herhangi bir faniyi ortak etmeyince ihlas ile ve hepsiyle birden
kalbiselim ile varır.
"Cenab-ı
Hak İnşallah Hepimizi Kalb-i selim'lerden Eder". (Âmin!)
Unutulmuş, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizi, okuyalım,
anlayalım, anlatalım, uygulayalım, uygulanmasına ve yayılmasına vesile
olalım...
Allah
hepimizden razı olsun) Âmin!
Elinden geliyorsa, kırma kişi kalbini,
Kendini mahv edersin, sen kırarsan
birini.
“Hazer kıl! Kırma kalbin, kimsenin
cânını incitme!
Esîr-i gurbet-i nâlân olan insanı
incitme!
Tarîk-i ışkda bîçâre-i hicrânı
incitme!
Sabır kıl her belâya, Hâneyi Rahman’ı
incitme!
Felekte hâsılı insan isen bir canı
incitme!
Günahkâr olma, Fahr-i Âlem-i zî-Şânı
incitme!”
Ey can; kimseyi kırma!
Sözden ağırı yoktur! Beden çok yükü kaldırır ama gönül her sözü kaldıramaz. Hz.
Mevlâna Kuddise Sirrûh
(Derleyen Yaşar Akkaş)
Yorumlar
Yorum Gönder