Tefekkür-ü Mevt (Ölüm tefekkürü)
Tefekkür-ü Mevt (Ölüm tefekkürü)
Pek çok insan ölümü düşünmek istemez,
aynı zamanda günlük uğraşıları da insanı bambaşka şeyler düşünmeye sevk eder. Hangi
okulda okuyacağı, hangi işte çalışacağı, ne giyeceği ve ne yiyeceği onun için daha
önemlidir. Çünkü hayatın bunlardan ibaret olduğunu düşünür. Ölümden bahsedildiği
zaman ise, "ağzını hayra aç" gibi anlamı olmayan ve ölümü engellemeye
de gücü yetmeyen yüzeysel sözlerin arkasına saklanır. Kendisinin yaşlanınca öleceğini,
en az daha 50-60 yıl yaşayacağını hesaplar; genç yaşında böyle "iç karartıcı”
konularla meşgul olmak istemez. Hâlbuki bir saniye sonra yaşayabilme garantisi bile
yoktur. Her gün gazetelerde, televizyon kanallarında ölümle ilgili haberler bolca
yer almakta, yakınlarının ölümlerine tanık olmaktadır; ama bir gün kendi ölümüne
de başkalarının tanıklık edeceğini, kendisini de böyle bir sonun beklediğini düşünmez.
Oysaki ölüm insana geldiğinde, hayata
dair her tür "gerçeği” yerle bir eder; geriye sizden hiçbir şey bırakmaz. Şu
anki halinizi, gözlerinizin açılıp kapanmasını, vücudunuzun hareket etmesini, konuşabilmenizi,
gülebilmenizi yani tüm hayati fonksiyonlarınızı düşünün. Sonra da ölümün akabinde
ne hale geleceğinizi canlandırın gözünüzde... Hareketsiz bir şekilde, etrafınızda
olup bitenleri anlamayıp öylece yatacaksınız. Bedeniniz başka insanlar tarafından
taşınacak ve bir "et yığını” olarak kabul edileceksiniz. Tabutunuzun konacağı
mezar kazılırken, siz gusülhanede görevli kişi tarafından yıkanacaksınız. Beyaz
kefenle sizi saracaklar. Tahta tabuta konacaksınız. Camideki işlemler bittikten
sonra mezara gidilecek, üzerinde isminizin, doğum ve ölüm tarihinizin yazıldığı
bir taş olacak. Kefenle birlikte sizin için kazılan çukura atılacaksınız. Üzerinize
tahta konacak, daha sonra da toprak. Toprak sizi iyice örttükten sonra işlem son
bulmuş olacak.
Dünyada bunlar olup biterken, toprağın
altındaki bedeniniz ise, hızlı bir parçalanma sürecine girecek. Toprağa konmanızdan
hemen sonra böcekler ve bakteriler devreye girecek. Karında toplanan gazlar cesedi
şişirecek ve bu şişlik vücudun her tarafına yayılarak, bedeni tanınmaz hale getirecek.
Bundan sonra gazın diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağzınızdan ve burnunuzdan
kanlı köpükler gelmeye başlayacak. Çürüme ilerledikçe kıllar, tırnaklar, avuç içleri
ve tabanlar yerlerinden ayrılacak. Bu dış değişmeyle beraber, iç organlarda da çürüme
başlayacak. En korkunç olay ise bu noktada gerçekleşecek; karın bölgesinde toplanan
gazlar deriyi zayıf noktasından patlatacak ve bedenden tahammül edilemeyecek derecede
pis kokular yayılacak. Bu süre içinde kafanızdan başlamak üzere, adaleler de yerlerinden
ayrılacak. Cilt ve yumuşak kısımlar tamamen dökülecek ve iskelet gözükmeye başlayacak.
Beyin tamamen çürüyecek ve kil görünümünü alacak, kemikler bağlantılarından ayrılacak
ve iskelet dağılmaya başlayacak... Bu olay, cesediniz bir toprak ve kemik yığını
haline gelene kadar böylece devam edecek. Artık ölmeden önceki yaşamın bir saniyesine
bile geri dönme imkânı olmayacak. Aile ile görüşme, arkadaşlarla buluşup eğlenme,
en yüksek mevkiye gelme şansıda kalmayacak. Artık beden mezarda çürüyerek iskelet
haline gelecek. Kısacası kendisiyle özdeşleştiğiniz, "ben” sandığımız et ve
kemik yığını, oldukça iğrenç bir sonla yok olup gidecek. Siz, yani gerçekte bir
ruh olan siz, bu bedeni çoktan terk etmiş olacaksınız, geride kalan beden ise, oldukça
çarpıcı bir biçimde yok olacak. Peki tüm bunların sebebi nedir?
Allah’ü Teâlâ dileseydi, insan vücudunu
öldükten sonra bu hale getirmeyebilirdi. Ancak bunun çok büyük bir anlamı vardır.
Öncelikle insan, kendisinin aslında beden olmadığını, bedeninin yalnızca kendisine
giydirilmiş geçici bir kılıf olduğunu, bu korkunç sonu görerek anlamalı, bedenin
ötesinde bir varlığı olduğunu hissetmelidir. Dahası insan, bedeninin ölümüne bakmalı,
bu geçici dünyada adeta sonsuza kadar kalacakmış gibi sahiplendiği ve bütün arzularına
boyun eğdiği bedeninin akıbeti hakkında düşünmelidir. O beden bir gün mutlaka toprağın
altında çürüyecek, kurtlanacak ve iskelete dönüşecektir. Ve o gün belki de çok uzak
değil, bir adım ötededir...
Anlatılan tüm bu gerçeklere rağmen,
insan ruhunda sevilmeyen, istenmeyen şeyleri düşünmemek, yok kabul etmek gibi bir
eğilim vardır. Bu durum özellikle ölüm söz konusu olunca iyice belirginleşir. Yukarıda
da bahsettiğimiz gibi, ölüm ancak bir tanıdık kaybedildiğinde ya da birinin ölüm
yıl dönümünde hatırlanır. Hemen hemen herkes ölümü kendisine uzak görür. Sanki yolda
yürürken, yatakta yatarken ölenlerin kendinden farklı bir durumu mu vardır? Yoksa
o "daha gençtir" de "uzun yıllar" yaşayacak mıdır? Ne var ki
evinden okula gitmek için yola çıkıp, ya da önemli bir toplantıya yetişmeye çalışırken
trafik kazası geçiren kişi, hiç tahmin etmediği bir zamanda beklemediği bir hastalıkla
ölen biri de ölmeden önce aynı düşünceyi taşıyor olabilirler. Bir gün önce yaşarlarken,
ertesi günün gazetelerinde herkesin onların ölüm haberlerini okuyacaklarını büyük
bir olasılıkla akıllarına bile getirmemişlerdir.
Gariptir ki siz bu satırları okuduktan
sonra bile çok kısa bir süre sonra ölebileceğinize ihtimal vermeyebilirsiniz. Daha
yapılacak, bitirilecek işlerin olması belki de ölümün sizin için henüz erken ve
zamansız olduğunu düşündürüyordur. Oysa bu bir kaçıştır ve Allah’ü Teâlâ bu kaçışın
fayda vermeyeceğini bildirmiştir: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp
ve sağlam kalelerde olsanız bile!” (Nisa-78) Diğer bir ayette de, “Ölüm sarhoşluğu
gerçekten gelir de: “İşte (ey insan!) bu senin öteden beri kaçtığın şeydir” denir.”
(Kaf-19) buyurulmuştur.
Hadis-İ Şerifler
Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamın
rabıta-ı mevt hakkındaki emir ve tavsiyeleri:
Dünyada, sanki gurbette imiş veya
yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini mezardakilerden say. Sabahladığında, kendine
akşamdan söz etme. Akşamlayınca da sabahtan bahsetme. Hastalanmadan önce sıhhatinden,
ölümden önce de hayatından faydalan. Çünkü sen yarın yaşayıp yaşayamayacağını bilemezsin
ey Abdullah!
İyi bilin ki dünya arkasını çevirdi;
gitmek üzeredir. Ahiret ise bize yönelmiş; yaklaşmaktadır.
Ey Âdemoğulları, kendinizi ölülerden
sayınız. Allah’a yemin ederim ki, size vaad edilen ölüm gelecek; ona engel olamayacaksınız.
Yarınki günü ecelinden saymayan, ölümü tam olarak anmış olamaz.
Lezzetleri acılaştırıp yok eden ölümü
çok anınız. Vaaz edici olarak ölüm yeter.
Sizin en akıllınız, ölümü en çok
hatırlayan ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlananlardır.
Ben sizlere kabirleri ziyaret etmeyi
yasaklamıştım. Fakat bundan böyle kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabirleri ziyaret
etmek insanları dünyaya dalmaktan alı koyar ve ahireti hatırlatır.
İnsanların en zahidi, kabri ve çürümeyi
unutmayan, dünya zinetinden en kıymetlisini terk eden, ebedi olanı fani ve geçici
olana tercih eden, yarını ömründen saymayan ve kendini ölmüş kabul edendir.
Dünya işlerini yoluna koyunuz ve
yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışınız.
Ölümü çok zikredin; çünkü bu, günahları
yok eder, dünyadan soğutur. Zenginlik anında ölümü hatırlarsanız; bu onu yıkar.
Fakirlik anında hatırlarsanız; elinizdekine kanaat etmenize sebep olur.
Dünyada zühdün en iyisi ölümü anmaktır.
İbadetin en üstünü tefekkürdür. Kim ölümü çok anarsa, kabri cennet bahçelerinden
bir bahçeye döner. Dünyadan soğutucu ve ahirete teşvik edici olarak ölüm yeter.
Ölümü çok hatırlayın. Çünkü böyle
yapman, ölümün dışında her musibete karşı sana teselli verir.
Kim ölümü göz önüne alırsa dünyanın
darlığına ve ferahlığına aldanmaz.
Günde 20 defa ölümü hatırlayan kimse
şehitlerle birlikte haşr olunur.
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder