Esma-ûl Hüsna 2
Esma-ûl Hüsna 2 ve
Anlamları
﴿وَلِلَّهِ
الأَسْمَاءُ الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي
أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ﴾
“Allah'ın güzel isimleri vardır. O'na bu
isimlerle duâ edin. O'nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları terk edin.
Onlar, yapmış olduklarının cezasını çekeceklerdir.” (Araf: 180)
"Allah`ın 99 ismi vardır. Kim
bunları ezberlerse (îman eder ve ezbere sayarsa) Cennete girer." (Buhârî
ve Müslim) buyurulmuştur.
Bu konudaki başka bir rivâyet ise,
şöyledir:
"Kim bunları (Esmâ-i Husnâ`yı)
mânâlarını anlayarak sayar, bunlarla Allah’ı zikrederse Cennete girer." (Tirmizî,
İbn-i Hibban ve Hâkim)
O öyle
bir Allah’tır ki, O’ndan başka ilâh yoktur! |
Hüvallahüllezi
La İlahe İlla Hü! Nesel üke ya men hû! |
هُوَ اللّٰهُ الَّذِي لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ نَسْأَلُكَ يَامَنْ هُوَ |
000 |
Allah:
O öyle Allah’tır ki, O’ndan başka ilâh yoktur! Gaybı ve şehâdeti (gizli olanı
ve görüneni) hakkıyla bilendir. |
Ya
Allah Celle Celâlühû |
يَاالله جَلَّ جَلآلُهُ |
001 |
Er
Rahman: Bütün mahlûkata rahmet eden, |
er-Rahmân
Celle Celâlühû |
اَلرَّحْمَنُ جَلَّ جَلآلُهُ |
002 |
Er
Rahim: Mü’minlere çok merhamet eden. |
er-Rahîm
Celle Celâlühû |
اَلرَّحِيمُ جَلَّ جَلآلُهُ |
003 |
El
-Mel iku: Mülkünde istediği gibi tasarruf eden |
el-Melik
Celle Celâlühû |
اَلمَلِكُ جَلَّ جَلآلُهُ |
004 |
El
Kuddûs: Ayıplardan temiz demektir. |
el-Kuddûs
Celle Celâlühû |
اَلقُدُّوسُ جَلَّ جَلآلُهُ |
005 |
es Sel
âm: Sel âm sahibi, yani herçeşit ayıptan sel âmette, her türlü âfetten berî
demektir. |
es-Selâm
Celle Celâlühû |
اَلسَّلَامُ جَلَّ جَلآلُهُ |
006 |
el
Mü'min: Kullarına va'dindesâdık olan demektir. Tasdîkmânasına olan imandan
gel ir. Yahut kıyamet günü kullarına, azabına karşı garanti veren, güven
veren demektir, bu mânaemân'dan gelir. |
el-Mü'min
Celle Celâlühû |
اَلمُؤْمِنُ جَلَّ جَلآلُهُ |
007 |
el
Muheymin: Şâhid olan (görüp gözeten) demektir. Emînmânasına gel diği de
söylenmiştir. Aslı, müeymin'dir, ancak hemze, hâ'yakalbolmuştur. Keza er
Rakîb ve el Hâfizmânâsına gel diği de söylenmiştir. |
el-Müheymin
Celle Celâlühû |
اَلمُهَيْمِنُ جَلَّ جَلآلُهُ |
008 |
el
Azîzu: Kahreden, galebe çalan demektir. "İzzet", galebe, çalmak
mânasına gel ir. |
el-Azîz
Celle Celâlühû |
اَلعَزِيزُ جَلَّ جَلآلُهُ |
009 |
el
Cebbâr: Mahlukâtı mecbur eden; emir veya yasak her ne dilerse ona zorlayan
demektir. Bu kel imenin, bütün mahlukâtının fevkinde yücedir mânasına gel
diği de söylenmiştir. |
el-Cebbâr
Celle Celâlühû |
اَلجَبَّارُ جَلَّ جَلآلُهُ |
010 |
el
Mütekebbir: Mahlukâta ait sıfatlardan yüce, uzak mânasına gel ir. Ayrıca:
"Mahlukâtından büyüklük taslayarak kendisiyle azamet yarışına kalkanlara
büyüklüğünü gösteren ve onlara haddini bildiren mânasına gel diği de
söylenmiştir. Keza şu mânaya gel diği de bel irtilmiştir:
"Mütekebbir" Allah'ın azametini ifâde eden kibriyâ kel imesinden
gel ir, tezyîfî bir mâna taşıyan kibir kel imesinden gel mez. |
el-Mütekebbir
Celle Celâlühû |
اَلمُتَكَبِّرُ جَلَّ جَلآلُهُ |
011 |
el-Hâlık:
Eşyayı bir takdir ve ölçü ile yaratan; yoktan var eden. |
el-Hâlık
Celle Celâlühû |
اَلخَالِقُ جَلَّ جَلآلُهُ |
012 |
el-Bâri’:
Eşyayı muhtelif şekiller ve suretlerle birbirinden mümtaz surette yaratan.
Her varlığı, bir misali olmaksızın var eden. Bu kelime, öncel ikle hayvanlar
için kullanılır, diğer mahlûklar için pek kullanılmaz. Hayvanlar dışındaki
mahlukât hakkında nâdiren kullanılır. Meselâ: Allah canlıları yoktan yarattı
demek için: |
el-Bâri'
Celle Celâlühû |
اَلبَارِئُ جَلَّ جَلآلُهُ |
013 |
El
Musavvir: Mahlukâtı farklı sûretlerde yaratan" demektir. Tasvîr lügat
olarak hat ve şekil çizmek mânasına gel ir. بَرَأَ اللّهُ تَعَالَى النَّسَمَةَ dediğimiz
halde, semâvat ve arz hakkında: خَلَقَ
السَّمَوَاتِ وَاْرْضَ deriz. |
el-Musavvir
Celle Celâlühû |
اَلمُصَوِّرُ جَلَّ جَلآلُهُ |
014 |
el
Gaffâr: Kullarının günahlarını tekrar tekrar affeden, mânasına gel ir. Gafr
kel imesi, aslında setr (örtmek) ve kapamak mânalarına gel ir. Allah Teâla
kullarının günahlarını affedici, onlar için cezayı terketmeksûretiyle
(günahları) örtücüdür. |
el-Gaffâr
Celle Celâlühû |
اَلغَفَّارُ جَلَّ جَلآلُهُ |
015 |
el-Kahhâr:
Kudretinin karşısında her şeyi aciz bırakan. Her şeyi hükmüne itaat
ettirebilen bir galibiyet ve hâkimiyet sahibi. Düşmanlarını kahrederek zelil
ve perişan hale getiren. |
el-Kahhâr
Celle Celâlühû |
اَلقَهَّارُ جَلَّ جَلآلُهُ |
016 |
el-Vehhâb:
İhsanları ve bağışları bol ve devamlı olan. İstihkakı olmayan kuluna da ihsan
eden. Kullarına karşılıksız ihsan eden. |
el-Vehhâb
Celle Celâlühû |
اَلوَهَّابُ جَلَّ جَلآلُهُ |
017 |
er-Rezzâk:
Maddî ve manevî her türlü rızkı ve bu rızıklara muhtaçları yaratan.
Canlıların rızkını dilediği şekilde veren. |
er-Rezzâk
Celle Celâlühû |
اَلرَّزَّاقُ جَلَّ جَلآلُهُ |
018 |
el
Fettâh: Kulları arasında hâkim demektir. Araplar, hâkim iki hasmın
(dâvalıdâvacı) arasındaki ihtilafı çözdüğü zaman: "Hâkim iki hasmın
arasını fethetti" derler. Hükmetti, çözüme kavuşturdu mânasında, hâkime
fâtih dendiği de olmuştur. Mamafih "Kullarına rızk ve rahmet kapılarını
açan", rızıklarından kapanmış olanları açan mânasına da gel ir. |
el-Fettâh
Celle Celâlühû |
اَلفَتَّاحُ جَلَّ جَلآلُهُ |
019 |
el-Alîm:
Ezelî ilmiyle, büyük-küçük, mümkün-muhal, gizli-aşikâr her şeyi bilen. İlmi,
yaratılmış ve yaratılmamış her şeyi birlikte ihata eden (kaplayan, içine
alan). |
el-Alîm
Celle Celâlühû |
اَلعَلِيمُ جَلَّ جَلآلُهُ |
020 |
el
Kâbız: Kullarının rızkını lütfu ve hikmetiyle tutan mânasına gelir. |
el-Kâbıd
Celle Celâlühû |
ااَلقَابِضُ جَلَّ جَلآلُهُ |
021 |
el
Bâsıt: Kullarına rızkı açıp cûd ve rahmetiyle genişleten demektir. Böylece
Cenâbı Hakk, hem ihsan sahibi, hem de onu men edici olmaktadır. |
el-Bâsıt
Celle Celâlühû |
اَلبَاسِطُ جَلَّ جَلآلُهُ |
022 |
El
Hâfid: Cebbarları ve firavunları alçaltan demektir. Yâni onları horlar ve
değersiz kılar demektir. |
el-Hâfıd
Celle Celâlühû |
اَلخَافِضُ جَلَّ جَلآلُهُ |
023 |
Er
Râfi’: Vel îlerini, dostlarını yücel tir. Azîz kılar demektir. Böylece Allah,
hem zel îl hem de azîz kılıcı olmaktadır. |
er-Râfi
Celle Celâlühû |
اَلرَّافِعُ جَلَّ جَلآلُهُ |
024 |
Muizz:
Dilediğine izzet ve kuvvet veren, ilimde yükselten. |
el-Muizz
Celle Celâlühû |
المُعِزُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
025 |
Müzill:
Dilediğini zelil kılıp rahmetinden uzaklaştıran. Hor ve hakir kılan. |
el-Müzill
Celle Celâlühû |
المُذِلُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
026 |
es-Semi’:
Gizli aşikâr her şeyi işiten. |
es-Semi'
Celle Celâlühû |
اَلسَّمِيعُ جَلَّ جَلآلُهُ |
027 |
el-Basîr:
Aydınlık karanlık, uzak yakın, büyük küçük her şeyi gören, müşahede eden. |
el-Basîr
Celle Celâlühû |
اَلبَصِيرُ جَلَّ جَلآلُهُ |
028 |
el
Hakem: Hâkim demektir. Bu da hakikatı hükmetme yetkisi kendisine verilen, ona
gönderilen demek olur. |
el-Hakem
Celle Celâlühû |
اَلحَكَمُ جَلَّ جَلآلُهُ |
029 |
El
Adl: Kendinde heva meyli olmayan, hükümde doğruluktan ayrılmayan cevre yer
vermeyen mânasına gel ir. Aslında masdardır. Ancak âdil makamında
kullanılmıştır. Âdil'den daha bel iğdir, çünkü müsemma, fiilin kendisiyle
isimlenmiştir. |
el-Adl
Celle Celâlühû |
اَلْعَدْلُ جَلَّ جَلآلُهُ |
030 |
El
Latîfu: Arzunu sana rıfkla ulaştıran demektir. "Mahiyeti, idrak
edilemeyecek kadar latîf" mânasına gel diği de söylenmiştir. |
el-Lâtîf
Celle Celâlühû |
اللَّطِيفُ جَلَّ جَلآلُهُ |
031 |
El
Habîru: Olanı ve olacağı bilen kimseye denir. |
el-Habîr
Celle Celâlühû |
اَلخَبِيرُ جَلَّ جَلآلُهُ |
032 |
el-Halîm:
Cezalandırmaya gücü yettiği halde, hemen ceza vermeyen. Kullarının
isyanlarına karşı, hemen öfkeye kapılmayan. |
el-Halîm
Celle Celâlühû |
اَلحَلِيمُ جَلَّ جَلآلُهُ |
033 |
el-Azîm:
Hem zâtı hem de sıfatları sonsuz kemâlde olan. Büyüklüğü, akıl ve fehmin
ihatasından münezzeh bulunan. |
el-Azîm
Celle Celâlühû |
اَلعَظِيمُ جَلَّ جَلآلُهُ |
034 |
El
Gafûru: Bağışlamada mübalağa eden, çok bağışlayan demektir. |
el-Gafûr
Celle Celâlühû |
اَلغَفُورُ جَلَّ جَلآلُهُ |
035 |
Eş
Şekûru: Kullarını, sâlih fiilleri sebebiyle mükâfatlandıran ve sevap veren
demektir. Allah'ın kullarına şükrü, onlara mağfireti ve ibâdetlerini kabul
etmesidir. |
eş-Şekûr
Celle Celâlühû |
اَلشَّكُورُ جَلَّ جَلآلُهُ |
036 |
el-Aliyy:
Kemâl derecelerinin en yücesinde bulunan. |
el-Aliyy
Celle Celâlühû |
اَلعَلِيُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
037 |
El
Kebîru: Cel âl (büyüklük) ve şânının yücel iği sıfatlarını taşıyan kimsedir. |
el-Kebîr
Celle Celâlühû |
اَلكَبِيرُ جَلَّ جَلآلُهُ |
038 |
el-Hafîz:
Koruyan, muhafaza eden. Varlıkları, kaderle tayin edilmiş bir ecele kadar,
zevale uğramaktan koruyan. |
el-Hafîz
Celle Celâlühû |
اَلحَفِيظُ جَلَّ جَلآلُهُ |
039 |
El
Mukîtu: Muktedir demektir. Ayrıca, mahlukâta gıdalarını veren mânasına gel
diği de söylenmiştir. |
el-Mukît
Celle Celâlühû |
اَلمُقِيتُ جَلَّ جَلآلُهُ |
040 |
El
Hasîbu: el Kâfi demektir. Muf'ilmânasında fâildir, tıpkı mü'limmânasındael îm
gibi, hasîb'inmuhâsibmânasında kullanıldığı da söylenmiştir. |
el-Hasîb
Celle Celâlühû |
اَلحَسِيبُ جَلَّ جَلآلُهُ |
041 |
el-Celîl:
Sıfatları sonsuz kemâlde bulunan. Mâlikiyet, hâkimiyet, kudret, azamet gibi
bütün celâl sıfatlarına sahip olan. Heybeti, akılları dehşette bırakan. |
el-Celîl
Celle Celâlühû |
اَلجَلِيلُ جَلَّ جَلآلُهُ |
042 |
el-Kerîm:
Keremi ve bağışı bol olan. Cömertliği daimî olan. Bir karşılık gözetmeden
inayetiyle ihsan eden. |
el-Kerîm
Celle Celâlühû |
اَلكَرِيمُ جَلَّ جَلآلُهُ |
043 |
El
Rakîbu: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan hâfız (muhâfız) demektir. |
er-Rakîb
Celle Celâlühû |
اَلرَّقِيبُ جَلَّ جَلآلُهُ |
044 |
El
Mucîbu: Kullarının duasını kabul edip, icâbet eden zât demektir. |
el-Mücîb
Celle Celâlühû |
اَلمُجِيبُ جَلَّ جَلآلُهُ |
045 |
Vâsiu:
Zenginliği, bütün fakrları bürüyen; rahmeti herşeyi kuşatan demektir. |
el-Vâsi'
Celle Celâlühû |
اَلوَاسِعُ جَلَّ جَلآلُهُ |
046 |
el-Hakîm:
Hüküm ve hikmet sahibi. Her şeyi olduğu gibi bilen. Gerekeni en güzel ve en
faydalı şekilde yapan. |
el-Hakîm
Celle Celâlühû |
اَلحَكِيمُ جَلَّ جَلآلُهُ |
047 |
el
Vedûdu: el Vedd (sevgi) kel imesinden mef'ûl mânasında feûl'dür. Allah Teâlâ
Mevdûd'dur. Çok sevilir. Yani vel îlerinin kalbinde feûldür. Yani Allah Teâla
sâlih kullarını sever, bu da "onlardan razı olur" demektir.
Sevgilidir. Veya fâil mânasında |
el-Vedûd
Celle Celâlühû |
اَلوَدُودُ جَلَّ جَلآلُهُ |
048 |
el
Mecîdu: Keremi geniş olan demektir. Şerif mânasını taşıdığı da söylenmiştir. |
el-Mecîd
Celle Celâlühû |
اَلمَجِيدُ جَلَّ جَلآلُهُ |
049 |
El
Bâisu: Mahlukâtı, ölümden sonra kıyamet günü yeniden diriltir demektir. |
el-Bâis
Celle Celâlühû |
اَلبَاعِثُ جَلَّ جَلآلُهُ |
050 |
El
Şehîdu: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan kimse demektir. Şâhid ve şehîd
aynı mânada kullanılır, tıpkı âlim ve alîm kel imel eri gibi. Mâna şöyledir:
Allah, (her yerde) hâzırdır. Eşyayı müşahede edip her an görür. |
eş-Şehîd
Celle Celâlühû |
اَلشَّهِيدُ جَلَّ جَلآلُهُ |
051 |
El
Hakku: Varlığı ve vücudu gerçek olan demektir. |
el-Hakk
Celle Celâlühû |
اَلحَقُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
052 |
El
Vekîlu: Kulların rızıklarına kefil demektir. Hakikat şudur: Kendisine tevkîl
edilmiş olanı işinde müstakil söz sâhibi olmaktır. Bu hususta şu âyet
hatırlanabilir: "(Dediler ki) Allah bize yeter, O ne güzel
vekildir" (Âli İmrân 173). |
el-Vekîl
Celle Celâlühû |
اَلْوَكِيلُ جَلَّ جَلآلُهُ |
053 |
El
Kaviyyu: el Kâdir (güçlü) demektir. Ayrıca: "Kudreti ve kuvveti tam,
O'nu hiçbir şey âciz kılamaz" mânasına da gel ir. |
el-Kaviyy
Celle Celâlühû |
اَلقَوِيُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
054 |
El
Metînu: Şedîd ve kavî olup, hiçbir fiilinde meşakkatle karşılaşmayan
demektir. |
el-Metîn
Celle Celâlühû |
اَلمَتِينُ جَلَّ جَلآلُهُ |
055 |
El Vel
iyyu: Nâsır (yardımcı) demektir. Ayrıca: "İşlerin kendisiyle yürüdüğü
mütevel li, yetimin vel îsi gibi" diye de açıklanmıştır. |
el-Veliyy
Celle Celâlühû |
اَلوَلِيُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
056 |
El
Hamîdu: Fiiliyle hamde hak kazanan mahmûd kimsedir. Bu kel ime
mef'ûlmânasında fâildir. |
el-Hamîd
Celle Celâlühû |
اَلحَمِيدُ جَلَّ جَلآلُهُ |
057 |
El
Muhsî: İlmiyle herşeyi sayan, nazarından büyük veya küçük hiçbir şey kaçmayan
kimse demektir. |
el-Muhsî
Celle Celâlühû |
المُحْصِي جَلَّ جَلآلُهُ |
058 |
El
Mübdiu: Eşyayı yoktan ilk defa var eden, yaratan demektir. |
el-Mübdî
Celle Celâlühû |
اَلمُبْدِئُ جَلَّ جَلآلُهُ |
059 |
el
Muîdu: Mahlukâtı hayattan sonra tekrar ölüme, öldükten sonra da tekrar hayata
iâde eden kimse demektir. |
el-Muîd
Celle Celâlühû |
اَلمُعِيدُ جَلَّ جَلآلُهُ |
060 |
El-Muhyî:
Can veren, hayat veren ve dirilten O’dur. Hayat veren, can verendir. Can
bağışlayan, hayat ve sağlık verendir. |
el-Muhyî
Celle Celâlühû |
اَلمُحْيِ جَلَّ جَلآلُهُ |
061 |
El-Mümît:
Öldüren; mahlûkatın ölümünü yaratan ve öldüren O’dur. Canlı varlıkların
ölümünü yaratan da öldüren de O’dur. Ölümü yaratan, ecel vakti gelince
canlıları öldüren de O’dur. |
el-Mümît
Celle Celâlühû |
اَلمُمِيتُ جَلَّ جَلآلُهُ |
062 |
El-
Hayy: Her yönüyle tam bir hayata sahip olan; işitme, görme, güçlü ve irade
sahibi olmanın yanında, diğer zati sıfatlara da sahip olan ve eksiksiz bir
hayatın bütün manalarını kendinde toplayandır. |
el-Hayy
Celle Celâlühû |
اَلحَيُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
063 |
el-Kayyûm:
Varlığı ve bekası kendi zâtından olan. Zeval bulmayıp devamlı kaim olan. Her
şeyi ayakta tutan, varlıklarını devam ettiren. |
el-Kayyûm
Celle Celâlühû |
اَلقَيُّومُ جَلَّ جَلآلُهُ |
064 |
el
Vâcidu: Fakirliğe düşmeyen zengin demektir. Bu kel ime, gına demek olan cide
kökünden gel ir. |
el-Vâcid
Celle Celâlühû |
ااَلوَاجِدُ جَلَّ جَلآلُهُ |
065 |
el-Mâcid:
Şânı ve kadri büyük; kerem ve cömertliği bol olan. |
el-Mâcid
Celle Celâlühû |
اَلمَاجِدُ جَلَّ جَلآلُهُ |
066 |
El
Vâhidu: Tek başına devam eden, yanında bir başkası olmayan ferd'dir. Ayrıca,
şerîk ve arkadaşı olmayan kimse mânası da mevcuttur. |
el-Vâhid
Celle Celâlühû |
اَلوَاحِدُ الأَحَدِ جَلَّ جَلآلُهُ |
067 |
El
Ahadu: Ferd demektir. Ahad ile vâhid arasındaki farka gel ince, ahad,
kendisiyle bir başka adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya sâhiptir.
Kel ime hem müzekker, hem de müennestir. "Bana kimse (ahad) gel medi
derken, gel meyen hem erkektir, hem de kadındır." Vâhid'e gel ince bu
sayıların ilki olarak vazedilmiştir: "Bana halktan biri (vahid) gel
di" denir ama "Bana haktan kimse (ahad) gel di" denmez. Vâhid,
emsâl ve nazîrikabûl etmeyen bir mâna üzere bina edilmiştir. Ahad ise ifrad
ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina edilmiştir. Öyle ise, vâhid, zât
itibariyle münferiddir, ahad ise mâna itibariyle münferiddir. |
es-Samed
Celle Celâlühû |
اَلصَّمَدُ جَلَّ جَلآلُهُ |
068 |
Es
Samedu: İhtiyaçlarını te'min etmek üzere, halkın kendisine başvurduğu
efendidir. Yani halkın kendisine yönel diği kimsedir. |
el-Kâdir
Celle Celâlühû |
اَلقَادِرُ جَلَّ جَلآلُهُ |
069 |
El
Muktediru: Kudret kökünden müfteil babındandır. Kâdir'den daha öte bir
güçlülük ifâde eder. |
el-Muktedir
Celle Celâlühû |
اَلمُقْتَدِرُ جَلَّ جَلآلُهُ |
070 |
El-Mukaddim
Dilediğini maddi manevi nimetler verip öne geçiren, istediğini var veya yok
etmekte zaman, mekân şeref ve rütbede ileri geçiren öne alan. |
el-Mukaddim
Celle Celâlühû |
اَلمُقَدِّمُ جَلَّ جَلآلُهُ |
071 |
El
Muahhiru: Eşyayı yerlerine te'hir eden demektir. Kim takdime hak kazanırsa
ona takdîm eder, kim de te'hîre hak kazanırsa ona da te'hîr eder. |
el-Muahhir
Celle Celâlühû |
اَلمُؤَخِّرُ جَلَّ جَلآلُهُ |
072 |
El
Evvel: Bütün eşyadan önce var olan demektir. |
el-Evvel
Celle Celâlühû |
الأَوَّلُ جَلَّ جَلآلُهُ |
073 |
El
Âhiru: Bütün eşyadan sonra bâkî kalacak olan demektir. |
el-Âhir
Celle Celâlühû |
الآخِرُ جَلَّ جَلآلُهُ |
074 |
El
Zâhir: Herşeyin üstünde zâhir olan ve onların üstüne çıkan şey demektir. |
ez-Zâhir
Celle Celâlühû |
الظَّاهِرُ جَلَّ جَلآلُهُ |
075 |
El
Bâtın: Mahlukâtın nazarlarından gizlenen demektir. |
el-Bâtın
Celle Celâlühû |
البَاطِنُ جَلَّ جَلآلُهُ |
076 |
El
Vâlî: Eşyanın mâliki ve onlarda tasarruf eden demektir. |
el-Vâli
Celle Celâlühû |
اَلوَالِي جَلَّ جَلآلُهُ |
077 |
El
Müteâli: Mahlukâtın sıfatlarından münezzeh olan, bu sıfatların biriyle
muttasıf olmaktan yüce ve âlî olan. |
el-Müteâlî
Celle Celâlühû |
اَلمُتَعَالِي جَلَّ جَلآلُهُ |
078 |
El
Berru: Katından gel en bir iyilik ve lütufla, kullarına karşı merhametli,
şefkatli demektir. |
el-Berr
Celle Celâlühû |
اَلبَرُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
079 |
et-Tevvâb:
Tevbeleri kabul edip, Günahları bağışlayan |
et-Tevvâb
Celle Celâlühû |
اَلتَّوَّابُ جَلَّ جَلآلُهُ |
080 |
El
Müntakimu: Dilediğine ceza vermede şiddetli davranan demektir. Nekame
kökünden müfteil babında bir kel imedir. Nekame, hoşnudsuzluğun öfke ve
nefret derecesine ulaşmasıdır. |
el-Müntekîm
Celle Celâlühû |
اَلمُنْتَقِمُ جَلَّ جَلآلُهُ |
081 |
El
Afuvvu: Afv'danfeûl babında bir kel imedir. Bu bâb mübalağa ifâde eder. Öyle
ise mâna: "Günahları çokça bağışlayan" demek olur. |
el-Afüvv
Celle Celâlühû |
اَلعَفُوُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
082 |
El
Raûfu: Katından gel en bir re'fetle (şefkatle) kullarına merhametli ve
şefkatli olan demektir. Re'fetle rahmet arasındaki farka gel ince; rahmet
bazan maslahat gereği istemeyerek de olabilir. Re'fet isteksiz olmaz,
isteyerek olur. |
er-Raûf
Celle Celâlühû |
الرَّؤُفُ جَلَّ جَلآلُهُ |
083 |
Mâlikü'l-Mülk:
Bütün mülk âleminin yegâne sahibi. Mülkünde dilediği gibi tasarruf edebilen. |
Mâlikü'l-Mülk
Celle Celâlühû |
مَالِكُ المُلْكِ جَلَّ جَلآلُهُ |
084 |
Zü'l-Celâli
ve'l-İkrâm: Azamet ve kerem sahibi demektir. Azamet ve kerem sahibi olan
rabbinin adı yücelerden yücedir” mânasına gelmektedir. Cenâb-ı Hakk’ın
dilediği kimseleri dünyada yüceltmesi, âhirette de lutuf ve ikramına mazhar
kılması. |
Zü'l-Celâli
ve'l-İkrâm Celle Celâlühû |
ذُو الجَلَالِ وَالإِكرَامِ جَلَّ جَلآلُهُ |
085 |
El
Muksid: Hükmünde âdil, demektir. Ef'al babında adaletli oldu mânasına olan bu
kel ime, sülâsî aslında zulmetti mânasına gel ir. Nitekim kasıt; cevreden,
zâlim demektir. |
el-Muksit
Celle Celâlühû |
اَلمُقْسِطُ جَلَّ جَلآلُهُ |
086 |
El
Câmiu: Kıyamet günü mahlukâtı toplayan demektir. |
el-Câmi'
Celle Celâlühû |
اَلجَامِعُ جَلَّ جَلآلُهُ |
087 |
el-Ğaniyy:
“Nimet ve rahmet hazineleri sonsuz olan.” “Hiçbir şeye muhtaç olmayıp her
şeyden müstağni olan.” |
el-Ganiyy
Celle Celâlühû |
اَلغَنِيُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
088 |
El-Muğnî:
Zengin eden, müstağni kılmak, dilediği kulun her ihtiyacını veren anlamlarına
gelir. Allahu Teâlâ, Muğnî isminin tecellisi olarak insanların maddî ve
mânevî ihtiyaçlarını karşılar, onlara zenginlik ve bereket verir… |
el-Muğni
Celle Celâlühû |
اَلمُغْنِي جَلَّ جَلآلُهُ |
089 |
El
Mâniu: Dostlarını, başkalarının eziyetinden koruyan yardımcı demektir. |
el-Mâni'
Celle Celâlühû |
اَلمَانِعُ جَلَّ جَلآلُهُ |
090 |
ed-Dârr:
“Dilerse kullarına zarar veren. “Zarar verici şeyleri yaratan.” |
ed-Dârr
Celle Celâlühû |
اَلضَّارُّ جَلَّ جَلآلُهُ |
091 |
en-Nâfi’:
“Dilediği kullarına fayda veren.” |
en-Nâfi'
Celle Celâlühû |
اَلنَّافِعُ جَلَّ جَلآلُهُ |
092 |
El
Nûru: Körlüğü olanları nuruyla görür kılan, dalâlette olanları da
hidâyetiyleirşâd eden demektir. |
en-Nûr
Celle Celâlühû |
اَلنُّورُ جَلَّ جَلآلُهُ |
093 |
El-Hadi:
Kalplere iman yolunu gösteren. Hidayet lütfederek, bâtıldan ve dalâletten
uzaklaştıran. Bütün canlılara, her türlü ihtiyaçları için yol gösteren. |
el-Hâdi
Celle Celâlühû |
اَلهَادِي جَلَّ جَلآلُهُ |
094 |
el-Bedî’:
varlıkları, eşi, benzeri ve örneği olmaksızın, sanatkârane bir şekilde
yaratan demektir. Yani akıllara durgunluk verecek derecede kusursuz ve
mükemmel yaratmadır. Allah, zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde benzeri
görülmeyendir. |
el-Bedî'
Celle Celâlühû |
اَلبَدِيعُ جَلَّ جَلآلُهُ |
095 |
el-Bâkî:
“Varlığının sonu olmayan; Mahlukat yok olduktan sonra da varlığı devam eden.
Sebat ve devam etmek, kesintiye uğramadan, geleceğe doğru sürüp gitmek,
ölümsüz olmak, herhangi bir değişikliğe uğramamak ” |
el-Bâkî
Celle Celâlühû |
اَلبَاقِي جَلَّ جَلآلُهُ |
096 |
el
Vâris: Mahlukâtın yok olmasından sonra da bâki kalan demektir. Her şeyin tek
varisi, hakikî sahibi. |
el-Vâris
Celle Celâlühû |
اَلوَارِثُ جَلَّ جَلآلُهُ |
097 |
El
Reşîd: Ezelde takdir ettiği her şeyi, hedefine en hikmetli bir şekilde
ulaştıran. İnsanları hayırlı yollara irşad eden. |
er-Raşîd
Celle Celâlühû |
اَلرَّشِيدُ جَلَّ جَلآلُهُ |
098 |
El
Sabûru: Âsîlerden intikam almada acele etmeyen, cezalandırmayı belli bir
müddet te'hîr eden demektir. Allah'ın sıfatı olarak sabûr'un mânası halîm'in
mânasına yakındır. Ancak ikisi arasında şöyle bir fark vardır: Sabûr
sıfatında cezanın mutlaka olacağını beklemeyebilirler. Ancak halîm sıfatıyla
Allah'ın cezasına kesin nazarıyla bakarlar. |
es-Sabûr
Celle Celâlühû |
اَلصَّبُورُ جَلَّ جَلآلُهُ |
099 |
Yorumlar
Yorum Gönder