Abdulhakim Arvasi Kuddise Sirrûh
Abdulhakim Arvasi Kuddise Sirrûh
Hicri 1281 (1864/65 )
yılında vaktiyle Hakkâri’ye -simdi Van'a bağlı, 2800 metre yükseklikte hava ve
suyunun güzelliğiyle tanınan Başkale kasabasında doğdu.
Babası sunni
ulemasindan, ehl-i tarikten, Seyyid Mustafa efendidir. Nesepleri şehitlerin
efendisi Hz. Huseyin Radiyallahü Anh vasıtasıyla Peygamberimize Sallallahü
Aleyhi Vesellem’e ulaşır.
Çocukluk yıllarında
Başkale kasabasında İptidai ve Rüştiye mekteplerindeki tahsillerini
tamamladılar. Daha sonra, o zamanlar ilim ve irfan merkezi olan Irak’ın
muhtelif yerlerinde yüksek âlimlerden sarf ve nahiv, lügat, mantık, münazara,
beyan, meani, kelam, ilahi ve tabi hikmetler, riyaziye, hendese, hesap, heyet,
tefsir, hadis, Şafii ve Hanefi fıkhî, fıkıh usulü, tasavvuf gibi dersler aldı.
1300 hicri yılı baslarında
da memleketlerine döndüler. Dönüşlerinde kendilerine miras kalan mallardan bir
medrese yaptırarak ve kitaplarından da bir kütüphane kurarak 20 yıl boyunca o
medresede ders okuttular, bir çok talebe yetiştirdiler.
1295 Eylül ayında,
Halid-i Bağdadi kolundan gelen Seyyid Taha Hazretlerinin üstün halifesi Seyit
Fehim Hazretlerine intisaba etmek ve nurlarıyla şereflenmek gibi bir
mazhariyete erdi. Yasça küçük ve ruhça olgunlaşmamış olduğu halde, hatim ve teveccüh
halkasına girmeye mezun oldu. Aldığı ilk emir, tevbe ve istihare oldu.
İstiharede, tabir ve
tefsire muhtaç olmayan acık bir rüyanın şevkiyle bütün bir aşkla ilim tahsil
ederek bâtınini nurlandırmaya çalıştı. Zahir ilimlerde 1300 yılında icazet aldığı
gibi 1304 yılının Haziran ayında da, Nakşibendiye, Kübreviyye, Sühreverdiyye, Kadiriyye
ve Çeşitiyye tarikatlarından hilafetle şereflendirildi.
1325 haccında mürşitlerin
halife başı olan Şeyh Ziya Masum'un yüksek iltifatına mazhar olarak mürşidi tarafından
beş tarikatta bir kere daha mezun kılındı ve hakkındaki lütfun çoğaldığına işaret
olarak üveyesiye tarikatında da izin ve hilafetle nimetlendirildi.
Birinci Dünya
Savaşı’nda doğuda Rus istilasının başlamasıyla birlikte Ermeniler de silahlandılar
ve Müslümanların mallarını yağma etmeye koyuldular. Bu istilada kitapları ve
medresesi yakıldı. Bu sırada bütün halk işgale karşı ayaklandı ve kıymetli âlimler
halkın başına geçerek istilacı düşmana karşı cihada girdiler.
Ocak 1915'te
Musul'da bulundukları sırada Sason kazasına müftü olarak tayin edildi.
Memuriyet kaynayan ve elden çıkmakta olan memleketin perişan hali karşısında
pasif bir hareketti. Hemen İran’daki Şia sızmalarına engel olmak, sağ ehl-i sünnet
inancını ayakta tutmak ve bizzat savaşa katılmak için müftülükten ayrıldı.
Ruslar ihtilal sebebiyle doğudan çekilmeleri üzerine İstanbul’a geldi.
1919 yılı Ekim ayında
Eyüp Sultan yakınlarında bulunan Gümüşsuyu tepesindeki Kaşgari Dergâhının şeyhliği,
imamlığı ve vaizliği kendilerine verildi. Ayrıca Medrese-i Mütehassisin'de,
tasavvuf müderrisliğine (o zamanın üniversitesinde profesörlük) getirildi.
O dönemlerde
medreseler ve tekkeler kapanınca Kaşgari dergâhı da ev haline gelir ve her
turlu tarikat tatbikatı dışında bir sohbet çatısından ibaret kalır.
Son zamanlarında ise
uydurma sebeplerden dolayı, haklarında vekiller kararı ile İstanbul’dan, vapura
bindirilerek İzmir’e sürülüyor. İzmir’de göz hapsinde bir süre kalıyor. İstanbul’a
dönmelerine izin verilmiyor. Rahatsızlığı sebebiyle tedavi için Ankara'ya
naklediliyor.
Ankara'da yakın akrabalarından
birisinin Hacıbayram semtindeki mütevazı evinde kalıyor. Ankara'da kaldıkları
evde 19 gün hasta yatıyorlar. Nihayet 1943 senesi 27 ikinci teşrin Cumartesi
gecesi sessiz sedasız, dalgın, mübarek dudakları Tevhit kelimesinden başka her
şeye kapalı olarak 83 yaşlarında iken beka âlemine göçüveriyorlar.
İstanbul’a nakilleri
için resmi makamlardan müsaade alınamıyor. Çaresiz Ankara'ya nakilleri kararlaştırılıyor.
O sırada ahşap evin kapısı çalınıyor ve kim olduğu, nereden geldiği, ne istediği
belli olmayan aksakallı bir adam:
Ankara civarında bir
Bağlum isimli bir köy vardır; orada Nakşi şeyhlerinden bir zatta meftun... Oraya
götürünüz, kendilerine uygun yer orasıdır! Diyor ve çıkıp gidiyor. Meçhul adamın
arkasından koşuluyorsalar da ele geçirilemiyor.
Bağlum belediye sınırları
dışında olduğu halde, cenazeyi bir battaniyeye sarıp bir taksi içine koyarak,
en yakın akrabalarından bir kaç kişi ile Bağlum Nahiyesine götürüyorlar, mezarlığın
okula bitişik kösesine namsız, nişansız, ilansız, işaretsiz şekilde
defnediyorlar.
Allah’ü Teâlâ
makamını Cennet derecesini âli eylesin!
Yorumlar
Yorum Gönder