Misafir Rızkı İle Gelir Sevabı Hâne Halkına Kalır
Misafir Rızkı İle Gelir Sevabı Hâne
Halkına Kalır
Abdullah b. Amr b. As sahabe-i
kiramın en âbid ve zahitlerinden biri idi. Kendisini tamamen ibadet ve taata
vermişti, gündüzleri oruç tutar, geceleri sabahlara kadar Kur’an okur, ibadet
ederdi. Hatta yeni evlenmiş olduğu hanımını da ihmal ederdi. Hanımı durumu
Peygamber Efendimize bildirmişti. Asr-ı saadette Müslüman hanımlar aile
problemlerini Peygamber Efendimiz’e bildirmekten çekinmezlerdi. Efendimiz de
Abdullah’ı çağırarak ikazda bulunmuş, böyle yapmaması gerektiğini söylemiş ve
devamla: “Çünkü eşinin senin üzerinde hakkı vardır, misafirlerinin senin
üzerinde hakkı vardır, bedeninin de senin üzerinde hakkı vardır”1 buyurmuştu.
Hadis-i şeriften gayet açık
olarak anlaşılmaktadır ki misafirin ev sahibi üzerinde hakkı vardır. Bu hak ev
sahibinin, gelen misafiri kabul edip ağırlamasıdır. Misafirin kabul edilip
ağırlanması bir lütuf değil, misafirin hane sahibi üzerindeki hakkıdır. Öyle
ise misafiri ağırlayan, ona bir lütufta bulunmuş olmuyor, hakkını veriyor
demektir.
Misafir ağırlamak ve ona ikramda
bulunmak Hz. İbrahim’in sonra da bizim Peygamber’imizin sünnetidir.
Peygamberimiz misafirin ağırlanmasına çok önem verir, son derece özen
gösterirdi.
Evin Zekâtı
Her şeyin zekâtı kendi cinsinden
olur, evin zekâtı da içerisinde misafir ağırlamaktır. Nitekim Enes b. Malik
(r.a.)’tan gelen bir rivayette: “Evin zekâtı, onun içinde misafir ağırlanması
için bir oda hazırlamaktır”2 denilmiştir. Anadolu’da özellikle hali vakti
yerinde olanların evlerinin yanında misafiri ağırlamak için müstakil odaların
olduğu bilinmektedir. Her halde bu gelenek Enes b. Malik’ten gelen bu ve
benzeri rivayetlerden kaynaklanmaktadır. 2009 yılının Nisan ayında Kutlu Doğum
Haftası münasebetiyle Üsküp, Gostivar ve Ohri’de konferanslar vermek üzere
Makedonya’ya gitmiştim. Osmanlı geleneklerini devam ettirip misafir ağırlamayı
çok seven kadim dostumuz Avukat Salih Murat bir akşam Vrapciste’de bulunan yeni
yapmış olduğu evine davet etmişti. Bizi iki katlı olan evinin üst katında
ağırlamış ve evinin bu katını sırf gelip giden misafirleri ağırlamak için
yaptığını söyleyince kendisine, Efendimiz’in bu hadis-i şeriflerini
hatırlatmıştım.
Allah’ın İkramı
Misafir, hane sahibine yüce
Rabbimiz’in bir lütfu, bir ikramıdır. Hane sahibi, misafiri büyük bir nimet ve
hanesine rahmet olarak görmelidir. Zira herkes bu nimet ve rahmete mazhar
olamaz. Allah bunu sevdiği kullarına bahşeder. Nitekim bir defa Peygamber Efendimiz
(s.a.v.): “Allah Teâlâ bir kavim için hayır murat edince onlara bir hediye
ikram eder” buyurmuş, sahabe-i kiram:
“- Yâ Resûlallah! Bu hediye
nedir?” dediklerinde, Efendimiz:
“- Misafirdir, çünkü misafir
rızkı ile gelir, giderken de Allah Teâlâ ev halkını bağışlar”3 buyurmuştu.
Başka bir rivayette de yine
Efendimiz (s.a.v.): “Bir kavme misafir geldiği zaman rızkı ile gelir, giderken
de onların günahları bağışlanmış olarak gider”4 buyurmuştur.
Hadis-i şerifte dikkatimizi
çeken iki husus var:
Birinci husus misafirin, ev
sahibi için bir hediye olarak kabul edilmesidir. Dini geleneğimizde misafir ev
sahibi için bir yük değil, yüce Rabbimizin bir hediyesi, bir ikramıdır.
İkinci husus da misafir rızkıyla
gelir, giderken de hane sahiplerinin günahları bağışlanmış olarak gider.
Büyük şair ve mutasavvıf
Feridüddin Attar “Cevâhirnâme” isimli eserinde (s. 19), hadis-i şeriflerde
belirtilen bu hususlara temas ederek şöyle der: “Kardeş, misafiri hoş tut.
Misafir Allah vergilerinden bir nimettir. Misafir, rızkını beraberinde getirir.
Sonra ev sahibinin günahını götürür.
Oğlum, sende yiğitlik, akıl ve
idrak varsa misafirin değerini bil. Misafire karşı ikramlı ol. Kâfir bile olsa,
git hemen kapıyı aç.”
Feridüddin Attar aynı eserinin
başka bir yerinde de (s. 45) şöyle der:
“Kardeşim, misafiri aziz tut ki
sen de Allah’tan izzet bulasın.
Misafirini iyi konuklayan iman
ehline Allah, rahmet kapısını açar.
Tabiatı misafirden hoşlanmayan
kimseden Allah da, Resûlullah (s.a.v.) efendimiz de incinir.
Misafire hizmet eden kul,
kendisini Allah katına layık bir dereceye yükseltir.
Misafiri güler yüzle karşılayan,
Allah’tan ölçüsüz lütuflar görür.
Ey ev sahibi; fazla külfetten
uzak ol ki, misafirden sana ağırlık gelmesin.”
Bizim kültürümüzde misafir Tanrı
misafiri olarak kabul edilmiş ve:
“Misafir kendi rızkı ile gelir”,
“Misafir her şeyden önde gelir”,
“Ev sahibi misafirin
hizmetkârıdır” denilmiştir.
Görünüşte misafir ev sahibine
yük gibi gelir ama aslında yük değil, rahmet ve berekettir. Çünkü misafir hane
sahibine kendi rızkıyla gelir, onun sebebiyle Allah hane sahibinin rızkını
bereketlendirir, bollaştırır, fazla olarak da onların günahlarını bağışlar.
İlk mutasavvıflardan Şakîk
el-Belhî hazretleri: “Bana misafirden daha sevimli bir şey yoktur. Çünkü onun
rızkını Allah verir, ecri/ sevabı ise bana kalır” derdi.5
Ayrıca kültürümüzde “misafirin
duası makbuldür” denilir. Bu da bir hadis-i şeriften alınmıştır: Efendimiz bir
hadis-i şeriflerinde: “Üç dua vardır ki muhakkak kabul olur: Babanın, misafirin
ve mazlumun/ zulme uğrayanın duası”6 buyurmuştur.
Hayır Yok
Dinimize göre misafire ikram,
hizmet ve hürmet hayırlı bir iştir. Onun için misafiri ağırlayanlar hayırlı
kimselerdir. Misafir kabul etmeyenlerde ise hayır yoktur. Nitekim Peygamber
Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Lâ hayre fîmen lâ yudîfu: Misafir etmeyende
hayır yoktur”7 buyurmuştur. Bunu merhum Necip Fazıl Kısakürek manzum olarak
şöyle ifade etmiştir:
Misafir, bereket çatısında dam,
Misafir sevmeyen, hayırsız adam…
Misafire İkramda Acele Etmek
Dinimizde acele etmek, bir işe
acele ile hemen karar verip yapmak hoş karşılanmamıştır. Onun için bir
atasözümüzde “acele işe şeytan karışır” denilmiştir. Nefsin istediği bir şey
insanın hatırına gelince, şeytan; “Fırsatı kaçırma, hemen yap” diye ona vesvese
verir. Onun için Peygamber efendimiz: “et-teennî minellah ve’l-aceletü
mine’ş-şeytân: “Dikkat ve temkinle hareket etmek Allah’tan, acele etmek ise
şeytandandır”8 buyurmuştur.
Genel olarak dinimizde hüküm bu
olmakla beraber bazı durumlarda acele edilmesi tavsiye edilmiştir. Misafire
ikram da bunlardan biridir. Misafir gelince geciktirmeden hemen ikram edilmesi
tavsiye edilmiştir.
Dipnotlar: 1) Müslim, Sıyâm, 182
2) bk. El-Hindî, Kenzü’l-ummâl, XV, 390 3) Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I, 80;
Nebhânî, el-Fethu’l-kebîr, I, 77) 4) Aclûnî, age., I, 80; Nebhânî, age., I,
106) 5 Sülemî, Tabakâtu’s-sûfiyye, s. 35) 6) Ebû Davud, Vitr, 29 7) Ahmed,
Müsned, IV, 155 8) Tirmizî, Birr, 66; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 295 9) İbn
Batutta, Büyük Dünya Seyahatnamesi, Yeni Şafak Yayını, ist. 2007, s. 231
Ecdadımızın Misafirperverliği
Asırlarca İslama hizmet edip
bayraktarlığını yapan ecdadımızın güzel meziyetlerinden biri de
misafirperverlikleri, dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin gelen bütün
misafirlere hizmet etmeleri idi. Ecdadımız misafir ağırlamaya çok itina
gösterirdi. O zamanlar imkânlar kıttı; evde musluktan akan su yoktu, elektrik
yoktu, yemek pişirmek için gaz yoktu, buzdolabı yoktu, çamaşır makinesi yoktu,
elektrikli fırın yoktu, her şey insan emeği ile yapılırdı. Bütün bunlara rağmen
misafir ağırlamaktan büyük bir zevk alınırdı. O dönemde motorlu taşıtlar
olmadığı, ya da pek yaygın bulunmadığı için yolculuklar at ve merkep gibi
vasıtalarla yapılırdı. Onun için misafirin atı veya merkebi de olurdu. Bunların
bakımı, yiyecek ve içeceklerini temin etmek de hane sahibinin görevi idi. Küçük
şehirlerde yolcuların kalması için otel ve benzeri şeyler de olmazdı, bu, ayıp
kabul edilirdi. Adeta misafir dört gözle beklenir, en güzel şekilde
ağırlanırdı.
Bunun en güzel örneklerini İbn
Battuta’nın “Seyahatnamesi”nde görüyoruz. 1304-1369 yılları arasında yaşayan ve
bir çok ülkeyi, bu arada Anadolu’yu da karış karış gezmiş olan İbn Battuta
Türklerin misafirperverliklerini öve öve bitiremez. Onun Anadolu’yu gezdiği
zamanlar Selçuklu egemenliğinin son dönemleriyle Osmanlıların yükselişi yılları
idi. Anadolu’da çok sayıda beylikler vardı, ayrıca Ahilik teşkilatı da
yaygındı. İbn Battuta seyahati esnasında bütün beyler ve Ahi babaları
tarafından nasıl misafir edilip ağırlandığını övgüyle anlatır. Mesela Bolu’da
Ahilerden birinin zaviyesine gittiklerini belirterek devamla şöyle der: “Ahi
bizlere yemek ve çeşitli meyveler getirdi. Nadirattan olan birkaç kötü huylu
insanların haricinde, yeniden Türk konukseverliğiyle karşılaşmıştık. Cenab-ı
Hak cömert ve hamiyet sahibi olan, yabancılara şefkat ve merhameti esirgemeyen,
misafirlerine iyilikle muamele ederek muhabbet gösteren şu taifeyi daima
hayırla mükâfatlandırsın. Allah bütün Ahilerden razı olsun. Bilinmelidir ki
onlardan her hangi birinin zâviyesine adım atan bir yabancı, en sevdiği
yakınının yanına gelmiş gibi mutlu, huzurlu ve güvende olur.”9
Evet, bütün bu anlatılanlar,
hikâye değil, gerçek. Millet olarak ne güzel hasletlere sahipmişiz. Şair boşuna
dememiş:
Bir zamanlar biz de millet, hem
nasıl milletmişiz,
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir,
öğretmişiz.
Yazar: Doç. Dr. Durak pusmaz
Yorumlar
Yorum Gönder