Hakiki Sevgi: Allah’ü Teâlâ’yı Sevmek, Allah’ü Teâlâ İçin Sevmek
Hakiki Sevgi: Allah’ü Teâlâ’yı Sevmek, Allah’ü Teâlâ İçin Sevmek
قُلْ
اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ
لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir."[1]
Hayatta asıl olan sevgi ve merhamettir. Sevgi insanın hamuruna
konulmuş en kıymetli cevher ve insana verilmiş en büyük emanettir.
Kâinatın harcı sevgi ile yoğrulmuştur. Güneş o sevgi ile bize güler.
Yağmur o sevgi ile iner.
Meyveler o sevgi ile olgunlaşır. Yuvalar o sevgi ile kurulur. Çilelere o sevgi ile
sabredilir. Anne babalar yavrularını o sevgi ile besler, büyütür. Canlı cansız
her şeyin o sevgiden bir nasibi
vardır. Bu sevginin kaynağı yüce Allah’tır. Kâinatı saran bu sevgi, Allah’ın rahmetidir.
O rahmetin en billur haliyle tecelli ettiği yerlerden biri de
müminin kalbidir. Mümin mevcudata o rahmetle bakar, sevdiğini Allah Celle Celâlüh
için sever. Kızgınlığına gelince; nefsi için değil, yine Allah Celle
Celâlüh için kızar.
Sevmek ve kızmak, insanın gönül halini ve akıl seviyesini
ortaya koyan iki özelliktir. Bir insanı tanımak için kimi sevdiğini ve neden nefret ettiğini sormalıdır. İnsanı gönlü temsil eder;
gönlün içini davranışları dışa döker.[2]
Hakiki bir müminin en bariz özelliği, Allah için sevmek ve
Allah için kızmaktır. Onun her şeyi Allah içindir. Bütün ibadetleri, hayatı ve ölümü Allah için
olan mümin, malını ve canını cennet karşılığında Rabbi olan Allah'a
satmıştır.[3] Bundan dolayı o,
her ne yaparsa Allah rızası için yapan ve maksadı Allah rızası olan bir
karaktere sahiptir... Sevdiğini Allah için sever, sevmediğini Allah için sevmez,
dostluğu Allah için, düşmanlığı Allah içindir... Sünnet üzere yaşamanın gereği de budur... Zira Rasûlullah
Sallallahü Aleyhi Vesellem böyle idi ve böyle olmamızı tavsiye etmişti... Nitekim
hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kul, Allah için sevip Allah için nefret etmedikçe, samimi
olarak imanı kazanmış olmaz. Allah için sever ve Allah için nefret ederse, Allah
Teâlâ tarafından bir velayeti hak eder."[4]
"Kim (sevdiğini) Allah (rızası) için sever, (buğzettiğine) Allah (rızası) için
buğzederse, (verdiğini) Allah (rızası) için
verir, (vermediğini de) Allah (rızası) için vermezse, imanını kemale erdirmiş olur."[5]
"İmanı en sağlam şekilde ortaya koyan husus, hiç şüphesiz Allah için sevmek
ve Allah için nefret etmektir!"[6]
"Allah için sev, Allah için buğzet! Allah yolunda düşmanlık et, Allah yolunda
dostluk et! Çünkü sen, Allah'ın dostluğuna ancak bununla ulaşabilirsin. Bir adamın
namazı ve orucu çok olsa bile, bu şekilde olmadıkça imanın
lezzetini alamaz. Hâlbuki bugün insanların kardeşliği dünya işlerindedir ve bu kardeşlik, kıyamet günü onun
sahibine hiçbir mükâfat sağlamayacaktır."[7]
- Her müminin kimleri Allah için sevip, kimlere Allah için buğz edeceğini öğrenmesi, kimlerle birlik
içinde hareket edip kimleri terk etmesi gerektiğini bilmesi farzdır.[8]
Niçin Sever Niçin Kızarız?
Sevgi ve öfke hepimizin hamurunda var. Ben kimseyi sevmiyorum ya
da kimseye kızmıyorum diyen bir kimse fıtratıyla çelişir. Çünkü sevmemek,
kızmamak mümkün değildir. Fakat sevgi ve öfkelerimizin kaynağı nedir, oturup bir düşünmemiz lazım.
Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:
“Kim sevdiğini Allah için sever, buğzettiğine Allah için buğzederse; verdiğini Allah için verir,
vermediğini de Allah için vermezse imanını kemale erdirmiş olur.”[9]
Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem kendisi de ancak Allah
için sevmiş ve Allah için kızmıştır. Nefsi ve hevasıyla
hiçbir zaman hareket etmeyerek biz müminlere bu hususta da en güzel örnek olmuştur. Ashab-ı Kiramı da bu
ahlâk üzere yetiştirmiştir. [10]
Kalbin ameli olan sevmek ve kızmak, iman seviyesini gösteren en
önemli ölçü sayılmıştır. Bu sevgide biraz kayma bile tehlikeli görülmüştür. Allah Teâlâ, her
mümine sevginin hakkını vermesi için Peygamber Efendimiz'e Sallallahü Aleyhi
Vesellem uymasını emretmiştir. Şu hadis-i şerif bu konuda mühim bir uyarı içermektedir:
“Şirk, gece karanlığında taş üzerinde yürüyen bir
karıncanın ayak izinden daha gizlidir. Şirkin en basiti, bir
kimsenin zulüm olan bir işe muhabbet beslemesi ve adalet olan bir şeye kızmasıdır. Dikkat
edin, din Allah için sevmek ve Allah için kızmaktan başka bir şey değildir. Bunun için Allah şöyle buyurmuştur. Rasûlüm de ki: Eğer siz Allah'ı
seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin."[11]
Sahabeden Abdullah b. Ömer'in Radiyallahü Anh şu sözü de bu konuda çok
dikkat çekicidir:
"Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uymadan geceyi ibadetle
geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda harcasam ve bu hal üzere ölsem;
fakat gönlümde Allah'a Celle Celâlüh itaat edenlere karşı bir sevgi, O'na isyan
edenlere karşı da bir kızgınlık olmasa, bütün bu yaptıklarımdan hiçbir fayda
göremem."[12], [13]
Kıssa: Sana Allah için kızıyordum
Kendi öfkelerini yenip Allah için kızma bahtiyarlığına ulaşanlardan birisi olan Hz. Ali
Radiyallahü Anh, bir cenk esnasında azılı düşmanını büyük bir mücadeleden
sonra, yakasından tutarak altına almıştır. Tam kılıç darbesini
vuracağı anda, rakibi Hz. Ali’nin Radiyallahü Anh mübarek yüzüne
tükürmüştür. O da bu davranış üzerine adamı bırakmıştır. Düşmanı duruma bir anlam
veremeyerek:
- Ey Ali! Asıl şimdi beni öldürmen lazım. Niçin serbest bıraktın, dediğinde Hz. Ali Efendimiz şu müthiş cevabı vermiştir:
- Ben seninle Allah için savaşıyor, Allah için
kızıyordum. Şimdi ise şahsıma çirkin bir iş yaptın. Burada Allah
rızası için değil kendim için kızabilirim. Ben bu halden Allah’a sığınırım!
Hz. Ali Efendimiz’in davasındaki bu samimiyeti adama öyle tesir
etmiştir ki merakla şu soruyu sorar:
- Size bunu dininiz mi öğretiyor?
- Evet, bunu bize dinimiz öğretiyor, cevabını alınca
da oracıkta müslüman olur. [14]
Sevmenin Gerçek Ölçüsü
Pek çok mümin Allah Celle Celâlüh için sevmenin ve kızmanın
ölçüsünü bilmemektedir. Pek çoğumuz nefsin keyfi ile Allah’ın rızasını karıştırmaktayız. Din adına
yapıyorum, Allah için kızıyorum diye yapılan işlerin çoğu, Allah’ın rızasına
uymamaktadır. İyilik yapayım derken kötü davranılmaktadır.
Birçok müminin de dini adına hiçbir gayreti ve hassasiyeti
yoktur, öyle ki biraz işi bozulup kazancı azalınca derin derin düşünürken, ahlâkının
bozukluğuna, ibadetlerinin aksamasına hiç aldırış etmemektedir. Malına
saldırana karşı aslan kesilirken, imanına saldırana karşı korkak bir kedi gibi
kenara çekilmektedir. [15]
Kıssa: Gerçek pehlivan
Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem bir gün ashabına:
- Siz aranızda kimi pehlivan sayarsınız, diye sorar. Sahabiler:
- Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi, derler.
Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem:
- Hayır, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim
olabilen kimsedir, buyurur.
Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz’in bahsettiği gerçek pehlivanlardan
birisi de Hz. Ömer Radiyallahü Anh’dır. Hz. Ali’nin hatırasına benzer bir olay
da onun zamanında yaşanmıştır. Bu hak ile bâtılı birbirinden ayıran şecaat kahramanı, kendi
hilafeti zamanında içki içen bir adama rastlar. Had cezası verir. Had cezası
uygulanırken adam halifeye küfreder. Bunun üzerine Hz. Ömer Radiyallahü Anh
adamı salıverir. Adam hayret ederek sorar:
- Ey Ömer! Sana küfredince niçin bıraktın?
Büyük sahabi şöyle cevap verir:
- Ben seni din gayretiyle cezalandırdım, sana Allah için kızdım.
Fakat sen bana hakaret ettin. Artık sana vururken kendi adıma vurma ihtimalim
de var. Böyle bir davranıştan Allah’a sığınırım. [16]
Allah’ın Sevdiklerini Sevmek Sevmediklerine Buğz Etmek
Cenâb-ı Hak, kendisinin sevdiklerini çirkin bulan ve çirkin
bulduklarını sevenleri şöylece kınar:
"Bunun sebebi, Allah’ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah da
onların amellerini boşa çıkarmıştır."[17]
Diğer bir ayet:
"Bunun sebebi, onların Allah'ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri
ve O'nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır.”[18]
Buna göre her müslüman için gerekli olan, kendisine vâcip
olanları yerine getirmeyi sağlayacak biçimde Allah'ın sevdiklerini sevmektir. Bu muhabbeti
arttığı takdirde, mendup
olanları da yerine getirir ki bu da onun için büyük bir fazilettir.
Bunun yanında, kendisine haram kılınanlardan el çekecek biçimde,
Allah'ın çirkin bulduğu şeyleri çirkin görmesi ve ondan nefret etmesi gerekir. Bu
konudaki hassasiyeti arttığı takdirde helâle yakın olan mekruhları da terketmiş olur, bu da kendisi için
büyük bir fazilet demektir.
Nitekim Cenâb-ı Hak Celle Celâlüh şöyle buyurur:
"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız
kazandığınız mallar, bozulmasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size
Allah'tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık
Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete
erdirmez.”[19]
Sahîhayn'de Rasûlullah'ın Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Şu üç haslet kimde bulunursa imanın tatlılığını hisseder Allah ve
Resülü'nün kendisine her şeyden daha sevimli olması; bir kimseyi sadece Allah rızâsı için
sevmek; Allah Teâlâ kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi,
ateşe atılmaktan daha kötü
kabul etmek.”[20] [21]
En Güzel Örnek Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem
Alemlere rahmet Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem,
Allah için sevme ve kızma konusunda da bizler için her konuda olduğu gibi güzel örnek olmuştur. Onu tanımadan bu işte muvaffak olmak mümkün
değildir.
Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem Allah Celle
Celâlüh için sevmenin nasıl olacağını şöyle açıklamıştır:
“Kendin için sevdiğin ve istediğin bir şeyi, insanlar için de
sevmeli ve istemelisin. Kendin için kötü gördüğün ve istemediğin şeyleri insanlar için de
kötü görüp istememelisin. İşte Allah için sevgi böyle olur."[22]
Allah Celle Celâlüh için sevmek, O'nun sevdiği şeyleri sevmektir. Allah Celle
Celâlüh için kızmak da O'nun sevmediği, gazap ettiği ve lânetlediği fikir ve fiillerden
kaçmaktır. Kalbinde bu hale ulaşan insan, geçek imanı elde etmiştir. Çünkü bu hal gerçek
muhabbet ve ihlâsın meyvesidir.[23]
Taberânî, Abdullah b. Amr’dan Radiyallahü Anh Rasûlullah'ın Sallallahü
Aleyhi Vesellem şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Sizden biriniz, hiç sapmadan hevâsı (arzusu) benim getirdiğime tâbi olmadıkça iman
etmiş olmaz.”[24]
İnsanın kâmil anlamda ve istenildiği şekilde mümin olabilmesi
için, Rasûlullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem getirdiği emir, yasak ve buna
benzer hususlara tam bir muhabbetle tâbi olması, emrettiklerini sevmesi ve
yasakladıklarından nefret etmesi gerekir.
Nitekim bu husus Kur’ân-ı Kerîm'de birden çok yerde açık biçimde
ifade edilir:
"Hayır, Rabb’ine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni
hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam
mânasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[25]
"Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre
seçme hakkı yoktur. Herkim Allah ve Rasûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir
sapıklığı düşmüş olur.”[26] [27]
Sahîhaynde sabit olduğuna göre Rasûlullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
"Sizden herhangi biriniz, ben ona kendi canından, çocuğundan, babasından ve
bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça gerçekten iman etmiş olmaz. "[28]
Mümin bir kimse, Rasûlullah'a Sallallahü Aleyhi Vesellem duyduğu muhabbeti bütün
mahlûkattan üstün tutmadıkça gerçek anlamda mümin olamaz. Çünkü elçiye duyulan
muhabbet elçiyi gönderene duyulan muhabbete tâbidir.
Geçerli olan muhabbet, sevilen kişinin sevdiklerini sevmede
ve hoşlanmadıklarından nefret
etmede ona tâbi olmayı ve uygun hareket etmeyi gerekli kılar.
Başka bir âyet-i kerimede ise şöyle buyrulur:
"(Resulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız
bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece
bağışlayıcı ve
esirgeyicidir.”[29]
Hasan-ı Basrî (rh.a) bu âyet-i kerime ile ilgili olarak şunu nakleder:
"Sahâbe-i kirâm Resülullah’a Sallallahü Aleyhi Vesellem,
‘Ey Allah'ın Rasûlü! Bizler Allah Teâlâ'yı büyük bir muhabbetle
seviyoruz, Allah da kendisini sevmek için bir alâmet koymaktan hoşlanır (bize bir alâmet
bildirse)’ dediler.
Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.”[30], [31]
Allah ve Rasûlü'ne Duyulan Gerçek Muhabbet
Her kim Allah ve Rasûlü’nü gönülden ve sadık bir muhabbet ile
severse; bu sevgi ona Allah ve Rasûlü’nün sevdiklerini kalpten sevmeyi, Allah
ve Rasûlü'nün çirkin gördüklerini çirkin görmeyi, Allah ve Resülü'nün razı olduğuna rıza göstermeyi,
Allah ve Rasûlü'nün kızdıklarına kızgınlık göstermeyi gerekli kılar. Ayrıca
vücudunun bütün organlarıyla bu muhabbet ve nefretin gereklerine göre
davranmayı da gerektirir.
Eğer bedeninin herhangi bir organı ile buna aykırı bir harekette
bulunursa; Allah ve Rasûlü'nün çirkin bulduğu (kerih gördüğü) bir şeyi işlerse, ya da gücü yettiği halde Allah ve Rasûlü'nün
sevdiği bir şeyi terkederse, bu durum
onun için gerekli olan muhabbetin eksik olduğuna delâlet eder. Bundan
tövbe etmesi ve üzerine vâcip olan muhabbeti kemale erdirmesi gerekir.
Ebû Yakub en-Nehrecûrî şöyle der: "Her kim
Allah'ı sevdiğini ileri sürer, fakat Allah'ın emrine uygun hareket etmezse,
onunki bâtıl bir iddiadır. Allah'ı sevip de O'ndan korkmayanlar aldanmış kimselerdir."[32]
Yahya b. Muâz er-Râzî şöyle der: "Allah
Sübhânehû ve Teâlâ'yı sevdiğini iddia eden, fakat O'nun hududunu muhafaza etmeyen kişi sevgisinde sadık değildir."
Bütün isyan ve günahlar, insanın nefsinin arzularını Allah ve
Resülü'nün sevgisinin önüne geçirmesinden kaynaklanır. Nitekim Allah Teâlâ
Kur’ân-ı Kerîm'de değişik yerlerde hevâlarına tâbi olmakla niteler:
"Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine
uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan
daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi doğru yola
iletmez."[33]
Aynı şekilde bid'atların kaynağı da, hevâyı dinin
emirlerinin önüne geçirmektir, işte bu yüzden bid'at
ehline hevâ ehli denilmiştir. Günahların durumu da böyledir. Bunlar da, hevâyı Allah
sevgisine ve O'nun sevdiği şeylere üstün tutmak sebebiyle işlenir.
İnsanlara karşı duyulan sevgi de böyledir. Bu hususta vâcip olan, kişileri sevmedeki ölçünün Rasûlullah'ın
Sallallahü Aleyhi Vesellem getirdiklerini sevmeye tâbi olmasıdır. Bu yüzden
mümin kişinin; Allah'ı, Allah'ın sevdiği melekleri, nebî ve
resulleri, sıddîkları, şehidleri ve sâlih kimseleri genel anlamda sevmesi vâciptir.
Bundan dolayıdır ki bir kimseyi sırf Allah için sevmek ve genel anlamda Allah
düşmanları ve O'nun çirkin
bulduğu kimselere dostluktan
uzak durmak, imanın tadını almış olmanın alâmeti sayılmıştır. Böylelikle din
bütünüyle Allah Teâlâ'ya tahsis edilmiş olur.
Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurur ki:
"Her kim Allah için sever, Allah için buğz (nefret) eder, Allah
için verir ve Allah için vermekten uzak durursa, imanını kemale erdirmiş olur.”[34]
Vüheyb b. Verd şöyle der:
"Bize ulaştığına göre -Allah Celle Celâlüh en doğrusunu bilir- Musa (a.s) şöyle demiştir:
Yâ Rabbi, bana tavsiyede bulun! Buyurdu ki:
'Sana muhabbetimi tavsiye ederim.'
Bunu üç defa tekrar etti. Üçüncüsünde şöyle buyurdu:
'Sana muhabbetimi tavsiye ederim. Bir işle karşılaştığın zaman, benim
muhabbetimi her şeyden üstün tutmalısın. Her kim böyle yapmazsa onu temize
çıkarmam ve ona merhamet etmem."[35], [36]
Kıssa: En Üstün Amel
Haberde geldiğine göre Cenab-ı Hak Celle Celâlüh şöyle buyurur:
- Ey Musa Sırf benim için yaptığın bir amelin var mı?
- Ya Rabbi! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, rızan için
sadaka verdim, secde ettim, sana hamd ettim, kitabını okudum ve seni zikrettim!
- Ey Musa! Namaz senin için kılavuz, oruç sana kalkan, sadaka
sana gölgeliktir. Yaptığın tesbihler cennette senin için ağaç, benim için kitabımı
okuman senin için huri ve saray, beni zikretmen de senin için nurdur! Benim
için hangi ameli yaptın?
- Ya Rabbi! Senin rızan için olan bir ameli bana göster, onu işleyeyim!
- Ey Musa! Bir dostu hiç benim için dost edindin mi? Yine bir düşmanı hiç benim için düşman belledin mi?
Musa (a.s), Allah dostlarını sırf Allah için sevmenin ve düşmanlarına da sırf O’nun
rızası için buğz etmenin en üstün amel olduğunu anladı. [37], [38]
İslâm'ın En Sağlam Kulpu
Berâ b. Âzib (r.a.) anlatıyor: “Bir gün Peygamberimizin Sallallahü
Aleyhi Vesellem huzurunda oturuyorduk.
- İslâm'ın kulplarından hangisi en sağlamdır? diye sordular.
- Namaz, dedik.
- Namaz da iyidir, ama o değil.
- Ramazan orucu?..
- O da güzel, fakat o değil.
- Cihâddır.
- Cihâd da güzel, lâkin bu da değil. İmanın kulplarından en sağlamı Allah için sevmen,
Allah için buğzetmendir, buyurdu”[39], [40]
Amellerin En Sevimlisi
Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: “Bir defasında Peygamber Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem yanımıza çıktı ve:
- Allah nezdinde amellerin en sevimlisi hangisidir, biliyor
musunuz? diye sordu. Birisi: ‘Namaz ile zekâttır.’ dedi. Diğer birisi: ‘Cihâd’ karşılığını verdi.
Allah Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem:
- Allah nazarında amellerin en sevimlisi Allah için sevmek,
Allah için buğzetmektir, buyurdu.”[41] [42]
Sevgide ve Kızmada Dikkat
Sevgiler Allah için olmazsa, o sevgiye şeytan musallat olur. Bu
sevgi Allah için sevmenin aksine rahmeti celbetmez. Üstelik şeytan ve nefsin hileleri
ile böyle bir sevginin sonu harama çıkabilir. Kızmak da Allah için değil de nefs ve heva için
olursa, bu kızmaya da şeytan arkadaşlık eder. Bu durum da rahmeti celbetmez. Böyle bir kızmanın
neticesi kalp kırmaya, şiddete, hatta cinayete kadar varabilir.
Aralarında böyle mühim bir fark olduğundan, biz müminlerin
sevdiğimiz ve kızdığımız şeyleri en baştan gözden geçirmemiz
gerekiyor. Böyle bir düzeltme bize, ailemize hatta bütün topluma büyük hayırlar
getirecektir. Mesela aile hayatımıza ciddi zararlar veren ve artık kanıksanmış bir yanlış olan gelin-kaynana çekişmelerinin temelinde
Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’in bu örnek ahlâkının eksikliği vardır. Oysa bir gelin,
kaynanasına kırıldığında, kendisini hesaba çekmeli ve “Ben Allah için mi kızıyorum,
nefsim için mi?” diye düşünmelidir. Bir kaynana gelinine ya da damadına kızdığında kendini aynı
muhasebeden geçirmelidir. Neticede eğer Allah için kızıyorsa
devam etmelidir. Kendisi için kızıyorsa affetmelidir. Çoğu problemin ardında “Bana
şöyle dedi, imalı bir şekilde baktı, ne demek
istedi…” gibi incir kabuğunu doldurmayan nefsî öfkeler görülecektir.
Aynı şekilde sokakların sulh ve selameti de Rasul-i Ekrem Sallallahü
Aleyhi Vesellem’in bu ahlâkını yaşamamızdan geçer.
Günümüzde yan baktı diye çıkan cinayetler, trafikte korna yüzünden çıkan
kavgalar ve daha nice durum, birazcık düşününce yapılmayacak
hatalardır. Oysa biz müminler bu tür öfkelerin Allah için olmadığını görebilmeli ve bu tür
davranışlardan kendimizi ve çocuklarımızı muhafaza etmeliyiz.
Fahr-i Kâinat Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in şu ikazıyla bitirelim:
“Allah için sev, Allah için buğzet! Allah yolunda düşmanlık et, Allah yolunda
dostluk yap! Çünkü sen Allah’ın dostluğuna ancak bununla ulaşabilirsin. Bir adamın
namazı ve orucu çok olsa bile, bu şekilde olmadıkça imanın
lezzetini alamaz.”[43] [44]
Allah Celle Celâlüh için seven mümin, nefsinin keyfini değil, dinin ölçüsünü esas
alır. Din, kimi ve neyi sevmeyi emrediyorsa mümin de onları sever, sevmelidir.
Buradaki sevgiden maksat, o şeyin sevilmesi ve hürmet edilmesi gerektiğini kabul edip, ona karşı gereken edebi
korumaktır. Allah için sevmek, Allah Celle Celâlüh vergisidir; onu Allah'tan Celle
Celâlüh istemelidir. Muhabbet müdahale istemez, zorlamakla sevgi artmaz. Fakat
her halde edep ve hukuk korunmalıdır.
Mesela, her mümini sevmemiz ve üzerimize düşen hizmetlerini görmemiz
emredilmiştir. Biz bazı müminleri sıcak bir sevgi ile sevemesek,
kendisiyle muhabbet edemesek bile, ona karşı edepli davranmamız
gerekir. Mümin kardeşlerimizi nefsimiz kadar sevemesek de onları kendimizden kötü
görmemeliyiz. Beğenmesek de saygılı olmak zorundayız. Muhabbet olmasa da adalet
bulunmalı, edep korunmalıdır.
Bir insan hanımını ve çocuklarını Allah Celle Celâlüh için
sevmelidir. Diyelim ki kalbinde onlara karşı bir sevgi kalmadı. Bu
durumda yapılacak iş, onlara karşı davranışlarında adaletli olmak ve haklarına riayet etmektir. Kalbimde
bir sevgi yok diye onlara soğuk tavırlarla zulmetmek ve haksızlık yapmak, sert davranmak,
hatır yıkmak, haklarını ihmal etmek helâl değildir. Böyle yaparsa
zulüm yapmış olur, vebale girer. Bir hanım için de aynı şey söz konusudur.
Bir mümin, manevi terbiyesine girdiği mürşidini Allah Celle Celâlüh
için çok sevmelidir. Sevilmesi gerektiğini bilmelidir. Fakat
kalbinde ona karşı sıcak bir sevgi bulmazsa, bu durumda vesveseye düşmeye gerek yoktur. Hak
yolcusu zâhirî edebini korur ve ameline sarılırsa terbiyesi devam eder, feyzi
kesilmez.
Kâmil mürşidler muhabbetin Allah Celle Celâlüh vergisi olduğunu bilirler. Onlar
zoraki muhabbet beklemezler. Zâhirî edeplere dikkat edilmesini yeterli
bulurlar. Edebe dikkat edene feyiz ve terbiye vermeye devam ederler. Çünkü
doktor hastasından kendisini sevmesini değil, tavsiye ve
tâlimatlarına uymasını ister. Tâlimata uyan şifa bulur. Ancak insan
kusuru kendinde arar, tevazu gösterir, boynunu büker ve Allah’tan yardım
isterse Allah Teâiâ ona dostlarını sevdirir.[45]
Kıssa: Şeytanın Cüneyd-i Bağdadî’den (k.s) Kaçması
Naklederler ki, büyüklerden biri Cüneyd-i Bağdadî’nin (k.s) yanına
geldiği vakit, İblis’in O’nun yanından
kaçtığını görmüştü. Yanına varınca,
Cüneyd-i Bağdadî’nin (k.s) kızmış ve öfkesinin
alametlerinin de yüzünden belli olduğunu, birini incittiğini gördü ve,
- Ey Şeyh! İşitmiştim ki, İblis en fazla, insanoğlu hışımlı ve hırslı olduğu zaman ona el atar. Şu anda gadaplanmış olmana rağmen İblis’in senden kaçmakta
olduğunu görüyorum, dedi.
Cüneyd ona şu cevabı verdi:
- İşitmedin ve duymadın mı ki, biz kendiliğimizden kızmayız? Belki
Hak uğrunda Hak’la kızarız. Bu
yüzden de İblis, kızdığımız vakit bizden kaçtığı kadar hiçbir zaman
kaçmaz. Başkaları nefislerinin keyfi için öfkelenirler, bunun için de şeytan onlara bu sırada el
atar.[46], [47]
Sertlik İçine Gizlenen Sevgi
Allah’ı Celle Celâlüh sevenlerin kızgınlığı da farklıdır. Bu
nefsanî öfkeye asla benzemez. Onlar nefislerinin keyfi için kızmazlar. Zira
kızmanın edebini de Peygamber Efendimiz'den Sallallahü Aleyhi Vesellem öğrenmişlerdir. Allah Celle
Celâlüh için kızmak bir ibadet çeşididir. Onu da yüce
Allah’ın öğrettiği gibi yapmalıdır. Yoksa ibadet bozulur, kızmak bir ihanete
dönüşür.
Mümin, kötülüğe bulanmış, nefsin esiri olmuş bir kula acımalı, onun
günahla kirlenen kalbine üzülmelidir. Aynı zamanda ona bu kötülüğü süslü gösteren şeytana kızmalı ve işlenen kötülükten nefret
etmelidir. Bu nefretini de o kötü işleri tamamen terkederek,
onları kalbinden ve hayatından söküp atarak göstermelidir, insanın başkasında görünce kızdığı işleri kendisinin yapması
ve nefsine hiç kızmaması, münafıklık alametidir.
Kâmil insanlar, kendilerine karşı yapılan kötülükleri,
haksızlıkları sakince karşılarlar, yapanı mazur görür, bağışlar, intikam derdine düşmez, onun ıslahı için
hayır dua ederler. Fakat dine hakaret edildiği, yüksek değerler incitildiği, başkasına zulüm ve haksızlık
yapıldığı zaman gayrete gelir, kızar, sertlik gösterir, bir şekilde müdahale ederler.
Bu konuda Allah Rasûlü’nü örnek alırlar. O, kendisini taş yağmuruna tutan için,
“Allah’ım bunları affet, onlar bilmiyorlar" diye hayır dua ederken; başkasının malını çalan
birinin cezasının hafifletilmesi için aracı olanlara, “Bu suçu kızım Fâtıma da
yapsa affetmem, cezasını veririm” diyerek kızmış ve adaleti çiğnetmemiştir.
Bir mümin, kendisine karşı kusur işleyen kardeşine kızarken,
"Niçin canımı yaktın, malımı zarara uğrattın?” diye nefsi adına
değil; neden bu günahla kalp
cevherini kirlettin, edebini bozdun, şeytana esir oldun, değerini düşürdün diye iman ve
insanlık adına kızmalıdır.
Nefis terbiyesiyle meşgul olan kâmil mürşidler, sorumlu oldukları
kimselere karşı bazan sert davranırlar. Fakat bu sertlik içinde gizli bir
sevgi ve merhamet vardır. Kâmil mürşidlerin halleri çok değişiktir. Bazı velilerde
ilâhi bir heybet, ciddiyet ve vakar hali hâkimdir. Onları görenler, kendilerini
sert zannederler. Kendileriyle muhabbet kurmanın zor olduğunu düşünürler. Şeytan vesvese verip bu
edep ve feyiz hâzinesinden gönlü soğutmak ister.
Fakat durum hiç de göründüğü gibi değildir. Ariflerin gönlü,
sevgi ummanıdır. Kâmil mürşidler bütün müminleri ve özellikle terbiyesine girenleri Allah Celle
Celâlüh için çok severler, onları yüce Allah’ın bir emaneti görürler.
Kendileri için istedikleri bütün hayırları onlar için de isterler. Onlara anne
babalarından ve kendi nefislerinden daha yakın, daha şefkatli, daha sıcak, daha
hayırlı ve daha faydalıdırlar. Ama terbiye ve maslahat gereği bazen zâhirde ciddi
dururlar. Bunu bilmeyenler üzülür, kırılır, tavır alır, zarar görür. Şu örneği iyi düşünelim:
Hz. Ömer Radiyallahü Anh heybet ve ciddiyetiyle tanınırdı Halife
olunca insanlar kendisinden daha fazla çekinmeye başladılar. Bir ara
kendisine Abdurrahman b. Avf'ı Radiyallahü Anh gönderdiler. Kendisini
sevdiklerini, fakat ondan korktuklarını, biraz yumuşak olmasını istediler.
Abdurrahman b. Avf Radiyallahü Anh, Hz. Ömer'e Radiyallahü Anh durumu açınca, şu cevabı aldı:
“Ben onların iyiliği için bundan daha iyi
bir davranış bulamıyorum. Eğer onlar benim kendilerini ne kadar sevdiğimi, içimdeki şefkat ve merhameti
bilselerdi, değil benden çekinmek, üzerime saldırır, omuzumdaki elbiseyi çekip
alırlardı."[48]
İşte Allah Celle Celâlüh için seven insan böyle olur. O'nun sertliği de yumuşaklığı da insanlara ilaçtır.
Çünkü onun gönlü, Allah Celle Celâlüh sevgisi ile ilacını bulmuştur. Artık Allah'ın Celle
Celâlüh kullarına bu ilaçtan başka vereceği bir şeyi yoktur. Doktor, hastanın keyfine göre değil, tedavinin gereğine göre davranır.
Sonuçta, hem hasta hem doktor kazanır.[49]
Kızmada ölçü
Dinimizde yalnız Allah için kızmak vardır. Bir müminin açıkça
yaptığı bir yanlış işinden dolayı kendisi
uyarılır, hataya devam ediyorsa Allah için kızma hakkımız vardır. Kusura
kızarız, fakat mümin kardeşimizden nefret edemeyiz. Ona “ne halin varsa gör, kahrol git!”
diyemeyiz. Nasihat, ikaz ve dua ile kötülük ve hatasından dönüşüne yardımcı olmaya çalışırız. Bir insana
yapılacak en güzel iyilik, onu Allah için sevmek ve onun gönlünü bu sevgiden
nasiplendirmektir.[50]
Aşırı kızgınlık sahibini yakar. Haddi aşan insan hak yer, zulüm
yapar. Sevmek de kızmak da ayarını kaybettiği zaman ihanete dönüşür. Mümin kime, niçin, ne
kadar kızılacağını bilmelidir. Çünkü Allah Teâlâ çok adaletlidir. Haddini aşıp zalime bile haksızlık
eden, kendisi de zalim olur.
Adamın biri, tarihte zulmü ile meşhur Haccâc-ı Zâlim'e
beddua ediyor, hakkında kötü konuşuyor ve kendisine lânet
okuyup duruyordu. Bunu gören bir âlim, adamı şöyle uyardı:
“Arkadaş dikkat et, haddini aşma. Allah Teâlâ öyle
adalet sahibidir ki Haccâc'a, halka yaptığı bütün zulümlerin
hesabını sorduğu gibi; Haccâc'ın hak etmediği hakaretleri
yapanlardan da onun hesabını sorar.”
Allah Celle Celâlüh için kızılacak bir işe nefsimizin intikam
duygularını karıştırırsak, buna Allah [celle celâluhû] için Kızma denmez. Allah Celle
Celâlüh için başlanan bir işe nefsin hesapları karışırsa bu, bütün ameli
bozulur.
Kötülüğe kızılır, fakat kötülüğe düşmüş mümine kızılmaz; ona
ancak acınır. Açıkça kötülük işleyenler uyarılır. Burada bir ölçüyü hatırlamakta fayda var.
Yanlışı cezalandırmak devletin
ve yetkililerin işidir. Bizim vazifemiz en uygun yollarla uyarmaktır. Sonuç
alamıyor ve böyle insanlarla aynı çevreyi paylaşmak zorunda kalıyorsak,
yaptıklarına rıza göstermemeli, sözlerimiz ve halimizle kötü işlerine yardımcı
olmamalıyız.
İnsanın kime nasıl düşmanlık edeceğini üstat Bedîüzzaman şöyle tarif eder:
"Düşmanlık etmek istersen, kalbindeki düşmanlık duygusuna düşman ol. Onu içinden
defetmeye çalış. Sana en fazla zarar veren, senin devamlı kötülüğü emreden nefsin ve kötü
arzularındır. Sen onların ıslahına yönel. Bu zararlı nefsin hatırı için
müminlere düşmanlık etme. Eğer düşmanlık etmek istersen kâfirler, zındıklar çoktur, onlara düşman ol. Evet, nasıl ki
muhabbet sıfatı sevilmeye layık ise düşmanlık sıfatı da nefret
edilmeye layıktır.
Şayet hasmını mağlup etmek istersen, fenalığa karşı iyilikle karşılık ver. Çünkü eğer kötülüğe kötülükle karşılık verirsen, aradaki düşmanlık artar. Karşı tarafı zâhiren mağlup etmiş olsan bile, kalbinde
sana kin bağlar, düşmanlığı devam ettirir. Eğer sana kötülük yapan
kimseye iyilikle karşılık verirsen, yaptığı kötülüğe pişmanlık duyar, sana dost
olur.
Müminin aslî hali kerim, yani cömert olmaktır. Senin ona yapacağın ikramlar onu sana bağlar. Sana kötülük yapan
bir müminin aslını düşün. Bil ki o mümin iman yönünden büyük bir şerefe sahiptir. Fakat şu yaptığı kötü iş yüzünden kınanacak bir
hale düşmüştür, öyle ise,
'İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan şeyle (af ve iyilikle)
sav. O zaman bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık olan kimse, sanki
sıcak bir dost oluvermiştir.'[51] âyeti ve Kur’ân-ı Hakîm’in benzeri mübarek
düsturlarına kulak ver. Saadet ve selâmet ondadır.”[52]
Meseleyi özetleyen son söz Hz. Ömer'e Radiyallahü Anh ait: “Ben
yeri gelince Allah Celle Celâlüh için kaymaktan daha yumuşak olurum. Yeri gelince
de Allah Celle Celâlühiçin demirden daha sert olurum.”
Kıssa: Kaş Yapalım Derken Göz Çıkarmak...
İmam Gazâlî (rh.a), Ihyâ’da şu hadiseyi nakleder:
Velilerden Abdullah b. Muhammed (k.s), bir akşam mescidden çıkmış evine gidiyordu. Yolda
Kureyşli bir genci gördü. Genç
sarhoş olmuş, yolda bir kadının
üzerine düşmüştü. Kadının elbisesi sıyrılınca etraftan yardım istemiş, insanlar gelip genci
dövmeye başlamışlardı. Hazret genci tanıdı. Dedi ki: “Bunu bana bırakın, bu
benim yeğenimdir." Sonra gence dönerek, “Yanıma gel” diye seslendi.
Delikanlı utanarak geldi. Hazret kolunu omuzuna attı ve kendisiyle eve
gelmesini söyledi. Eve varınca, çocuklarından birine, “Bu genci gece bekle,
kendine gelip ayılınca yanıma getir. Beni görmeden gitmesin" dedi. Oğlu, genç ayılınca durumu
anlattı. Genç utandı ve ağlamaya başladı. Sonra hazretin yanına gittiler. Buyurdu ki:
“Bu hale düşmekten, kendin ve şerefin için utanmıyor
musun? Allah'tan kork, bu işten elini çek!" Genç boynunu büktü,
“Söz veriyorum, bir daha asla içki içmeyeceğim, tövbe ettim” dedi.
Hazret genci alnından öptü. Bu genç daha sonra bu âlimin talebesi oldu,
yanından hiç ayrılmadı, kendisinden hadis ilmi aldı. Bu, onun sevgi ve yumuşaklığıyla olmuştu. Bu zat şöyle demiştir:
“İnsanlar iyiliği emrediyorlar, kötülükten alıkoymaya çalışıyorlar. Fakat bu işi Allah Celle Celâlüh
için edebine uygun yapmadıklarından iyilikleri kötülük gibi oluyor, fayda
vermiyor. Siz bütün işlerinizde yumuşak davranın; bu sayede istediğinize ulaşırsınız."[53], [54]
Allah İçin Mümini Sevmenin Fazileti
Kim Yüce Allah için kardeş edinmenin faziletini ve
Allah için sevmenin derecesini yakinen bilirse, kardeşine sabreder, ona teşekkür eder, kendisine karşı yumuşak davranır, eziyetlerine
tahammül gösterir. Bütün bunları, bu vesile ile beklediği şeyleri ele geçirmek ve
aradığına ulaşmak için yapar; çünkü
kulun, başladığı bir ameli tamamlamak ve amelin şükrünü yerine getirmek
için sabra ihtiyaç vardır. Nimetin devamı için bu lazımdır. Kıymetli şeylerin peşine düşen kimse, fikrini ona
göre hazır eder. Kim bir şeye rağbet ederse, sevdiği şeyleri o yolda feda eder.
Allah Teala sevdiği kimseleri, sevdiği şeylerde muvaffak eder.
İbn Mesud Radiyallahü Anh, Hz. Rasûlullah’ın Sallallahü Aleyhi
Vesellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Allah Teala için birbirini sevenler, cennette kırmızı yakuttan
yapılmış yüksek binalarda bulunurlar. Her binada yetmiş bin oda bulunur. Oradan
cennet ehline bakarlar. Güneşin dünyadakileri aydınlattığı gibi; onların güzelliği de cennet ehlini
aydınlatır. Üzerlerinde yeşil atlastan yapılmış elbiseler vardır.
Alınlarında: “Bunlar, Allah Teala için birbirini sevenlerdir.” ibaresi
yazılıdır.”[55]
Muaz b. Cebel’den Radiyallahü Anh rivayet ettiğimiz hadis de bu
konudadır. Ebu İdris Havlâni (rh.a), Muaz b. Cebel’e Radiyallahü Anh:
- Ben seni Allah için seviyorum, dediğinde, Hz. Muaz, ona şöyle demiştir:
- Müjde sana, müjde! Ben Hz. Rasûlullah’ın Sallallahü Aleyhi
Vesellem şöyle buyurduğunu işittim:
“Kıyamet günü bir takım insanlar için Arş’ın etrafında
kürsüler/tahtlar kurulur. Yüzleri ayın on dördü gibi parlar. O günde insanlar
endişe içindedirler, onlar ise
hiçbir şeyden çekinmezler; insanlar korku içindedirler; onlar
korkmazlar. Onlar, Yüce Allah’ın kendilerine hiçbir korku ve üzülme olmayan
dostlarıdır.” Efendimiz’e Sallallahü Aleyhi Vesellem:
- Onlar kimlerdir?, diye sorulduğunda; şu cevabı verdi:
- Onlar Yüce Allah için birbirini sevenlerdir.”[56]
Ebu Hüreyre’nin Radiyallahü Anh rivayet ettiği hadiste ise, Hz. Rasûlullah
Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Arşın etrafında nurdan yapılmış bir takım
minberler/yüksek tahtlar vardır. Üzerinde bir takım insanlar bulunur; onların
giysileri nurdur, yüzleri de nur gibi parlamaktadır. Onlar peygamber ve şehid değillerdir; fakat peygamber
ve şehidler kendilerine
gıbta/hayranlık ile bakarlar.” Ashab:
- Ey Allah’ın Rasûlü, onların kimler olduğunu bize açıklayın”
dediler; Hz. Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
- Onlar Yüce Allah için birbirini seven, meclis kurup sohbet
eden ve birbirilerini ziyaret eden kimselerdir.”[57]
Ubade b. Sabit Radiyallahü Anh yoluyla gelen hadiste ise şöyle buyurulmuştur: “Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Benim için birbirini seven, birbirini ziyaret eden, birbirine infak ve ihsanda
bulunan kimselere muhabbetim hak oldu.”[58]
Ebu Bişr, Mücahid’in şöyle dediğini nakletmiştir: “Allah Teala için birbirini sevenler karşılaşıp karşılıklı tebessüm
ettiklerinde, kuru ağaçların kış günü yapraklarının döküldüğü gibi, onların da
günahları dökülür.”
Hz. Rasûlullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;
“Yedi sınıf insan vardır ki; Allah Teala, kendi gölgesinden başka hiç bir gölgenin
bulunmadığı kıyamet gününde onları Arşının gölgesinde
gölgelendirir. Onlardan birisi de Yüce Allah için birbirini seven, bu sevgi
üzerinde birleşen ve ayrılan iki kimsedir.”[59]
Fudayl b. Iyaz ve diğerleri demişlerdir ki: “Bir kardeşin, diğer kardeşinin yüzüne sevgi ve
merhametle bakması ibadettir.”[60]
Müslümana Buğz Edilir mi?
Muhtelif hadislerde geçen “Müslüman müslümana buğz etmez.” mealindeki
ibarelerde doğru yol üzere olan müslümanların yahut müminlerin kastedildiği belirtilmiştir.
Tehlikeli bir mesele olmakla beraber, iman zafiyeti gösteren
müslümanlara buğz etmekte beis yoktur. Yine de buğz zata değil, sıfata veya
yaptıklarınadır, yahut o sıfat ve işten dolayıdır. Lânet
okumamak şartıyla yüz çevirmek, iltifat etmemek, ağır sözlerle kınamak şeklinde gösterilebilir.
Ama her halükârda muhatabı yanlışından vazgeçirmek,
böylece ona yardım etmek esastır. Nitekim Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi
Vesellem, “Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et.” tavsiyesi
üzerine, zalime nasıl yardım edileceği sorulunca; “Zulmüne
engel olursun, bu da senin ona yaptığın bir yardımdır.”
buyurmuştur.
Zulmeden veya zulme ortak olan bir müslümanın bu tavrı
nasihatle, güzellikle önlenebileceği gibi, kınanarak,
ayıplanarak, ondan yüz çevrilerek de önlenebilir.
Yalnız, şahıslara veya belli gruplara ait bazı yanlışları, onların dahil olduğu bütüne mal ederek
genelleştirmekten, topyekun bir topluluğa buğz etmekten özellikle
kaçınmalıdır.
Şu hadis-i şerif üzerinde tefekkür edelim: “Nefsimi kudret elinde tutan
Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi
sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız.”
Müslümanlar olarak birbirimizi sevemiyor, kardeşçe geçinemiyorsak
imanımızda bir problem var demektir.[61]
Rabbim bizlere sevdiklerini sevmeyi, sevmedikleri ve
yasakladıklarından da nefret etmeyi nasip etsin. Dostlarının gönlüne girmeyi
nasip etsin.
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن
الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
[1] Al-i İmran, 3/31
[2] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi,
Semerkand Yayınları, sf.137.
[3] bk. Tevbe, 9/111.
[4] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/430; Münzii et-Tergib
vet-Tarhib, nr. 4452.
[5] Ebû Davud. Sünnet, 15 (nr. 4681); Tilmizi, Kıyâmet, 22 (nr.
2642)- Ahmed b. Hanbel el-Müsned, 3/440; 5/247; Münzirî, et-Tergib vet-Terhib.
nr. 4454 '
[6] Ahrned b. Hanbel, el-Müsned, 4/286.
[7] Ibnü'l-Mübârek, Kitâbü'z-Zühd, nr. 353.
[8] Kaynaklarıyla Tasavvuf, Dr. Dilaver Selvi, Semerkand
Yayınları, sf.123.
[9] Ebu Davud, nr.4681.
[10] Selim Uğur , Semerkand Dergisi, Şubat 2013.
[11] Hâkim, Müstedrek, 2/291; Ebû Nuaym, Hilye, 9/264; Münziri.
Tergib, nr. 4463.
[12] Gazali, Ihya, 2/233.
[13] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi,
Semerkand Yayınları, sf.141.
[14] Selim Uğur , Semerkand Dergisi, Şubat 2013.
[15] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi,
Semerkand Yayınları, sf.138.
[16] Selim Uğur, Semerkand Dergisi, Şubat 2013.
[17] Muhammed 47/9.
[18] Muhammed 47/28.
[19] Tevbe 9/24.
[20] Buhârî, nr. 16, 21, 6041, 6941; Müslim, İmân, 67 (nr. 43);
Tirmizî, İmân 10 (nr. 2624); Nesâl, İmân 2, 3, 4 (8/94, 96,
97); Ibn Mâce, Fiten 33 (nr. 4033); Ahmed, el-Müsned, 3/103,113,172; Ibn
Hibbân, es-Sahîh, nr. 237, 238.
[21] Hadislerle İlim ve Hikmet, İbn Receb El-Hanbelî, Semerkand Yayınları, C.3. sf.128-131.
[22] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/ 247; Heysemî, ez-Zevâid,
1/89.
[23] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi,
Semerkand Yayınları, sf.138.
[24] Hatîb, Târihu Bağdâd, 4/369; Begavî, Şertıu's-Sünne, nr. 104.
[25] Nisâ 4/65.
[26] Ahzâb 33/36.
[27] Hadislerle İlim ve Hikmet, İbn Receb El-Hanbelî, Semerkand Yayınları, C.3. sf.128-131.
[28] Buhârî, nr. 15; Müslim, imân, 69 (nr. 44); Nesâî, imân, 19
(8/114, 115); Ibn Mâce, Mukaddime, 9 (nr. 67); Ahmed el-Müsned, 3/177, 207,
275, 278; Ibn Hibbân, es-Sahih, nr. 179; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr.
3411.
[29] Âl-i Imrân 3/31.
[30] Taberî, Câmiu'l-Beyân, nr. 6845, 6846.
[31] Hadislerle İlim ve Hikmet, İbn Receb El-Hanbelî, Semerkand Yayınları, C.3. sf.128-131.
[32] Ebû Nuaym, Hilye, 10/356.
[33] Kasas 28/50.
[34] Tirmizî, Sıfatü'l-kıyâmet 60 (nr. 2521); Ebû Davud, Sünnet
16 (nr. 4681); Ahmed, el-Müsned, 3/440; 5/247; Hâkim, el-Müstedrek, 1/164.
[35] Ebû Nuaym, Hilye, 8/141-142; Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, s.
69.
[36] Hadislerle İlim ve Hikmet, İbn Receb El-Hanbelî, Semerkand Yayınları, C.3. sf.128-131.
[37] İmam Gazâlî, Mükâşefetü'l-Kulûb, 100.
[38] Allah Dostlarının Hayatlarından Menkıbeler Kıssalar,
Semerkand Yayınları, Sf.170.
[39] İmam Ahmed.
[40] Hayâtü's-Sahâbe, Şeyh Muhammed Yusuf
Kândehlevi, Semerkand Yayınları, C.3, Sf.71.
[41] İmam Ahmed, Heysemi: 8/44.
[42] Hayâtü's-Sahâbe, Şeyh Muhammed Yusuf
Kândehlevi, Semerkand Yayınları, C.3, Sf.71.
[43] İbnü’l-Mübarek, Kitâbü’z-Zühd, nr. 353.
[44] Selim Uğur, Semerkand Dergisi, Şubat 2013.
[45] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi,
Semerkand Yayınları, sf.141.
[46] Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, 447.
[47] Allah Dostlarının Hayatlarından Menkıbeler Kıssalar,
Semerkand Yayınları, Sf.170.
[48] Kandehlevi, Hayâtü's-Sahâbe, 3/325.
[49] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi,
Semerkand Yayınları, sf.142.
[50] Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Dergisi, Şubat 2003.
[51] Fussilet 41/34.
[52] Said Nursi, Mektûbât, 22. Mektup, üçüncü düstur.
[53] Gazâlî, Ihyâ, 2/411-412.
[54] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi,
Semerkand Yayınları, sf.144.
[55] Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, 473; el-Muttaki,
Kenzu’l-Ummal, IX, 16; Zebidi, İthaf, VII, 22.
[56] Ebu Davud, Büyu’, 76; İbnu Hıbban, Sahih, No:
577; Heysemi, ez-Zevaid, X, 278-279.
[57] Ebu Davud,Büyu’, 46; Hakim Tirmizi, Nevadiru’l-Usûl, II,
326; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, 372; Şevkani, Fethu’l-Kadir,
II, 458.
[58] Ebu Dvud, Edeb, 50; Tirmizi, Kıyame, 56; Ahmed, Müsned, VI,
44; Hakim, Müstedrek, IV, 169-170.
[59] Buhari, Zekat, 16; Müslim, Zekat, 91; Tirmizi, Zühd, 53;
Nesai, Kada, 2; Darimi, Büyu’, 50; Ahmed, Müsned, I, 73; II, 439.
[60] Kalplerin Azığı - Kûtu’l-Kulûb, Ebû
Tâlib El-Mekkî, Semerkand Yayınları, C.4
[61] İslâm Kardeşliğim Müslüman Kardeşim, Ali Yurtgezen,
Semerkand Dergisi, Aralık 2007.
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder