Hakiki Sevgi: Allah’ü Teâlâ’yı Sevmek, Allah’ü Teâlâ İçin Sevmek


Hakiki Sevgi: Allah’ü Teâlâ’yı Sevmek, Allah’ü Teâlâ İçin Sevmek

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."[1]

Hayatta asıl olan sevgi ve merhamettir. Sevgi insanın hamuruna konulmuş en kıymetli cevher ve insana verilmiş en büyük emanettir.

Kâinatın harcı sevgi ile yoğrulmuştur. Güneş o sevgi ile bize güler. Yağmur o sevgi ile iner. Meyveler o sevgi ile olgunlaşır. Yuvalar o sevgi ile kurulur. Çilelere o sevgi ile sabredilir. Anne babalar yavrularını o sevgi ile besler, büyütür. Canlı cansız her şeyin o sevgiden bir nasibi vardır. Bu sevginin kaynağı yüce Allah’tır. Kâinatı saran bu sevgi, Allah’ın rahmetidir.

O rahmetin en billur haliyle tecelli ettiği yerlerden biri de müminin kalbidir. Mümin mevcudata o rahmetle bakar, sevdiğini Allah Celle Celâlüh için sever. Kızgınlığına gelince; nefsi için değil, yine Allah Celle Celâlüh için kızar.

Sevmek ve kızmak, insanın gönül halini ve akıl seviye­sini ortaya koyan iki özelliktir. Bir insanı tanımak için kimi sevdiğini ve neden nefret ettiğini sormalıdır. İnsanı gönlü temsil eder; gönlün içini davranışları dışa döker.[2]

Hakiki bir müminin en bariz özelliği, Allah için sevmek ve Allah için kızmaktır. Onun her şeyi Allah içindir. Bütün ibadetleri, hayatı ve ölümü Allah için olan mümin, malını ve canını cennet karşılığında Rabbi olan Allah'a satmıştır.[3] Bundan dolayı o, her ne yaparsa Allah rızası için yapan ve maksadı Allah rızası olan bir karaktere sahiptir... Sevdiğini Allah için sever, sevmediğini Allah için sevmez, dostluğu Allah için, düşmanlığı Allah içindir... Sünnet üzere yaşamanın gereği de budur... Zira Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem böyle idi ve böyle olmamızı tavsiye etmişti... Nitekim hadislerinde şöyle buyurmuştur:

"Kul, Allah için sevip Allah için nefret etmedikçe, samimi olarak imanı kazanmış olmaz. Allah için sever ve Allah için nefret ederse, Allah Teâlâ tarafından bir velayeti hak eder."[4]

"Kim (sevdiğini) Allah (rızası) için sever, (buğzettiğine) Allah (rızası) için buğzederse, (verdiğini) Allah (rızası) için verir, (vermediğini de) Allah (rızası) için vermezse, imanını kemale erdirmiş olur."[5]

"İmanı en sağlam şekilde ortaya koyan husus, hiç şüphesiz Allah için sevmek ve Allah için nefret etmektir!"[6]

"Allah için sev, Allah için buğzet! Allah yolunda düşmanlık et, Allah yolunda dostluk et! Çünkü sen, Allah'ın dostluğuna ancak bununla ulaşabilirsin. Bir adamın namazı ve orucu çok olsa bile, bu şekilde olmadıkça imanın lezzetini alamaz. Hâlbuki bugün insanların kardeşliği dünya işlerindedir ve bu kardeşlik, kıyamet günü onun sahibine hiçbir mükâfat sağlamayacaktır."[7]

- Her müminin kimleri Allah için sevip, kimlere Allah için buğz edeceğini öğrenmesi, kimlerle birlik içinde hareket edip kimleri terk etmesi gerektiğini bilmesi farzdır.[8]

Niçin Sever Niçin Kızarız?

Sevgi ve öfke hepimizin hamurunda var. Ben kimseyi sevmiyorum ya da kimseye kızmıyorum diyen bir kimse fıtratıyla çelişir. Çünkü sevmemek, kızmamak mümkün değildir. Fakat sevgi ve öfkelerimizin kaynağı nedir, oturup bir düşünmemiz lazım.

Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:
“Kim sevdiğini Allah için sever, buğzettiğine Allah için buğzederse; verdiğini Allah için verir, vermediğini de Allah için vermezse imanını kemale erdirmiş olur.”[9]

Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem kendisi de ancak Allah için sevmiş ve Allah için kızmıştır. Nefsi ve hevasıyla hiçbir zaman hareket etmeyerek biz müminlere bu hususta da en güzel örnek olmuştur. Ashab-ı Kiramı da bu ahlâk üzere yetiştirmiştir. [10]

Kalbin ameli olan sevmek ve kızmak, iman seviyesini gösteren en önemli ölçü sayılmıştır. Bu sevgide biraz kayma bile tehlikeli görülmüştür. Allah Teâlâ, her mü­mine sevginin hakkını vermesi için Peygamber Efendimiz'e Sallallahü Aleyhi Vesellem uymasını emretmiştir. Şu hadis-i şe­rif bu konuda mühim bir uyarı içermektedir:

Şirk, gece karanlığında taş üzerinde yürüyen bir karıncanın ayak izinden daha gizlidir. Şirkin en basiti, bir kimse­nin zulüm olan bir işe muhabbet beslemesi ve adalet olan bir şeye kızmasıdır. Dikkat edin, din Allah için sevmek ve Allah için kızmaktan başka bir şey değildir. Bunun için Allah şöyle buyurmuştur. Rasûlüm de ki: Eğer siz Allah'ı seviyor­sanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin."[11]

Sahabeden Abdullah b. Ömer'in Radiyallahü Anh şu sözü de bu konuda çok dikkat çekicidir:
"Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uymadan geceyi iba­detle geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda harcasam ve bu hal üzere ölsem; fakat gönlümde Allah'a Celle Celâlüh itaat edenlere karşı bir sevgi, O'na isyan edenlere karşı da bir kızgınlık olmasa, bütün bu yaptıklarımdan hiçbir fayda göremem."[12], [13]

Kıssa: Sana Allah için kızıyordum

Kendi öfkelerini yenip Allah için kızma bahtiyarlığına ulaşanlardan birisi olan Hz. Ali Radiyallahü Anh, bir cenk esnasında azılı düşmanını büyük bir mücadeleden sonra, yakasından tutarak altına almıştır. Tam kılıç darbesini vuracağı anda, rakibi Hz. Ali’nin Radiyallahü Anh mübarek yüzüne tükürmüştür. O da bu davranış üzerine adamı bırakmıştır. Düşmanı duruma bir anlam veremeyerek:

- Ey Ali! Asıl şimdi beni öldürmen lazım. Niçin serbest bıraktın, dediğinde Hz. Ali Efendimiz şu müthiş cevabı vermiştir:

- Ben seninle Allah için savaşıyor, Allah için kızıyordum. Şimdi ise şahsıma çirkin bir iş yaptın. Burada Allah rızası için değil kendim için kızabilirim. Ben bu halden Allah’a sığınırım!

Hz. Ali Efendimiz’in davasındaki bu samimiyeti adama öyle tesir etmiştir ki merakla şu soruyu sorar:

- Size bunu dininiz mi öğretiyor?
- Evet, bunu bize dinimiz öğretiyor, cevabını alınca da oracıkta müslüman olur. [14]

Sevmenin Gerçek Ölçüsü

Pek çok mümin Allah Celle Celâlüh için sevmenin ve kızmanın ölçüsünü bilmemektedir. Pek çoğumuz nefsin keyfi ile Al­lah’ın rızasını karıştırmaktayız. Din adına yapıyorum, Allah için kızıyorum diye yapılan işlerin çoğu, Allah’ın rızasına uymamaktadır. İyilik yapayım derken kötü davranılmaktadır.

Birçok müminin de dini adına hiçbir gayreti ve has­sasiyeti yoktur, öyle ki biraz işi bozulup kazancı azalınca derin derin düşünürken, ahlâkının bozukluğuna, ibadetleri­nin aksamasına hiç aldırış etmemektedir. Malına saldırana karşı aslan kesilirken, imanına saldırana karşı korkak bir kedi gibi kenara çekilmektedir. [15]

Kıssa: Gerçek pehlivan

Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem bir gün ashabına:
- Siz aranızda kimi pehlivan sayarsınız, diye sorar. Sahabiler:

- Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi, derler. Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem:

- Hayır, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir, buyurur.

Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz’in bahsettiği gerçek pehlivanlardan birisi de Hz. Ömer Radiyallahü Anh’dır. Hz. Ali’nin hatırasına benzer bir olay da onun zamanında yaşanmıştır. Bu hak ile bâtılı birbirinden ayıran şecaat kahramanı, kendi hilafeti zamanında içki içen bir adama rastlar. Had cezası verir. Had cezası uygulanırken adam halifeye küfreder. Bunun üzerine Hz. Ömer Radiyallahü Anh adamı salıverir. Adam hayret ederek sorar:

- Ey Ömer! Sana küfredince niçin bıraktın?

Büyük sahabi şöyle cevap verir:
- Ben seni din gayretiyle cezalandırdım, sana Allah için kızdım. Fakat sen bana hakaret ettin. Artık sana vururken kendi adıma vurma ihtimalim de var. Böyle bir davranıştan Allah’a sığınırım. [16]

Allah’ın Sevdiklerini Sevmek Sevmediklerine Buğz Etmek

Cenâb-ı Hak, kendisinin sevdiklerini çirkin bulan ve çirkin bulduklarını sevenleri şöylece kınar:
"Bunun sebebi, Allah’ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır."[17]

Diğer bir ayet:
"Bunun sebebi, onların Allah'ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O'nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır.”[18]

Buna göre her müslüman için gerekli olan, kendisine vâcip olanları yerine getirmeyi sağlayacak biçimde Allah'ın sevdiklerini sevmektir. Bu muhabbeti arttığı takdirde, mendup olanları da yerine getirir ki bu da onun için büyük bir fazilettir.

Bunun yanında, kendisine haram kılınanlardan el çekecek biçimde, Allah'ın çirkin bulduğu şeyleri çirkin görmesi ve ondan nefret etmesi gerekir. Bu konudaki hassasiyeti arttığı takdirde helâle yakın olan mekruhları da terketmiş olur, bu da kendisi için büyük bir fazilet demektir.

Nitekim Cenâb-ı Hak Celle Celâlüh şöyle buyurur:
"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, bozulmasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”[19]

Sahîhayn'de Rasûlullah'ın Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Şu üç haslet kimde bulunursa imanın tatlılığını hisseder Allah ve Resülü'nün kendisine her şeyden daha sevimli olması; bir kimseyi sadece Allah rızâsı için sevmek; Allah Teâlâ kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmaktan daha kötü kabul etmek.”[20] [21]

En Güzel Örnek Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem

Alemlere rahmet Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, Allah için sevme ve kızma konusunda da bizler için her konuda olduğu gibi güzel örnek olmuştur. Onu tanımadan bu işte muvaffak olmak mümkün değildir.

Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem Allah Celle Celâlüh için sevmenin nasıl olacağını şöyle açıklamıştır:
“Kendin için sevdiğin ve istediğin bir şeyi, insanlar için de sevmeli ve istemelisin. Kendin için kötü gördüğün ve istemediğin şeyleri insanlar için de kötü görüp istememelisin. İşte Allah için sevgi böyle olur."[22]

Allah Celle Celâlüh için sevmek, O'nun sevdiği şeyleri sevmektir. Allah Celle Celâlüh için kızmak da O'nun sevmediği, gazap ettiği ve lânetlediği fikir ve fiillerden kaçmaktır. Kalbinde bu hale ulaşan insan, geçek imanı elde etmiştir. Çünkü bu hal gerçek muhabbet ve ihlâsın meyvesidir.[23]

Taberânî, Abdullah b. Amr’dan Radiyallahü Anh Rasûlullah'ın Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Sizden biriniz, hiç sapmadan hevâsı (arzusu) benim getirdiğime tâbi olmadıkça iman etmiş olmaz.”[24]

İnsanın kâmil anlamda ve istenildiği şekilde mümin olabilmesi için, Rasûlullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem getirdiği emir, yasak ve buna benzer hususlara tam bir muhabbetle tâbi olması, emrettiklerini sevmesi ve yasakladıklarından nefret etmesi gerekir.

Nitekim bu husus Kur’ân-ı Kerîm'de birden çok yerde açık biçimde ifade edilir:
"Hayır, Rabb’ine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mânasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[25]

"Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Herkim Allah ve Rasûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığı düşş olur.”[26] [27]

Sahîhaynde sabit olduğuna göre Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
"Sizden herhangi biriniz, ben ona kendi canından, çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça gerçekten iman etmiş olmaz. "[28]

Mümin bir kimse, Rasûlullah'a Sallallahü Aleyhi Vesellem duyduğu muhabbeti bütün mahlûkattan üstün tutmadıkça gerçek anlamda mümin olamaz. Çünkü elçiye duyulan muhabbet elçiyi gönderene duyulan muhabbete tâbidir.

Geçerli olan muhabbet, sevilen kişinin sevdiklerini sevmede ve hoşlanmadıklarından nefret etmede ona tâbi olmayı ve uygun hareket etmeyi gerekli kılar.

Başka bir âyet-i kerimede ise şöyle buyrulur:

"(Resulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[29]

Hasan-ı Basrî (rh.a) bu âyet-i kerime ile ilgili olarak şunu nakleder: "Sahâbe-i kirâm Resülullah’a Sallallahü Aleyhi Vesellem,
‘Ey Allah'ın Rasûlü! Bizler Allah Teâlâ'yı büyük bir muhabbetle seviyoruz, Allah da kendisini sevmek için bir alâmet koymaktan hoşlanır (bize bir alâmet bildirse)’ dediler.

Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.”[30], [31]

Allah ve Rasûlü'ne Duyulan Gerçek Muhabbet

Her kim Allah ve Rasûlü’nü gönülden ve sadık bir muhabbet ile severse; bu sevgi ona Allah ve Rasûlü’nün sevdiklerini kalpten sevmeyi, Allah ve Rasûlü'nün çirkin gördüklerini çirkin görmeyi, Allah ve Resülü'nün razı olduğuna rıza göstermeyi, Allah ve Rasûlü'nün kızdıklarına kızgınlık göstermeyi gerekli kılar. Ayrıca vücudunun bütün organlarıyla bu muhabbet ve nefretin gereklerine göre davranmayı da gerektirir.

Eğer bedeninin herhangi bir organı ile buna aykırı bir harekette bulunursa; Allah ve Rasûlü'nün çirkin bulduğu (kerih gördüğü) bir şeyi işlerse, ya da gücü yettiği halde Allah ve Rasûlü'nün sevdiği bir şeyi terkederse, bu durum onun için gerekli olan muhabbetin eksik olduğuna delâlet eder. Bundan tövbe etmesi ve üzerine vâcip olan muhabbeti kemale erdirmesi gerekir.

Ebû Yakub en-Nehrecûrî şöyle der: "Her kim Allah'ı sevdiğini ileri sürer, fakat Allah'ın emrine uygun hareket etmezse, onunki bâtıl bir iddiadır. Allah'ı sevip de O'ndan korkmayanlar aldanmış kimselerdir."[32]

Yahya b. Muâz er-Râzî şöyle der: "Allah Sübhânehû ve Teâlâ'yı sevdiğini iddia eden, fakat O'nun hududunu muhafaza etmeyen kişi sevgisinde sadık değildir."

Bütün isyan ve günahlar, insanın nefsinin arzularını Allah ve Resülü'nün sevgisinin önüne geçirmesinden kaynaklanır. Nitekim Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm'de değişik yerlerde hevâlarına tâbi olmakla niteler:

"Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez."[33]

Aynı şekilde bid'atların kaynağı da, hevâyı dinin emirlerinin önüne geçirmektir, işte bu yüzden bid'at ehline hevâ ehli denilmiştir. Günahların durumu da böyledir. Bunlar da, hevâyı Allah sevgisine ve O'nun sevdiği şeylere üstün tutmak sebebiyle işlenir.

İnsanlara karşı duyulan sevgi de böyledir. Bu hususta vâcip olan, kişileri sevmedeki ölçünün Rasûlullah'ın Sallallahü Aleyhi Vesellem getirdiklerini sevmeye tâbi olmasıdır. Bu yüzden mümin kişinin; Allah'ı, Allah'ın sevdiği melekleri, nebî ve resulleri, sıddîkları, şehidleri ve sâlih kimseleri genel anlamda sevmesi vâciptir. Bundan dolayıdır ki bir kimseyi sırf Allah için sevmek ve genel anlamda Allah düşmanları ve O'nun çirkin bulduğu kimselere dostluktan uzak durmak, imanın tadını almış olmanın alâmeti sayılmıştır. Böylelikle din bütünüyle Allah Teâlâ'ya tahsis edilmiş olur.

Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurur ki:
"Her kim Allah için sever, Allah için buğz (nefret) eder, Allah için verir ve Allah için vermekten uzak durursa, imanını kemale erdirmiş olur.”[34]

Vüheyb b. Verd şöyle der:
"Bize ulaşğına göre -Allah Celle Celâlüh en doğrusunu bilir- Musa (a.s) şöyle demiştir:

Yâ Rabbi, bana tavsiyede bulun! Buyurdu ki:
'Sana muhabbetimi tavsiye ederim.'

Bunu üç defa tekrar etti. Üçüncüsünde şöyle buyurdu:
'Sana muhabbetimi tavsiye ederim. Bir işle karşılaşğın zaman, benim muhabbetimi her şeyden üstün tutmalısın. Her kim böyle yapmazsa onu temize çıkarmam ve ona merhamet etmem."[35], [36]

Kıssa: En Üstün Amel

Haberde geldiğine göre Cenab-ı Hak Celle Celâlüh şöyle buyurur:
- Ey Musa Sırf benim için yaptığın bir amelin var mı?

- Ya Rabbi! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, rızan için sadaka verdim, secde ettim, sana hamd ettim, kitabını okudum ve seni zikrettim!

- Ey Musa! Namaz senin için kılavuz, oruç sana kalkan, sadaka sana gölgeliktir. Yaptığın tesbihler cennette senin için ağaç, benim için kitabımı okuman senin için huri ve saray, beni zikretmen de senin için nurdur! Benim için hangi ameli yaptın?

- Ya Rabbi! Senin rızan için olan bir ameli bana göster, onu işleyeyim!

- Ey Musa! Bir dostu hiç benim için dost edindin mi? Yine bir düşmanı hiç benim için düşman belledin mi?

Musa (a.s), Allah dostlarını sırf Allah için sevmenin ve düşmanlarına da sırf O’nun rızası için buğz etmenin en üstün amel olduğunu anladı. [37], [38]

İslâm'ın En Sağlam Kulpu

Berâ b. Âzib (r.a.) anlatıyor: “Bir gün Peygamberimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem huzurunda oturuyorduk.

- İslâm'ın kulplarından hangisi en sağlamdır? diye sordular.
- Namaz, dedik.
- Namaz da iyidir, ama o değil.
- Ramazan orucu?..
- O da güzel, fakat o değil.
- Cihâddır.
- Cihâd da güzel, lâkin bu da değil. İmanın kulplarından en sağlamı Allah için sevmen, Allah için buğzetmendir, buyurdu”[39], [40]

Amellerin En Sevimlisi

Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: “Bir defasında Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem yanımıza çıktı ve:

- Allah nezdinde amellerin en sevimlisi hangisidir, biliyor musunuz? diye sordu. Birisi: ‘Namaz ile zekâttır.’ dedi. Diğer birisi: ‘Cihâd’ karşılığını verdi.

Allah Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem:
- Allah nazarında amellerin en sevimlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir, buyurdu.”[41] [42]

Sevgide ve Kızmada Dikkat

Sevgiler Allah için olmazsa, o sevgiye şeytan musallat olur. Bu sevgi Allah için sevmenin aksine rahmeti celbetmez. Üstelik şeytan ve nefsin hileleri ile böyle bir sevginin sonu harama çıkabilir. Kızmak da Allah için değil de nefs ve heva için olursa, bu kızmaya da şeytan arkadaşlık eder. Bu durum da rahmeti celbetmez. Böyle bir kızmanın neticesi kalp kırmaya, şiddete, hatta cinayete kadar varabilir.

Aralarında böyle mühim bir fark olduğundan, biz müminlerin sevdiğimiz ve kızdığımız şeyleri en baştan gözden geçirmemiz gerekiyor. Böyle bir düzeltme bize, ailemize hatta bütün topluma büyük hayırlar getirecektir. Mesela aile hayatımıza ciddi zararlar veren ve artık kanıksanmış bir yanlış olan gelin-kaynana çekişmelerinin temelinde Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’in bu örnek ahlâkının eksikliği vardır. Oysa bir gelin, kaynanasına kırıldığında, kendisini hesaba çekmeli ve “Ben Allah için mi kızıyorum, nefsim için mi?” diye düşünmelidir. Bir kaynana gelinine ya da damadına kızdığında kendini aynı muhasebeden geçirmelidir. Neticede eğer Allah için kızıyorsa devam etmelidir. Kendisi için kızıyorsa affetmelidir. Çoğu problemin ardında “Bana şöyle dedi, imalı bir şekilde baktı, ne demek istedi…” gibi incir kabuğunu doldurmayan nefsî öfkeler görülecektir.

Aynı şekilde sokakların sulh ve selameti de Rasul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem’in bu ahlâkını yaşamamızdan geçer. Günümüzde yan baktı diye çıkan cinayetler, trafikte korna yüzünden çıkan kavgalar ve daha nice durum, birazcık düşününce yapılmayacak hatalardır. Oysa biz müminler bu tür öfkelerin Allah için olmadığını görebilmeli ve bu tür davranışlardan kendimizi ve çocuklarımızı muhafaza etmeliyiz.

Fahr-i Kâinat Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in şu ikazıyla bitirelim:
“Allah için sev, Allah için buğzet! Allah yolunda düşmanlık et, Allah yolunda dostluk yap! Çünkü sen Allah’ın dostluğuna ancak bununla ulaşabilirsin. Bir adamın namazı ve orucu çok olsa bile, bu şekilde olmadıkça imanın lezzetini alamaz.”[43] [44]

Allah Celle Celâlüh için seven mümin, nefsinin keyfini de­ğil, dinin ölçüsünü esas alır. Din, kimi ve neyi sevmeyi emrediyorsa mümin de onları sever, sevmelidir. Buradaki sevgi­den maksat, o şeyin sevilmesi ve hürmet edilmesi gerektiğini kabul edip, ona karşı gereken edebi korumaktır. Allah için sevmek, Allah Celle Celâlüh vergisidir; onu Allah'tan Celle Celâlüh istemelidir. Muhabbet müdahale istemez, zorlamakla sevgi artmaz. Fakat her halde edep ve hukuk korunmalıdır.

Mesela, her mümini sevmemiz ve üzerimize düşen hizmetlerini görmemiz emredilmiştir. Biz bazı müminleri sıcak bir sevgi ile sevemesek, kendisiyle muhabbet edemesek bile, ona karşı edepli davranmamız gerekir. Mümin kardeşlerimizi nefsimiz kadar sevemesek de onları kendi­mizden kötü görmemeliyiz. Beğenmesek de saygılı olmak zorundayız. Muhabbet olmasa da adalet bulunmalı, edep korunmalıdır.

Bir insan hanımını ve çocuklarını Allah Celle Celâlüh için sevmelidir. Diyelim ki kalbinde onlara karşı bir sevgi kal­madı. Bu durumda yapılacak iş, onlara karşı davranışlarında adaletli olmak ve haklarına riayet etmektir. Kalbimde bir sevgi yok diye onlara soğuk tavırlarla zulmetmek ve hak­sızlık yapmak, sert davranmak, hatır yıkmak, haklarını ih­mal etmek helâl değildir. Böyle yaparsa zulüm yapmış olur, vebale girer. Bir hanım için de aynı şey söz konusudur.

Bir mümin, manevi terbiyesine girdiği mürşidini Allah Celle Celâlüh için çok sevmelidir. Sevilmesi gerektiğini bil­melidir. Fakat kalbinde ona karşı sıcak bir sevgi bulmazsa, bu durumda vesveseye düşmeye gerek yoktur. Hak yolcu­su zâhirî edebini korur ve ameline sarılırsa terbiyesi devam eder, feyzi kesilmez.

Kâmil mürşidler muhabbetin Allah Celle Celâlüh vergisi olduğunu bilirler. Onlar zoraki muhabbet beklemezler. Zâhirî edeplere dikkat edilmesini yeterli bulurlar. Edebe dik­kat edene feyiz ve terbiye vermeye devam ederler. Çünkü doktor hastasından kendisini sevmesini değil, tavsiye ve tâlimatlarına uymasını ister. Tâlimata uyan şifa bulur. An­cak insan kusuru kendinde arar, tevazu gösterir, boynunu büker ve Allah’tan yardım isterse Allah Teâiâ ona dostlarını sevdirir.[45]

Kıssa: Şeytanın Cüneyd-i Bağdadî’den (k.s) Kaçması

Naklederler ki, büyüklerden biri Cüneyd-i Bağdadî’nin (k.s) yanına geldiği vakit, İblis’in O’nun yanından kaçtığını görmüştü. Yanına varınca, Cüneyd-i Bağdadî’nin (k.s) kızmış ve öfkesinin alametlerinin de yüzünden belli olduğunu, birini incittiğini gördü ve,

- Ey Şeyh! İşitmiştim ki, İblis en fazla, insanoğlu hışımlı ve hırslı olduğu zaman ona el atar. Şu anda gadaplanmış olmana rağmen İblis’in senden kaçmakta olduğunu görüyorum, dedi.

Cüneyd ona şu cevabı verdi:
- İşitmedin ve duymadın mı ki, biz kendiliğimizden kızmayız? Belki Hak uğrunda Hak’la kızarız. Bu yüzden de İblis, kızdığımız vakit bizden kaçtığı kadar hiçbir zaman kaçmaz. Başkaları nefislerinin keyfi için öfkelenirler, bunun için de şeytan onlara bu sırada el atar.[46], [47]

Sertlik İçine Gizlenen Sevgi

Allah’ı Celle Celâlüh sevenlerin kızgınlığı da farklıdır. Bu nefsanî öfkeye asla benzemez. Onlar nefislerinin keyfi için kızmazlar. Zira kızmanın edebini de Peygamber Efendimiz'den Sallallahü Aleyhi Vesellem öğrenmişlerdir. Allah Celle Celâlüh için kızmak bir ibadet çeşididir. Onu da yüce Al­lah’ın öğrettiği gibi yapmalıdır. Yoksa ibadet bozulur, kız­mak bir ihanete dönüşür.

Mümin, kötülüğe bulanmış, nefsin esiri olmuş bir kula acımalı, onun günahla kirlenen kalbine üzülmelidir. Aynı za­manda ona bu kötülüğü süslü gösteren şeytana kızmalı ve işlenen kötülükten nefret etmelidir. Bu nefretini de o kötü işleri tamamen terkederek, onları kalbinden ve hayatından söküp atarak göstermelidir, insanın başkasında görünce kızdığı işleri kendisinin yapması ve nefsine hiç kızmaması, münafıklık alametidir.

Kâmil insanlar, kendilerine karşı yapılan kötülükleri, haksızlıkları sakince karşılarlar, yapanı mazur görür, ba­ğışlar, intikam derdine düşmez, onun ıslahı için hayır dua ederler. Fakat dine hakaret edildiği, yüksek değerler incitildiği, başkasına zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman gayrete gelir, kızar, sertlik gösterir, bir şekilde müdahale ederler. Bu konuda Allah Rasûlü’nü örnek alırlar. O, kendisini taş yağmuruna tutan için, “Allah’ım bunları affet, onlar bilmi­yorlar" diye hayır dua ederken; başkasının malını çalan bi­rinin cezasının hafifletilmesi için aracı olanlara, “Bu suçu kızım Fâtıma da yapsa affetmem, cezasını veririm” diyerek kızmış ve adaleti çiğnetmemiştir.

Bir mümin, kendisine karşı kusur işleyen kardeşine kı­zarken, "Niçin canımı yaktın, malımı zarara uğrattın?” diye nefsi adına değil; neden bu günahla kalp cevherini kirlet­tin, edebini bozdun, şeytana esir oldun, değerini düşürdün diye iman ve insanlık adına kızmalıdır.

Nefis terbiyesiyle meşgul olan kâmil mürşidler, sorum­lu oldukları kimselere karşı bazan sert davranırlar. Fakat bu sertlik içinde gizli bir sevgi ve merhamet vardır. Kâmil mürşidlerin halleri çok değişiktir. Bazı velilerde ilâhi bir heybet, ciddiyet ve vakar hali hâkimdir. Onları görenler, kendilerini sert zannederler. Kendileriyle muhabbet kurmanın zor olduğunu düşünürler. Şeytan vesvese verip bu edep ve feyiz hâzinesinden gönlü soğutmak ister.

Fakat durum hiç de göründüğü gibi değildir. Ariflerin gönlü, sevgi ummanıdır. Kâmil mürşidler bütün müminleri ve özellikle terbiyesine girenleri Allah Celle Celâlüh için çok se­verler, onları yüce Allah’ın bir emaneti görürler. Kendileri için istedikleri bütün hayırları onlar için de isterler. Onlara anne babalarından ve kendi nefislerinden daha yakın, daha şefkatli, daha sıcak, daha hayırlı ve daha faydalıdırlar. Ama terbiye ve maslahat gereği bazen zâhirde ciddi dururlar. Bunu bilmeyenler üzülür, kırılır, tavır alır, zarar görür. Şu örneği iyi düşünelim:

Hz. Ömer Radiyallahü Anh heybet ve ciddiyetiyle tanınırdı Halife olunca insanlar kendisinden daha fazla çekinmeye başla­dılar. Bir ara kendisine Abdurrahman b. Avf'ı Radiyallahü Anh gön­derdiler. Kendisini sevdiklerini, fakat ondan korktuklarını, biraz yumuşak olmasını istediler. Abdurrahman b. Avf Radiyallahü Anh, Hz. Ömer'e Radiyallahü Anh durumu açınca, şu cevabı aldı:

“Ben onların iyiliği için bundan daha iyi bir davranış bu­lamıyorum. Eğer onlar benim kendilerini ne kadar sevdiğimi, içimdeki şefkat ve merhameti bilselerdi, değil benden çekin­mek, üzerime saldırır, omuzumdaki elbiseyi çekip alırlardı."[48]

İşte Allah Celle Celâlüh için seven insan böyle olur. O'nun sertliği de yumuşaklığı da insanlara ilaçtır. Çünkü onun gönlü, Allah Celle Celâlüh sevgisi ile ilacını bulmuştur. Artık Allah'ın Celle Celâlüh kullarına bu ilaçtan başka vereceği bir şeyi yok­tur. Doktor, hastanın keyfine göre değil, tedavinin gereğine göre davranır. Sonuçta, hem hasta hem doktor kazanır.[49]

Kızmada ölçü

Dinimizde yalnız Allah için kızmak vardır. Bir müminin açıkça yaptığı bir yanlış işinden dolayı kendisi uyarılır, hataya devam ediyorsa Allah için kızma hakkımız vardır. Kusura kızarız, fakat mümin kardeşimizden nefret edemeyiz. Ona “ne halin varsa gör, kahrol git!” diyemeyiz. Nasihat, ikaz ve dua ile kötülük ve hatasından dönüşüne yardımcı olmaya çalışırız. Bir insana yapılacak en güzel iyilik, onu Allah için sevmek ve onun gönlünü bu sevgiden nasiplendirmektir.[50]

Aşırı kızgınlık sahibini yakar. Haddi aşan insan hak yer, zulüm yapar. Sevmek de kızmak da ayarını kaybettiği za­man ihanete dönüşür. Mümin kime, niçin, ne kadar kızıla­cağını bilmelidir. Çünkü Allah Teâlâ çok adaletlidir. Haddini aşıp zalime bile haksızlık eden, kendisi de zalim olur.

Adamın biri, tarihte zulmü ile meşhur Haccâc-ı Zâlim'e beddua ediyor, hakkında kötü konuşuyor ve kendisine lânet okuyup duruyordu. Bunu gören bir âlim, adamı şöyle uyardı:

“Arkadaş dikkat et, haddini aşma. Allah Teâlâ öyle adalet sahibidir ki Haccâc'a, halka yaptığı bütün zulümlerin hesabını sorduğu gibi; Haccâc'ın hak etmediği hakaret­leri yapanlardan da onun hesabını sorar.”

Allah Celle Celâlüh için kızılacak bir işe nefsimizin inti­kam duygularını karıştırırsak, buna Allah [celle celâluhû] için Kızma denmez. Allah Celle Celâlüh için başlanan bir işe nef­sin hesapları karışırsa bu, bütün ameli bozulur.

Kötülüğe kızılır, fakat kötülüğe düşş mümine kızıl­maz; ona ancak acınır. Açıkça kötülük işleyenler uyarılır. Burada bir ölçüyü hatırlamakta fayda var. Yanlışı ceza­landırmak devletin ve yetkililerin işidir. Bizim vazifemiz en uygun yollarla uyarmaktır. Sonuç alamıyor ve böyle insan­larla aynı çevreyi paylaşmak zorunda kalıyorsak, yaptıkla­rına rıza göstermemeli, sözlerimiz ve halimizle kötü işlerine yardımcı olmamalıyız.

İnsanın kime nasıl düşmanlık edeceğini üstat Bedîüzzaman şöyle tarif eder:
"Düşmanlık etmek istersen, kalbindeki düşman­lık duygusuna düşman ol. Onu içinden defetmeye ça­lış. Sana en fazla zarar veren, senin devamlı kötülüğü emreden nefsin ve kötü arzularındır. Sen onların ıslahına yönel. Bu zararlı nefsin hatırı için müminlere düşmanlık etme. Eğer düşmanlık etmek istersen kâfirler, zındıklar çoktur, onlara düşman ol. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı sevilmeye layık ise düşmanlık sıfatı da nefret edilmeye layıktır.

Şayet hasmını mağlup etmek istersen, fenalığa karşı iyilikle karşılık ver. Çünkü eğer kötülüğe kötülükle karşılık verirsen, aradaki düşmanlık artar. Karşı tarafı zâhiren mağ­lup etmiş olsan bile, kalbinde sana kin bağlar, düşmanlığı devam ettirir. Eğer sana kötülük yapan kimseye iyilikle karşılık verirsen, yaptığı kötülüğe pişmanlık duyar, sana dost olur.

Müminin aslî hali kerim, yani cömert olmaktır. Senin ona yapacağın ikramlar onu sana bağlar. Sana kötülük yapan bir müminin aslını düşün. Bil ki o mümin iman yö­nünden büyük bir şerefe sahiptir. Fakat şu yaptığı kötü iş yüzünden kınanacak bir hale düşştür, öyle ise,

'İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan şeyle (af ve iyilikle) sav. O zaman bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık olan kimse, sanki sıcak bir dost oluver­miştir.'[51] âyeti ve Kur’ân-ı Hakîm’in benzeri müba­rek düsturlarına kulak ver. Saadet ve selâmet ondadır.”[52]

Meseleyi özetleyen son söz Hz. Ömer'e Radiyallahü Anh ait: “Ben yeri gelince Allah Celle Celâlüh için kaymaktan daha yumuşak olurum. Yeri gelince de Allah Celle Celâlühiçin demirden daha sert olurum.”

Kıssa: Kaş Yapalım Derken Göz Çıkarmak...

İmam Gazâlî (rh.a), Ihyâ’da şu hadiseyi nak­leder:
Velilerden Abdullah b. Muhammed (k.s), bir akşam mescidden çıkmış evine gidiyordu. Yolda Kureyşli bir genci gördü. Genç sarhoş olmuş, yolda bir kadının üzerine düşştü. Kadının elbisesi sıyrılınca etraftan yar­dım istemiş, insanlar gelip genci dövmeye başlamışlardı. Hazret genci tanıdı. Dedi ki: “Bunu bana bırakın, bu benim yeğenimdir." Sonra gence dönerek, “Yanıma gel” diye ses­lendi. Delikanlı utanarak geldi. Hazret kolunu omuzuna attı ve kendisiyle eve gelmesini söyledi. Eve varınca, çocukla­rından birine, “Bu genci gece bekle, kendine gelip ayılınca yanıma getir. Beni görmeden gitmesin" dedi. Oğlu, genç ayılınca durumu anlattı. Genç utandı ve ağlamaya başladı. Sonra hazretin yanına gittiler. Buyurdu ki:

“Bu hale düşmekten, kendin ve şerefin için utanmıyor mu­sun? Allah'tan kork, bu işten elini çek!" Genç boynunu büktü,

“Söz veriyorum, bir daha asla içki içmeyeceğim, töv­be ettim” dedi. Hazret genci alnından öptü. Bu genç daha sonra bu âlimin talebesi oldu, yanından hiç ayrılmadı, ken­disinden hadis ilmi aldı. Bu, onun sevgi ve yumuşaklığıyla olmuştu. Bu zat şöyle demiştir:

İnsanlar iyiliği emrediyorlar, kötülükten alıkoymaya çalışıyorlar. Fakat bu işi Allah Celle Celâlüh için edebine uy­gun yapmadıklarından iyilikleri kötülük gibi oluyor, fayda vermiyor. Siz bütün işlerinizde yumuşak davranın; bu sa­yede istediğinize ulaşırsınız."[53], [54]

Allah İçin Mümini Sevmenin Fazileti

Kim Yüce Allah için kardeş edinmenin faziletini ve Allah için sevmenin derecesini yakinen bilirse, kardeşine sabreder, ona teşekkür eder, kendisine karşı yumuşak davranır, eziyetlerine tahammül gösterir. Bütün bunları, bu vesile ile beklediği şeyleri ele geçirmek ve aradığına ulaşmak için yapar; çünkü kulun, başladığı bir ameli tamamlamak ve amelin şükrünü yerine getirmek için sabra ihtiyaç vardır. Nimetin devamı için bu lazımdır. Kıymetli şeylerin peşine düşen kimse, fikrini ona göre hazır eder. Kim bir şeye rağbet ederse, sevdiği şeyleri o yolda feda eder. Allah Teala sevdiği kimseleri, sevdiği şeylerde muvaffak eder.

İbn Mesud Radiyallahü Anh, Hz. Rasûlullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Allah Teala için birbirini sevenler, cennette kırmızı yakuttan yapılmış yüksek binalarda bulunurlar. Her binada yetmiş bin oda bulunur. Oradan cennet ehline bakarlar. Güneşin dünyadakileri aydınlattığı gibi; onların güzelliği de cennet ehlini aydınlatır. Üzerlerinde yeşil atlastan yapılmış elbiseler vardır. Alınlarında: “Bunlar, Allah Teala için birbirini sevenlerdir.” ibaresi yazılıdır.”[55]

Muaz b. Cebel’den Radiyallahü Anh rivayet ettiğimiz hadis de bu konudadır. Ebu İdris Havlâni (rh.a), Muaz b. Cebel’e Radiyallahü Anh:

- Ben seni Allah için seviyorum, dediğinde, Hz. Muaz, ona şöyle demiştir:

- Müjde sana, müjde! Ben Hz. Rasûlullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurduğunu işittim:

“Kıyamet günü bir takım insanlar için Arş’ın etrafında kürsüler/tahtlar kurulur. Yüzleri ayın on dördü gibi parlar. O günde insanlar endişe içindedirler, onlar ise hiçbir şeyden çekinmezler; insanlar korku içindedirler; onlar korkmazlar. Onlar, Yüce Allah’ın kendilerine hiçbir korku ve üzülme olmayan dostlarıdır.” Efendimiz’e Sallallahü Aleyhi Vesellem:

- Onlar kimlerdir?, diye sorulduğunda; şu cevabı verdi:
- Onlar Yüce Allah için birbirini sevenlerdir.”[56]

Ebu Hüreyre’nin Radiyallahü Anh rivayet ettiği hadiste ise, Hz. Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:

“Arşın etrafında nurdan yapılmış bir takım minberler/yüksek tahtlar vardır. Üzerinde bir takım insanlar bulunur; onların giysileri nurdur, yüzleri de nur gibi parlamaktadır. Onlar peygamber ve şehid değillerdir; fakat peygamber ve şehidler kendilerine gıbta/hayranlık ile bakarlar.” Ashab:

- Ey Allah’ın Rasûlü, onların kimler olduğunu bize açıklayın” dediler; Hz. Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

- Onlar Yüce Allah için birbirini seven, meclis kurup sohbet eden ve birbirilerini ziyaret eden kimselerdir.”[57]

Ubade b. Sabit Radiyallahü Anh yoluyla gelen hadiste ise şöyle buyurulmuştur: “Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Benim için birbirini seven, birbirini ziyaret eden, birbirine infak ve ihsanda bulunan kimselere muhabbetim hak oldu.”[58]

Ebu Bişr, Mücahid’in şöyle dediğini nakletmiştir: “Allah Teala için birbirini sevenler karşılaşıp karşılıklı tebessüm ettiklerinde, kuru ağaçların kış günü yapraklarının döküldüğü gibi, onların da günahları dökülür.”

Hz. Rasûlullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;
“Yedi sınıf insan vardır ki; Allah Teala, kendi gölgesinden başka hiç bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde onları Arşının gölgesinde gölgelendirir. Onlardan birisi de Yüce Allah için birbirini seven, bu sevgi üzerinde birleşen ve ayrılan iki kimsedir.”[59]

Fudayl b. Iyaz ve diğerleri demişlerdir ki: “Bir kardeşin, diğer kardeşinin yüzüne sevgi ve merhametle bakması ibadettir.”[60]

Müslümana Buğz Edilir mi?

Muhtelif hadislerde geçen “Müslüman müslümana buğz etmez.” mealindeki ibarelerde doğru yol üzere olan müslümanların yahut müminlerin kastedildiği belirtilmiştir.

Tehlikeli bir mesele olmakla beraber, iman zafiyeti gösteren müslümanlara buğz etmekte beis yoktur. Yine de buğz zata değil, sıfata veya yaptıklarınadır, yahut o sıfat ve işten dolayıdır. Lânet okumamak şartıyla yüz çevirmek, iltifat etmemek, ağır sözlerle kınamak şeklinde gösterilebilir.

Ama her halükârda muhatabı yanlışından vazgeçirmek, böylece ona yardım etmek esastır. Nitekim Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, “Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et.” tavsiyesi üzerine, zalime nasıl yardım edileceği sorulunca; “Zulmüne engel olursun, bu da senin ona yaptığın bir yardımdır.” buyurmuştur.

Zulmeden veya zulme ortak olan bir müslümanın bu tavrı nasihatle, güzellikle önlenebileceği gibi, kınanarak, ayıplanarak, ondan yüz çevrilerek de önlenebilir.

Yalnız, şahıslara veya belli gruplara ait bazı yanlışları, onların dahil olduğu bütüne mal ederek genelleştirmekten, topyekun bir topluluğa buğz etmekten özellikle kaçınmalıdır.

Şu hadis-i şerif üzerinde tefekkür edelim: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız.”

Müslümanlar olarak birbirimizi sevemiyor, kardeşçe geçinemiyorsak imanımızda bir problem var demektir.[61]

Rabbim bizlere sevdiklerini sevmeyi, sevmedikleri ve yasakladıklarından da nefret etmeyi nasip etsin. Dostlarının gönlüne girmeyi nasip etsin.

وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

[1] Al-i İmran, 3/31
[2] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.137.
[3] bk. Tevbe, 9/111.
[4] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/430; Münzii et-Tergib vet-Tarhib, nr. 4452.
[5] Ebû Davud. Sünnet, 15 (nr. 4681); Tilmizi, Kıyâmet, 22 (nr. 2642)- Ahmed b. Hanbel el-Müsned, 3/440; 5/247; Münzirî, et-Tergib vet-Terhib. nr. 4454 '
[6] Ahrned b. Hanbel, el-Müsned, 4/286.
[7] Ibnü'l-Mübârek, Kitâbü'z-Zühd, nr. 353.
[8] Kaynaklarıyla Tasavvuf, Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.123.
[9] Ebu Davud, nr.4681.
[10] Selim Uğur , Semerkand Dergisi, Şubat 2013.
[11] Hâkim, Müstedrek, 2/291; Ebû Nuaym, Hilye, 9/264; Münziri. Tergib, nr. 4463.
[12] Gazali, Ihya, 2/233.
[13] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.141.
[14] Selim Uğur , Semerkand Dergisi, Şubat 2013.
[15] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.138.
[16] Selim Uğur, Semerkand Dergisi, Şubat 2013.
[17] Muhammed 47/9.
[18] Muhammed 47/28.
[19] Tevbe 9/24.
[20] Buhârî, nr. 16, 21, 6041, 6941; Müslim, İmân, 67 (nr. 43); Tirmizî, İmân 10 (nr. 2624); Nesâl, İmân 2, 3, 4 (8/94, 96, 97); Ibn Mâce, Fiten 33 (nr. 4033); Ahmed, el-Müsned, 3/103,113,172; Ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 237, 238.
[21] Hadislerle İlim ve Hikmet, İbn Receb El-Hanbelî, Semerkand Yayınları, C.3. sf.128-131.
[22] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/ 247; Heysemî, ez-Zevâid, 1/89.
[23] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.138.
[24] Hatîb, Târihu Bağdâd, 4/369; Begavî, Şertıu's-Sünne, nr. 104.
[25] Nisâ 4/65.
[26] Ahzâb 33/36.
[27] Hadislerle İlim ve Hikmet, İbn Receb El-Hanbelî, Semerkand Yayınları, C.3. sf.128-131.
[28] Buhârî, nr. 15; Müslim, imân, 69 (nr. 44); Nesâî, imân, 19 (8/114, 115); Ibn Mâce, Mukaddime, 9 (nr. 67); Ahmed el-Müsned, 3/177, 207, 275, 278; Ibn Hibbân, es-Sahih, nr. 179; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 3411.
[29] Âl-i Imrân 3/31.
[30] Taberî, Câmiu'l-Beyân, nr. 6845, 6846.
[31] Hadislerle İlim ve Hikmet, İbn Receb El-Hanbelî, Semerkand Yayınları, C.3. sf.128-131.
[32] Ebû Nuaym, Hilye, 10/356.
[33] Kasas 28/50.
[34] Tirmizî, Sıfatü'l-kıyâmet 60 (nr. 2521); Ebû Davud, Sünnet 16 (nr. 4681); Ahmed, el-Müsned, 3/440; 5/247; Hâkim, el-Müstedrek, 1/164.
[35] Ebû Nuaym, Hilye, 8/141-142; Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, s. 69.
[36] Hadislerle İlim ve Hikmet, İbn Receb El-Hanbelî, Semerkand Yayınları, C.3. sf.128-131.
[37] İmam Gazâlî, Mükâşefetü'l-Kulûb, 100.
[38] Allah Dostlarının Hayatlarından Menkıbeler Kıssalar, Semerkand Yayınları, Sf.170.
[39] İmam Ahmed.
[40] Hayâtü's-Sahâbe, Şeyh Muhammed Yusuf Kândehlevi, Semerkand Yayınları, C.3, Sf.71.
[41] İmam Ahmed, Heysemi: 8/44.
[42] Hayâtü's-Sahâbe, Şeyh Muhammed Yusuf Kândehlevi, Semerkand Yayınları, C.3, Sf.71.
[43] İbnü’l-Mübarek, Kitâbü’z-Zühd, nr. 353.
[44] Selim Uğur, Semerkand Dergisi, Şubat 2013.
[45] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.141.
[46] Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, 447.
[47] Allah Dostlarının Hayatlarından Menkıbeler Kıssalar, Semerkand Yayınları, Sf.170.
[48] Kandehlevi, Hayâtü's-Sahâbe, 3/325.
[49] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.142.
[50] Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Dergisi, Şubat 2003.
[51] Fussilet 41/34.
[52] Said Nursi, Mektûbât, 22. Mektup, üçüncü düstur.
[53] Gazâlî, Ihyâ, 2/411-412.
[54] Edep Bir Taç İmiş, Doç. Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, sf.144.
[55] Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, 473; el-Muttaki, Kenzu’l-Ummal, IX, 16; Zebidi, İthaf, VII, 22.
[56] Ebu Davud, Büyu’, 76; İbnu Hıbban, Sahih, No: 577; Heysemi, ez-Zevaid, X, 278-279.
[57] Ebu Davud,Büyu’, 46; Hakim Tirmizi, Nevadiru’l-Usûl, II, 326; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, 372; Şevkani, Fethu’l-Kadir, II, 458.
[58] Ebu Dvud, Edeb, 50; Tirmizi, Kıyame, 56; Ahmed, Müsned, VI, 44; Hakim, Müstedrek, IV, 169-170.
[59] Buhari, Zekat, 16; Müslim, Zekat, 91; Tirmizi, Zühd, 53; Nesai, Kada, 2; Darimi, Büyu’, 50; Ahmed, Müsned, I, 73; II, 439.
[60] Kalplerin Azığı - Kûtu’l-Kulûb, Ebû Tâlib El-Mekkî, Semerkand Yayınları, C.4
[61] İslâm Kardeşliğim Müslüman Kardeşim, Ali Yurtgezen, Semerkand Dergisi, Aralık 2007.
(Alıntı)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)