Temel Dört Vasfıyla İslâm'ın Model İnsanı: Mürşid-i Kâmil, Somuncu Baba


Temel Dört Vasfıyla İslâm'ın Model İnsanı: Mürşid-i Kâmil, Somuncu Baba

Yazar: Mehmet SOYSALDI

“Özellikle insanlara ahlâkıyla ve yaşantısıyla örnek ve rehber durumunda olan “Mürşid-i kâmil” dediğimiz insanların Kur'an-ı Kerim ahlâkını üzerlerinde taşımaları elzemdir. Çünkü onlar, hayatları boyunca İslâm’ı güzel temsil edip insanlara İslâm’ı anlatacaklardır. “Mürşid-i kâmil” dediğimiz insanlarda bulunması gereken birçok vasıf vardır.”

İslâm, insanı, insan-ı kâmil mertebesine çıkartmak için gönderilmiş bir dindir. Bu gayeye ulaşmak için birtakım ahlâkî prensipler vazetmiştir. Bu prensipler evrensel prensiplerdir. Her devirde insanların muhtaç oldukları ilkelerden meydana gelmektedir ki günümüz insanının da bu evrensel ahlâkî prensiplere uyması gerekir.

O evrensel ahlâkî prensiplerden bazılarını söyle sıralayabiliriz:

Sağlam iman, ilim, ihlas doğruluk, dürüstlük, güvenilirlik, ahde vefa, nezaket, adalet, hoşgörü ve cömertlik gibi.

Özellikle insanlara ahlâkıyla ve yaşantısıyla örnek ve rehber durumunda olan “Mürşid-i kâmil” dediğimiz insanların Kur'an ahlâkını üzerlerinde taşımaları elzemdir. Çünkü onlar, hayatları boyunca İslâm’ı güzel temsil edip insanlara İslâm’ı anlatacaklardır. “Mürşid-i kâmil” dediğimiz insanlarda bulunması gereken birçok vasıf vardır.

İnsanları, dinî konularda, aydınlatmak, hayırlı işlere teşvik etmek, günahlardan sakındırmak ve müminlerin İslâm ahlâkıyla ahlaklanabilmelerini temin etmek mürşid-i kâmil insanların temel vazifeleri arasındadır. Şüphesiz insanların karşısına çıkıp dini herhangi bir konuda konuşabilmek ve insanları irşat edebilmek, başta yeterli bilgi seviyesi ve iyi bir hitabet kabiliyeti olmak üzere birtakım vasıflar gerektirmektedir. Bu vasıflara sahip olmadan etkili ve faydalı bir irşat görevini icra etmek pek mümkün değildir. Mürşid-i kâmil insanlar, bu vasıfları kazanabilmek için çok okumak ve çok çalışmak zorundadırlar. Burada mürşid-i kâmil dediğimiz insanlarda bulunması gereken vasıflardan sadece dört tanesi üzerinde durmak istiyoruz.

1. Sağlam İnanç Sahibi Olmak:


İman, her Müslümanın öncelikle sahip olması gereken bir özelliktir. İslâm, önce imanla başlar. İslâma davetin başlama noktası da imandır. İslâmı insanlara anlatıp onları İslâma davet edecek ve onları imana davet edecek olan mürşid-i kâmilin de öncelikle kendisinin tam ve sağlam bir inanca sahip olma zorunluluğu vardır. Yoksa insanın inanmadığı şeyleri insanlara anlatması ve onları irşat etmesi, hem gülünç olur hem de insanlar üzerinde hiçbir tesir ve fayda sağlamaz. Mürşid-i kâmil bu kutsî vazifeyi yaparken çeşitli zorluklar ve çilelerle karşılaşabilir. Bu çile ve zorluklara katlanmak, ancak sağlam bir iman sayesinde mümkündür.[1]

Nitekim Yüce Allah, bu hususta şöyle buyurmaktadır: “İnanan kimse, yoldan sapmış kimseye benzer mi? Bunlar bir olmazlar. İnanıp yararlı işler işleyenlere gelince, onların yaptıklarına karşılık varacakları yer, cennet konaklarıdır. Ama yoldan çıkanların, işte onların varacağı yer ateştir…“[2], “De ki: Dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emir olundum. Müslümanların ilki olmakla emir olundum. De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım.“[3]

Bu ayetler, sağlam ve samimî bir imanla Allah'a bağlanmayı, O'ndan başkasına kulluk etmemeyi emretmektedir. İnanan kimse ile yoldan çıkmış kimsenin bir olmayacağı belirtilerek sağlam ve kuvvetli imanın önemi ortaya konulmuştur. Mürşid-i kâmil olan insan, ancak bu şekilde bir imanla muhatapları üzerinde etkili olabilir ve onları ikna edebilir. Sağlam ve kuvvetli iman, uyanık, anlayışlı ve bilgili olmayı gerektirir. İrşad vazifesini yerine getirmekte ve karşılaşılan güçlükleri yenebilmekte, sağlam iman insana büyük bir güç vermektedir. Başkalarını düşmüş oldukları tehlikelerden kurtarmak ve onlara iyilik yolunda önderlik yapmak, ancak sağlam imanın vermiş olduğu bir dinamizmle mümkündür.[4]

Zayıf iman, bir zorluk karşısında hemen çözülüverir; gerçekleri aslından saptırarak başka kalıplara sokmaya çalışır; şartların zorladığı istikamette hükümler vererek insanların bozulmasına sebep olur. Oysa sağlam imanlı insan, şartlar ne kadar ağır olursa olsun, hiçbir gevşeklik ve döneklik göstermeden, gerçekleri olduğu gibi anlatmayı, değişmez bir vazife bilir. Sıkıldığı ve daraldığı zaman hemen Allah'a yönelir, dayanma gücünü ve teselliyi O'nda bulur. Kim Allah'a tevekkül eder ve yardımı O'ndan beklerse elbette Allah ona kâfidir.[5] Özellikle İslâma davette ve Allah kelâmını yüceltme hususunda bizzat Yüce Allah'ın yardımı, O'na dayanan ve O'na güvenen insanlarla beraberdir.[6]


2. Bilgili Olmak:

Kur'an'da ilimle ilgili 750'den fazla ayetin bulunması İslâm dininin ilme verdiği değeri çok güzel bir şekilde açıklamaktadır. Bu ayetlerden bazılarında Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?“[7], “Allah'tan ancak âlimler korkar.“[8], “…Allah, içinizden iman etmiş olanlarla, kendilerine ilim verilmiş olanların derecelerini artırır…“[9]

Bu ayetler, ilmin ve ilim sahiplerinin üstünlüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Bu konuda Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem de şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ her kimin hayrını dilerse, ona din hususunda büyük bir anlayış verir.”[10], “İlim öğrenmek her Müslümana farzdır.”[11], “İki özellik sahibi insandan başkasına gıpta edilmez. Bunlar da; Allah tarafından kendisine mal ihsan olunup da o malı Allah yolunda harcayan kimse ile kendisine ilim ihsan edilmiş ve onu diğer insanlara öğreten ve onunla hükmeden kimsedir.”[12] Bunlardan başka, ilim ve ilim sahiplerinin yüksek derecesini gösteren pek çok ayet ve hadis vardır. Bunların hepsi de, peygamberlerin vazifesini yapan irşad ehli mürşid-i kâmillerin, ilimle yüklü olmalarına işaret etmektedir.

Hz. Ali de ilim konusunda şöyle demiştir: “İlim maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun, fakat ilim ise, seni korumaktadır. İlim, hâkim; mal, mahkûmdur. Mal, harcanmakla azalır; ilim, sarf edilmekle çoğalır.”[13]

İnsanları dinî konularda aydınlatmak ve ahlâkında ve davranışlarında güzel örnek olmak durumunda olan insanların hem dinî ilimlerde hem de sosyal bilimler alanında bilgi sahibi bir âlim olmaları gerekir. Çünkü bilgi ve anlayıştan yoksun bir kimsenin, insanları irşad etmesi düşünülemez. Cahil bir kimsenin zararı faydasından, bozması düzeltmesinden daha çoktur. İnsanlara İslâmı berrak bir şekilde anlatıp gösterecek insanın bu kutsi vazifede başarılı olabilmesi için her şeyden önce tebliğ edeceği esasları, İslâmın emir ve prensiplerini, Kur'an ve sünneti çok iyi bilmesi gerekir. Sağlam bilgi sahibi olmadan insanları bilgilendirmek ve onlara faydalı olmak mümkün değildir.[14]

3. İlmiyle Âmil Olmak (Örnek Yaşantı):

Mürşid-i kâmil insanın başarıya ulaşabilmesi ilk önce söylediklerine kendisinin bütün varlığıyla inanıp bağlanması ve herkesten önce kendi hayatında onu uygulamasıyla mümkündür. Yoksa kendisinin yapmadığı veya yapmayacağı şeyleri başkalarına söyleyen bir kişinin söylediklerinin insanlar üzerinde herhangi bir etkisinin olması mümkün değildir. Yüce Allah bu gerçeği; “İnsanlara iyiliği emredip de kendinizi unutur musunuz? Bir de Kitabı okuyorsunuz. Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?“[15] ayet-i kerimesinde ifade buyurmaktadır. Bu itibarla mürşid-i kâmilin, İslâmı bütün varlığıyla yaşamaya çalışması, halkı davet ettiği güzel ve hayırlı işleri ilk önce kendisi yaparak örnek olması gerekir. Yapılması gerektiğine inandığı şeyleri ilk önce kendisi uygulayan bir mürşid-i kâmil, bunları başkalarına da kabul ettirebilir. Yapmayacağı şeyleri söyleyenler ise: “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz. Yapmayacağınız şeyleri söylemek, Allah'ın en çok nefret ettiği şeylerdendir.“[16] mealindeki ilâhî ihtara muhatap olurlar. Bu yüzden insanlar üzerinde söylediklerinin tesirini görmek isteyen bir mürşid-i kâmilin, sözünün özüne uygun olması yani insanlardan istediğini önce kendi nefsinde uygulaması, söyledikleriyle yaşadıkları arasında herhangi bir çelişki ve tutarsızlık olmaması gerekir.

Gerçekte, “Mürşit, ağaç, irşat edilmek istenen kişi de gölge gibidir.” Ağaç düzelmeden gölgenin düzelmeyeceği gibi, kendisi doğru ve samimî olmayan bir kişinin de, başkalarını düzeltmesini beklemek boşunadır.[17]

Peygamberler tarihi incelendiğinde peygamberlerin yaşayışları, sözleri ve davet ettikleri prensiplere daima uygun olduğu görülmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in nübüvvet öncesi ve sonrası hâli ve yaşayışı gayet açık ve net olarak ortadadır. Mekkeliler, O'nun peygamberlik öncesi hayatı hakkında en küçük bir ithamda dahi bulunamıyorlardı. Çünkü İslâmdan önce O'na “el-Emîn” vasfını bizzat kendileri vermiştir. Peygamberliğinde de O, insanlara teklif ettiği hususları herkesten önce kendi nefsinde, herkesin yapabileceğinden fazlasıyla tatbik ediyordu. İşte bu özelliğinden dolayı çevresindeki insanları etkileyebilmiş ve söyledikleri sözler muhataplarında tesir uyandırmış ve onlardan kabul görmüştür. Yaşayışıyla güzel örnek olma kaidesinin tesirini gayet iyi bilen Peygamber Efendimiz, ümmetine en güzel örnek olmuştur.

Mürşid-i kâmil insanın, kutsi vazifede insanlar üzerinde etkili olması için nasihat ettiği konularda âmil olması gereklidir. İmam-ı Azam'ın, köle azadı konusunda yapacağı bir vaazı, kendisi bir köle azat edinceye kadar geciktirdiği bilinmektedir.[18]

Asrımızda İslâmî davette başarıya ulaşabilmek için mürşidin tebliğ ettiği esasları çok iyi bilerek hayatında yaşaması, güzel örnek olması mutlak bir zarurettir. Günümüz insanının İslâmı öğrenme ve kabul etmeden tamamen uzak kalmasının ana sebeplerinden birisi, İslâmı hiç duymadıklarından veya yanlış anladıklarından ziyade, Müslümanlardan gördükleri kötü yaşayış ve davranışlardır. Batıda İslâmı yeni kabul edenleri incelediğimiz zaman bunların iki ana grup teşkil ettiklerini görürüz:

a.     Allah'a ve İslâma samimiyetle bağlı Müslümanların örnek yaşayışlarından etkilenerek Müslüman olanlar,

b.     Hür düşünce ve tarafsız bir araştırmayla İslâmın hakikatini anlayarak İslâmı kabul edenler. Şüphesiz ki günümüzde birinci grup çok azdır. Şunu çok iyi bir şekilde bilmeliyiz ki, şayet Müslümanlar ve İslâmı anlatan insanları irşad edecek olan mürşidler, kendi yaşayışlarını İslâma uydurarak ve insanlara güzel bir örnek olarak İslâmı sunabilseler Avrupasıyla, Amerikasıyla bütün bir cihan kapılarını sonuna kadar İslâma açacaklardır.[19]

Kısaca ifade etmek gerekirse, İslâmı insanlara anlatmakla görevli olan mürşid-i kâmil, güzel ahlâkı, yaşayışı, ilmî otoritesi ve beşerî münasebetleri ile çevresine örnek olması, insanların dine ve ibadete ısınmalarına yardımcı olur. Bu itibarla dini anlatan kişilerin, dürüst, bilgili, becerikli, fedakâr, iyi huylu, güler yüzlü olmaları, toplumda bilgi, ilgi, sevgi, huzur, güven ve mutluluğun yayılmasında önemli bir faktördür. Toplumda önemli bir yere sahip olan mürşid-i kâmil, tavrıyla, üslûbuyla, İslâmın sevgi, iyilik, huzur ve barış dini olduğunu ifade etmeli ve bunu insanlara telkin etmelidir.[20] Ancak, en güzel telkinin sözden ziyade davranışla olduğu unutulmamalıdır.

4. İhlâs ve Samimiyet:

İhlâş amellerin özüdür. Yüce Allah'ın rızası ihlâs ile kazanılır. İhlâssız olarak dünyalar dolusu amel işlense de bunların Allah katında bir değeri yoktur. “Şüphesiz ki Allah Teâlâ sadece kendisi için ve sırf kendisinin rızası gözetilerek yapılan amelden başkasını kabul etmez.“[21] buyuran Hz. Peygamber'in emanet ettiği yüce misyonu yerine getirirken mürşid-i kamillerin, sadece Yüce Allah'ın rızasını kazanmayı esas almaları gerekir.

İslâm’a davet, ulvî bir görev olup tamamen Allah rızası gözetilerek yerine getirilmesi gereken bir iştir. Nitekim peygamberler, yapmış oldukları bu göreve karşılık kimseden bir ücret beklememiş, yalnız Allah rızasını gözetmişlerdir. Geçmiş peygamberler kavimlerini dine davet ederken şöyle demişlerdir: “Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.“[22] Bu ayette de ifade edildiği gibi peygamberler, yapmış oldukları davet karşılığında hiç kimseden bir ücret almamışlardır.[23] Bu vazifeyi yalnız Allah rızası için yapmışlar ve mükâfatını da O'ndan beklemişlerdir. İnsanlara doğru yolu gösterme, irşad etme işi o kadar yüce bir görevdir ki, onun ücreti dünya malı ile karşılanacak bir şey değildir.

Hz. Peygamber de yaptığı bu kutsal görev karşılığında insanlardan bir maddî karşılık beklememiştir. Nitekim bu hususu Yüce Allah şöyle ifade etmektedir: “(Ey Muhammed!) De ki: Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Kendiliğinden bir şey iddia eden kimselerden de değilim.“[24], “De ki: ben sizden bir ücret istersem, o sizin olsun, benim ecrim Allah'a aittir. O her şeye şahittir.“[25] Hz. Peygamber'in bu davet vazifesini hiçbir ücret karşılığı olmadan yapmış olması, muhatapların üzerinde derin bir etki yapmıştır. İşte, İslâmı insanlara anlatan ve onları davet eden mürşid de, Hz. Peygamber'i örnek edinen kimsedir. Hz. Peygamber, nasıl ki yapmış olduğu davetine karşılık hiç kimseden bir ücret, bir iltifat ve bir teşekkür beklemediyse, mürşid de aynı şeyleri beklemez. Yaptığı bu görevi yalnız Allah için yapmalı ve karşılığını da Allah'tan bekler. Eğer karşı taraf, kendisine bir saygı ve minnet duygusu beslerse, bunu da kendisinde bir hak olarak bilmez. Gönlünü Allah'a yaklaştırdığı kimselerin faziletine ve anlayışına atfetmeli ve asıl kendisi onlara minnet duygusu besler. Çünkü bu durum, başkasının tarlasını bir müddet ödünç alıp onu ekip biçen adamın durumuna benzemektedir. Ödünç alan adam, tarla sahibinden daha çok kâr etmektedir. Bunun gibi başkalarını Allah'a davet eden kimse de, davet ettiği kimseden daha kârlı bir yerde bulunmaktadır. Davetçinin Allah nezdinde alacağı mükâfat, davet edilen kimseden daha üstündür. Eğer davet edilen olmasaydı, davetçi bu mükâfata nasıl sahip olabilirdi?[26]

Mürşid-i kâmilin asıl amacı, Hakk'ın rızası ve halkın faydalanmasıdır. Dinleyicilere şirin gözükmek yerine, doğru olanı söylemek ve gerçekleri benimsetmek hedeftir. Para, şan, şöhret ya da gösteriş için yapılan konuşmalar hem konuşmacı hem de dinleyiciler için aldatıcı sonuçlar ve sorumluluklar doğurur. Yapılan her hizmette amaç, Hakk'ın rızasını O'nun rızası istikametinde ortaya koymaktır.

Samimî olmayan konuşmalar, hitabet açısından mükemmel olsalar bile, dinleyicileri pek etkilemediğinden olumlu bir sonuç doğurmaz. Güzel konuşma, bir sanat olmakla birlikte, onun asıl güzelliği ve kalitesi, özüdür, hatibin samimî olmasıdır. Vaaz eden insanın samimiyeti, şevk, heyecan ve doğruluğu vaazın insanlar üzerindeki etkisini arttırır.[27]

Mürşid-i kâmil insanlarda bulunması gerekli olan vasıflar, yalnız yukarıda maddeler hâlinde sıralamaya çalıştığımız dört vasıftan ibaret değildir. Aynı zamanda Hz. Peygamber'in taşımış olduğu bütün vasıflar, her mürşid-i kâmilde bulunması gerekli olan hususlardır. Çünkü onlar, ulvî vazife olan peygamberlik vazifesini icra etmektedirler.

Ne mutlu bu kutsal vazifede Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem'i örnek alanlara.

[1] Saka, Şevki, Kur'an-ı Kerim'in Davet Metodu, Seha Neşriyat, 2. Baskı, İstanbul 1991, s. 59.
[2] 32/Secde, 18-20.
[3] 39/Zümer, 11-13.
[4] Al-i İmran, 3/110, 114; Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., et-Taberî, Muhammed b.Cerir, Câmiu'l-Beyân an Te'vili'l-Kur'an, Mısır 1954, IV, 29-37.
[5] 65/Talak, 3.
[6] Saka, Davet Metodu, s. 62.
[7] 39/Zümer, 9.
[8] 35/Fatır, 28.
[9] 58/Mücadele, 11.
[10] Buhârî, İlim, 1.
[11] İbn Mâce, Mukaddime, 7.
[12] Buhârî, İlim, 1.
[13] Gazalî, Ebû Hamid Muhammed b.Muhammed, İhyâu Ulumi'd-Din, Kahire 1968, I, 6.
[14] Bayraktar, Mehmet Faruk, Türkiye'de Vaizlik Tarihçesi ve Problemleri, İstanbul 1997, s. 81.
[15] 2/Bakara, 44.
[16] 61/Saf, 2,3.
[17] Uludağ, Süleyman, İslâmda İrşad, Marifet Yay., İstanbul 1984, s. 132.
[18] Bayraktar, Türkiye'de Vaizlik, s.84.
[19] Önkal, Ahmet, Rasulullahın İslâma Davet Metodu, Esra Yay., Konya 1994, s. 343.
[20] Bayraktar, Türkiye'de Vaizlik, s. 83.
[21] Nesâî, Cihad, 24; Ahmed b.Hanbel, age., IV, 126.
[22] Şuara, 26/109, 127, 145, 164, 180.
[23] Bkz., Âlûsî, Ebû'l-Fadl Şihâbuddin Seyyid Mahmud, Ruhu'l-Meânî fi Tefsiri'l-Kur'ani'l-Azim ve's-Seb'i'l-Mesânî, Beyrut trş XIX, 107.
[24] 38/Sad, 87.
[25] 34/Sebe, 47.
[26] Daha geniş bilgi için bkz., Gazalî, İhya, I, 49; Saka, age., s. 90,91.
[27] Bayraktar, Türkiye'de Vaizlik, s. 89.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)