Sözde Sihirleyen Bir Kudret Vardır

Sözde Sihirleyen Bir Kudret Vardır

İşsiz ve parasız bir genç, şehrin sokaklarında dolaşarak iş arıyordu. Şehrin büyük şirketlerinden birisine gelip patronla görüşmek istedi.
Sekreter, genci başından savıp patronla görüştürmek istemedi. Çünkü gencin dilenciden farkı yoktu. Elbiseleri eski ve kirli, ayakkabıları boyasız, saçları ve sakalları birbirine karışmış, perişan bir haldeydi.
Genç ısrar edince, sekreter, patronu aradı ve dilenci kılığında bir adamın, iş için kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Patron biraz meraktan, biraz da acıma hissinden dolayı onunla görüşmeyi kabul etti.
Genç içeri girince patron ona şüpheli bir şekilde baktı. Çünkü zahiri görünüşü ona eksi puan veriyordu. Başlangıçta onu bir dakikadan fazla dinlemeye niyeti yoktu. Fakat görüşme dakikalara dönüştü, dakikalar saatlere çıktı. Konuşma hala devam ediyordu. Sonra patron, onu öğlen yemeğine davet etti. En sonunda da ona istediği işi verdi.”
Zahiren itici görünen bu gencin, o görüşmedeki muvaffakiyetinin sırrı, tek bir şeyle ifade edilebilir. Konuştuğu dile hâkimiyeti. O genç, o kadar güzel konuşuyordu ki dinleyenler bir süre sonra boyasız ayakkabılarını, eski paltosunu ve tıraşsız yüzünü unutuyorlardı.
Meşhur belagat imamlarından Câhız da öyle söylememiş mi? “İnsanlar libaslarıyla karşılanırlar, sözleriyle uğurlanırlar”
Söz, insan kişiliğinin aynasıdır. İnsan ne olduğunu konuşurken gösterir. Hz. Ali Radiyallahü Anh: “Bir insan, dilinin altında gizlidir!”  der. 
Mevlana Hazretleri de insanı karpuza benzetir. Nasıl karpuzu tıklatınca ham mı, olgun mu olduğu anlaşılırsa, öylede insanın ham mı olgun mu olduğu da ağızdan çıkan kelimelerle anlaşılır.
Veli zatlardan Ataullah İskenderî’nin dediği gibi:
“Söylenen her söz, içinden çıktığı kalbin kılığını üzerinde taşır.”
“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı.
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz.
Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini. 
Bu cihan cehennemini Sekiz uçmak ede bir söz.”

Bu satırlardaki söz kelimesini, konuşma ile aynı manada kullanan Yunus Emre, cehennemi cennete dönüştürecek büyük bir kuvvet bulur sözde.
Hz. Peygamberimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem hicretin yedinci yılında gittiği ilk umrede, Hz. Abdullah b. Revâha Radiyallahü Anh, tavaf esnasında recez okumaya başlayınca, Hz. Ömer Radiyallahü Anh, ona: “Sen Rasûlullah Aleyhisselamın önünde, Allah’ın Celle Celâlüh Hareminde bu şiiri söyleyip duracak mısın?” dedi. Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem Hz. Ömer Radiyallahü Anh’a: “Ona engel olma! Varlığım Kudret Elinde olan Allah’a Celle Celâlüh yemin ederim ki; onun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha çabuk, daha tesirlidir! İbn Revâha! Devam et!” buyurmuşlardır.
Eskiler de şöyle söylemişler: “Söz, tesirli bir silahtır. Kılıcın yapamadığını söz yapar. Güçlü olmak istersen söz ustası ol. Dil, yiğidin elindeki kamçı gibidir.”
Bir hitabıyla, isyan eden sekiz tabur askeri itaate sevk eden, ayaklanmış hamalları bir nutkuyla muti’ birer nefer hükmüne getiren Üstad Bediüzzaman da, bu asırda kılıç yerine kalemi tercih etmiştir. Eserlerinde istimal ettiği harika üslubuyla en muannid dinsizleri teslim-i silaha mecbur etmiş ve onlarda itiraza mecal bırakmamıştır. “Bazı kelimeler vardır ki büyüdür; insanı büyüler, hayran eder.” Hadisi şerifi mucibince, Bediüzzamanın milyonları büyüleyen Nur Risalelerindeki harika te’sîr ve büyük fütuhat, sözün kalpleri fetheden kuvvetinin en güzel bir ispatıdır.
Biz Müslümanlar, ahir zaman diye isimlendirilen bu asırda, dinsizliğin, fen ve felsefeyle İslamiyet’e hücum ettiği bir zamanda, manevi mücahedemizde muvaffak olmak istiyorsak, Hz. Abdullah bin Revâha Radiyallahü Anh misüllü, sözü en güzel bir surette kullanmak mecburiyetindeyiz. Çünkü güzel söz söylemek asr-ı saadette çok revaçta olduğu gibi, bu asırda da en merğub bir suret almış. Hattâ insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabûl ettirmek ve hükümlerini birbirine icrâ ettirmek için, en keskin silahını sözde buluyorlar.
Bu gün, ihlâslı, gayretli, kabiliyetli, öğrendikleriyle amel edip yaşantılarıyla insanlara örnek olmaya çalışan ve iman hakikatlerini muhtaçlara tebliğ etmekle vazifeli birçok arkadaşımız, güzel söz söyleme noktasında, kendilerini eksik görüp şevklerini kırıyorlar. “Ben bu işi yapamam, ben falan gibi güzel konuşamam, benim bu noktada kabiliyetim yok” gibi fikirlere kapılarak, hiç gayret göstermeden, ta en başından kendilerini atalete uğratıyorlar. Bu arkadaşlar hep şu sıkıntılardan dert yanıyorlar:
– Konuşmaya başlama cesaretini kendimde bulamıyorum.
– Konuşmaya başlarken çok heyecanlanıyor ve heyecanımı yenemiyorum.
– Muhataplarımın karşısına çıkınca, söyleyeceklerimin hepsini birden unutuyorum.
– Mevzu’ya nasıl başlayacağımı kestiremiyorum.
– Konuşurken kendimi diken üstünde gibi hissediyor ve rahatlayamıyorum.
– Konuşma esnasında, bir anda ne söyleyeceğimi unutuyor, konuya hâkim olamıyorum.
– Konuşmama nasıl hazırlanacağımı bilemiyorum.
– Mevzu belirlemede çok sıkıntı çekiyorum.
– Konuşma sırasında nasıl bir sıra takip edeceğimi bilemiyorum
– Muhatabın bakışlarından dehşete kapılıyor, onlarla göz teması kuramıyorum.
– Muhataplarımın dikkatlerini celp edemiyorum.
– Dikkatlerin dağıldığını görünce, kalan zamanı hızlı hızlı geçirip, dersi bitiriyorum, bu da mevzunun tam anlaşılmamasına sebep oluyor.
– Zihnimdekileri sıralarken, mevzu bütünlüğünü kaybediyorum,
– Muhataplarımın sözümü kesmeleriyle, mevzu değişiyor ve bir daha asıl mevzuya geçemiyorum.
– Jest ve mimik hareketlerinden yeterince istifade edemiyorum.
– Mevzuyu lüzumsuz yere uzatmaktan kendimi men edemiyorum
– Konuşma süresini ayarlayamıyorum.
İnsan mücadele meydanına, şevk atına binip de çıktığı zaman, karşısına en şiddetli düşman olan ye’s (ümitsizlik) çıkar. Kuvve-i maneviyesini kırar, onu atından düşürür. Hâlbuki insanları canlandıran ümittir. Ümidini kaybedenin başka kaybedecek bir şeyi yoktur. Hem çaresi bulunan şeylerde acze düşmemek gerektir. Bir şey bütün bütün elde edilmiyorsa bütün bütün terk de edilmez.
Hal böyleyken İman ve Kur’ân hakikatlerini insanlara tebliğ etmekle mükellef olan bizler, Hitabet noktasında karşılaştığımız bazı sıkıntılardan dolayı hiçbir zaman ümidimizi kaybetmemeliyiz.
Aslında yukarıda zikrettiğimiz ve birçok arkadaşımızın da dert yandığı bu sıkıntılardan başlangıçta muzdarip olmayan hiçbir hatip yoktur. Fakat zamanla ve bazı usullerin öğrenilmesiyle bu sıkıntılar en asgariye indirilebilir.
Feridun ŞAMİL

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis