Hastalıkla Şifa Bulmak

Hastalıkla Şifa Bulmak

Konu Detayları: Eşi-benzeri olmayan, her türlü eksik ve kusurdan münezzeh Rabbimiz, eksiksiz ve kusursuz bir imtihan dünyası halk etmiştir. O'nun yaratmasında, yarattıklarında hiçbir eksik ve kusur yoktur. Her şey O'nun ilmi dahilinde mükemmel bir şekilde cereyan etmektedir. Eksiklik ve kusur, imtihana bağlı olarak insan zihninde zuhur eden kavramlardır yalnızca.

Birbirine benzeyen fakat farklı özelliklerle, farklı biçim ve renklerle, birbirini tamamlayan, bütünleyen mahlûkat, ilâhi bir nizamı meydana getirmektedir. İnsan da bu nizamın önemli sorumluluk yüklenmiş bir parçası olarak yerini almıştır.

Rabbimiz, emanetin göklere, yere ve dağlara teklif edildiğini, onların bunu yüklenmekten çekindiklerini, ama emaneti insanın yüklendiğini bildiriyor. İnsanlar ‘Rabbimiz olduğuna şehadet ederiz' diyerek Cenab-ı Mevlâ'ya söz de vermişlerdir.

Dünya hayatı, emanete kimlerin sahip çıkacağının, kimlerin sözünde duracağının belli olacağı bir hayattır. Tamamen bir imtihandır.

İnsan, dünya hayatı boyunca sınanacaktır. Sabrı, samimiyeti, dürüstlüğü, mertliği sınanacak; kimin Rabbü'l Alemin'e kul, kimin nankör olduğu ortaya çıkacaktır.

Hiçbir imtihan, imtihan olunanın arzularına, isteklerine göre hazırlanmaz. Önceden bilinemeyen, tahmin edilemeyen zorluklar vardır. Felaketler, kayıplar, hastalıklar, sakatlıklar yaşanır. Fakat kimseye taşıyamayacağı bir yük de yüklenmez. Bu, Rabbimizin bir lütfu ve taahüdüdür.

Âkil ve baliğ olan herkes ilâhi emir ve yasaklarla mükellef olur. Hangi ülkede, hangi şehirde dünyaya gelindiğine, cinsiyetinin ne olduğuna, boya-posa, renge bakılmaksızın herkes bu mükellefiyet karşısında eşittir. Verdiği sözde durmak, emanete sahip çıkmakla sorumludur.

Bu imtihan dünyasında kime neyin isabet edeceği belli olmaz. Her şeye hazırlıklı olmak, başa gelince de sabırla, tevekülle hareket etmek gerekir.

Acı da olsa, ızdırap verici de olsa, hayatın bütün gerçekleri bizler içindir. Bu durumdan Mevlâ'nın en sevdiği kulları bile istisna tutulmamıştır. Aksine, bizzat Habib-i Edip Sallallahü Aleyhi Vesellem'in ifadesiyle, insanların en çok derde uğrayanları, hayatın en büyük zorluklarıyla karşılaşanları, öncelikle peygamberler olmuşlar, sonra Allah'ın iyi kulları, dostları, daha sonra da dindarlığı nisbetinde diğer kulları takip etmiştir.

Derdi-sıkıntısı olmak, hastalığa-sakatlığa maruz kalmak, eksik-kusurlu olmak, çeşitli afet ve kayıplarla karşılaşmak, çirkin ve uğursuz sayılacak, utanılacak, korkulacak, üzülecek şeyler değildir. Öyle olsaydı, Rabbimiz en zor durumları en sevdiği kullarına vermezdi. Bundan anlaşılmaktadır ki, nâhoş görünen durumların yüzü altında, insanoğlu için pek çok fayda ve hayır vardır.

Sabredenlere muhakkak ki müjdeler vardır. Bir hadis-i şerife göre, kazanılacak olan sevabın büyüklüğü, katlanılan bela ve musibetin ağırlığı nisbetinde olur. Bu yüzden Rabbü'l Alemin sevdiklerine bela, musibet verir, malından, canından eksiltir. Buna razı olan, Mevlâ'nın rızasını kazanır.

Böyle bakıldığında sıkıntılar da bir nimettir. Mana alimleri şöyle demişlerdir: “Dostun bela yükünü çeken kul ne kadar azizdir! Zira hakikatte musibet ve belalar mümin için izzettir, zahirdeki nimetler ise aslında zillettir. Çünkü mümini Hakk'ın huzuruna çıkaran şeye izzet, ondan uzak düşüren şeye zillet denir.”

Başımıza gelen musibetler iki türlüdür. Biri maddidir; zahiri hayatımıza, beden varlığımıza isabet eder. Doğuştan takdir edilmiş bedensel bir eksikliğimiz vardır veya sonradan bir özür sahibi olabiliriz. Ya da yıllarca uğraşıp didinerek biriktirdiğimiz mal varlığımız bir anda elimizden gidebilir, en yakınlarımızın ölümüyle karşılaşabiliriz. Ancak bunların hiçbiri müminin Hak'tan uzaklaşmasına sebep olmaz. Hatta başa gelene rıza gösteren kimse, bela içinde bela vereni görür. O'nun yakınlığını, sevgisini, merhametini hisseder. Maksadını anlar ve sabreder.

Asıl tehlikeli olan ise, kalbe isabet eden manevi musibettir. Kalbin hastalıkları, kusurlarıdır. Bunlar Cenab-ı Hak ile aramızda perdeler oluşturup uzaklığa sebep oldukları için, dünya ve ahiret saadetimizin kaybına sebep olabilirler.

Yokluğuna asıl üzülmemesi gereken şey, kâmil iman ve güzel ahlâktır. Diğerleri, dünyanın ölümle birlikte yok olacak geçici halleridir.

Rabbimiz'in yaptıklarındaki hikmeti anlamak ancak O'nun lütfettiklerine mahsustur. “Sizin hayır zannettiklerinizde şer, şer zannettiklerinizde hayır olabilir” buyuran Rabbimiz, sabrımıza karşılık bizi terbiye edip olgunlaştırmakta, kemale ermemizi istemektedir. İnsan, kendi gayretiyle ulaşamadığı kemale musibetler vesilesiyle erişebilir.

Hastalık, dert, acı çekmek, mümine ibadet sevabı kazandırır. Çeşitli dertlere uğramış, acılar çekmiş olan kişi acizliğini, zayıflığını hisseder; merhametli ve şefkatli olan Rabbi'ne sığınmak ve yalvarmak ihtiyacını duyar. Sıkıntısını gidermesini O'ndan ister. Böylece gösterişten uzak, içten ve samimi bir ibadet yapmış olur. Allah'tan şikayet etmemek şartı ile hastalıkların, kusur ve kayıpların mümin için ömür boyu ibadet sayıldığını, Fahr-i Alem Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz çok açık bir şekilde ifade etmişlerdir.

Aynı zamanda hastalık, dert ve sıkıntılar, inanan insan için uyarıcıdır; gafletten ve sorumsuzca yaşamaktan kurtulmaya sebeptir.

Bu dünyaya güzel yaşayalım, rahat edip, zevk içinde gün geçirelim diye gelmedik. Ömür sermayemizi doğru kullanır, Rabbimize verdiğimiz sözde durmaya her şart altında çalışırsak, O'nun lütfuyla ahirette rahat edeceğiz. Hem de bir gün, iki gün değil; ebediyyen...

Başımıza gelenlerden ibretler, dersler alıp Mevlâ'ya şükretmek; çok ağır geldiğinde de sabır ve yardım dilemek gerekir.

Soğuk olmazsa, sıcaklık anlaşılmaz. Karanlık olmazsa ışık bilinmez. Açlık olmazsa tokluk tat vermez. İşte musibetler de insana nimetlerin kıymetini hissettirir, onu nimetlere nankörlükten kurtarıp, şükür edenler arasına ilhak eder. Zaten yaşadığımız her şey hem imtihanımız, hem kemale ermemiz için değil mi?

Suyun ve sabunun kirleri yıkayıp temizlediği gibi, dertler ve musibetler de insanın günah kirlerini yıkar, temizler. Hastalık ve musibetlerin müminin işlediği günahları temizlemeye ve affettirmeye vesile olduğu, günahlara kefaret olduğu, Allah ve Rasulü Sallallahü Aleyhi Vesellem tarafından ifade edilmiştir.

Günahlar, kişinin ebedi hayatını tehdit eden manevi hastalıklardır. Kalbi, ruhu yaralayan, vicdanı tahrip eden illetlerdir. Musibete uğrayan kimse, yaşadığı acı, sıkıntı ve üzüntülerle, günahlarının cezasını bu dünyada çekerek temizlenir; ilâhi affa erişerek, ahirete arınmış halde gider.

Günahsız, masum kimselerin başlarına gelen, bedenlerine zarar veren dertler ise, onların derecelerini yükseltme, faziletlerini çoğaltma, Allah'a olan yakınlıklarını artırma vesilesidir.

Sabırla karşılanırsa, ibadetlerle ulaşılamayacak manevi makam ve mertebelere musibetlerle çıkılabilir. Özellikle hastalık hali, duanın kabulüne sebeptir. Nitekim Fahr-i Cihan Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz, “hastanın duasını alınız, onun duası içtendir ve geri çevrilmez” buyurmuştur.

Tekrar hatırlatalım, asıl korkulması gereken, dinî hayata gelen belalar ve musibetlerdir. Kişinin dinî hayatına, ahiretine ve maneviyatına zarar veren her türlü hal, korkulması ve sakınılması gereken bir musibettir. Sefahat alışkanlığı, günahlar, zulümler, kişinin dinine zarar veren davranışlardır. İnsanı Allah'a sığınmaya zorlayan sıkıntılı bir hayat, gaflet ve sefahate sürükleyecek varlık ve zenginlikten, sağlık ve güzellikten kat-be-kat değerlidir.

Rabbimiz'in her kuluna çizdiği bir hayat yolu var. İmtihan ve terbiye usulleri var. Yeryüzünü de, hayat ve ölümü de, kimin daha güzel iş yapacağı ortaya çıksın diye yaratmıştır. Sonuçta dönüş O'nadır.

Rabbimizin tevfik ve inayeti ile…

Alıntı: Mübarek EROL


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis