Zamanı İyi Değerlendirmemenin Vebali Çok Büyüktür

Zamanı İyi Değerlendirmemenin Vebali Çok Büyüktür
            Değerli dostlar geri kalmışlığın nedeni nedir? Gelişmişliğin nedeni nedir? Bu soruları sık sık kendimize sormak gerekmez mi?
            Müslüman ülkelerin hali ortada… Oluk oluk Müslüman kanı akıyor. Açlık, yokluk, yoksulluk diz boyu… Kıtalar ötesinden gelen Abd ordusu Afganistan’da, Irak’ta milyonlarca Müslümanı öldürdü, halen de öldürüyor. İsrail, Abd, İngiltere üçlüsü, dünyadaki tüm terör örgütlerini kuruyor, yönetiyor. Her ülkede kan döküp suçu terör örgütlerinin üstüne atıyorlar. Terör örgütlerini kurup yöneten zaten kendileri değil mi? Arkasında süper güçler olmasa bir terör örgütü ne kadar ayakta durabilir ki…
Sözde kendi halkı veya dini için kurulan kanlı terör örgütleri; kimin için çarpıştıklarını bilmiyor, arkalarındaki karanlık güçleri araştırmıyor, kendi kardeşlerini acımasızca katlediyorlar. Müslüman ülke halklarında cehalet, gaflet, ihanet, vurdumduymazlık kol geziyor.
Derhal uyanmak gerek… Ama nasıl? Kısaca bir şeyler söyleyeceğiz… Şanlı geçmişimizden ve dünyadan misaller vereceğiz.
            Çok çalışacağız. Eğitime, bilime ve bilim adamlarına önem vereceğiz.
Bütün imkânlarımızı bilime adayacağız. Tembelliği, savurganlığı, vurdumduymazlığı, boş şeylerle uğraşmayı, birbirimizle didişmeyi yeneceğiz. Gelişen ülkeler ne yaptıysa biz onlardan daha iyisini, daha fazlasını yapacağız. Tarihin mezarlığı yok olan milletlerle doludur. Allah muhafaza etsin! Biz de yok olabiliriz. Ya çalışıp var olacağız, ya gaflette boğulacağız.
            Şanlı İslâm tarihinden bir misal…
İki cihan güneşi sevgili peygamberimiz; Bedir Savaşı’nda alınan esirlere karşı iyi davranılmasını emretti. Sadece ikisini, Ukbe b. Ebû Muayt ile Nadr b. Hâris’i vaktiyle Müslümanlara yaptıkları işkenceye karşılık ölüme mahkûm etti, diğer esirlere yapılacak muamele konusunda da ashabın görüşünü aldı. Hz. Ebû Bekir’in teklifini benimseyerek esirleri malî durumlarına göre ödeyecekleri 1000-4000 dirhem fidye karşılığında serbest bıraktı. Bazı esirler karşılıksız, okuma yazma bilenler ise on Müslüman’a okuma yazma öğretmeleri şartıyla serbest bırakıldı.
İşte İslâmiyet’in okuma yazmaya; yani “BİLİME” verdiği önem.
            İşte, bir tarihi anı…
Osmanlı Döneminde çok tanınmış bir âlim varmış. Yüzlerce, talebe yetiştirmiş. Bu ünlü âlim bir gün vefat etmiş. Talebesi olan hoca efendiler hem defnetmek, hem taziye için toplanıp gelmişler. Hoca efendinin kapısını çalmışlar. Hoca efendinin hanımı kapıya çıkmış.
Hoca efendiler demiş. “Hoş geldiniz sefa geldiniz. Hocanızı defnedeceksiniz. Fakat talebelerinizi ihmal ettiniz. Gidin medreseye, onların dersini verin. Öyle gelin! Cenazeyi biraz sonra defnetsek bir şey olmaz. Fakat talebeleri ihmal ederseniz bu vebalin altından kimse kalkamaz...”
            Başka çarpıcı bir tarihi anı…
Yine ünlü âlimlerden biri, sabahleyin derse benzi soluk gelmiş. Talebeler sormuş:
-         Hocam benziniz çok soluk, yoksa hasta mısınız? Âlim efendi demiş ki:
Hayır, bugün oğlum öldü. Onu defnedemedim.
Talebeler:
-         Hocam demişler neden geldiniz? Medreseyi tatil edelim. Hep beraber
kardeşimizi defnedelim!
Âlim:
-         Çocuklar sizin derslerinizi ihmal etmek istemedim! En azından öğlene
kadar derslerimizi yapalım. Zamanı iyi değerlendirmemenin vebali çok büyüktür. Ondan sonra defnederiz...
            İşte Bir Misal Daha
Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri, 1950’lerde, ilerlemiş yaşına ve şekerden rahatsız olmasına rağmen, kış günlerinde bile Kısıklı’daki evinden çıkar, iki tramvay, bir vapur ve dört yerde yaya yürümek suretiyle Şehzadebaşı Taştekneler’deki derslerine giderdi.
1954 yıllarında cuma ve pazar günleri hariç her sabah Kısıklı’dan Bulgurlu’ ya yürür. 6-8 saat genç rûhlara ilim ve feyz vermeye devam ederdi.
Bir gün ders okuturken şekeri yükseldi ve rahatsızlığı arttı. Burnundan, okuttuğu kitabın üzerine kan damlayınca, talebeleri heyecanlandı. Fakat O, hiç telaşlanmadan burnunu tutup, mendilini çıkardı, kitaptaki ve üzerindeki kanları sildikten sonra, hemen:
-“Oku oğlum! Kaybedecek zamanımız yok” buyurarak derse devam etti.
            Dünya tarihinden eşsiz bir misal…
Polonya asıllı bilim kadını Marie Skłodowska Curie (7 Kasım 1867 – 4 Temmuz 1934); radyoaktivite konusundaki çalışmalarda bir öncüdür. Bu kahraman bilim kadını, laboratuvarda gece gündüz radyasyon yutarak şu büyük ödülleri kazandı.
1-1903 - Nobel Fizik Ödülü,
2-1903 - İngiliz Kraliyet Birliği'nden Davy madalyası,
3-1911 - Nobel Kimya Ödülü,
4- 1921 - Bilime katkılarından ötürü, Amerika'nın kadınları adına, başkan Warren Harding'ten 1 gram radyum.
Bilim insanları arasında, kimse onun kadar ağır bedel ödemedi. Bilim aşkı ve buluşları, kanserden ölümüne neden oldu.
            İşte bir diğer misal daha…
Ivan Petrovich Pavlov (1849-1936) yılları arasında yaşamış olan Rus bilim adamı. Şartlı tepkiler üzerine deneyler yapmıştır. Laboratuvara 10 dakika kadar geç gelen asistanına sebep sorup "Devrim oldu, hocam!" cevabını aldığında; "Yapacak bunca iş varken devrimden sana ne?" Diye  asistanını azarlamıştır.

            Değerli dostlar çok okuyacağız. Yüce Kur’an-ı Kerim’in ilk inen ayeti “OKU” değil mi? Okuyan, araştıran, çalışan, üreten, ürettiğini adilce paylaşan, dinini en iyi yaşayan hakiki Müslüman olmak dileğiyle… Hoşça kalın değerli dostlar…
                                                                                                                     Yaşar AKKAŞ

“Bu eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis