Kayıtlar

Hayıf Bana, Yazık Bana, Vah Bana!

Hayıf Bana, Yazık Bana, Vah Bana! Muradıma maksuduma ermezsem, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Kadir Mevlâm cemalini görmezsem, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Daima isyandır hep benim işim, Nic'olur kabirde ol garip başım, Duadan unutman eşim yoldaşım, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Âsi kulum defterine bak derse, Yüzün karaları gör ne çok derse, Yerim göğüm arasından çık derse, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Okumayıp defterimi şaşırsam, Mahşer yerlerinde derde düşürsem, Mümin kullarından ayrı düşersem, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Derviş Yunus Arasat’a varırsam, Yüzüm karaların anda görürsem, Defterimi sol elime alırsam, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Yunus Emre

Allah’ü Teâlâ’nın Huzurunda Beni Nasıl Gördün?

Allah’ü Teâlâ’nın Huzurunda Beni Nasıl Gördün? Mecnun bir gün çölde namaz kılan bir insanın önünden geçmiş. Adam da Mecnun’u yakasından tutmuş ve aralarında şöyle bir konuşma olmuş: -Bre deli ne diye koskoca çölde tam da benim önümden geçip namazımı bozdun? -Allah Allah sen şimdi beni gördün mü yani? -Elbette gördüm. Koskoca herifsin nasıl görmeyeyim? -Hayret… Ben Leyla'nın aşkından gözüm hiç bir şeyi görmezken sen Allah’ü Teâlâ'nın huzurunda beni nasıl gördün? Gerçekten çok hayret.

Cennete Koşuşun!

Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Rabbinizden bir mağfirete; Allah’a ve peygamberlerine inanlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sâhibidir.” (Hadid, 21) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Allah’ım senden mağfireti kazandıracak sebepleri dilerim.” (Tirmizî, Salatü’l-hâce 479; İbn Mâce, Salatü’l-hâce 1384) Üftâde (ks) Hazretleri şöyle demiştir: Şüphesiz ki Allah Teâlâ bizi emir âleminden ruhlar âlemine, sonra oradan cisimler âlemine göndermiş ve bizi en güzel kıvamda yaratmış ve cüz’i bir irâde vermiştir. Ve şöyle buyurmuştur: “Eğer bu irâdenizi ibâdetler, tâatler ve iyilikleri kazanma yönüne sarf ederseniz sizi cennete koyar, size visâli ve cemâl-i ilâhîyi görmeyi kolaylaştırırım.” Sonra bu yola olanca gücümüzle koşmamızı emir buyurdu. Dünyanın ömrü kısa olduğu için Allah Teâlâ mübâlağa ile koşmamızı emretmiştir. Peygamberler ve veliler gittiler, e...

Sen O’nu Tanı

Sen O’nu Tanı Cenâb-ı Hak buyuruyor: “İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur. Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. (Ey Muhammed!) De ki: Küfrünle biraz eğlenedur; çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!” (Zümer, 8) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular:                              “Bolluk ve rahat içinde iken Allah’ı tanı ki zorluk ve sıkıntı zamanında O da seni tanısın.” (Ahmed, Müsned, I, 307; Aclûnî, I, 366) Baklî’nin Arâis adlı eserinde şöyle der: “Allah Teâlâ, yakîni zayıf olanları şöyle tavsif ediyor: Kendisine Allah’ın imtihanının elemi dokunduğu zaman O’nu tanımadan O’na dua eder. O’nun nimeti kendisine ulaştığı zaman ise nimetle nimet verenden perdelenir. Böylece her iki yoldan da...

Dünya Hayatı

  Dünya Hayatı Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sâhibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Âhirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızâsı vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd, 20) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Dünya ile benim durumum nedir, benim dünya ile ilgim bir yolcunun durumuna benzer; o yolcu sıcak bir günde bir ağacın gölgesinde durup gölgelenir, sonra o gölgeyi bırakıp yoluna devam eder.” (Tirmizî, Zühd 44; İbn Mâce, Zühd 3; Müsned, I, 391.) Dünya hayatı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir. Yâni dünya, yok olması çok çabuk olan cam ya da çini gibi maddelerden sayılabilecek bir metâdır. İnsan tabîatı önce ilk gördüğüne meyleder. Ama onu al...

Mağrur Olma!

Mağrur Olma! Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez.” (Nahl, 23) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Hiçbir kimse yoktur ki onun başında biri yedinci kat göğe giden, diğeri yerin yedinci katına doğru giden iki zincir bulunmasın. Kişi tevazu gösterdiğinde, Allah onu yedinci kat semadaki zincirle yüceltir. Kibirlendiğinde ise yedinci kat yerdeki zincirle alçaltır.” (Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, VII, 158) Küçük bir fâre kocaman bir devenin yularını kapmış, eline almış, kurula kurula gidiyordu. Deve, kendi huyu, uysal tabiatı yüzünden, onunla yol alıp giderken fâre, kendi küçüklüğünü göremeden: “–Meğer ben ne müthiş bir pehlivanmışım, develeri sürükleyebilecek bir yiğitmişim!” diye böbürleniyordu. Gide gide bir nehrin kenarına geldiler. Nehri gören fare, kibrinin şaşkınlığı içinde donup kaldı. Onun kibrinin farkında olan deve ise, mânidâr bir şekilde: ...

Aldı, Bağrına Bastı, Ağladı

Aldı, Bağrına Bastı, Ağladı Bir Saliha kadın vardı. Bir gün ekmek pişirmek için tandır yaktı. Tandır, tamam yandı ve kızgın hale geldi ki, öğle namazı vakti oldu. O kadıncağızın, henüz emzikte bir çocuğu vardı. Yavrusunu bir kenara koydu, gitti abdest aldı ve namaza durdu. Kadın, namaz kılarken, oğlan sürtüne sürtüne tandırın kenarına vardı. Kadın, gözünün ucuyla çocuğunun tandırın kenarına kadar geldiğini fark etti amma, namazda olduğu için ilgilenmedi, namazını bozarak yavrusunun yardımına koşmadı. Namazı kılıp bitirdiği zaman gördü ki, yavrusu tandıra düşmüş ve o kızgın tandırda ateşin tam orta yerinde kendi kendine oynayıp duruyor, bir kılına bile zeval gelmemiş. Aldı, bağrına bastı, ağladı ve Allah’ü Teâlâ’ya şükrederek evinin işleriyle uğraşmağa devam etti. Gördünüz mü? O kadıncağızın sabrı ve tevekkül ü teslimiyetiyle Hak Teâlâ yavrusunu nasıl esirgedi ve ateşte yakmadı. Şu halde, Allah’ü Teâlâ’nın kazasına sabredeceğiz ki rızasına ve nimetine erişebilelim. Zira ...

Sabır Çanağı Taştı!

Sabır Çanağı Taştı! Sabırla ilgili çok meşhur bir deyim vardır, sabır çanağı taştı, diye. Hikâyesi ise şöyle; Zengin bir adam genç yaşta ölmüş. Karısı da bir yıl sonra ölünce, mallarının tek varisi olan küçük kızlarına amcası vasî olmuş. Amcası, yengesi ve oğulları, yetim kızcağızın hem mallarını yerler hem de hizmetçi gibi davranırlarmış. Bütün ev halkının ayrı ayrı tafralarını çeken, hakaretlerine hedef olan bu yavru, sık sık dayak yermiş. Halini kimselere anlatmasını beceremez ve hiç kimse ile konuşturulmayarak çamaşır, bulaşık, ortalık temizliği mutfak işleri gibi adi hizmetlerde çalıştırılırmış. Kabahati olsun olmasın her gün dövülerek korkutulurmuş. Tavan arasındaki odasında geceleri geç vakitlere kadar ağlayan kızcağız, bir gece rüyasında Peygamber Eyüp Aleyhisselâm’ı görmüş. Rüyasında Eyüp Aleyhisselâm, bu kızın derdini dinlemiş, sırtını sıvazlamış, onu teskin ve teselli etmiş, sabır tavsiye ederek kendisine bir çanak vermiş. —Bak yavrum, bu çanağı giz...

Ey Doğruların Yardımcısı Olan Allah’ım!

Ey Doğruların Yardımcısı Olan Allah’ım! Gencin birisi Kâbe’de hep, “— Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, Ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım, sana hamdü sena ederim!” diye dua eder. Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi: “— Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir şey bilmiyor musun?” der. O da anlatır: Yedi sekiz sene önce yine Be’de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam bin altın vardı. İçimden bir ses: “— Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın” diyordu. Hayır dedim kendi kendime. Bu benim değil. Başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada birisi “— Şöyle bir torba bulan var mı?” diye bağırıyordu. Çağırdım onu. “— Nasıl bir torbaydı? İçinde ne vardı?” diye sordum. Torbayı tarif etti ve “— İçinde bin altın vardı” dedi. “— Torban burada.” diyerek verdim. Adam torbayı açıp bana otuz altın verdi. Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, “— Bu köle i...

El Kârda, Gönül Yârda…

El Kârda, Gönül Yârda… Nakşibendiyye yolu büyüklerinden, Şah-ı Baheddin Nakşibendi Hazretlerinin Halifesi Muhammed Parisa Hazretleri, Müridanıyla Hacca gitmişler… Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’i ziyaret amacıyla Medine-i Münevvereye vardıklarında çarşıda gözleri bir gence ilişir. Ticaret yapmakta ve bir hayli altın kazanmaktaymış. Birde kalbine nazar edelim demişler. Gencin kalbi Allah’ı zikir halinde “— Allah! Allah!” , dediğini mana gözüyle gören, Muhammed Parisa Hazretleri, İhvan-ı Kiram’a dönerek; “ — El Kârda, Gönül Yârda” buyururlar. Mekke-i Mükerreme’ye geçilmiş. Kâbe ziyareti sırasında, Kâbe örtüsüne yapışmış Piri Fani ihtiyar ağlamaktaydı. “— Keşke ben de böyle ağlayarak Hakk’a ilticâ edebilsem.” der ve adamın hâline gıpta eder. Kalplerinde nazar ettiklerinde Allah’tan dünya nimetlerini talep ettiğini görmüşler. Meğerse ihtiyar kişi Allah’tan dünyalık istemekteymiş. Muhammed Parisa Hazretleri yine müridana döner.    ...

Bu da geçer Ya Hû!

Bu da geçer Ya Hû! ‘Bu da geçer Ya Hû’ sözünün aslı bundan bin kusur sene önceye, Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar, fena bir işe uğradıkları zaman ‘Bu da geçer’ manasına gelen ‘k’afto ta perasi’ demektedirler. İbare, Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘Bu da geçer!’ yapılır. Derken, tekkelerde ve dergâhlarda da benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘Bu da geçer Ya Hû’ haline gelir. Bu da geçer ya Hû! Hikâyesi Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir’in bölgenin en zengin kişilerind...

Her Müslümanın Günlük Yapması Gereken 14 Salih Amel

Her Müslümanın Günlük Yapması Gereken 14 Salih Amel İslam, dünyadan ve insanlardan uzak yaşamayı teşvik etmez. İslam, toplumlara indirilmiş bir dindir. Bu sebeptendir ki, Müslümanlardan birbiriyle ilgilenen ve yardım eden, erdemli bir toplum oluşturmasını ve bunun için çalışmasını bekler. İslam’ın beraberinden getirdiği bütün öğretiler insanların hayatlarını olumlu yönde değiştirebilmesi ve daha iyi bir şekilde yaşayabilmeleri içindir. Bu ilkeler, insanın hayatını daha da güzelleştirebilmesi için kâfidir. Aşağıda, hayatımızı daha güzel hale getirecek, değiştirecek 14 salih amel bulunuyor. Bu salih amellere geçmeden önce, kişi neden salih amel işlemeli onu bir düşünmelidir. Buna cevabı Kur’an’da Allah (subhanehu ve te’ala) vermektedir. “Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (16/Nahl 97) Ayetten de anladığımız üzere, Allah (subhanehu ve te’al...