40 Kudsî Hadîs 96
40 Kudsî Hadîs
Musa Kazım GÜLÇÜR
Giriş
أعوذ
بالله من الشيطان الرجيم
بِسْمِ
اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ
لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ اللَّهُمَّ صَلِّ وسلم عَلَى الْأَوَّلِ فِي
الْإِيجَادِ وَالْجُودِ وَالْوُجُودِ، اَلْفَاتِحِ لِكُلِّ شَاهِدٍ وَمَشْهُودٍ،
حَضْرَةِ الْمُشَاهَدَةِ وَالشُّهُودِ، اَلسِّرِّ الْبَاطِنِ وَالنُّورِ
الظَّاهِرِ الَّذِي هُوَ عَيْنُ الْمَقْصُودِ، مُمَيِّزِ قَصَبِ السَّبْقِ فِي
عَالَمِ الْخَلْقِ الْمَخْصُوصِ بِالْعُبُودِيَّةِ، اَلرُّوحِ الْأَقْدَسِ
الْعَلِيِّ وَالنُّورِ الْأَكْمَلِ الْبَهِيِّ، اَلْقَائِمِ بِكَمَالِ
الْعُبُودِيَّةِ فِي حَضْرَةِ الْمَعْبُودِ، اَلَّذِي أُفِيضَ عَلَى رُوحِي مِنْ
حَضْرَةِ رُوحَانِيَّتِهِ، وَاتَّصَلَتْ بِمِشْكَاةِ قَلْبِي أَشِعَّةُ
نُورَانِيَّتِهِ، فَهُوَ الرَّسُولُ الْأَعْظَمُ وَالنَّبِيُّ الْأَكْرَمُ
وَالْوَلِيُّ الْمُقَرَّبُ الْمَسْعُودُ، وَعَلَى أٰلِهِ وَأَصْحَابِهِ خَزَائِنِ
أَسْرَارِهِ، وَمَعَارِفِ أَنْوَارِهِ، وَمَطَالِعِ أَقْمَارِهِ، كُنُوزِ
الْحَقَائِقِ، وَهُدَاةِ الْخَلَائِقِ، نُجُومِ الْهُدَى لِمَنِ اقْتَدَى،
وَسَلَّمَ تَسْلِيماً كَثِيراً كَثِيراً
“Allâhumme salli alâ
(Seyyidinâ) Muhammed ve âli (Seyyidinâ) Muhammed”
Elhamdu lillâhi rabbil alemîn, vessalâtu vesselâmu
ala rasulina ve şefii zunubina ve seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve eshabihi
ve ihvanihi minennebiyyîn ve’l-mürselin ve’s-siddîkîn ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn
ve ala melaiketillâhi’l-mukarrabin adede halkihi ve ridâe nefsihi ve zinete
arşihi ve midâde kelimâtihi ve bi adedi ilmih. Âmin.
Kudsî
Hadis Nedir, Kudsî Hadislerin Diğer Hadîs-i Şerîflerden Farkı Nedir?
“Kudsî” kelimesi, mukaddes ve yüce varlığa (Allah’a)
nispet edilen anlamına gelir. “Kudsî hadis, Hz. Peygamber’in Sallallahü Aleyhi
Vesellem Allâh’a (cc) izafe ettiği hadislerdir. “Hadîs-i Rabbanî” veya “Hadîs-i
İlahî” olarak da adlandırılırlar.” Efendimiz’in Sallallahü Aleyhi Vesellem,
bazen Cibril (as) vasıtasıyla, bazen vahiy, ilham veya rüya unsurları ile Allah
Teâlâ’dan rivayet ettiği hadislerdir. “Kudsî hadis” diye adlandırılır, çünkü
Efendimiz’in Sallallahü Aleyhi Vesellem mübarek beyanları olan hadis-i
şerîflerin aksine, senetleri doğrudan Cenâb-ı Allâh Teâlâ ve Tekaddes
Hazretlerine dayanır. Dolayısı ile kudsî hadislerin ilk kaynağı Allah
Teâlâ’dır. Hitap O’nundur ve Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem râvî
durumundadır. Nitekim bu tür hadislerin başında genellikle şu ibareler görülür:
“Resülullah, Rabbinden rivayet ettiği hadiste şöyle buyurdu…” veya
“Resülullah’ın rivayet ettiği hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurdu…”
Seyyid Şerif Cürcanî
(v. h. 816), Ta’rifat adlı eserinde hadîs-i kudsîyi şöyle tanımlıyor: “Kudsî
hadis, manası Allâh’tan, kelimeleri ise Peygamberimizden olan sözlerdir. Bu
açıdan Allah’ın (cc), Hz. Peygamber’e vahiy yoluyla veya rüyasında ilettiği ve
Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in de kendi sözleriyle dile
getirdikleridir.” (Cürcânî, Tarifât, 88, Mektebetu Lübnan, Beyrut-1985).
Hadîs-i Kudsî ve
Kur’an-ı Kerîm Arasındaki Fark
“Ayet
el-Kürsî, Kur’ân-ı Kerîm, Bakara, 2/255.”
Hadîs-i kudsîler ve Kur’ân-ı Kerîm âyetleri arasında
bazı yönlerden farklılıklar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, Kur’an’ın
ifadelerinin mucizevi olması ve melek Cebrail (as) aracılığı ile gelmiş
olmasıdır. Hadîs-i kudsîler, Kur’ân-ı Kerîm ile kıyaslandığında şu
farklılıklara sahiptirler:
1. Kur’ân-ı Kerîm,
bütün kelimeleri ve harfleri ile mütevatir iken hadîs-i kudsîler böyle
değildir.
2.
Kur’ân-ı Kerîm, abdestsiz ele alınmaz, boy abdesti iktiza etmişken sadece
dokunulmaz değil aynı zamanda okunması da yasaktır.
3. Kur’ân-ı Kerîm,
namazlarda ibadet maksatlı okunur, her bir harfi için sevap vardır, ancak
hadîs-i kudsîler için bu kurallar yoktur.
Şimdi bu güzel kudsî
hadîslerle sizleri baş başa bırakıyoruz.
40 Kudsî Hadîs
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَمَّا قَضَى اللَّهُ الْخَلْقَ كَتَبَ فِي كِتَابِهِ
عَلَى نَفْسِهِ، فَهُوَ عِنْدَهُ فَوْقَ
الْعَرْشِ إِنَّ رَحْمَتِي تَغْلِبُ غَضَبِي
01-
Ebu
Hüreyre’den rivayete göre Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmaktadır: “Allâh, mahlukatı yaratmaya hükmettiği vakit, Arşın üzerinde,
kendi yanında bulunan kitabına, kendisi için şöyle yazmıştır: ‘Muhakkak benim
rahmetim gazabıma galip gelmiştir.’
(Müslim, Tevbe,
2751)
Hilye-i Şerîfe
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنِ النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: قَالَ اللَّهُ: كَذَّبَنِي ابْنُ آدَمَ
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ ذَلِكَ، وَشَتَمَنِي وَلَمْ يَكُنْ لَهُ ذَلِكَ، فَأَمَّا
تَكْذِيبُهُ إِيَّايَ فَقَوْلُهُ لَنْ يُعِيدَنِي كَمَا بَدَأَنِي، وَلَيْسَ
أَوَّلُ الْخَلْقِ بِأَهْوَنَ عَلَيَّ مِنْ إِعَادَتِهِ، وَأَمَّا شَتْمُهُ
إِيَّايَ فَقَوْلُهُ اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا، وَأَنَا الْأَحَدُ الصَّمَدُ لَمْ
أَلِدْ، وَلَمْ أُولَدْ، وَلَمْ يَكُنْ لِي كُفْئًا أَحَدٌ
02-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“Âdemoğlu beni
yalanladı, halbuki beni yalanlamak ona yakışmazdı. Bazısı da bana sövdü,
halbuki bana sövmek ona yakışmazdı.
Âdemoğlunun beni
yalanlaması, ‘Allâh, beni ilk defa yarattı ama, beni öldükten sonra tekrar
yaratamaz’ sözüdür. Hâlbuki ilk yaratma, benim üzerime ikinci defa yaratmaktan
daha kolaydır.
Âdemoğlunun bana
sövmesine gelince: ‘Allah bir çocuk edindi’ sözüdür. Hâlbuki ben Ehadim,
Samedim, doğurmadım ve doğurulmadım ve hiç kimse benim dengim olmamıştır.”
(Buhari, Tefsir, 8;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/317)
عن زيد بن خالد الجهني قال صَلَّى لَنَا رَسولُ اللَّهِ صَلَّى
اللهُ عليه وسلَّمَ صَلَاةَ الصُّبْحِ بالحُدَيْبِيَةِ علَى إثْرِ سَمَاءٍ كَانَتْ
مِنَ اللَّيْلَةِ، فَلَمَّا انْصَرَفَ النبيُّ صَلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ أقْبَلَ
علَى النَّاسِ، فَقالَ: هلْ تَدْرُونَ مَاذَا قالَ رَبُّكُمْ؟ قالوا: اللَّهُ
ورَسولُهُ أعْلَمُ، قالَ: أصْبَحَ مِن عِبَادِي مُؤْمِنٌ بي وكَافِرٌ، فأمَّا مَن
قالَ: مُطِرْنَا بفَضْلِ اللَّهِ ورَحْمَتِهِ، فَذلكَ مُؤْمِنٌ بي كَافِرٌ
بالكَوْكَبِ، وأَمَّا مَن قالَ: بنَوْءِ كَذَا وكَذَا، فَذلكَ كَافِرٌ بي مُؤْمِنٌ
بالكَوْكَبِ
03-
Zeyd
b. Hâlid el-Cühenî’nin rivayetine göre Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, Hudeybiye’de
gece yağan bir yağmur akabinde sabah namazını kıldırdı. Namazı bitince Ashab-ı
Kiram’a doğru döndü ve:
“Rabbinizin ne
buyurduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar:
“Allah ve Resulü
daha iyi bilir” dediler. Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu nakletti:
“Kullarımdan bir
kısmı mümin olarak sabahladığı gibi bir kısmı da kâfir olarak sabahlamıştır.
‘Allah’ın fazlı,
keremi ve rahmetiyle bize yağmur yağdırdı’ diyenler, işte bunlar bana inanan,
yıldızların yağmur yağdırabileceğine inanmayanlardır.
Ama ‘bize filan ve
filan yıldızın etkisiyle yağmur yağdırıldı’ diyenlere gelince işte bunlar, beni
inkâr edip yıldızlara inanlardır.”
(Buhari, Ezan, 156;
İstiska 28; Müslim, Îman, 125; Ebû Davud, Tıb, 22)
“Allâhumme salli alâ
(Seyyidinâ) Muhammed ve âli (Seyyidinâ) Muhammed”
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: قَالَ اللَّهُ يَسُبُّ بَنُو آدَمَ الدَّهْرَ
وَأَنَا الدَّهْرُ بِيَدِي اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ
04-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
‘Âdemoğlu dehre
(zamana) söver. Halbuki Ben dehrim (zamanı yaratanım). Gece ve gündüz (oluşumu
ve devamı) Benim kudretimledir.’
(Buhari, Tefsir, 45)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: قَالَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى
أَنَا أَغْنَى الشُّرَكَاءِ عَنِ الشِّرْكِ مَنْ عَمِلَ عَمَلاً أَشْرَكَ فِيهِ
مَعِي غَيْرِي تَرَكْتُهُ وَشِرْكَهُ
05-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“Ben, kendisine şirk
koşulmasından en uzak olanım. Kim işlediği amelde benden başkasını bana ortak
yaparsa, o kişiyi ortak koştuğu ile baş başa bırakırım.”
(Müslim, Zühd, 46)
Hilye-i Şerîfe
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، قَالَ: سَمِعْتُ
رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: إِنَّ أَوَّلَ
النَّاسِ يُقْضَى يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَيْهِ رَجُلٌ اسْتُشْهِدَ، فَأُتِيَ بِهِ
فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَهَا، قَالَ: فَمَا عَمِلْتَ فِيهَا؟ قَالَ قَاتَلْتُ
فِيكَ حَتَّى اسْتُشْهِدْتُ، قَالَ: كَذَبْتَ، وَلَكِنَّكَ قَاتَلْتَ لِأَنْ
يُقَالَ: جَرِيءٌ، فَقَدْ قِيلَ، ثُمَّ أُمِرَ بِهِ فَسُحِبَ عَلَى وَجْهِهِ حَتَّى أُلْقِيَ فِي
النَّارِ. وَرَجُلٌ تَعَلَّمَ الْعِلْمَ وَعَلَّمَهُ وَقَرَأَ الْقُرْآنَ،
فَأُتِيَ بِهِ، فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَهَا، قَالَ: فَمَا عَمِلْتَ فِيهَا؟
قَالَ: تَعَلَّمْتُ الْعِلْمَ وَعَلَّمْتُهُ، وَقَرَأْتُ فِيكَ الْقُرْآنَ، قَالَ:
كَذَبْتَ، وَلَكِنَّكَ تَعَلَّمْتَ الْعِلْمَ لِيُقَالَ: عَالِمٌ، وَقَرَأْتَ
الْقُرْآنَ لِيُقَالَ: هُوَ قَارِئٌ، فَقَدْ قِيلَ، ثُمَّ أُمِرَ بِهِ، فَسُحِبَ
عَلَى وَجْهِهِ حَتَّى أُلْقِيَ فِي النَّارِ. وَرَجُلٌ وَسَّعَ اللَّهُ عَلَيْهِ،
وَأَعْطَاهُ مِنْ أَصْنَافِ الْمَالِ كُلِّهِ، فَأُتِيَ بِهِ، فَعَرَّفَهُ
نِعَمَهُ فَعَرَفَهَا، قَالَ: فَمَا عَمِلْتَ فِيهَا؟ قَالَ: مَا تَرَكْتُ مِنْ
سَبِيلٍ تُحِبُّ أَنْ يُنْفَقَ فِيهَا إِلَّا أَنْفَقْتُ فِيهَا لَكَ، قَالَ:
كَذَبْتَ، وَلَكِنَّكَ فَعَلْتَ لِيُقَالَ: هُوَ جَوَادٌ، فَقَدْ قِيلَ، ثُمَّ
أُمِرَ بِهِ فَسُحِبَ عَلَى وَجْهِهِ، ثُمَّ أُلْقِيَ فِي النَّارِ
06-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh şöyle rivayet eder: Resülullah Sallallahü Aleyhi
Vesellem şöyle buyuruyor:
“Kıyamet günü hesabı
ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ
ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf
eder. Cenâb-ı Hak:
— “Peki, bunlara
karşılık ne yaptın?” buyurur.
— “Şehit düşünceye
kadar senin uğrunda cihat ettim” diye cevap verir.
— “Yalan
söylüyorsun. Sen, “Ne babayiğit adam desinler diye savaştın, o da denildi”
buyurur. Sonra emredilir de o kişi yüzüstü Cehennem’e atılır.
Bu defa ilim
öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da
verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da:
— “Peki, bu
nimetlere karşılık ne yaptın?” diye sorar.
— “İlim öğrendim, öğrettim
ve senin rızan için Kur’an okudum” cevabını verir.
— “Yalan
söylüyorsun. Sen “âlim” desinler diye ilim öğrendin, “ne güzel okuyor” desinler
diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi” buyurur. Sonra emredilir
o da yüzüstü Cehennem’e atılır.
Daha sonra Allah’ın
kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği
nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.
— “Peki ya sen bu
nimetlere karşılık ne yaptın?” buyurur.
— “Verilmesini
sevdiğin, razı olduğun hiçbir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak
için verdim, harcadım” der.
— “Yalan
söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını “ne cömert adam” desinler diye
yaptın. Bu da senin için zaten söylendi” buyurur. Emredilir bu da yüzüstü
Cehennem’e atılır.
(Müslim,
Fezailü’l-cihad, 152; Nesai, Cihad, 22; Ahmed, Müsned, 2/322)
عَنْ عُقْبَةَ بْنِ عَامِرٍ، قال: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: يَعْجَبُ رَبُّكَ مِنْ رَاعِي غَنَمٍ فِي
رَأْسِ شَظِيَّةِ الْجَبَلِ يُؤَذِّنُ بِالصَّلَاةِ وَيُصَلِّي، فَيَقُولُ اللَّهُ
عَزَّ وَجَلَّ: انْظُرُوا إِلَى عَبْدِي هَذَا يُؤَذِّنُ وَيُقِيمُ الصَّلَاةَ
يَخَافُ مِنِّي قَدْ غَفَرْتُ لِعَبْدِي وَأَدْخَلْتُهُ الْجَنَّةَ
07-
Ukbe
b. Âmir Radiyallahü Anh, Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyururken
işittim demiştir:
“Bir dağın başında,
yüksek bir yerinde bulunan bir çobanın, namaz için ezan okuması ve sonra namaz
kılmasına Rabbiniz hayret eder ve şöyle buyurur:
“Bu kuluma bir
bakın. Ezan okuyup namazını kılıyor. Benden korkuyor. Öyleyse Ben de bu kulumu
affettim ve onu Cennet’ime aldım.”
(Ebu Dâvud, Salât,
272; Nesâî, Ezân, 26)
“Allah, sizlerin tövbelerinizi kabul etmek
istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyor.”
(Kur’ân-ı Kerîm, Nisa, 4/27)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنْ النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: مَن صَلَّى صَلاةً لَمْ يَقْرَأْ فيها
بأُمِّ القُرْآنِ فَهي خِداجٌ ثَلاثًا غَيْرُ تَمامٍ. فقِيلَ لأَبِي هُرَيْرَةَ:
إنَّا نَكُونُ وراءَ الإمامِ؟ فقالَ: اقْرَأْ بها في نَفْسِكَ؛ فإنِّي سَمِعْتُ
رَسولَ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عليه وسلَّمَ يقولُ: قالَ اللَّهُ تَعالَى: قَسَمْتُ
الصَّلاةَ بَيْنِي وبيْنَ عَبْدِي نِصْفَيْنِ، ولِعَبْدِي ما سَأَلَ، فإذا قالَ
العَبْدُ: {الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ العالَمِينَ}، قالَ اللَّهُ تَعالَى:
حَمِدَنِي عَبْدِي، وإذا قالَ: {الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ}، قالَ اللَّهُ تَعالَى:
أثْنَى عَلَيَّ عَبْدِي، وإذا قالَ: {مالِكِ يَومِ الدِّينِ}، قالَ: مَجَّدَنِي
عَبْدِي، وقالَ مَرَّةً فَوَّضَ إلَيَّ عَبْدِي، فإذا قالَ: {إيَّاكَ نَعْبُدُ
وإيَّاكَ نَسْتَعِينُ} قالَ: هذا بَيْنِي وبيْنَ عَبْدِي، ولِعَبْدِي ما سَأَلَ،
فإذا قالَ: {اهْدِنا الصِّراطَ المُسْتَقِيمَ صِراطَ الَّذينَ أنْعَمْتَ عليهم
غيرِ المَغْضُوبِ عليهم ولا الضَّالِّينَ} قالَ: هذا لِعَبْدِي ولِعَبْدِي ما
سَأَلَ
08-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh, Nebi Sallallahü Aleyhi Vesellem’den şöyle rivayet
etmektedir:
“Kim namaz kılar da
onda Ümmü’l-Kur’an’ı (Fatiha suresini) okumazsa o namaz güdüktür, tamam
değildir.” Bunun üzerine Ebu Hüreyre’ye şöyle denildi:
“Biz bazen imamın
arkasında (ona uymuş olarak) namaz kılıyoruz (dolayısı ile Fatiha suresini
okumamış oluyoruz).” Ebu Hüreyre bunun üzerine şöyle dedi:
‘‘O zaman sen de
içinden oku. Ben Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’in şöyle buyurduğunu
işittim: Allah (cc) şöyle buyurmuştur: “Ben namazı kendimle kulum arasında
ikiye taksim ettim. Kuluma dilediği şey verilecektir.” Kul; “Elhamdülillahi
Rabbi’l-alemîn” dediğinde, Allah Teala, “Kulum bana hamd etti” der. O,
“er-Rahmâni’r-Rahîm” dediğinde, Allah Teala, “Kulum beni övdü” der. O, “Mâliki
yevmi’d-dîn” dediğinde, Allah Teala, “Kulum bana senada bulundu” der. Efendimiz
Sallallahü Aleyhi Vesellem bazen de şöyle derdi: “Kulum (işlerini) Bana emanet
etti.” O, “İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn” dediğinde, Allah Teala, “İşte bu,
benimle kulum arasındadır. Kuluma dilediği şey verilecektir.“ Kul,
“İhdine’s-sırâta’l-müstekîm, sırâta’l-lezîne en’amte aleyhim ğayri’l-mağdûbi
aleyhim vele’d-dâllîn” dediğinde, “Bunlar kulumundur. Kuluma dilediği şey
verilecektir” buyurur.
(Müslim, Salat, 38;
Ebu Davud, Salat, 131)
عن أَبِي هُرَيْرَةَ رضي الله عنه قَالَ، سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: إِنَّ أَوَّلَ مَا يُحَاسَبُ بِهِ
الْعَبْدُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ عَمَلِهِ صَلَاتُهُ فَإِنْ صَلُحَتْ فَقَدْ
أَفْلَحَ وَأَنْجَحَ وَإِنْ فَسَدَتْ فَقَدْ خَابَ وَخَسِرَ، فَإِنْ انْتَقَصَ
مِنْ فَرِيضَتِهِ شَيْءٌ قَالَ الرَّبُّ عَزَّ وَجَلَّ: انْظُرُوا هَلْ لِعَبْدِي
مِنْ تَطَوُّعٍ فَيُكَمَّلَ بِهَا مَا انْتَقَصَ مِنْ الْفَرِيضَةِ؟ ثُمَّ يَكُونُ
سَائِرُ عَمَلِهِ عَلَى ذَلِكَ
09-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh Nebi Sallallahü Aleyhi Vesellem’den şöyle işittiğini
rivayet etmiştir:
“Kıyamet gününde
kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa,
işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı
çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb’i:
“Bir bakın, kulumun eksik bıraktığı farzlar, nafileleri ile tamamlanabiliyor
mu?” der. (Farzlardaki eksiklik nafilelerle tamamlanır.) Sonra diğer
amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.”
(Tirmizî, Mevâkît,
188; Ebu Davud, Salât, 149; Nesâî, Salât, 9; İbni Mâce, İkâmet, 202)
Hilye-i Şerîfe
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ تَعَالَى عَنْهُ قَالَ، قَالَ
رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ:
الصَّوْمُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ، يَدَعُ شَهْوَتَهُ وَأَكْلَهُ وَشُرْبَهُ
مِنْ أَجْلِي، وَالصَّوْمُ جُنَّةٌ، وَلِلصَّائِمِ فَرْحَتَانِ، فَرْحَةٌ حِينَ
يُفْطِرُ، وَفَرْحَةٌ حِينَ يَلْقَى رَبَّهُ تَعَالَى، وَلَخَلُوفُ فَمِ
الصَّائِمِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللَّهِ تَعَالَى مِنْ رِيحِ الْمِسْكِ
10-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“İnsanın oruç
dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben
vereceğim. Oruç kalkandır.” (Efendimiz devamla):
“Oruçlunun ağız
kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun iki sevinç anı
vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine
kavuştuğu andır.”
(Buhari, Savm, 9;
Müslim, Sıyâm, 163)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ، قَالَ اللَّهُ: أَنْفِقْ يَا ابْنَ
آدَمَ، أُنْفِقْ عَلَيْكَ
11-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“Ey âdemoğlu! (Allah
için) infak et ki, Ben de sana infak edeyim.”
(Buhari, Tefsîru
sûre (11), 2; Nefakât 1; Tevhid, 35; Müslim, Zekât, 36, 37)
Aman Ya Fahr-i Âlem
عَنْ أَبِي مَسْعُودٍ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: حُوسِبَ رَجُلٌ مِمَّنْ كَانَ قَبْلَكُمْ، فَلَمْ يُوجَدْ
لَهُ مِنَ الْخَيْرِ شَيْءٌ، إِلَّا أَنَّهُ كَانَ يُخَالِطُ النَّاسَ وَكَانَ
مُوسِرًا، فَكَانَ يَأْمُرُ غِلْمَانَهُ أَنْ يَتَجَاوَزُوا عَنِ الْمُعْسِرِ،
قَالَ: قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: نَحْنُ أَحَقُّ بِذَلِكَ مِنْهُ، تَجَاوَزُوا
عَنْهُ
12-
Ebu
Mesud Radiyallahü Anh’dan rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü Aleyhi
Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Sizden önceki ümmete mensup bir kişi hesaba
çekildi. Hayırlı bir ameli bulunamadı. Ancak bu kişi, insanlar arasına karışır,
onlara kolaylık gösterirdi. Çalışanlarına, sıkıntı içinde olan kimseleri
(borcunu ödemekte zorlananları) bırakmalarını emrederdi. Allah (cc), şöyle
buyurdu:
“Biz buna (müsamaha göstermeğe ve zorlamamağa)
ondan daha layığız, onu bırakınız (affediniz).”
(Müslim, Musâkât, 30)
عَنْ عَدِيَّ بْنَ حَاتِمٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ يَقُولُ
كُنْتُ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فَجَاءَهُ رَجُلَانِ أَحَدُهُمَا يَشْكُو الْعَيْلَةَ وَالْآخَرُ يَشْكُو قَطْعَ
السَّبِيلِ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَمَّا
قَطْعُ السَّبِيلِ فَإِنَّهُ لَا يَأْتِي عَلَيْكَ إِلَّا قَلِيلٌ حَتَّى تَخْرُجَ
الْعِيرُ إِلَى مَكَّةَ بِغَيْرِ خَفِيرٍ، وَأَمَّا الْعَيْلَةُ فَإِنَّ
السَّاعَةَ لَا تَقُومُ حَتَّى يَطُوفَ أَحَدُكُمْ بِصَدَقَتِهِ لَا يَجِدُ مَنْ
يَقْبَلُهَا مِنْهُ، ثُمَّ لَيَقِفَنَّ أَحَدُكُمْ بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ لَيْسَ
بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ حِجَابٌ وَلَا تَرْجُمَانٌ يُتَرْجِمُ لَهُ، ثُمَّ
لَيَقُولَنَّ لَهُ أَلَمْ أُوتِكَ مَالًا فَلَيَقُولَنَّ بَلَى، ثُمَّ
لَيَقُولَنَّ أَلَمْ أُرْسِلْ إِلَيْكَ رَسُولًا فَلَيَقُولَنَّ بَلَى، فَيَنْظُرُ
عَنْ يَمِينِهِ فَلَا يَرَى إِلَّا النَّارَ، ثُمَّ يَنْظُرُ عَنْ شِمَالِهِ فَلَا
يَرَى إِلَّا النَّارَ، فَلْيَتَّقِيَنَّ أَحَدُكُمُ النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ
تَمْرَةٍ، فَإِنْ لَمْ يَجِدْ فَبِكَلِمَةٍ طَيِّبَةٍ
13-
Adiy
b. Hatim Radiyallahü Anh şöyle demiştir:
Ben Peygamber’in
yanında bulunduğum sırada Peygamber’e bir adam gelip, O’na fakirlikten şikâyet
etti. Sonra Peygamber’e başka bir kimse geldi ve o da yol kesenlerden
(eşkıyalardan) şikâyet etti. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem yol
eşkıyalarından şikâyet edene (dönerek):
— “Sen yakın bir
zaman sonra, kervanların muhafızları olmaksızın Mekke’ye gittiklerini
göreceksin” buyurdu.
Fakirlikten şikâyet
edene de dönerek:
—Sizden birinizin,
kendisinden sadaka kabul edecek kimseyi arayacağı, fakat kabul edecek hiç
kimseyi bulamayacağı bir zaman gelmeden kesinlikle kıyamet kopmayacaktır.
Sonra sizden biriniz
Allah’ın huzuruna çıkacak, Allah ile kendi arasında herhangi bir perde
olmayacak. Allah ile kendi arasında kelâmını tercüme edecek bir tercüman
olmayacak. Allah ona:
— Ben sana mal
(zenginlik) vermedim mi? diye soracak.
Kul:
— Evet (verdin)
diyecek.
— Ben sana bir Resul
göndermedim mi? diye soracak.
O kul da:
— Evet (gönderdin),
diye cevap verecek.
Bu hâlde iken o
kimse, sağına bakacak ateşten başka bir şey göremeyecek. Soluna bakacak yine
ateşten başka bir şey göremeyecek.
Peygamber Sallallahü
Aleyhi Vesellem devamla: “Şimdi, sizin her biriniz, bir tek hurmanın yarısı ile
bunu da bulamazsa güzel sözle kendisini Cehennem ateşinden korusun” buyurdu.
(Buhari, Zekât, 24)
“Sana ölüm gelinceye
kadar Rabbine ibadet et.”
(Kur’ân-ı Kerîm,
Hicr, 15/99)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ قَالَ: إِنَّ لِلَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى مَلَائِكَةً سَيَّارَةً
فُضُلًا يَتَتَبَّعُونَ مَجَالِسَ الذِّكْرِ، فَإِذَا وَجَدُوا مَجْلِسًا فِيهِ
ذِكْرٌ قَعَدُوا مَعَهُمْ، وَحَفَّ بَعْضُهُمْ بَعْضًا بِأَجْنِحَتِهِمْ حَتَّى
يَمْلَئُوا مَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ السَّمَاءِ الدُّنْيَا، فَإِذَا تَفَرَّقُوا
عَرَجُوا وَصَعِدُوا إِلَى السَّمَاءِ، قَالَ: فَيَسْأَلُهُمُ اللَّهُ عَزَّ
وَجَلَّ وَهُوَ أَعْلَمُ بِهِمْ مِنْ أَيْنَ جِئْتُمْ ؟ فَيَقُولُونَ: جِئْنَا
مِنْ عِنْدِ عِبَادٍ لَكَ فِي الْأَرْضِ يُسَبِّحُونَكَ، وَيُكَبِّرُونَكَ،
وَيُهَلِّلُونَكَ، وَيَحْمَدُونَكَ، وَيَسْأَلُونَكَ، قَالَ: وَمَاذَا
يَسْأَلُونِي؟ قَالُوا: يَسْأَلُونَكَ جَنَّتَكَ، قَالَ: وَهَلْ رَأَوْا جَنَّتِي؟
قَالُوا: لَا أَيْ رَبِّ، قَالَ: فَكَيْفَ لَوْ رَأَوْا جَنَّتِي؟ قَالُوا:
وَيَسْتَجِيرُونَكَ، قَالَ: وَمِمَّ يَسْتَجِيرُونَنِي؟ قَالُوا: مِنْ نَارِكَ يَا
رَبِّ، قَالَ وَهَلْ رَأَوْا نَارِي؟ قَالُوا: لَا، قَالَ: فَكَيْفَ لَوْ رَأَوْا
نَارِي؟ قَالُوا: وَيَسْتَغْفِرُونَكَ، قَالَ، فَيَقُولُ: قَدْ غَفَرْتُ لَهُمْ
فَأَعْطَيْتُهُمْ مَا سَأَلُوا وَأَجَرْتُهُمْ مِمَّا اسْتَجَارُوا، قَالَ:
فَيَقُولُونَ: رَبِّ فِيهِمْ فُلَانٌ عَبْدٌ خَطَّاءٌ إِنَّمَا مَرَّ فَجَلَسَ
مَعَهُمْ، قَالَ: فَيَقُولُ: وَلَهُ غَفَرْتُ هُمُ الْقَوْمُ لَا يَشْقَى بِهِمْ جَلِيسُهُمْ
14-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem Efendimiz buyurdular ki:
“Şüphesiz ki, Allah
Tebâreke ve Teâlâ’nın bir takım seyyar (gezici) melekleri vardır. Bunlar zikir
meclislerini araştırırlar. İçerisinde zikir olan bir meclis buldular mı,
onlarla otururlar ve kanatlarıyla birbirlerini kuşatırlar. Ta ki, kendileriyle
dünya semasının arası dolar. Cemaat dağıldığı vakit, yükselir ve gökyüzüne
çıkarlar.
Aziz ve Celil olan
Allah, onların hallerini meleklerden daha ziyade bildiği halde (övdürmek için)
meleklere sorar:
“Nereden geldiniz?”
Melekler derler:
“Yeryüzündeki
kullarının yanından geldik. Onlar seni tesbih ediyorlar, tekbir ediyorlar,
tehlil (Lâilâhe ilallah) ediyorlar, sana hamd ve sena ediyorlar ve senden bir
istekte bulunuyorlar.”
Allahu Teâlâ
buyurur:
“Benden ne
istiyorlar?” Melekler derler:
“Senden Cennet’ini
istiyorlar.”
Allah Teâlâ buyurur:
“Onlar Cennet’imi
gördüler mi?” Melekler:
“Hayır ey Rabbimiz.”
Allah Teâlâ buyurur:
“Bir de Cennet’imi
görselerdi!” Melekler:
“Kulların ayrıca
senden kurtuluş istiyorlar.”
Allah Teâlâ buyurur:
“Neyden kurtulmayı
istiyorlar?” Melekler:
“Senin ateşinden
(Cehennem’inden) Ya Rab!”
Allah Teâlâ buyurur:
“Onlar ateşimi
gördüler mi?” Melekler:
“Hayır, (ateşini
görmediler.)”
Allah Teâlâ buyurur:
“Ya bir de ateşimi
görselerdi!” Melekler:
“Onlar senden
bağışlanma da istiyorlar.”
Allah Teâlâ buyurur:
“Ben onları muhakkak
bağışladım. İstedikleri Cennet’i verdim ve onları korktuklarından emin kıldım.”
Bunun üzerine melekler:
“Rabbimiz! (Onların
içinde bulunan) filan kul çok günahkardır. (Şahsi işi için) oradan geçerken
onların yanına oturdu.”
Allahu Teâlâ
buyurur:
“Onu da bağışladım.
Onlar öyle değerli bir topluluktur ki, onlarla bulunan hiçbir kimse şaki
olmaz.”
(Müslim, Zikir, 25;
Buhari, Deavat, 66)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ
النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يقولُ اللَّهُ تَعالَى: أنا عِنْدَ
ظَنِّ عَبْدِي بي، وأنا معهُ إذا ذَكَرَنِي، فإنْ ذَكَرَنِي في نَفْسِهِ
ذَكَرْتُهُ في نَفْسِي، وإنْ ذَكَرَنِي في مَلَإٍ ذَكَرْتُهُ في مَلَإٍ خَيْرٍ
منهمْ، وإنْ تَقَرَّبَ إلَيَّ بشِبْرٍ تَقَرَّبْتُ إلَيْهِ ذِراعًا، وإنْ
تَقَرَّبَ إلَيَّ ذِراعًا تَقَرَّبْتُ إلَيْهِ باعًا، وإنْ أتانِي يَمْشِي
أتَيْتُهُ هَرْوَلَةً
15-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“Ben kulumun beni düşündüğü gibiyim. Beni
zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni yalnız başına anarsa, ben de onu
yalnız anarım. Şayet beni bir toplulukla beraber anarsa, ben de onu daha
hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir
zira yaklaşırım, o bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O
bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.”
(Buhârî, Tevhîd, 50;
Müslim, Zikir, 2, 19, 50; Tevbe, 1)
“Allâhumme salli alâ
(Seyyidinâ) Muhammed ve âli (Seyyidinâ) Muhammed”
عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا، عَنْ النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فِيمَا يَرْوِي عَنْ رَبِّهِ عَزَّ وَجَلَّ،
قَالَ: إِنَّ اللَّهَ كَتَبَ الْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّئَاتِ، ثُمَّ بَيَّنَ ذَلِكَ:
فَمَنْ هَمَّ بِحَسَنَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا، كَتَبَهَا اللَّهُ لَهُ عِنْدَهُ
حَسَنَةً كَامِلَةً، فَإِنْ هُوَ هَمَّ بِهَا فَعَمِلَهَا، كَتَبَهَا اللَّهُ لَهُ
عِنْدَهُ عَشْرَ حَسَنَاتٍ، إِلَى سَبْعِمِائَةِ ضِعْفٍ، إِلَى أَضْعَافٍ
كَثِيرَةٍ، وَمَنْ هَمَّ بِسَيِّئَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا، كَتَبَهَا اللَّهُ لَهُ
عِنْدَهُ حَسَنَةً كَامِلَةً، فَإِنْ هُوَ هَمَّ بِهَا فَعَمِلَهَا، كَتَبَهَا
اللَّهُ سَيِّئَةً وَاحِدَةً
16-
İbni
Abbas Radiyallahü Anh’dan rivayete göre, Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem
Rabbi Celle ve Alâ’dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle demiştir:
“Allah Teâlâ, iyi ve
kötü amelleri bir hükme bağladı. Sonra da bu hükmü şöyle açıkladı:
Her kim iyi bir amel
yapmak diler de onu yapmazsa, Allah Teâlâ, o kimse hesabına kendi katında (o
ameli işlemiş gibi) tam bir sevap yazdırır. Eğer o kimse güzel bir amel işlemek
ister ve yaparsa, Allah Teâlâ, o kimse hesabına kendi katında on sevaptan, yedi
yüz misline veya daha fazlasına kadar sevap yazdırır.
Bir kimse kötü bir
iş işlemek ister ama onu yapmazsa, Allah Teâlâ o kimse için kendi katında tam
bir sevap yazdırır. Eğer o kimse fena bir iş yapmak ister ve o fenalığı
yaparsa, Allah Teâlâ onun için sadece bir kötülük yazdırır.”
(Buhârî, Rikak, 31;
Müslim, Îmân, 207, 259)
عَنْ أَبِي ذَرٍّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِيمَا يَرْوِي عَنْ رَبِّهِ عَزَّ وَجَلَّ أَنَّهُ قَالَ: يَا
عِبَادِي إِنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلَى نَفْسِي وَجَعَلْتُهُ بَيْنَكُمْ
مُحَرَّمًا فَلَا تَظَالَمُوا، يَا عِبَادِي كُلُّكُمْ ضَالٌّ إِلَّا مَنْ
هَدَيْتُهُ فَاسْتَهْدُونِي أَهْدِكُمْ، يَا عِبَادِي كُلُّكُمْ جَائِعٌ إِلَّا
مَنْ أَطْعَمْتُهُ فَاسْتَطْعِمُونِي أُطْعِمْكُمْ، يَا عِبَادِي كُلُّكُمْ عَارٍ
إِلَّا مَنْ كَسَوْتُهُ فَاسْتَكْسُونِي أَكْسُكُمْ، يَا عِبَادِي إِنَّكُمْ
تُخْطِئُونَ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَأَنَا أَغْفِرُ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ
جَمِيعًا فَاسْتَغْفِرُونِي أَغْفِرْ لَكُمْ، يَا عِبَادِي إِنَّكُمْ لَنْ
تَبْلُغُوا ضَرِّي فَتَضُرُّونِي وَلَنْ تَبْلُغُوا نَفْعِي فَتَنْفَعُونِي، يَا
عِبَادِي لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ وَإِنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ كَانُوا عَلَى
أَتْقَى قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مِنْكُمْ مَا زَادَ ذَلِكَ فِي مُلْكِي شَيْئًا،
يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ وَإِنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ
كَانُوا عَلَى أَفْجَرِ قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مِنْكُمْ مَا نَقَصَ ذَلِكَ مِنْ
مُلْكِي شَيْئًا، يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ وَإِنْسَكُمْ
وَجِنَّكُمْ قَامُوا فِي صَعِيدٍ وَاحِدٍ فَسَأَلُونِي فَأَعْطَيْتُ كُلَّ
إِنْسَانٍ مِنْهُمْ مَسْأَلَتَهُ مَا نَقَصَ ذَلِكَ عِنْدِي إِلَّا كَمَا يَنْقُصُ
الْمِخْيَطُ إِذَا دَخَلَ الْبَحْرَ، يَا عِبَادِي إِنَّمَا هِيَ أَعْمَالُكُمْ
أُحْصِيهَا لَكُمْ ثُمَّ أُوَفِّيكُمْ إِيَّاهَا، فَمَنْ وَجَدَ خَيْرًا
فَلْيَحْمَدِ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ. وَمَنْ وَجَدَ غَيْرَ ذَلِكَ فَلَا
يَلُومَنَّ إِلَّا نَفْسَهُ
17-
Ebu
Zer Radiyallahü Anh’den rivayete göre Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem
Rabbi Celle ve Alâ’dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle demiştir:
“Ey kullarım!
Şüphesiz ben zulmü kendime haram kıldım. Ve onu sizin aranızda da haram kıldım;
o halde birbirinize zulmetmeyin. Ey kullarım! Benim hidayete erdirdiklerim
dışında hepiniz dalalettesiniz. Öyleyse benden hidayet isteyin ki sizi hidayete
erdireyim. Ey kullarım! Benim yedirdiklerimin dışında hepiniz açsınız; o halde
benden size yedirmemi isteyin ki sizi doyurayım. Ey kullarım! Benim
giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız. Öyleyse benden sizi giydirmemi
isteyin ki sizi giydireyim. Ey kullarım! Şüphesiz siz gece-gündüz hata
işliyorsunuz. Ben ise bütün günahlarınızı bağışlarım. Öyleyse benden bağışlanma
talep edin ki sizi bağışlayayım. Ey kullarım! Şu bir gerçektir ki, siz bana
asla ne zarar verebilirsiniz ne de fayda sağlayabilirsiniz.
Ey kullarım! Eğer
öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizden en takva
sahibi (Allah’ın emir ve yasaklarına karşı en saygılı) bir adamın kalbi üzere
olsalar, bu benim mülküme hiçbir şey katmaz. Ey kullarım! Eğer öncekileriniz,
sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz sizden en fasık bir adamın kalbi
üzere olsalar, bu benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez.
Ey kullarım! Eğer
öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde ve aynı
anda benden talepte bulunsalar, herkese istediğini veririm ve bu benim katımda
bir iğnenin denize daldırılıp çıkarıldığında eksilttiği kadardır. Ey kullarım!
Amelleriniz tamamen sizindir. Ben onları kaydediyorum. Daha sonra size
amellerinizin karşılığını tam bir şekilde vereceğim. Kim bir hayır bulursa
Allah’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa, nefsinden başkasını
kınamasın.”
(Müslim, Birr, 55)
“Şüphesiz ki Allah
ve melekleri o peygambere çok salât (ve tekrîm) ederler. Ey îman edenler, siz
de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle de selâm verin.” (Kur’ân-ı Kerîm,
Ahzâb, 33/56)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَقُولُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ:
يَا ابْنَ آدَمَ مَرِضْتُ فَلَمْ تَعُدْنِي قَالَ يَا رَبِّ كَيْفَ أَعُودُكَ
وَأَنْتَ رَبُّ الْعَالَمِينَ قَالَ أَمَا عَلِمْتَ أَنَّ عَبْدِي فُلَانًا مَرِضَ
فَلَمْ تَعُدْهُ أَمَا عَلِمْتَ أَنَّكَ لَوْ عُدْتَهُ لَوَجَدْتَنِي عِنْدَهُ يَا
ابْنَ آدَمَ اسْتَطْعَمْتُكَ فَلَمْ تُطْعِمْنِي قَالَ يَا رَبِّ وَكَيْفَ
أُطْعِمُكَ وَأَنْتَ رَبُّ الْعَالَمِينَ قَالَ أَمَا عَلِمْتَ أَنَّهُ
اسْتَطْعَمَكَ عَبْدِي فُلَانٌ فَلَمْ تُطْعِمْهُ أَمَا عَلِمْتَ أَنَّكَ لَوْ
أَطْعَمْتَهُ لَوَجَدْتَ ذَلِكَ عِنْدِي يَا ابْنَ آدَمَ اسْتَسْقَيْتُكَ فَلَمْ تَسْقِنِي
قَالَ يَا رَبِّ كَيْفَ أَسْقِيكَ وَأَنْتَ رَبُّ الْعَالَمِينَ قَالَ
اسْتَسْقَاكَ عَبْدِي فُلَانٌ فَلَمْ تَسْقِهِ أَمَا إِنَّكَ لَوْ سَقَيْتَهُ
وَجَدْتَ ذَلِكَ عِنْدِي
18-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ kıyamet günü şöyle buyurur” demiştir:
“Ey âdemoğlu! Ben
hasta oldum beni ziyaret etmedin!” Kul:
“Ey Rabbim, Sen
Rabbülalemin iken ben seni nasıl ziyaret ederim?” diyecek. Rab Teâlâ:
“Bilir misin, falan
kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin. Bilmiyor musun, eğer ziyaret
etseydin, beni onun yanında bulacaktın!” diyecek. Rab Teâlâ:
“Ey âdemoğlu ben
senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın!” diyecek. Kul bunun üzerine:
“Ey Rabbim, ben seni
nasıl doyururum. Sen ki alemlerin Rabbisin?” diyecek. Rab Teâlâ:
“Bilir misin, falan
kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmiyor musun ki, sen eğer
ona yiyecek verseydin, (mükafatını) yanımda bulacaktın!” diyecek. Rab Teâlâ:
“Ey âdemoğlu! Ben
senden su istedim bana su vermedin!” diyecek. Kul:
“Ey Rabbim, ben sana
nasıl su içirebilirim, sen ki alemlerin Rabbisin!” diyecek. Rab Teâlâ:
“Kulum falan senden
su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın,
(mükafatını) yanımda bulacaktın!” diyecek.
(Müslim, Birr, 43)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى:
الْكِبْرَيَاءُ رِدَائِي، وَالْعَظَمَةُ إِزَارِي، فَمَنْ نَازَعَنِي وَاحِدًا
مِنْهُمَا أَدْخَلْتُهُ النَّارَ وَفِي رِوَايَةٍ: قَذَفْتُهُ فِي النَّارِ
19-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“Büyüklük ridamdır,
izzet de izarımdır. Kim bu iki şeyde benimle niza ederse onu ateşe atarım.”
(Müslim, Birr, 136;
Ebu Davud, Libas, 29)
Hilye-i Şerîfe
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: تُفْتَحُ أَبْوَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَ الِاثْنَيْنِ
وَيَوْمَ الْخَمِيسِ فَيُغْفَرُ لِكُلِّ عَبْدٍ لَا يُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئًا
إِلَّا رَجُلًا كَانَتْ بَيْنَهُ وَبَيْنَ أَخِيهِ شَحْنَاءُ فَيُقَالُ أَنْظِرُوا
هَذَيْنِ حَتَّى يَصْطَلِحَا أَنْظِرُوا هَذَيْنِ حَتَّى يَصْطَلِحَا أَنْظِرُوا
هَذَيْنِ حَتَّى يَصْطَلِحَا
20-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh anlatıyor: “Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem
buyurdular ki:
“Her Pazartesi ve
Perşembe günleri Cennet kapıları açılır. Allah’a şirk koşmayan her kulun
günahları bağışlanır. Ancak, barışıncaya kadar (din) kardeşi ile arasında
düşmanlık bulunan kişiler bu bağışlamanın dışında kalırlar. (Meleklere); “Şu
iki kişi birbiriyle barışıncaya kadar bekleyin, şu iki kişi birbiriyle
barışıncaya kadar bekleyin, şu iki kişi birbiriyle barışıncaya kadar bekleyin”
buyurulur.”
(Müslim, Birr, 35,
36)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنْ النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ قَالَ اللَّهُ ثَلَاثَةٌ أَنَا
خَصْمُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ رَجُلٌ أَعْطَى بِي ثُمَّ غَدَرَ وَرَجُلٌ بَاعَ
حُرًّا فَأَكَلَ ثَمَنَهُ وَرَجُلٌ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا فَاسْتَوْفَى مِنْهُ
وَلَمْ يُعْطِ أَجْرَهُ
21-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“Üç kişi vardır,
kıyamet günü ben onların hasmıyım: Benim adıma (yemin) edip sonra gadreden
kimse, hür bir kimseyi satıp parasını yiyen kimse, bir işçiyi çalıştıran, ondan
yararlanan ve sonra da ücretini vermeyen kimse.”
(Buhari, Buyu, 106)
“(Habîbim) sen
(güçlüğü değil) kolaylığı (sağlayan yolu) tut. İyiliği emret. Cahillerden yüz
çevir.” (Araf, 7/199)
عَنْ أَبِي سَعِيدٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا يَحْقِرْ أَحَدُكُمْ نَفْسَهُ،
قَالُوا: يَا رَسُولَ اللَّهِ، كَيْفَ يَحْقِرُ أَحَدُنَا نَفْسَهُ ؟ قَالَ: يَرَى
أَمْرًا لِلَّهِ عَلَيْهِ فِيهِ مَقَالٌ، ثُمَّ لَا يَقُولُ فِيهِ، فَيَقُولُ
اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ: مَا مَنَعَكَ أَنْ تَقُولَ فِي
كَذَا كذا وَكَذَا، فَيَقُولُ: خَشْيَةُ النَّاسِ، فَيَقُولُ: فَإِيَّايَ كُنْتَ
أَحَقَّ أَنْ تَخْشَى
22-
Ebu
Said Radiyallahü Anh’in rivayetine göre Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem
şöyle buyurdu:
“Sizden kimse
kendisini aşağı görmesin.”
(Orada bulunan
ashab) sordular: “Ey Allah’ın Resulü, kişi nefsini nasıl hakir görür?”
Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem buyurdular ki: “Allah için üzerine söz söylemesi gereken bir
durum görür, fakat hiç ağzını açmaz. Cenab-ı Hakk azze ve celle kıyamet günü
kendisine sorar. “Şu şu konular hakkında gerçeği söylemekten seni ne alıkoydu?”
O kul cevap verir: “Halk korkusu!” Allah o zaman şöyle der: “Asıl benden
korkman gerekirdi.”
(İbni Mace, Fiten,
21; Ahmed b. Hanbel, 3/30,47,73,91)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
إِنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى يَقُولُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ:
أَيْنَ الْمُتَحَابُّونَ بجَلَالِي؟ الْيَوْمَ أُظِلُّهُمْ فِي ظِلِّي يَوْمَ لَا
ظِلَّ إِلَّا ظِلِّي
23-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh anlatıyor, Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurdu: “Allah Teâlâ kıyamet günü şöyle buyurur:
“Benim celalim için
birbirini sevenler nerede? Zatımın gölgesinden başka bir gölge olmayan günde,
onları kendi gölgemde gölgeleyeceğim.” (Müslim, Birr, 37
(Gul lâ es’elukum
aleyhi ecran illel meveddete fil gurbâ) “(Habîbim) de ki: “De ki: “Ben, (bu
tebliğimden dolayı) sizden bir ücret istemiyorum. Ancak sizlerin, Allâh’ı
sevmenizi, O’na (ibadet ve) itaatle yaklaşmanızı istiyorum.” (Bu kısmın meâl
düzenlemesinde, Efendimiz’in Sallallahü Aleyhi Vesellem, âyet-i kerîmenin bu
şekilde anlaşılması gerektiği ile ilgili olarak Ahmed b. Hanbel, Müsned,
1/268’de yer alan hadîs-i şerîfi esas alınmıştır.)” (Kur’ân-ı Kerîm, Şûra,
42/23)
“Allâhumme salli alâ
(Seyyidinâ) Muhammed ve âli (Seyyidinâ) Muhammed”
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
إِنَّ اللَّهَ إِذَا أَحَبَّ عَبْدًا دَعَا جِبْرِيلَ فَقَالَ
إِنِّي أُحِبُّ فُلَانًا فَأَحِبَّهُ قَالَ فَيُحِبُّهُ جِبْرِيلُ ثُمَّ يُنَادِي
فِي السَّمَاءِ فَيَقُولُ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ فُلَانًا فَأَحِبُّوهُ فَيُحِبُّهُ
أَهْلُ السَّمَاءِ قَالَ ثُمَّ يُوضَعُ لَهُ الْقَبُولُ فِي الْأَرْضِ وَإِذَا
أَبْغَضَ عَبْدًا دَعَا جِبْرِيلَ فَيَقُولُ إِنِّي أُبْغِضُ فُلَانًا
فَأَبْغِضْهُ قَالَ فَيُبْغِضُهُ جِبْرِيلُ ثُمَّ يُنَادِي فِي أَهْلِ السَّمَاءِ
إِنَّ اللَّهَ يُبْغِضُ فُلَانًا فَأَبْغِضُوهُ قَالَ فَيُبْغِضُونَهُ ثُمَّ
تُوضَعُ لَهُ الْبَغْضَاءُ فِي الْأَرْضِ
24-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh anlatıyor, Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurdu: “Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e: “Ben filanı seviyorum
onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil onu sever ve sonra gök halkına: “Allah
filanı seviyor, onu siz de seviniz” diye seslenir. Gök halkı o kimseyi sever.
Sonra da yeryüzünde o kimse için kabul oluşturulur.
Allah Teâlâ bir kula
buğzettiği zaman, Cebrâil’e: “Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye
emreder. Cebrâil de onu sevmez. Sonra Cebrâil gök halkına: “Allah filan kişiyi
sevmiyor, onu siz de sevmeyin” der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da
yeryüzünde o kimseye karşı bir öfke oluşturulur. (Müslim, Birr, 157; Buhari,
Edeb, 41, Bed’ül halk, 6)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ قَالَ: مَنْ عَادَى لِي وَلِيًّا،
فَقَدْ آذَنْتُهُ بِالْحَرْبِ، وَمَا تَقَرَّبَ إِلَيَّ عَبْدِي بِشَيْءٍ أَحَبَّ
إِلَيَّ مِمَّا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ، وَمَا يَزَالُ عَبْدِي يَتَقَرَّبُ إِلَيَّ
بِالنَّوَافِلِ حَتَّى أُحِبَّهُ، فَإِذَا أَحْبَبْتُهُ، كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذِي
يَسْمَعُ بِهِ، وَبَصَرَهُ الَّذِي يُبْصِرُ بِهِ، وَيَدَهُ الَّتِي يَبْطِشُ
بِهَا، وَرِجْلَهُ الَّتِي يَمْشِي بِهَا، وَإِنْ سَأَلَنِي لَأُعْطِيَنَّهُ،
وَلَئِنْ اسْتَعَاذَنِي لَأُعِيذَنَّهُ، وَمَا تَرَدَّدْتُ عَنْ شَيْءٍ أَنَا
فَاعِلُهُ تَرَدُّدِي عَنْ نَفْسِ عَبْدِي الْمُؤْمِنِ، يَكْرَهُ الْمَوْتَ
وَأَنَا أَكْرَهُ مَسَاءَتَهُ
25-
Hz.
Ebu Hüreyre Radiyallahü Anh anlatıyor, “Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem
buyurdular ki: “Allah Teâlâ Hazretleri şöyle buyurdu:
“Kim benim veli bir
kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu Bana yaklaştıran en
sevimli şeyler farzlardır. Ancak kulum, Bana nafile ibadetlerle de yaklaşır.
Neticede, Ben onu severim. Ben kulumu sevince, artık onun işittiği kulağı,
gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Her ne istese, istediğini
kesinlikle veririm. Bana sığınmak isterse, onu muhakkak korurum. Ben yaptığım
şeylerde, mümin kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar tereddüt etmedim.
O ölümü sevmez, onun sevmediği şeyi Ben de sevmem.”
(Buhârî, Rikak, 38)
“Kur’ân-ı Kerîm,
Kâfirûn Suresi, 1 ila 6. âyet-i kerîmeler.”
عَنْ أَبي أُمامةَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ عَن النَّبِيّ صَلَّى الله
عَلَيْهِ وسَلَّمَ قَالَ
إِنَّ أَغْبَطَ أَوْلِيَائِي عِنْدِي لَمُؤْمِنٌ خَفِيفُ الْحَاذِ
ذُو حَظٍّ مِنْ الصَّلَاةِ أَحْسَنَ عِبَادَةَ رَبِّهِ وَأَطَاعَهُ فِي السِّرِّ
وَكَانَ غَامِضًا فِي النَّاسِ لَا يُشَارُ إِلَيْهِ بِالْأَصَابِعِ وَكَانَ
رِزْقُهُ كَفَافًا فَصَبَرَ عَلَى ذَلِكَ ثُمَّ نَقَرَ بِيَدِهِ فَقَالَ عُجِّلَتْ
مَنِيَّتُهُ قَلَّتْ بَوَاكِيهِ قَلَّ تُرَاثُهُ
26-
Ebû
Umâme Radiyallahü Anh’den rivâyete göre, Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem
(Allâh’ın şöyle buyurduğunu) nakletti:
“En kıskanılacak
dostum; dünyada yükü hafif, namazdan nasibi fazla olan, gizlide Rabbine güzelce
ibadet ve itaat eden, insanlar arasında parmakla gösterilecek derecede
tanınmayıp da gizli kalan, rızkı kendisine ancak yetecek derecede olduğu halde
Allah’a kavuşuncaya kadar buna sabredendir.”
Sonra Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem, ellerini birbirine vurup dinleyicilerin dikkatini çekti ve
şöyle devam etti: “Ölümü çabuk, mirası ve ardından ağlayanı az olan kimsedir.”
(Tirmîzî, Zühd, 35)
عَنْ مَسْرُوقٍ قَالَ: سَأَلْنَا عَبْدَ اللَّهِ عَنْ هَذِهِ
الْآيَةِ: (وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا
بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ) فَقَالَ: أَمَا إِنَّا قَدْ
سَأَلْنَا عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ: أَرْوَاحُهُمْ فِي جَوْفِ طَيْرٍ خُضْرٍ لَهَا
قَنَادِيلُ مُعَلَّقَةٌ بِالْعَرْشِ، تَسْرَحُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ شَاءَتْ،
ثُمَّ تَأْوِي إِلَى تِلْكَ الْقَنَادِيلِ، فَاطَّلَعَ إِلَيْهِمْ رَبُّهُمُ
اطِّلَاعَةً فَقَالَ: هَلْ تَشْتَهُونَ شَيْئًا ؟ فَقَالُوا: أَيُّ شَيْءٍ
نَشْتَهِي وَنَحْنُ نَسْرَحُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ شِئْنَا؟ فَفَعَلَ ذَلِكَ
بِهِمْ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ، فَلَمَّا رَأَوْا أَنَّهُمْ لَنْ يُتْرَكُوا مِنْ أَنْ
يُسْأَلُوا قَالُوا: يَا رَبِّ، نُرِيدُ أَنْ تَرُدَّ أَرْوَاحَنَا فِي
أَجْسَادِنَا حَتَّى نُقْتَلَ فِي سَبِيلِكَ مَرَّةً أُخْرَى، فَلَمَّا رَأَى أَنْ
لَيْسَ لَهُمْ حَاجَةٌ تُرِكُوا
27-
Mesruk
Radiyallahü Anh şöyle demiştir:
“Abdullah b.
Mesud’a, “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri
katında diridirler. (Öyle ki Allah’ın) lütf-ü inayetinden, kendilerine verdiği
(şehitlik mertebesi) ile hepsi şâd olarak (Cennet nimetleriyle) rızıklanırlar.”
(Al-i İmran, 3/169) ayeti hakkında sordular.
O şöyle dedi: “Biz
bu ayet hakkında Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’a sorduk. Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Allah (cc) yolunda öldürülenlerin ruhları,
arşın gölgesinde asılı kandillerde duran yeşil kuşların içindedir. Bu kuşlar
Cennet’te diledikleri yerleri gezerler. Gece olunca da tekrar o kandillere
dönerler. Allah onlara bakarak: “Arzuladığınız bir şey var mı?” diye sorar.
Onlar derler ki: “Daha ne arzulayalım? Bizler Cennet’te istediğimiz yerde
dolaşıyoruz.” Allah (cc), aynı soruyu üç kere sorar. Sonunda onlar, mutlaka bir
şey istemeleri gerektiğini anlayınca: “Bizim ruhumuzu cesedimize tekrar döndür
de tekrar Allah yolunda ölelim” derler. Bundan başka bir arzularının olmadığı
ortaya çıkınca artık Allah onlara başka bir soru sormaz.”
(Müslim, İmare, 121)
:عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ اللَّهَ يَقُولُ
أَنَا اللَّهُ لا إِلَهَ إِلا أَنَا، مَالِكُ الْمُلُوكِ وَمَلِكُ
الْمُلُوكِ، قُلُوبُ الْمُلُوكِ فِي يَدِي، وَإِنَّ الْعِبَادَ إِذَا أَطَاعُونِي
حَوَّلْتُ قُلُوبَ مُلُوكِهِمْ عَلَيْهِمْ بِالرَّأْفَةِ وَالرَّحْمَةِ، وَإِنَّ
الْعِبَادَ إِذَا عَصَوْنِي حَوَّلْتُ قُلُوبَهُمْ عَلَيْهِمْ بِالسَّخْطَةِ
وَالنِّقْمَةِ فَسَامُوهُمْ سُوءَ الْعَذَابِ، فَلا تَشْغَلُوا أَنْفُسَكُمْ
بِالدُّعَاءِ عَلَى الْمُلُوكِ، وَلَكِنِ اشْتَغِلُوا بِالذِّكْرِ وَالتَّضَرُّعِ
إِلَيَّ أَكْفِكُمْ مُلُوكَكُمْ
Ebu’d-Derdâ’dan
gelen bir rivayette, Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, Allâh azze ve
celle’nin şöyle buyurduğunu beyan etmektedir:
“Ben, kendisinden
başka hiçbir ilah olmayan Allâhım. Bütün meliklerin (kralların, imparatorların,
devlet başkanlarının) Sahibiyim. Melikler Melikiyim. Meliklerin kalpleri benim
elimdedir. Eğer kullar, bana itaat ederlerse, meliklerinin kalplerini onlara
karşı şefkatli ve merhametli hale getiririm. Şayet kullarım bana isyan
ederlerse, meliklerin kalplerini onlara karşı zalim ve cezalandırıcı hale
getiririm. Onlar da çok kötü azap ederler. Benliklerinizi, meliklere beddua ile
meşgul etmeyin. Tam aksine, benliklerinizi Ben’i anış ve yakarış ile meşgul
edin. Ben, meliklerinize karşı size yeterim.”
(Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 9/9 (8962);
Heysemî, Mecmau’l-Bahreyn, 4/365 (2611).
“Allâhumme salli alâ
(Seyyidinâ) Muhammed ve âli (Seyyidinâ) Muhammed”
عَنْ جُنْدُبٍ بِن عَبْدِاللهِ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَالَ: رَسُولُ
اللهِ صَلَّى الله عَلَيْهِ وسَلَّمَ
كَانَ فِيمَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ رَجُلٌ بِهِ جُرْحٌ فَجَزِعَ
فَأَخَذَ سِكِّينًا فَحَزَّ بِهَا يَدَهُ فَمَا رقَأَ الدَّمُ حَتَّى ماتَ قَالَ
اللهُ تَعَالَى: بَادَرَنِي عَبْدِي بِنَفْسِهِ حَرَّمْتُ عَلَيْهِ الجَنَّةَ
28-
Cündüb
b. Abdullah, Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’den şöyle rivayet etmiştir:
“Sizden önceki
ümmetlerden birinde yaralı bir adam vardı. Yarasının acısına dayanamadığından
bir bıçak alıp elini kesti. Kanaması durmadı ve sonunda öldü. Bunun üzerine
Yüce Allah:
“Kulum kendisini
heder etti (canına kıydı). Ben de ona Cennet’i haram kıldım” buyurdu.
(Buhari, Enbiya, 50)
عَنْ أبي هرَيرَةَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى
الله عَلَيْهِ وسَلَّمَ قَالَ
يَقُولُ اللهُ تَعَالَى: مَا لِعَبْدِي المُؤْمِنِ عِنْدِي جَزَاءٌ،
إِذا قَبَضْتُ صَفِيَّهُ، مِنْ أَهلِ الدُّنْيَا، ثُمَّ احْتَسبَهُ، إِلَّا
الجَنَّةَ
29-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre, Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“Dünyadaki sevdiği
bir dostunu aldığımda, (sabredip) ecrini Allah’tan bekleyen mümin kulumun,
katımdaki karşılığı ancak Cennet’tir.”
(Buhârî, Rikak, 6)
“Ben, ancak güzel
ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”
(Mâlik, Muvatta,
Hüsnü’l Huluk, 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/381)
عَنْ أَبي هُرَيْرَةَ، رَضِيَ اللهُ عَنْهُ، أَنَّ رَسُولَ اللهِ،
صَلَّى الله عَلَيْهِ وسَلَّمَ، قَالَ . قَالَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ: إِذا أَحَبَّ
عَبْدِي لِقَائي، أَحْبَبْتُ لِقَاءَهُ، وإِذا كَرِهَ لِقَائي، كَرِهْتُ لِقَاءَهُ
وفي رواية مسلم، توضح معنى الحديث
عَنْ عَائِشَةَ، رَضِيَ اللهُ عَنْهَا، قَالَتْ: قَالَ رَسُولُ
اللهِ، صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ مَنْ أَحَبَّ لِقَاءَ اللهِ، أَحَبَّ اللهُ
لِقَاءَهُ، ومَنْ كَرِهَ لِقَاءَ اللهِ، كَرِهَ اللهُ لِقَاءَهُ. فَقُلْتُ: يَا
نَبِيَّ اللهِ، أَكَراهِيةَ المَوْتِ؟ فَكُلُّنَا نَكْرَهُ المَوْتَ. قَالَ لَيْسَ
كَذَلِكَ، وَلَكِنَّ المُؤْمِنَ إذا بُشِّرَ بِرَحْمةِ اللهِ ورِضْوَانِهِ
وَجَنَّتِهِ، أَحَبَّ لِقَاءَ اللهِ، فَأَحَبَّ اللهُ لِقَاءَهُ، وَإِنَّ
الكَافِرَ إِذا بُشِّرَ بِعَذَابِ اللهِ وَسَخَطِهِ، كَرِهَ لقاء الله، وَكَرِهَ
اللهُ لِقاءَهُ
30-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre, Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“Kulum bana
kavuşmayı severse, ben de ona kavuşmayı severim. Kulum bana kavuşmayı kerih
görürse, ben de ona kavuşmayı kerih görürüm!”
(Buhari, Tevhid, 35)
Müslim’in
rivayetinde hadisin manası şu şekilde açıklığa kavuşmaktadır:
Hz. Aişe (r. anhâ)
Allah Resul’ünün Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Her kim Allah’a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Her kim de
Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” buyurdu.
Ben: Ey Allah’ın Peygamberi, ölümden hoşlanmanın anlamı bu mudur? Bizler
hepimiz ölümden hoşlanmayız” dedim. Bunun üzerine Allah Resulü: “Mesele öyle
değil. Mümin Allah’ın rahmeti ile, rızası ile ve Cennet’i ile müjdelendiği
zaman, Allah’a kavuşmaktan hoşlanır, Allah da o mümin kula kavuşmayı sever.
Kâfir olan ise Allah’ın azabı ve öfkesi ile müjdelendiği zaman, Allah’a
kavuşmaktan hoşnutluk duymaz, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.”
(Müslim, Zikir, 14)
عَنْ جُنْدُبٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ: أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى
الله عَلَيْهِ وسَلَّمَ حَدَّثَ أَنْ رجُلاً قال: واللهِ لا يَغْفِرُ اللهُ
لِفُلانٍ وإِنَّ اللهَ تَعَالَى قَالَ: مَنْ ذَا الَّذِي يتتالى عَلَيَّ أَنْ لا
أَغْفِرَ لفلان فإني قَدْ غَفَرْتُ لِفُلانٍ، وأَحْبَطْتُ عَمَلَكَ
31-
Cündeb
Radiyallahü Anh anlatıyor, “Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular
ki:
“Bir adam: “Vallahi
Allah falancayı affetmeyecek!” diye yemin etti. Allah Teâlâ Hazretleri de:
“Falancayı affetmeyeceğim hususunda yemin eden de kim? Ben onu affettim, senin
de amelini iptal ettim!” buyurdu.”
(Müslim, Birr, 137)
“Allâhumme salli alâ
(Seyyidinâ) Muhammed ve âli (Seyyidinâ) Muhammed”
عَنْ أَبي هُرَيْرَةَ، رَضِيَ اللهُ عَنْهُ، عَنِ النَّبَيِّ صَلَّى
الله عَلَيْهِ وسَلَّمَ، قَالَ
أَسْرَفَ رَجُلٌ عَلي نَفْسِهِ، فَلَمَّا حَضَرَهُ المَوْتُ أَوْصَى
بَنِيه، فَقَالَ: إِذَا أَنَا مِتُّ فَأَحْرِقُوني، ثُمَّ اسْحَقُوني، ثُمَّ
أَذْرُوني في البَحْرِ فَوَاللهِ لَئِنْ قَدَرَ عَلَيَّ رَبِّي لَيُعَذَّبَنِّي
عَذَاباً، مَا عَذَّبَهُ أَحَداً، فَفَعَلُوا ذَلِكَ بِهِ. فَقَالَ لِلْأَرْضِ:
أَدِّي مَا أَخَذْتِ، فَإِذا هُوَ قَائِمٌ، فَقَالَ لَهُ: مَا حَمَلَكَ عَلَي مَا
صَنَعْتَ؟ قَالَ: خَشْيَتُكَ يَا رَبِّ، أَوْ مَخَافَتُكَ. فَغَفَرَ لَهُ بِذَلِكَ
32-
Ebu
Hüreyre’den Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’ın şöyle dediğini rivayet
eder:
“Bir adam nefsine çokça
zulmetmiş ve ölümü anında oğullarına şöyle vasiyet etmişti: “Öldüğüm zaman beni
yakın, sonra kül haline getirin ve sonra da denize saçın. Vallahi, eğer Rabbim
ben böyle yaptıktan sonra bile diriltirse, hiç kimseye azap etmediği şekilde
bana azap eder. Oğulları adamın bu isteğini yaptılar. Allah yeryüzüne dedi ki:
“Aldığını geri ver.” O an adam dirildi ve kalktı. Allah ona: “Bu yaptığın şeye
seni sevk eden nedir?” diye sordu. Adam: “Senden duyduğum haşyettir (veya
korkumdur) ya Rabbi” dedi. Bunu söylediğinden dolayı Allah onu affetti.”
(Buhari, Enbiya, 54,
Rikak 25; Müslim, Tevbe, 25; Nesai, Cenaiz, 117)
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ فِيمَا يَحْكِي عَنْ رَبِّهِ عَزَّ وَجَلَّ قَالَ أَذْنَبَ عَبْدٌ
ذَنْبًا فَقَالَ اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي ذَنْبِي فَقَالَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى
أَذْنَبَ عَبْدِي ذَنْبًا فَعَلِمَ أَنَّ لَهُ رَبًّا يَغْفِرُ الذَّنْبَ
وَيَأْخُذُ بِالذَّنْبِ ثُمَّ عَادَ فَأَذْنَبَ فَقَالَ أَيْ رَبِّ اغْفِرْ لِي
ذَنْبِي فَقَالَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى عَبْدِي أَذْنَبَ ذَنْبًا فَعَلِمَ أَنَّ
لَهُ رَبًّا يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأْخُذُ بِالذَّنْبِ ثُمَّ عَادَ فَأَذْنَبَ
فَقَالَ أَيْ رَبِّ اغْفِرْ لِي ذَنْبِي فَقَالَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَذْنَبَ
عَبْدِي ذَنْبًا فَعَلِمَ أَنَّ لَهُ رَبًّا يَغْفِرُ الذَّنْبَ وَيَأْخُذُ بِالذَّنْبِ
اعْمَلْ مَا شِئْتَ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكَ
33-
Hz.
Ebu Hüreyre Radiyallahü Anh anlatıyor, Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem
Rabbinden naklen buyururlar ki:
“Bir kul günah
işledi ve: “Ya Rabbi günahımı affet!” dedi. Hak Teala da: “Kulum bir günah
işledi, arkasından da bildi ki günahları affeden ve günah sebebiyle
cezalandıran bir Rabbi vardır.”
Sonra kul dönüp
tekrar günah işledi ve: “Ey Rabbim günahımı affet!” dedi. Allah Teala
Hazretleri de: “Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden ve günah
sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır.”
Sonra kul dönüp
tekrar günah işledi ve: “Ey Rabbim beni affeyle!” dedi. Allah Teala da: “Kulum
günah işledi ve günahı affeden ve günah sebebiyle muaheze eden bir Rabbi
olduğunu bildi. Dilediğini yap, ben seni affettim!” buyurdu.”
(Buhari, Tevhid, 35;
Müslim, Tevbe, 29)
Not: Bu kudsî hadîsteki anlam, bir kimse ne kadar çok hata yaparsa
yapsın, her defasında tevbe ve istiğfar ile Rabbine yönelebiliyor, işlemiş
olduğu hataların Rabbi tarafından affedilmesini isteyebiliyorsa Allâh’ı (cc)
Ğafûr, Rahîm ve Tevvâb olarak bulacağı ve Allâh’ın (cc) da her defasında günah
ve hatalarını affedeceğidir. Yoksa her istenileni yapmaya izin veren
serbestiyetçi bir mana değildir.
“Allâhumme salli alâ
(Seyyidinâ) Muhammed ve âli (Seyyidinâ) Muhammed”
حَدَّثَنَا أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ، قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، يَقُولُ: قَالَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى:
يَا ابْنَ آدَمَ إِنَّكَ مَا دَعَوْتَنِي وَرَجَوْتَنِي غَفَرْتُ لَكَ عَلَى مَا
كَانَ فِيكَ وَلَا أُبَالِي، يَا ابْنَ آدَمَ لَوْ بَلَغَتْ ذُنُوبُكَ عَنَانَ
السَّمَاءِ ثُمَّ اسْتَغْفَرْتَنِي غَفَرْتُ لَكَ وَلَا أُبَالِي، يَا ابْنَ آدَمَ
إِنَّكَ لَوْ أَتَيْتَنِي بِقُرَابِ الْأَرْضِ خَطَايَا ثُمَّ لَقِيتَنِي لَا
تُشْرِكُ بِي شَيْئًا لَأَتَيْتُكَ بِقُرَابِهَا مَغْفِرَةً
34-
Enes
b. Mâlik, Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’ı “Allah Teâlâ şöyle buyurdu”
derken işittim demiştir:
“Ey âdemoğlu! Sen
bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahların ne
olduğuna bakmadan seni bağışlarım.
Ey âdemoğlu!
Günahların gökleri dolduracak kadar olsa, sen benden bağışlanmanı dilersen,
günahlarını hemen affederim.
Ey âdemoğlu! Sen
yeryüzünü dolduracak kadar hatalarla huzuruma gelsen, fakat bana hiçbir şeyi
ortak tutmamış olsan, ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.”
(Tirmizî, Daavât,
98)
عَنْ أَبي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللهِ
صَلَّى الله عَلَيْهِ وسَلَّمَ قَالَ
يَتنزَّلُ رَبُّنَا، تَبَارَكَ وَتَعَالَى، كُلَّ لَيْلَةٍ إلي
سَمَاءِ الدُّنْيا، حينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الاخِرُ، فَيَقُولُ مَنْ
يَدْعُوني فأَسْتَجِيبَ لَه؟ مَنْ يَسْأَلُني فَأُعْطِيَهُ؟ مَنْ يَسْتَغْفِرُني
فَأَغْفِرَلَهُ؟
وفي رواية لمسلم زيادة
فَلا يَزالُ كذَلِك حَتَى يُضِيءَ الفَجْرُ
35-
Hz.
Ebu Hüreyre Radiyallahü Anh anlatıyor: Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem
buyurdular ki:
“Rabbimiz her
gecede, gecenin son üçte birinde dünya semasına iner ve şöyle buyurur: “Yok mu
bana dua eden, ona icabet edeyim, yok mu benden isteyen istediğini vereyim, yok
mu benden bağışlanmayı dileyen onu affedeyim.”
(Buhari, Tevhîd, 35)
Müslim’in
rivayetinde şöyle bir ziyadelik var:
“Bu, fecir doğana
kadar böyle devam eder.”
(Müslim, Salât, 24)
“Allâhumme salli alâ
(Seyyidinâ) Muhammed ve âli (Seyyidinâ) Muhammed”
عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَجْتَمِعُ الْمُؤْمِنُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
فَيَقُولُونَ لَوْ اسْتَشْفَعْنَا إِلَى رَبِّنَا فَيَأْتُونَ آدَمَ فَيَقُولُونَ
أَنْتَ أَبُو النَّاسِ خَلَقَكَ اللَّهُ بِيَدِهِ وَأَسْجَدَ لَكَ مَلَائِكَتَهُ
وَعَلَّمَكَ أَسْمَاءَ كُلِّ شَيْءٍ فَاشْفَعْ لَنَا عِنْدَ رَبِّكَ حَتَّى
يُرِيحَنَا مِنْ مَكَانِنَا هَذَا فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ وَيَذْكُرُ ذَنْبَهُ
فَيَسْتَحِي ائْتُوا نُوحًا فَإِنَّهُ أَوَّلُ رَسُولٍ بَعَثَهُ اللَّهُ إِلَى
أَهْلِ الْأَرْضِ فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ وَيَذْكُرُ سُؤَالَهُ
رَبَّهُ مَا لَيْسَ لَهُ بِهِ عِلْمٌ فَيَسْتَحِي فَيَقُولُ ائْتُوا خَلِيلَ
الرَّحْمَنِ فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ ائْتُوا مُوسَى عَبْدًا
كَلَّمَهُ اللَّهُ وَأَعْطَاهُ التَّوْرَاةَ فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُ لَسْتُ
هُنَاكُمْ وَيَذْكُرُ قَتْلَ النَّفْسِ بِغَيْرِ نَفْسٍ فَيَسْتَحِي مِنْ رَبِّهِ
فَيَقُولُ ائْتُوا عِيسَى عَبْدَ اللَّهِ وَرَسُولَهُ وَكَلِمَةَ اللَّهِ
وَرُوحَهُ فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ ائْتُوا مُحَمَّدًا صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ عَبْدًا غَفَرَ اللَّهُ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا
تَأَخَّرَ فَيَأْتُونِي فَأَنْطَلِقُ حَتَّى أَسْتَأْذِنَ عَلَى رَبِّي فَيُؤْذَنَ
لِي فَإِذَا رَأَيْتُ رَبِّي وَقَعْتُ سَاجِدًا فَيَدَعُنِي مَا شَاءَ اللَّهُ
ثُمَّ يُقَالُ ارْفَعْ رَأْسَكَ وَسَلْ تُعْطَهْ وَقُلْ يُسْمَعْ وَاشْفَعْ
تُشَفَّعْ فَأَرْفَعُ رَأْسِي فَأَحْمَدُهُ بِتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ ثُمَّ
أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِي حَدًّا فَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ ثُمَّ أَعُودُ إِلَيْهِ
فَإِذَا رَأَيْتُ رَبِّي مِثْلَهُ ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِي حَدًّا
فَأُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ ثُمَّ أَعُودُ الرَّابِعَةَ فَأَقُولُ مَا بَقِيَ فِي
النَّارِ إِلَّا مَنْ حَبَسَهُ الْقُرْآنُ وَوَجَبَ عَلَيْهِ الْخُلُودُ
وفي رواية أخرى للبخاري زيادة هي
يَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ: لا إِلَهَ إِلا اللَّهُ،
وَكَانَ فِي قَلْبِهِ مِنَ الْخَيْرِ مَا يَزِنُ شَعِيرَةً ”، ثُمَّ قَالَ: ”
يَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ:لا إِلَهَ إِلا اللَّهُ وَكَانَ فِي قَلْبِهِ
مِنَ الْخَيْرِ مَا يَزِنُ بُرَّةً، ثُمَّ قَالَ: ” يَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ
قَالَ: لا إِلَهَ إِلا اللَّهُ وَكَانَ فَي قَلْبِهِ مِنَ الْخَيْرِ مَا يَزِنُ
ذَرَّةً
36-
Enes
Radiyallahü Anh’in rivayetine göre Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmuştur:
“Kıyamet gününde
müminler toplanırlar ve birbirlerine: “Bizim için Rabbimizden şefaat isteyecek
birisini bulsak” derler. Bunun üzerine Âdem (as)’e gider ve şöyle derler:
“Ey Âdem! Sen
insanların babasısın. Allah seni kudret eliyle yarattı. Sana kendi ruhundan
üfledi. Meleklere sana secde etmelerini emretti, onlar da secde ettiler. Her
şeyin isimlerini sana öğretti. Rabbine varıp bizim için şefaat iste. İçinde
bulunduğumuz darlık halini biraz genişletsin ve ferahlatsın” diyecekler. O da:
“Ben bunu yapabilecek
durumda değilim” diyerek hatasını (yasak ağaçtan yemesi) zikreder ve utandığını
belirtir. “Siz Nuh’a gidin. Çünkü kendisi, Allah’ın yeryüzünde görevlendirdiği
ilk peygamberlerdendir” der.
Onlar da Hz. Nuh’a
gelirler. O; “Ben bunu yapabilecek durumda değilim. Ben Rabbimden istememem
gereken bir talepte bulundum (oğlunun tufandan kurtarılması talebi). Bundan
dolayı Rabbimden utanırım. Siz Halilurrahman’a (İbrahim’e) gidin” der.
Onlar da İbrahim’e
gelirler. O da: “Ben bunu yapabilecek durumda değilim. Siz, kendisine Tevrat
verilen Allah’ın kendisi ile konuştuğu Mûsâ’ya gidin” der.
Onlar Hz. Mûsâ’ya
gelir. O da istemeyerek işlediği hatasını ve Rabbinden haya ettiğini öne
sürerek, “Ben size faydalı olamam, Allah’ın resulü, kelimesi ve ruhu olan
İsa’ya gidin” der.
O da: “Ben bunu
yapabilecek durumda değilim, Muhammed’e gidin. Allah onun gelmiş ve geçmiş
bütün hatalarını affetmiştir” der.
(Efendimiz şöyle
devam eder) Ben de yürüyüp Arş’ın altına gelir, Rabbime secdeye kapanırım. (Bu
secde tam bir hafta sürecek.) Sonra Allah Teâlâ bana hitaben:
“Ya Muhammed!
Secdeden başını kaldır! İste! İstediğin sana verilecek. Konuş, konuşman
dinlenecek. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir” buyuracak. Ben de başımı
secdeden kaldıracak, bana öğrettiği kelimelerle, O’na hamd edecek sonra da
şefaat talep edeceğim. Bana bir sınır çizilecek, o sınır dahilindekileri
Cennet’e alacağım. Sonra tekrar aynı şekilde şefaat talep edeceğim, yine bir
sınır çizilecek ve o sınır dahilindekileri Cennet’e alacağım. Bunu dördüncü
defa yaptığımda, Cehennem’de sadece Kur’ân’ın hapsettiği ve üzerlerine ebedî
ceza verilmiş kimseler kalacak.”
Buhari’nin diğer bir
rivayetinde şu ziyade bulunmaktadır:
Peygamber Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem; “Lâ ilâhe illallah” diyen ve kalbinde arpa tanesi kadar hayır
bulunan herkes Cehennem’den çıkarılacak” dedikten sonra, tekrar; “Lâ ilâhe
illallah” diyen ve kalbinde buğday tanesi kadar hayır bulunan herkes
Cehennem’den çıkarılacak” ve tekrar; “Lâ ilâhe illallah” diyen ve kalbinde
zerre kadar hayır bulunan herkes Cehennem’den çıkarılacak” buyurdu.
(Buhari, Enbiya, 3,
9, Tefsir, 17/5; Müslim, İman, 327, 328. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet, 10)
عَنْ أَبي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولَ
اللهِ صَلَّى الله عَلَيْهِ وسَلَّمَ قَالَ اللهُ أَعْدَدْتُ لِعِبَادي الصَّالِحِينَ مَا لَا
عَيْنٌ رَأَت ولَا أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلَا خَطَرَ عَلَى قَلْبِ بَشَرٍ فاقْرأُوا
إنْ شِئْتُمْ: فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَّا أُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ
أَعْيُنٍ
37-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“Ben salih kullarım
için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın
aklından geçmeyen şeyler hazırladım.”
(Ebu Hüreyre):
“İsterseniz, “Onların dünyada yaptıkları makbul işlere mükâfat olarak gözlerini
aydın edecek, gönüllerini ferahlatacak hangi sürprizlerin, hangi nimetlerin
saklandığını hiç kimse bilemez.” (Secde, 32/17) ayetini okuyun” dedi.
(Buhârî,
Bed’ü’l-halk, 8)
Ahmed-i Muhammed
Mustafa
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ قَالَ: لَمَّا خَلَقَ اللَّهُ الْجَنَّةَ وَالنَّارَ أَرْسَلَ جِبْرِيلَ
إِلَى الْجَنَّةِ، فَقَالَ: انْظُرْ إِلَيْهَا وَإِلَى مَا أَعْدَدْتُ لِأَهْلِهَا
فِيهَا، قَالَ: فَجَاءَهَا وَنَظَرَ إِلَيْهَا وَإِلَى مَا أَعَدَّ اللَّهُ
لِأَهْلِهَا فِيهَا، قَالَ: فَرَجَعَ إِلَيْهِ قَالَ: فَوَعِزَّتِكَ لَا يَسْمَعُ
بِهَا أَحَدٌ إِلَّا دَخَلَهَا، فَأَمَرَ بِهَا فَحُفَّتْ بِالْمَكَارِهِ،
فَقَالَ: ارْجِعْ إِلَيْهَا فَانْظُرْ إِلَى مَا أَعْدَدْتُ لِأَهْلِهَا فِيهَا،
قَالَ: فَرَجَعَ إِلَيْهَا فَإِذَا هِيَ قَدْ حُفَّتْ بِالْمَكَارِهِ، فَرَجَعَ
إِلَيْهِ فَقَالَ: وَعِزَّتِكَ لَقَدْ خِفْتُ أَنْ لَا يَدْخُلَهَا أَحَدٌ، قَالَ:
اذْهَبْ إِلَى النَّارِ، فَانْظُرْ إِلَيْهَا وَإِلَى مَا أَعْدَدْتُ لِأَهْلِهَا
فِيهَا، فَإِذَا هِيَ يَرْكَبُ بَعْضُهَا بَعْضًا، فَرَجَعَ إِلَيْهِ، فَقَالَ:
وَعِزَّتِكَ لَا يَسْمَعُ بِهَا أَحَدٌ فَيَدْخُلَهَا، فَأَمَرَ بِهَا فَحُفَّتْ
بِالشَّهَوَاتِ، فَقَالَ: ارْجِعْ إِلَيْهَا، فَرَجَعَ إِلَيْهَا فَقَالَ:
وَعِزَّتِكَ لَقَدْ خَشِيتُ أَنْ لَا يَنْجُوَ مِنْهَا أَحَدٌ إِلَّا دَخَلَهَا
38-
Ebu
Hüreyre Radiyallahü Anh anlatıyor: “Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem
buyurdular ki:
“Allah Teala
Hazretleri Cennet’i yarattığı zaman Cibril (as)’e:
“Git ona ve oraya
ehil kimseler için hazırladıklarıma bir bak!” buyurdular. O da gidip Cennet’e
ve oraya ehil kimseler için hazırlanmış olanlara baktı ve:
“(Ey Rabbim!) Senin
izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona
girecek!” dedi. Bunun üzerine (Allah Teala Hazretleri) emretti ve Cennet’in
etrafını hoşa gitmeyen şeylerle çevirdi. Sonra:
“Hele git ona ve
oraya ehil kimseler için hazırlanmış olanlara bir daha bak!” buyurdu. Cebrail
gidip ona bir daha baktı. Sonra da:
“Korkarım, ona hiç
kimse giremeyecek!” dedi. Cehennem’i yaratınca, Cebrail’e:
“Git, bir de şuna
oraya müstahak insanlar için hazırladıklarıma bir bak!” buyurdu. O da gidip ona
baktı birbiri üzerinde katmanlar halinde olduğunu gördükten sonra:
“İzzetine yemin
olsun, orayı duyduktan sonra oraya girecek kimse olmayacaktır!” dedi. Allah
Teala hazretleri de emretti ve onun etrafını şehvetlerle kuşattı. Sonra da:
“Git ona bir kere
daha bak!” dedi. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman:
“İzzetine yemin
olsun, tek kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!” dedi.
(Ebu Davud, Sünnet
25,; Tirmizi, Cennet, 21, (2563); Nesai, Eyman, 3, 7, 3)
وعن أبي سعيدٍ الخُدريِّ رضيَ اللَّهُ عنه، عن النبيِّ صَلّى اللهُ
عَلَيْهِ وسَلَّم قال: احْتَجَّتِ الجَنَّةُ والنَّارُ، فقالت النَّارُ: فيَّ
الجَبَّارُونَ والمُتَكَبِّرُونَ، وقالَتِ الجنَّةُ: فيَّ ضُعَفاءُ النَّاسِ
ومَسَاكِينُهُمْ. فَقَضَى اللَّه بيْنَهُمَا: إِنَّكِ الجَنَّةُ رَحْمَتي،
أَرْحَمُ بِكِ مَنْ أَشَاءُ وإِنَّكِ النَّارُ عذَابي، أُعَذِّبُ بِكِ مَنْ
أَشَاءُ، ولِكِلَيْكُما عليَّ مِلْؤُها
39-
Ebû
Saîd el-Hudrî Radiyallahü Anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber Sallallahü
Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
“Cennet ile Cehennem
birbirleri ile çekiştiler. Cehennem: “Bende zorbalar ve kibirliler var”, dedi.
Cennet:
“Bende yalnız
zayıflar ve yoksullar var”, dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ onların çekişmesini
şöyle halletti:
“Ey Cennet! Sen
benim rahmetimsin, dilediğime seninle merhamet ederim. Ey Cehennem! Sen de
benim azabımsın. Dilediğime seninle azap ederim. Ben her ikinizi de
dolduracağım.”
(Müslim, Cennet, 34;
Buhârî, Tefsîru sûre (50), 1; Tevhid, 25)
Muhammed Sallallahu
Aleyhi ve Sellem
عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِنَّ اللَّهَ يَقُولُ لِأَهْلِ الْجَنَّةِ يَا أَهْلَ
الْجَنَّةِ فَيَقُولُونَ لَبَّيْكَ رَبَّنَا وَسَعْدَيْكَ وَالْخَيْرُ فِي
يَدَيْكَ فَيَقُولُ هَلْ رَضِيتُمْ فَيَقُولُونَ وَمَا لَنَا لَا نَرْضَى يَا
رَبِّ وَقَدْ أَعْطَيْتَنَا مَا لَمْ تُعْطِ أَحَدًا مِنْ خَلْقِكَ فَيَقُولُ
أَلَا أُعْطِيكُمْ أَفْضَلَ مِنْ ذَلِكَ فَيَقُولُونَ يَا رَبِّ وَأَيُّ شَيْءٍ
أَفْضَلُ مِنْ ذَلِكَ فَيَقُولُ أُحِلُّ عَلَيْكُمْ رِضْوَانِي فَلَا أَسْخَطُ
عَلَيْكُمْ بَعْدَهُ أَبَدًا
40-
Ebu
Said el-Hudri Radiyallahü Anh anlatıyor: “Resülullah Sallallahü Aleyhi Vesellem
buyurdular ki: “Allah Teala hazretleri Cennet ehline;
“Ey Cennet ahalisi!”
diye seslenir. Onlar:
“Buyur Yüce
Rabbimiz, Emrine amadeyiz! Hayır, senin elindedir!” derler. Rab Teâlâ:
“Razı oldunuz mu?”
diye sorar. Onlar:
“Ey Rabbimiz! Razı
olmamak ne haddimize! Sen bize mahlûkatından bir başkasına vermediğin nimetleri
verdin!” derler. Rab Teâlâ:
“Ben sizlere bundan
daha fazlasını vereyim mi?” der. Onlar:
“Bu verdiklerinden
daha üstün ne olabilir ki?” derler. Rab Teala:
“Size rızamı helal
kıldım. Artık, size ebediyen gazap etmeyeceğim!” buyururlar.”
(Buhari, Rikak, 51;
Tevhid, 38; Müslim, Cennet, 9; Tirmizi, Cennet, 18)
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ وَسَلَامٌ
عَلَى الْمُرْسَلٖينَ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ
“Galebe sahibi
Rabbin onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir.
Gönderilen (bütün) peygamberlere selâm, Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’ya da
hamd olsun.” (Kur’ân-ı Kerîm, Saffat Suresi, 37/180-182)
Yorumlar
Yorum Gönder