Kayıtlar

Ekim, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Seni Görmeyen Gözü Neyleyim!

  Seni Görmeyen Gözü Neyleyim!   Seni görmeyen gözü neyleyim! Seni bilmeyen aklı neyleyim! Seni özlemeyen kalbi neyleyim! Ya Rasulallah Selamü Aleyk…   Ya Rasulallah muhtacız sana; Ya Habib Allah aşığız sana; Ya Nebi Allah hayranız sana; Ya Şefi Allah hasretiz sana…   Ya Rasulallah bağışla bizi; Sana layık ümmet olamadık ki; Hatamız günahımız öyle çok ki; Huzuruna gelmeye yüzümüz yok ki…   Annen hasretine dayanamadı; Bu ayrılık yüreğini dağladı; Altı ay boyunca gülmedi ağladı; Fatımatüzzehra Ya RasulAllah…   Musab bin Umeyr Sana benzerdi; Bu yüzden Uhud'da şehit edildi; Aşkın ile yandı yandı eridi; Ne güzel sahabelerin var senin…   Tüm işkencelere göğsünü gerdi; Cemalin bir kez göreyim dedi; Ravzanda ruhunu teslim eyledi; Aşkından yandı Habbabın senin…   Aşkından kütükler bile inledi; Onu kimseler teskin edemedi ki; Mübarek elini değince dindi; Bir kütük kadar olamadık ki… ...

Ne Olursan Ol, Önce “Adam Ol!”

            Ne Olursan Ol, Önce “Adam Ol!”   Bütün derslerinden her sınavda yüksek puanlar alan çocuk, sordu, babasına: “- Baba ilerde ne olmamı istersin?” Baba: Gururla yapıştırdı hemen cevabı: “- Avukat ol!” Bunu duyan anne: “- Hayır, hayır doktor ol!” Abla girdi, devreye: “- Sen bence bir şehire vali ol!” Durur mu bir küçüğü: “Yok! Yok!” dedi. “Fikret amcanın oğlu okudu kaymakam oldu, sen de kaymakam ol abi!” Çocuk, döndü. İyi bir duvar ustası olan abisine sordu: “- Abi sen ne olmamı istersin?” “- Valla kardeşim ne diyeyim ki!” dedi. Tabi ki en güzel karar senin vereceğin karar. Bence ne olursan ol ama: “- ‘ÖNCE ADAM OL! NE ONURUN YIKILSIN, NE DE DUVAR!’” Evet, dürüst güvenilir adamlık sorunu yaşadığımız şu devirde sıvacı ustamızdan güzel bir örnek…

Sezai Karakoç'u Asıl Büyüten Ahlâkıdır

  Sezai Karakoç'u Asıl Büyüten Ahlâkıdır   Marmara Üniversitesi'nde 'Dünyayı Dipnot Olarak Gören Mütefekkir: Sezai Karakoç ve Diriliş Ülküsü' programı gerçekleştirildi. Ayşe Sadiye Doymuş yazdı.   İstanbul’dan bir güzel etkinlik daha geçti… Gök kubbe altında hakikat adına bir toplantı daha yapıldı. Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü’ndeyiz… Yusuf Kaplan’ın deyişiyle, aynı zaman diliminde yaşayıp bunun idrakine varamadığımız Sezai Karakoç Üstadı anlamak derdindeyiz…   Nereden Nereye?   Program, kulüp başkanlarının faaliyetlerinden bahsettikleri selamlama konuşmaları ile başladı. Bir zamanlar başörtülü olarak kapı önlerinde beklediğimiz üniversitelerde, şimdi böylesine güzel programlar yapabildiğimizin altı çizildi. Ulaştığımız noktada, konumlarımızın hakkını vermek ve emanet bilincini her an hissetmenin vurgusu yapıldı. Ardından izlenen “Yedi Hilal” belgeseli ile de anlatılanlar ete kemiğe büründü. Her seferinde insanı yüzyıllar arasında yol...

Dıhyetü’l-Kelbî Radiyallahü Anh

  Dıhyetü’l-Kelbî Radiyallahü Anh   Hz. Dıhye, Medineliydi. Asıl ismi “Dıhye bin Halife” idi. Fakat o, “Dıhyetü’l-Kel­bî” ismiyle meşhur olmuştu. Sima olarak Ashâbın en güzel olanıydı. Cebrail Aleyhisselâm birkaç defa Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’e onun suretinde geldi. Sahabiler onu gördükleri zaman Dıhye mi, yoksa Cebrail mi olduğunu ayırt edemezlerdi. Dıhye ticaretle uğraşırdı. Müslüman olmadan önce de Re­sû­lul­lah’a muhabbet duyar, her gelişinde ona bir hediye getirirdi. Fakat Peygamberimiz, “Eğer be­nim gerçekten memnun olmamı istiyorsan Müslüman ol da, cehennem ateşin­den kurtul.” buyurarak onu İslamiyet’e davet ederdi. Bedir Gazası’ndan sonraydı... Cebrail Aleyhisselâm, Dıhye’nin Müslüman olacağını müjdeledi. Çok geçmeden Dıhye geldi. Peygamberimiz Aleyhisselâm ona olan iltifatını açıkça göstermek maksadıyla mübarek sırtından hırkasını çıkardı, üzerine oturması için uzattı. Dıhye hırkayı aldı, öptü, katladı, başının üzerine koydu. Sonra da Kelime-i ...

Haber Ver!

Haber Ver!   Ey sevdiğim bırak cilveyi, nazı, Gül ile aram yok hardan haber ver, Ben çoktan terkettim baharı, yazı, Tipiden, borandan, kardan haber ver...   Mazlumun dostuyum, dostun sazıyım, Zalimin alnında kara yazıyım, Cehennem olmaya bile razıyım, Günahı yakacak nardan haber ver...   Hükmünü yitiren sözü neyleyim, Aslını bilmeyen özü neyleyim, Aval aval bakan gözü neyleyim, Görünmezi gören sırdan haber ver...   Gönlün ki, bir ömür olamaz metin, Hakka ayna olmadıkça siretin, Ben neyleyim, senin olsun suretin, İffetten, irfandan, ardan haber ver...   Sebebi var geldiysek bu yerlere, Niçin varım diye düşün bir kere, Esir etme canı özgürlüklere, Benliği çekecek dardan haber ver...   Mahrem bildim, sunamadım sevdamı, Çökertti gurbetin kederi, gamı, Yanımda olmuşsun umurumda mı, Bana benden yakın yardan haber ver…   Uğur Işılak

Nasıl Yaşarsanız Öyle Ölürsünüz Nasıl Ölürseniz Öyle Dirilirsiniz!

  Nasıl Yaşarsanız Öyle Ölürsünüz Nasıl Ölürseniz Öyle Dirilirsiniz!   Ölümü nasıl karşılamalıyız? “Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur” hadisinin anlamı. Hayat, âdeta bir bardağı dolduran damlalar gibidir. Son nefes de, bardağı taşıran son damladır. Bardaktaki suyun berraklığı, damlaların berraklığına bağlıdır. Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna tertemiz çıkabilmek için, o damlaların günah ve mâsiyet çamuruyla kirletilmemesi elzemdir. Son nefesteki mânevî hâlimizin en büyük habercisi, şu anki nefeslerimizi nasıl kullandığımızdır. Öyleyse bu fânî âleme güzel vedâ edebilmek için, alıp verdiğimiz her nefesin, son nefese hazırlık mâhiyeti taşıması zarurîdir. Zira: “Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.” buyrulmuştur. (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, V, 663) Yani dünya hayatında yaşadığımız ibadet, muâmelât ve ahlâk ile alıp verdiğimiz bütün nefeslerin mânevî keyfiyeti, son nefesimizin bir nevî pusulası hükmündedir. Ayn...

Karanlıkta Aslanı İnek Zannıyla Okşayan Köylü

  Karanlıkta Aslanı İnek Zannıyla Okşayan Köylü   Bir köylünün ahırında bir öküzü varmış. Bir gün bir aslan gelip öküzü yemiş ve sessizce öküzün yerine geçip oturmuş. Köylü o gece ahıra gitmiş, karanlık olduğu için, el yordamıyla bir o tarafa bir bu tarafa el atarak öküzünü ararken eli aslana değmiş. Öküzünü bulduğunu zanneden köylü, başlamış aslanın orasını burasını okşayıp, ineğini kaşıdığı gibi kaşımaya. Aslan kendi kendine şöyle diyormuş: "- Eğer ahır aydınlık olsaydı, bu adamın korkudan ödü patlardı. Hâlbuki şimdi beni pervasızca okşayıp, kaşıyor çünkü karanlıkta beni öküzü zannediyor!" Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle de gâfillere: “- Ey mağrur kör! Tûr dağı bile benim ismimle paramparça olmadı mı? Eğer biz kitabımızı bir dağa indirseydik dağ parçalanır, yerinden kopar, başka bir yere göçerdi. Eğer Uhud Dağı, beni anlasaydı o dağdan ırmak ırmak kan akardı.” diye hitaba ediyor. Sen Allah’ü Teâlâ’nın adını anandan-babandan duydun da onun için bu ada gafilce yapışt...

Aslan, Kurt Ve Tilkinin Hikâyesi

Aslan, Kurt Ve Tilkinin Hikâyesi   Mesnevî’de şöyle bir hikâye anlatılır:   Bir gün aslan, kurt ve tilki avlanmak için dağa çıkmışlardı. Avları yakalayıp birbirinin sırtına yükletmek ve taşımak için yardım edeceklerdi. Üçü birlikte o geniş kırda birçok av tutacaklardı. Aslında erkek bir aslan için kurt ve tilki ile arkadaşlık etmek ayıptı, lâkin aslan onlara ikram olsun diye, kendilerine yoldaşlığı kabul etti.   Bu cemaat, aslanın maiyyetinde heybet ü azametle dağa doğru gidince, bir yaban sığırı, bir keçi ve iri bir tavşan avladılar. Avlarını ormana getirdiler. Aslan kurda dedi ki:   “-Ey eski ve tecrübeli kurt! Bu avı aramızda taksim ederek bir adalet göster.   Kurt:   “-Şâhım, yaban sığırı senin payındır. O büyüktür, sen ise iri gövdelisin. Bu, sana lâyıktır. Keçi benim hissemdir ki, orta vücutludur. Ey tilki, sen de tavşanı al.” diyerek taksimâtı yaptı. Fakat bu taksimat aslanı hoşnut etmemişti:   “-Ey kurt! Sen ne dedin...