Sezai Karakoç'u Asıl Büyüten Ahlâkıdır
Sezai Karakoç'u Asıl
Büyüten Ahlâkıdır
Marmara Üniversitesi'nde 'Dünyayı Dipnot Olarak Gören
Mütefekkir: Sezai Karakoç ve Diriliş Ülküsü' programı gerçekleştirildi. Ayşe
Sadiye Doymuş yazdı.
İstanbul’dan bir güzel
etkinlik daha geçti… Gök kubbe altında hakikat adına bir toplantı daha yapıldı.
Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü’ndeyiz… Yusuf Kaplan’ın deyişiyle, aynı
zaman diliminde yaşayıp bunun idrakine varamadığımız Sezai Karakoç Üstadı
anlamak derdindeyiz…
Nereden Nereye?
Program, kulüp başkanlarının
faaliyetlerinden bahsettikleri selamlama konuşmaları ile başladı. Bir zamanlar
başörtülü olarak kapı önlerinde beklediğimiz üniversitelerde, şimdi böylesine
güzel programlar yapabildiğimizin altı çizildi. Ulaştığımız noktada,
konumlarımızın hakkını vermek ve emanet bilincini her an hissetmenin vurgusu
yapıldı. Ardından izlenen “Yedi Hilal” belgeseli ile de anlatılanlar ete
kemiğe büründü. Her seferinde insanı yüzyıllar arasında yolculuğa çıkaran ve
aslında ne olduğunu, ne olması gerektiğini hatırlatan o güzel belgeseli, bir
kez de Haydarpaşa’da izlemiş olduk.
Sonrasında yapılan yazar
tanıtımlarının ardından Yusuf Kaplan ve Mahmut Bıyıklı, adeta birbirini
tamamlar tarzda geçen konuşmalarını yapmak üzere sahneye davet edildiler.
Kabul Edilmiş Dua
Mahmut Bıyıklı
konuşmasına, “Sezai Karakoç, bu milletin kabul edilmiş duasıdır.”
sözüyle başladı ve Ali Haydar Haksal’ın şu ifadesiyle devam etti: “Her çağın
bir ufuk açıcısı vardır. Bu çağın ufuk açıcısı da Sezai Karakoç’tur.”
Hakkında bu denli büyük sözler söylenen Üstad’ın hayatına ve sanatına dair
anılardan bahseden Bıyıklı, hem Üstad’ı daha iyi tanımamıza, hem de bu sözlerin
yerlerini nasıl bulduğunu görmemize vesile oldu.
Ölüm Temasının Nedeni
Sezai Karakoç’un şiirlerinde, yoğun bir şekilde ölüm temasının işlenmesi okuyucularının dikkatini çeker. Bunun sebebini şöyle açıklıyor Mahmut Bıyıklı: “Üstad, anne ve babasını kaybetmesinin hüznüyle, sık sık Kumkapı’ya gidip saatlerce denizi seyreder, bir nevi denizle halleşir ve ortaya o dokunaklı şiirler çıkar. Ondaki cevheri daha 10 yaşındayken ilkokul hocası fark etmiş ve sınıf arkadaşlarına hitaben:
‘Bu arkadaşınıza iyi
bakın, ilerde çok büyük adam olacak’” demiştir.
Özdenören-Karakoç
Dostluğu
Sezai Karakoç’un
anılarından bahsedip, Rasim Özdenören’in adının geçmemesi olmazdı herhalde.
Hele de konu dostluk olunca… Bu dostluk elbette sağlam temeller üzerine
atılmıştı. Bize de birkaç hatırayı dinlemek nasip oldu: Rasim Özdenören’i
fazlasıyla etkileyen bir olay vardır. Bir gün Üstad’ı ziyarete gittiklerinde, dergi
çıkarma fikri ortaya çıkar. Şartların kısıtlılığından dolayı Özdenören, daha
önce yayın hayatında olan Türk Sanatı Dergisi’ni devam ettirmeyi teklif
ettiğinde aldığı cevapla sarsılır. “Rasim, ama biz Müslüman’ız!” der Üstad.
Rasim Özdenören sonrasında, “Biz çay içmeyi bile Sezai Karakoç’tan öğrendik…”
diyerek, Üstad’ın dizinin dibinde geçen günlerin kıymetine dikkat çeker. Bu
güzel dostluk, gün gelir mektuplarla devam etmek zorunda kalır. Çünkü Rasim
Özdenören Ankara’ya taşınmıştır. Bir ara, Üstad’a göndermek üzere yazdığı
mektubun sonunu nasıl bitireceğine karar veremez. “Ellerinizden öperim”,
“ellerinizden tutarım”, “ayaklarınızdan öperim” gibi cümleler arasında
gidip gelirken günler geçer. Bir gün çalan kapı zili üzerine içinden Sezai
Karakoç’un geldiğini geçirir ve gerçekten de Üstad kapıdadır. Özdenören’e
mektubun sonunu getiremeyeceğini, en sonunda kendisinin almaya geldiğini
söyler. Ve Rasim Özdenören mektubu şöyle bitirir: ayaklarınıza kapanırım.
Üç İnsandan Uzak Durun
Sezai Karakoç’un “Uzak durun!” dediği üç insan vardır:
1- Osmanlı’ya düşman
olan,
2- Tasavvufa karşı
olan,
3- Ve ırkçılık yapan.
Üstadın sadece ülkenin
meselelerine değil, ümmetin meselelerine de duyarlı olduğunu, “Müslümanların
çilelerinden dolayı erken yaşlarda yaşlandığımı hissederdim…” sözünde
görebiliriz. 90’lı yıllarda Cezayir’de yaşanan vahşeti medya:
“Meydanlarda cesetler
kokuyor” haberiyle
duyurunca Sezai Karakoç şu yorumu yapar:
“Kokan Cezayirli değil,
Fransa’dır.”
Zor Sorular
Mahmut Bıyıklı’dan sonra
konuşmayı alan Yusuf Kaplan Hocamız, söze kendi tabiriyle “kışkırtıcı sorular”
ile başladı:
“Bu dünyada boşuna
yaşamadığınıza emin misiniz?”
“Bu dünyada
yaşadığınıza emin misiniz?”
“İçinde yaşadığımız
çağ, bizim kurduğumuz çağ mı? “
“Değilse ne?”
“Bizim çağrımız nereye
çağırıyor bizi?”
Çağını kuramayan bir
çağrıdan söz edilemez. Çağrısı çağını kuramayan bir insanın da varlığından söz
edilemez. Çağrısı çağını kuran bir çağlayandır Sezai Karakoç. Gürül gürül akan
bir ırmaktır.
Sezai Karakoç’la aynı
havayı soluduğumuzu ancak farkında olmadığımızı, aynı zaman diliminde ölü
yaşadığımızı söyleyen Yusuf Hoca, Üstad’dan yaşayan bir sahabe olarak bahsetti.
Mahmut Bıyıklı’nın da Yusuf Kaplan’ın da belirttiği bir nokta vardı ki, mutlaka
gidip Sezai Karakoç’u ziyaret etmek. Kulağımıza gelen, Üstad’ın biraz sert
olduğu veya pek konuşmadığı yönündeki bazı olumsuz yorumların, aslında onun
mütevazılığı ile alakalı olduğunu dile getirdiler. Açıkçası bu, bizim için iyi
bir teşvik oldu. Şöyle diyor Yusuf Hoca:
“Sezai Karakoç’un
üflediği bir ruh var. Biz o ruha ulaşabiliriz. Onunla yüz yüze buluştuğumuzda o
ruhu alabiliriz.”
Modern İnsan Olsan Bile
Umuda Sarıl!
Yusuf Hoca, geldiğimiz
süreçte, modern insanın kâinatla ontolojik bir bağ kuramadığından kör bir
bilinçte olduğunu, Descartes’ın, “Tabiatın efendileri olacağız!” diyerek
insanın tanrılaşma sürecini başlatıp, hakikatin bitişini ilan ettiğini dile
getirdi. Buna göre, gelinen posthümanizm noktasında, artık insan vahşi bir
varlığa dönüşmüştür. Batı uygarlığı, epistemoloji üzerine kurulmuştur. Oysa
aslında sorunumuz bilmek değil, anlamaktır. “İkra’!”, bize bilmekten
bahsetmez; idrakten, anlayıştan bahseder. Tüm bu olumsuz şartların içinde insan
basiret sahibi olmakla yükümlüdür ve umutsuz olmak gibi bir durum söz konusu
değildir. Zira umutsuzluk küfürdür. Umut asıldır; ufuk usuldür. Umut kaynaktır,
kitaptır; ufuk sünnettir, ırmaktır. İnsanlar umutlarını yitirdikleri için
ufuklarını yitirirler. Sezai Karakoç hiçbir zaman umudunu yitirmemiştir.
Yusuf Hoca, Sezai
Karakoç’u üç maddede anlatıyor: sanatçı, düşünür ve ahlak anıtı. Ve ekliyor:
“Bizi düşmekten kurtaracak olan, yol açan, onun şairliği değil ahlak anıtı
olmasıdır. O, şiirin ötesinde bir sanatçıdır. Estettir. Bir adamın ahlakı varsa
estetiği de vardır. Asıl olan şey ahlaktır ve Sezai Karakoç’u büyüten de budur.
O, aynı zamanda, kaynaklara ulaşmamızı sağlayan bir ırmaktır. Sezai Karakoç
sarsar ve kendine getirir. Bugün bu ülkede yaşayan insanların sorunu
miyoplaşmadır. İnsanlar sadece kendi gettosunu düşünüyor. Oysa Sezai Karakoç’un
kaygısı, tüm insanlıktır. Dili, o yüzden herkese hitap eder.
Yalnız Adamlar
Yusuf Kaplan’ın dikkat
çektiği noktalardan biri de, tarihin yalnız adamların omzunda kurulduğuydu. 20.
yy’da Nietzsche ve Bediüzzaman ile birlikte, Sezai Karakoç da bir yalnız
adamdır. Onlar, hiçbir zaman kendileri için yaşamazlar. Hakikatin hayat olması
için çabalarlar. Yalnız adamların en zirve örneği peygamberlerdir. Düşünceyi
üreten paradokslardan biri de budur aslında. Hem peygamber olup hem yalnız
olmak… Max Weber’in, modernliğin demir kafesinin iki büyük şey ürettiğini,
bunların da özgürlük kaybı ve anlam krizi olduğunu alıntılayan Yusuf Hoca; hız,
haz ve ayartmanın hâkim olduğu modern çağda, insana aşılanan sahip olma
güdüsünün, kişiyi sahip olduğu şey tarafından güdülmeye götürdüğünü belirterek,
yaptığı modern zaman eleştirisi karşısında hakikatin bedel istediğini, Sezai
Karakoç’un da bu yolda henüz çilesini tamamlamadığını söyledi. Öte yandan bu
yolculuk zaten hiç bitmezdi.
Biz Burada Değiliz
Sonrasında çağımıza dair
sıkıntıların kaynağına inen Yusuf Kaplan, üzerinde düşünüp harekete geçme
noktasında önemli durum analizlerinde bulundu. Öyle ki dünya tam anlamıyla
Latin Amerikalaştı. Yukarıdakiler ve aşağıdakilerin olduğu bugün burada değil,
çünkü biz burada değiliz. Yarının burada olması için bizim burada olmamız
lazım. Son 300 yıldır yokuz buralarda ve “Kimim ben?” sorusunu sorup, dayatılan
tek tip insan modelinden kurtulmamız lazım. Ekonomik ölçek büyürken, zihnî
ufkun daralmasıyla geçmiş zaman ve gelecek zaman fikri iptal edildi. Burada ve
şimdi algısı var sadece. Genişletilmiş bir geniş zamandayız. İşte tam bu halde
çözüm; yalnızlaşma… Bencilliği aşabilmenin yolu, kendi üzerinde düşünebilmekten
geçiyor. Zira başkaları üzerinde düşünen insanlar, düşmeye mahkûm oluyor. Başta
Mahmut Bıyıklı’nın anlattığı, Üstad’ın ölüm teması üzerine yazdıklarının
kaynağının nereden geldiği bilgisi, Yusuf Kaplan’ın anlattıklarıyla birleşip,
ortaya Sezai Karakoç’un, “bütün metinlerinin kendisine yazdığı mektuplar”
olduğu çıkıyor.
Konuşmasını, Sezai
Karakoç’la ilgili, 27 Ocak 2013 tarihli yazısıyla tamamlayan Yusuf Kaplan,
adeta Sezai Karakoç Üstad’la bir kez daha tanıştırdı bizi.
Program sonunda, Sezai
Karakoç şiirlerinden okuyan Mahmut Bıyıklı, Üstad’ın mısralarını ezbere
bilenlere onun kitaplarından takdim etti.
Ayşe Sadiye Doymuş
Yorumlar
Yorum Gönder