Ümmeti
Muhammed Bilinci
Rabbimiz Ali imran
Suresi ayet.110.da mealen şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanların iyiliği için
ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve
Allah’a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi
olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır…”
Ümmet-i Muhammed
yeryüzünün en değerli topluluğudur… Gelmiş geçmiş topluluklar içerisinde en
değerli topluluk bu ümmettir. Zira bu ümmetin en belirgin özelliklerinden biri
de, ümmetlerin en hayırlısı olmasıdır. Bu ümmetin bütün nesilleri değerli ve o
kadar da kıymetlidir ki, Adem aleyhiselamdan beri insanlığın en büyük ve en
muhteşem topluluğudur. Ümmeti Muhammed Şeytan gibi nice gaddar ve zalimin en
kuvvetli düşmanıdır. Ve yakın bir gelecekte de Ümmet-i Muhammed, Deccal ile en
çetin mücadeleyi verecek topluluktur. Hatta Hadislerin delaleti ile, taş veya
ağacın ardına gizlenen Siyonistleri yok ederek, dünyayı selâmete çıkaracak
topluluk bu Ümmettir…
Allah’ü Teâlâ Al-i
İmran Suresi, 110. Ayeti Kerimesinde buyuruyor ki: “Siz, insanlar için
çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder,
münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış
olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır,
fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.”
Bu ayeti kerimenin
izahında Şehid Seyyid Kutub diyorki: “Bu Müslüman cemaatin, kendi gerçeğini ve
değerini bilmeleri için idrak etmeleri gereken şey budur… Aynı zamanda bu
cemaat öncü ve önder olarak çıkarılmıştır. Yüce Allah, yeryüzü önderliğinin, iyiliğin
emrinde olmasını diler, kötülüğün değil. Bu yüzden Müslüman ümmetin kendi
dışındaki cahiliyyeye mensup milletlere herhangi bir konuda başvurması, konumuna
uygun bir davranış değildir. Ancak diğer milletler Müslümanın akidesine
başvurabilirler. Bunlar aynı zamanda yanlarında var olan İslâmdaki sağlam inanç,
düşünce sistemi, ahlâk, marifet ve ilim gibi şeylerden yararlanabilirler.
Bu yararlandırma Müslümana,
bulunduğu konumun ve varlık gayesinin yüklediği bir görevdir. Onun görevi
sürekli önde bulunmak ve daima önderlik makamında olmaktır. Bu makamda
bulunabilmek için bazı gerekler vardır. Öncelikle iddia ile verilmez, aynı
zamanda, ehil olunmadıkça da teslim edilmez. Müslüman cemaat ise gerek itikadi
düşüncesi gerekse sosyal düzeniyle bu makama layıktır. Ancak bu görevini
sürdürebilmesi ve hilâfet görevinin hakkını verebilmesi için ilmi ilerleme ve
yeryüzünün imarı konusunda da ehil olmalıdır. Bu ümmetin, doğrultusunda hareket
ettiği ilahi metod, ondan çok şey istemektedir.
Eğer Müslüman ona uyup
icaplarını yerine getirerek gereklerini ve yükümlülüklerini idrak ederse bu inanç
Müslüman cemaati her alanda ileriye götürmektedir. Bu konumun başta gelen
gereklerinden biri; beşer hayatının şer ve fesattan korunması ile iyiliği emr
ve kötülüğü nehy görevini yerine getirebilmesi için, kendisine özgü bir
kuvvetinin bulunmasıdır. Evet, bu ümmet insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir
ümmetdir. Bu özellik güzel davranmaktan ve sevmekten kaynaklanmadığı gibi
tesadüf eseri verilmiş herhangi bir değeri olmayan birşey de değildir.
Aynı zamanda “Biz
Allah’ın çocukları ve sevenleriyiz!”diyen ehl-i kitabın dediği gibi özellikleri
ve yücelikleri dağıtmak ta değildir. Asla. Yüce Allah bütün bunlardan
münezzehtir. Bu din, iyilik ve kötülüğün sınırlarını belirleyen, imanla beraber
beşer hayatını, kötülükten koruyup iyilik üzere ikame etmek için uygun bir
pratiktir. Bu, hayırlı ümmetin, yükümlülükleri ve bu yükümlülüklerin ötesindeki
zorluklar ve yolundaki dikenlerle beraber yükselmesidir. Bu, kötülüğe saldırıp,
iyiliği teşvik etmek ve toplumu fesat etkenlerinden korumaktır. Bütün bunlar
zor ve meşakkatli işler olmakla beraber salih bir toplum kurmak, korumak ve
yüce Allahın dilediği hayat tarzını gerçekleştirmek için zaruridir.
Şüphesiz, değerler için
sağlıklı bir ölçü koymak ve iyilikle kötülüğe sağlıklı bir tanım getirmek için
Allah’a iman gereklidir. Ayrıca bu konuda toplumun uyum içinde olması da
yeterli değildir. Çünkü fesat o derece yaygınlaşır ki, ölçüleri bozup toplumu
yanıltabilir. O halde hayır, şerr, üstünlük, alçaklık, iyilik ve kötülük
hakkında insanlardan herhangi bir neslin üzerinde ittifak ettiği kuralın
dışında, bir temele dayanan değişmez bir ölçüye dönmek kaçınılmazdır. İman
insanın kendisine varlık ve yaratanıyla olan ilişkileri konusu ile varlığının
gayesi ve bu evrendeki gerçek konumu hakkında sağlıklı bir düşünce yerleştirmekle
bu ölçüyü gerçekleştirir.
İşte bu genel ölçüden
ahlaki kurallar doğar… Çünkü, Allah’ın rızasını celbetmek ve O’nun gazabından
sakınmak duygusu insanı bu kuralları gerçekleştirmeye sevkeder. Aynı şekilde
Allah’ın vicdanlar üzerindeki egemenliği ve O’nun şeriatının toplum üzerindeki
hakimiyeti bu kuralları koruma düşüncesini güçlendirir. Sonra, iyiliği emredip
kötülükten nehyederek hayra çağıranların bu meşakkatli yolda yürümeleri ve
zorluklara güç yetirebilmeleri için kuvvetli bir imana sahip olmaları kaçınılmazdır.
Çünkü, bütün dehşet ve azametiyle kötülüğün tağutu, bütün edepsizliği ve
şiddetiyle şehvetin tağutu ve habis ruhların alçaklığı, gayretlerin
isteksizliği ve arzuların ağırlığıyla karşılaşacaklardır. Bunlara karşılık
azıkları sadece imandır.
Bütün cephaneleri
imandır ve destekleri yalnızca Allah’tır. Çünkü iman azığından başka bütün
azıklar tükenir, iman cephanesinden başka bütün cephaneler patlar ve Allah’ın
desteğinden başka bütün destekler yıkılır. Surenin akışı içinde gördük ki, Müslüman
cemaate, kendi içinde hayra çağıran iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir grup
oluşturmaları görevi veriliyor. Burada ise yüce Allah Müslümanların tümünü
insanlık cemiyetinde tanınmalarını sağlayan bu yüce esasları
yaygınlaştırmadıkları sürece gerçek anlamda var olamayacaklarını anlamasını
sağlamak için bu sıfatlarla nitelendiriyor. Ortada iki durum var.
Ya Allaha imanla
beraber hayra çağırıp, iyiliği emr ve kötülüğü nehyedecekler ki, ancak bu
durumda gerçek anlamda varlıkları söz konusu olabilir ve Müslüman ismini
hakkedebilirler. Ya da bunlardan hiçbirini yerine getirmeyecekler ve bu durumda
da varlıkları söz konusu olamayacağı gibi Müslüman sıfatına da lâyık
olmayacaklardır. Kur’an-ı kerimin birçok yerinde bu hakikat yerleştirilir.
Ayrıca aşağıda bazısını aktaracağımız Rasulullah’ın birçok sahih emir ve
direktifleri mevcuttur:
“Ebu Said el-Hudri’den,
Rasulullah’ın şöyle dediğini işittim: “Sizden
biriniz bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, şayet buna gücü yetmezse
diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en
zayıfıdır.” (Müslim)
İbn-i Mes’ud, Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: “İsrailoğulları
günaha dalınca alimleri onları nehyettiler; fakat, onlar dinlemediler. Alimler
de onlarla düşüp kalktılar ve yiyip içtiler. Allah da bazısının kalbini
bazısına çarptı. Davut’un, Süleyman’ın ve Meryem oğlu İsa’nın dilinden onlara
lanet etti. -Sonra Rasulullah oturup
şöyle dedi: “- Hayır. Nefsim elinde olana yemin ederim ki; siz onları hakka
döndürünceye kadar uğraşırsınız‘ Yani şefkat gösteri çevirirsiniz.” (Ebu Davud
ve Tirmizi)
Huzeyfe Radiyallahü Anh’ın
rivayetine göre Rasulullah şöyle
buyurdu: “Nefsim elinde olana yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülüğü
nehyedersiniz ya da Allah üzerinize azabını gönderir de dua edersiniz ama
duanızı kabul etmez.” (Tirmizi)
İrs İbni Umeyr
el-Kindi’den, Rasulullah şöyle buyurdu: “Yeryüzünde
hata işlendiğini görüp de nehyedenler onu görmemiş gibidirler. Görmeyip de rıza
gösterenler görmüş gibidirler.” (Ebu Davud)
Ebu Said el-Hudri’den Rasulullah şöyle buyurdu: “Cihadın en büyüğü
zalim sultan karşısında söylenen adalet sözüdür.” (Ebu Davud, Tirmizi)
Cabir b. Abdullah Rasulullah’tan şöyle rivayet eder: “Şehidlerin
efendisi Hamza’dır. Birde zalim sultana karşı emir ve nehiyleri tebliğ ederek öldürülen
kişidir.” (Müstedrek Lil-Hâkim.)
Bunlardan başka daha
birçok hadis… Hepsi de Müslüman toplumda bu özelliğin temel oluşunu ve
gerekliliğini yerleştiriyor. Ayrıca Kur’an ayetlerinin yanında bu hadisler, değerini
ve hakikatini bilemediğimiz geniş ve planlı bir eğitim ve yöneltmenin
unsurlarını içermektedir.
Semavi kitaplarda, övülen
bir topluluktur Ümmet-i Muhammed!…
Dünyaya gelmeden
övgüyle anılan topluluk şüphesiz bu Ümmettir. Bu sebeple bir edib zat: ‘Daha
dünyaya gelmeden övgüyle yad olunan bir topluluğa, zillet/alçaklık yaraşmaz!..’
demektedir. Nitekim Tevrat nüshalarında efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in
özellikleri bahsedilirken: ‘Onun Ümmeti güzel ahlaklıdır. Minarelerden namaza
davet eden müezzinleri işitince abdest alıp camiye koşar, düzgün saf yapar, bir
hizada dururlar. O’nun ümmeti, geceleri de zikreder ve ibadet yapar. Örtünmeye
de dikkat ederler…’ diye vasfedilir. Bununla geçmiş Ümmetler gelecekteki bu
hayırlı topluluğun özellikleri ile İrşad edilmektedirler. Daha dünyaya gelmeden
özellikleri sitayişle anlatılan bu Ümmet, Ümmetlerin efendisidir.
Bu Ümmet, Merhamet
olunmuş bir Ümmettir!…
Geçmiş ümmetlerin bir
çoğu, zaman zaman peygamberlerinin lanet ve bedduasına uğramışlar ve pek
çokları helak olmuşlardır. Ama bu ümmete Peygamberimiz daima dua etmiştir. Ölen
her müminin arkasından “Allah rahmet eylesin!” deriz. Zira Ümmet-i Muhammed’e
“Ümmet-i merhume” denir. Yani Allah’ın kendilerini hususi rahmetiyle
rızıklandırdığı bahtiyarlar topluluğu demektir.
Bu gün, Tarih boyu
Ümmet-i Muhammed’in, O Övülmüş Peygambere mensup olmaları münasebeti ile elde
ettikleri yüksek şereften bahsedeceğiz. Bu ümmete pek çok üstün şeref
bahşedilmiştir. Zira Ümmetlerin şeref ve üstünlüğü, Peygamberlerinin şerefinden
dolayıdır. Bu Ümmet, geçmiş Ümmetler gibi Peygamberini sıradan bir beşer yerine
koymamış, bilakis, O’na Allah’ın bahşettiği Yüksek Şerefi idrak ederek gerekli
alakayı göstermiştir. Bu itibarla da, hem Allah tarafından ve hem de
Peygamberleri tarafından şerefleri tescil olunmuştur. Bu bahis bizim aşina
olduğumuz bir konu olması münasebeti ile, istedik ki bu değerli bilgileri bir
araya getirelim ki, kardeşlerimiz ve gelecek kuşaklar bu değeri birlikte
paylaşalım… Evet şimdi bu değerle sizleri başbaşa bırakıyorum. Bizi de
dualarınızdan unutmayın.
Ümmet-i Muhammed’in üstünlüğü
Allah’ü Teâlâ bütün
isim ve sıfatlarının kemal ve üstünlüklerini, en sevgili kulu ve Resulü olan
Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’de toplamıştır. Bütün bu üstünlükler, kula
yakışacak şekilde O’nda görünmektedir. O’na indirilmiş olan kitap, yani
Kur’an-ı Kerim, bütün Peygamberler (asm)’a indirilmiş olan kitapların hepsinin
özetidir. Hepsinde bildirilmiş olanlar, bunda da vardır. Bu büyük Peygambere Sallallahü
Aleyhi Vesellem verilmiş olan din de, geçmiş dinlerin hepsinin süzülmüş kaymağı
gibidir. Hak olan, doğru olan bu dinin bildirdiği her iş, geçmiş dinlerde
bildirilen amellerden, işlerden seçilmiş, alınmıştır. Ayrıca meleklerin
işlerinden de seçilmiş alınmış bulunmaktadır. Mesela, meleklerden bir kısmına
ruku etmek emrolunmuştur. Bir çoklarına secde etmek, başka meleklere de kıyam
yani ayakta ibadet etmeleri emredilmiştir. Bunun gibi, geçmiş ümmetlerden
bazısına yalnız sabah namazı emredilmişti. Başkalarına başka vakitlerin namazı
emrolunmuştu. Geçmiş ümmetlerin ve Mukarreb meleklerin ibadetlerinden, amellerinden
süzülenleri, seçilenleri, bu dinde emrolundu. Bunun için, bu dini tasdik etmek,
inanmak ve bu dinin emirlerine uymak, geçmiş bütün dinleri tasdik etmek ve
hepsine uymak olur. Demek oluyor ki, bu dini tasdik edenler, ümmetlerin en
hayırlısı, en iyileri olur. Bu dine inanmayan, beğenmeyen, buna uymak istemeyen
de geçmiş dinlerin hepsine inanmamış, hiçbirine uymamış olur. (1)
Ümmet-i Muhammed
olmanın üstünde başka şeref yoktur!…
Eskilerden kalma dua
mahiyetinde, güzel bir deyim vardır: ‘Allah bizi Ümmet-i Muhammed’den eylesin’
diye. Ümmet-i Muhammed olmak, hakikaten ne büyük saadet, ne büyük bir devlet ve
ne büyük bir şereftir! Her şeyden önce ‘MÜSLÜMAN’ ismini bize Rabbimiz
vermiştir. İsmimizin tarifi Allah tarafından yapılmıştır. Kimliğimiz Allah’ın
boyasıyla boyanmıştır. Rengimizi bizzat Allah seçmiştir.
Büyük devlet adamı ve
adalet şehrinin kapısı, Mü’minlerin efendisi Hz. Ömer Radiyallahü Anh: ‘Ümmet-i
Muhammed olmanın üstünde başka şeref yoktur!..’ buyurur.
Evet... Bu söz, söyleyen
kadar değerli ve kıymetli bir sözdür. Zira bir Komünist: ‘En koyu Komünist
benim!’ diyebilir. Bir Ateist: ‘En koyu Ateist benim!’ diyebilir. Ama bir
Müslüman: ‘En koyu Müslüman benim!’ diyemez. Çünkü her şeyden önce terimler
farklı, değerler daha farklı. Müslümanlığın sahibi Allah iken, Komünizm ve
Ateizmin sahibi insandır. Gerek Komünizm ve gerekse Ateizmde hedef ancak
belirlenen seviyedir. Ama Müslümanlıkta belirli bir hedef yoktur. Onun sınırı
sonsuzdur. Hedefi sonsuzluk olanla, sınırlı olan bir olamaz!... Bundan dolayı
Müslüman
olmanın ötesinde başka
şeref yoktur! Hem sonra Allah ( Celle Celâlüh ) izzet ve onuru üç’e ayırarak, bunu
sadece kendisine, Resulüne ve mü’minlere tahsis etmiştir.
“- İzzet (güç, onur ve
üstünlük) Allah’ın, O’nun Resulü’nün ve Mü’minlerindir. Ancak münafıklar
bilmiyorlar.” (2)
Hazret-i Ömer Radiyallahü Anh’ın, bu ümmetin emini Hz.
Ubeyde b. el-Cerrah Radiyallahü Anh’ı Şam seferine kumandan olarak gönderirken
söylediği şu sözlerde bizler için alınacak ders ve ibretler vardır: “Biz en
zelil bir kavim (topluluk) idik, Allah Teâlâ bizleri İslam ile aziz (izzetli)
kıldı. Şayet biz izzeti Allah’ın bizi kendisiyle izzetli kıldığı şeyin gayrında
ararsak, Allah bizi zelil kılar.” Evet... Bunu anlamak, irfan ister…
Bu gün, kendini her
yönden donanımlı addeden Batı toplumu, gerçekte geçici emellere perçinlenmiş
bir saltanat sürmektedir. Tarih boyu bu tür medeniyetlerin ömrü çok kısa
sürmüştür. Gerçek onur ve izzet, Allah’ın önünde diz çökmekte ve yaratıklar
arasında adalete riayet etmededir… Allah’ın önünde diz çöken, haksızlığın
karşısında yer alır… Zalime tavır koyan, izzetli olur… Bu sebeple Allah, yeryüzünde
izzet ve onuru bu Ümmete layık görmüştür…
Nuh Aleyhisselâm’ın
gemisindekiler kurtulurken, ya Muhammed Aleyhisselâm’ın gemisindekiler…
Tarih boyu dünyamız, insanların
fesat düşünce ve davranışları yüzünden pek çok kere felaketlere maruz kalmıştır.
Bunun çözümünü aramak üzere, Kur’an’a baktığımızda, Rabbimiz (Celle Celâlüh)
şöyle buyurur:
ظَهَرَ الفَسادُ فِي البَرّ والبَحْرِ
بِمَا كَسَبَتْ أيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُمْ بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا
لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
“- İnsanların bizzat
kendi işledikleri yüzünden, karada ve denizde düzen bozuldu. Ki Allah
yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın, belki de tuttukları kötü yoldan
dönerler.” (3)
İnsanların günah ve
isyanları yüzünden, karada ve denizde bela ve musibetler ortaya çıktı.
Musibetlerin sebebi olan günah ve isyanı, insan ya gafletinden dolayı veya
inançsızlığından dolayı işler. Nimet sahibini unutarak, bütün nimetleri
maksadının dışında ve hor kullanır. Böylece Fıtrat kanunlarının zıddına
işlemesine çalışmış olur. Alemde düzen sarsıldı mı, bundan herkes durumuna göre
nasibini alır. Gidişatı bozulan düzenin, sahiplerini endişeye sevketmesi ise
tabiidir.
Hulasa; ecdadımızın:
‘Bir musibet, bin nasihatten yeğdir’ sözüyle anlatmak istedikleri budur!
Fırtınalı denizden kurtuluş, nasıl Allah’ın inayeti ile, tecrübeli bir kaptan
ve dayanıklı bir gemi sayesinde olursa, asrın fırtınalarından kurtuluş da, Hz.
Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’in kaptanlığındaki, İslam gemisine binmekle
olur.
Şeyh Sadi Rahmetullahi
Aleyh der ki: “Ya Muhammed! Senin gibi dayanağı ve desteği olan bir ümmetin
gönlünde gam ve kaygı olur mu? Kaptanı Nuh olan geminin, deniz dalgalarından
korkusu bulunur mu?..” Evet... Kaptanı Nuh Sallallahü Aleyhi Vesellem olan
geminin yolcusu selamet sahiline çıkarken, Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’in
gemisinde yolculuk yapan nasıl denize batar?... Muhammed Sallallahü Aleyhi
Vesellem’in Ümmetine keder, endişe nasıl yaraşır!... Tedirginlik bizim
soframıza nasıl konur!..
Bugün, Ümmet-i
Muhammed’i her fırsatta dışlayan Batı toplumunun ekseriyeti stres içerisinde yaşarken,
İslam toplumu türlü imkansızlıklara rağmen, Batı toplumunun içine düştüğü
bunalımlardan uzak yaşamaktadırlar. Bunun sebebi; Hz. Muhammed Sallallahü
Aleyhi Vesellem’in sevgisinin kalplerde bıraktığı derin tesirdir. Şu halde Batı
toplumunun, hor gördükleri bu İslam toplumundan alacakları çok değerler vardır!...
Zira, tedirgin olanla, emniyet içinde olan bir değildir!..
Ümmet-i Muhammed kurtulmuş ümmettir!…
İnsanlık bugün maddenin
esaretinde, maneviyattan tecrit olmuş bir vaziyette ve bunun tabii neticesi
olarak da binbir türlü tereddüt ve şüphe dalgaları arasında kıvranıp
gitmektedir. Fakat Kalpleri Tevhid nuru ile saflaşmış olan Mü’minler, her türlü
şüphe denizinden uzak, bütün tereddütlerden de kurtulmuş topluluktur. Bunun
sebebi araştırıldığında görülür ki:
Takvaya erenler var ya…
Onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda, birden hatırlayıp gerçeği
görürler” (4) ayetinin sırrı karşımıza çıkmaktadır.
Evet... Bu hal Ümmet-i
Muhammed’in özelliklerindendir. Ümmet-i Muhammed, her türlü Şeytani dürtülerden
ve iç darlıklarından selamette olan topluluktur. Bunun için bu Ümmetin en
belirgin özelliklerinden bahsedilirken: ‘Kurtulmuş Ümmet’ tabiri yerinde bir
tabir olarak kullanılır.
Geçtiğimiz asrın
müstesna simalarından Abdulhakim Arvasi (ks) kendisine: ‘Ümmet-i Muhammed’in
kurtuluşu ne zaman olacak?’ diyen bir zata: ‘Ümmet-i Muhammed demek, kurtulmuş
Ümmet demektir’ cevabını verir.
Evet... Ümmet-i
Muhammed kurtulmuş Ümmettir!... Şu halde kurtulanlardan olmak, helakin ve helak
yasasının dışında kalmak isteyen, o günkü kurtulanların rolünü oynamak
zorundadır. Kurtulanlar safında yer almak isteyen, Peygamber gemisine bilet
almak ve Safını belirlemek zorundadır!..
Alemlerin efendisine
derdini döken Molla Cami hazretleri: ‘Nasıl olur ya Resulallah? Ashab-ı Kehf’in
bir köpeği vardı. Onlardan ayrılmadığı için onlarla beraber cennete girecek.
Senin de bir ashabın var ben de senin ashabının köpeğinim. Senin ashabın
cennete girerken ben nasıl dışarıda kalırım’ der.
Evet... Geçmiş
dönemlere mührünü vurmuş Genç Yiğitlerin beraberindeki köpekleri, Allah
dostlarına olan sadakatinden dolayı Cennete alınacağı belirtilirken, Ümmet-i
Merhumenin Cennetin dışında kalması muhaldir!... Bunun sebebi olarak İslam
Ümmetinin, heva ve heveslerin, boş şeylerin ve haram kılınan şehvetlerin her
türlüsünden uzak durması gösterilir… Çünkü Cennetin etrafı, zorluklarla, Cehennemin
etrafı da şehvetlerle çevrilidir. Bu Ümmet, heva ve heveslerden, şehevi
lezzetlerden kaçınan en seçkin bir topluluktur. Bu hal, bu Ümmete, Allah’ın
özel bir ikramı ve açık bir merhametidir…
Allah Teala Bu Ümmete, Geçmiş
Ümmetlerden Ayrı Olarak Çeşitli İmtiyazlar Vermiştir
Bir edib zat, bu Ümmetin diğer ümmetlerden ayrıcalığı noktasında şöyle bir
tesbitte bulunmuştur. ‘Allah bu ümmete beş çeşit imtiyaz verdi:
1-
Kibirli olmasınlar diye aciz yarattı.
2-
Az yesin-içsinler diye ufak-tefek yarattı.
3-
Günahları az olsun diye kısa ömürlü yarattı.
4-
Hesapları az olsun diye fakir yarattı.
5-
Mezarlarında az yatsınlar diye en son yarattı…’
Tabi bu ümmetin
şerefini belgeleyen pek çok, ser-levha olabilecek daha nice özellikler vardır
ki, hepsi bu zatın anlattığından ve bizim yukarıdan beri ortaya koymaya
çalıştığımız açıklamalardan ibaret değildir. Bu ümmete önceki ümmetlerden ayrı
olarak pek çok şey ihsan olunduğu, ta Semavi kitaplara konu olduğunu
belirtmiştik. Bilginler bu hususta çeşitli araştırmalar yaparak, pek çok kalıcı
eserler vermişlerdir.
Kısaca Ümmet-i Muhammed’in Özelliklerini madde halinde sayacak olursak
şöyledir:
1- Harpte düşmandan
alınan ganimet yalnız bu ümmete helâl kılındı. Önceki ümmetlere helâl
kılınmamıştı.
2- Beş vakit namaz
kılmak,
3- Namaz için ezan ve
ikamet okumak.
4- Fatihayı bitirdikten
ve dualardan sonra “Âmîn!” demek.
5- Namazda melekler
gibi saf yapmak. Önceki ümmetler, namazlarını yalnız kılarlardı.
6- Karşılaşma sırasında
selamlaşmak.
7- Cuma günü.
8- Cuma gününde duanın
kabul edildiği saatin, vaktin bulunması.
9- Ramazan-ı şerifin
ilk gecesi olduğunda Allah’ü tealanın, Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’in
ümmetine nazar etmesi, bakması. Allah’ü Teâlâ nazar ettiği kuluna asla azab
etmez.
10- Sahur yani, imsak
vaktinden önce kalkıp oruç tutmak için bir şeyler yemek, iftarda acele etmek.
11- Kadir gecesinin
verilmesi. Böyle bir gece geçmiş ümmetlere verilmedi.
12- ‘İstirca’ yani bela
ve musibet zamanında “İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi râciûn” demek. Böyle söylemek
daha önce hiçbir ümmete verilmemiştir.
13- Önceki ümmetlere
yüklenen ağır vazifeler bu ümmete yüklenmedi.
14- Allah’ü Teâlâ bu
ümmeti, hata, unutma ve cebr (zorlama, tehdit vs.) altında yaptığı işlerden ve
kalbe elde olmadan gelen çirkin şeylerden dolayı hesaba çekmeyecektir.
15- Müslüman ismi, bu
ümmete mahsustur. Daha önce peygamberlerden başkası bu isimle zikredilmemiştir.
16- İslamiyet, önceki
dinlerin en mükemmelidir.
17- Bu ümmetin dalalet (sapıklık
ve bozuk bir iş) üzerine birleşmeyeceği bildirilmiştir.
18- Bu ümmetin İcmaı
dinde senet ve delildir.
19- Bu ümmette
taun/veba hastalığından ölen şehittir.
20- Fasık (açıkça günah
işlemeyen) ve mübtedi (bozuk itikadlı) olmayan iki Müslüman’ın hakkında hayır
ve iyilikle şâhitlik ettiği kimsenin Cennetlik olduğu bildirildi.
21- Bu ümmetin az bir
ameli dahi sevap bakımından en çoktur.
22- Aralarında Kutub
denen büyük Evliya zatlar bulunur.
23- Onlar kabirlerine
günahlarıyla girerler, müminlerin onlar için Allah’ü tealadan af ve mağfiret
dilemeleri sebebiyle günahları kalmaz, af olunurlar. Kıyamet günü kabirlerinden
günahsız çıkarılırlar.
24- Kıyamet günü diğer
ümmetler arasından kabirlerinden ilk önce onlar kalkacaktır. Hepsinden önce de
Peygamber efendimiz kalkacaktır.
25- Mahşer günü Arasat
meydanında yüksek bir yerde bulunurlar.
26- Yüzlerinde secde
izinden alamet bulunur.
27- Sırat’ı geçerken, nurları,
önlerinde ve sağ taraflarında gider.
28- Yaptıkları ve onlar
adına yapılan iyi işlerin sevapları kendileri için yazılır.
Evet... Bu bölümde
Ümmet-i Muhammed’in faziletlerine temas ettik. Bununla maksadımız, evvela kendi
yerimizi bilmek ve değerimizi anlamaktır. Zira yerini bilmeyen, değerini
anlamaz!... İkincilikle de, diğer milletlerin özellikle içinde yaşadığımız Batı
toplumunun, Ümmet-i Muhammed’e olan ihtiyaçlarını dile getirmektir. Onlar her
ne kadar bu gerçeklere karşı gözlerini yumsa, kulaklarını tıkasa da, Onların
dahi kurtuluşu yine Müslümanların sahip oldukları değerlerle olacaktır!..
Bu gün Batı toplumu, Ümmet-i
Muhammed’in kıymetli nefesine şiddetle muhtaçtır. Onlardaki bilgi birikimine, ahlaki
kişiliğe, Peygamberimizden tevarüs ettikleri Medeniyete son derece
muhtaçtırlar. Onları manen yükseltecek olan değer, Ümmet-i Muhammed’in sahip
olduğu değerdir. Her şeyin değerini maddi aletlerle ölçen Batı zihniyeti, Müslümanlardaki
manevi potansiyele son derece muhtaçtır. Bunu idrak ettikleri zaman, İslam ile
şereflenecekleri gün ise pek yakındır. Onun için, kuru inattan vazgeçip, bu
yüksek değerlere yönelmeleri şarttır. Yoksa manevi duygulardan yana boş olan
kalple, dünyanın İmarı gerçekleşmez!... İnsanlık ancak ve ancak Hz. Muhammed Sallallahü
Aleyhi Vesellem’in getirdiği hayat nizamına uygun bir düzen içerisinde rahat
bir nefes alabilir. O’nsuz düzenler, O’nsuz bir dünya, zulümdür, kandır, gözyaşıdır…
İki asra yakın bir süredir dünyada esen zulüm rüzgarları, hep O’nsuz bir düzen
oluşturulmak istendiği yüzündendir. Mevla’dan niyazımız, Muhammedi bir
medeniyete insanlığın kavuştuğu günlere tez elden eriştirmesidir!... Selam ve
dua ile Allah’a emanet olunuz…
Dipnotlar
1-) Rehber
Ansiklopedisi Ümmet maddesi
2-) Kur’an-ı Kerim
Münafikun suresi ayet 8
3-) Kur’an-ı Kerim Rum
suresi ayet 41
4-) Kur’an-ı Kerim
A’raf suresi ayet 201
5-) Kur’an-ı Kerim
Âl-i Imran suresi ayet 110
Her ümmetin, belirli
hedefleri vardır. Muhammed ümmetinin de hedefi; İslam’ı yaşamak ve yaşatmaktır.
Bütün Müslüman’ları kardeş bilmek, hep birlikte rızaya ulaşmak, Peygamberin
şefaatine nail olmaktır. Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem ümmeti olmak
ayrı bir ayrıcalıktır; onun bilincine varma şuuruna ermek de ayrıcalıktır. O da
üstün olmadır. Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem;
“Bu ümmet-i İslam, diğer
ümmetlere üstün kılınmıştır.” “Her ümmet kendi peygamberine tabidir.”Allah Celle
Celâlüh Kur’an-ı Kerim’de: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet
oldunuz. İyiliği emreder, kötülüğü men edersiniz. Allah’a inanırsınız.” (Al-i
İmran suresi, 110.ayet)
Buyruklarında ümmet
bilincinin temellerinde iyiliği emretme, kötülükten men etme vardır. Ümmet
bilincinde Allah’ın iyi dediklerinde birleşme, kötü dediklerinden kaçma vardır.
Ümmet bilincinde yeryüzünün herhangi bir yerinde bir Müslüman’ın burnu
kanamasından üzüntü duyma vardır. Ümmet olma bilincinde aç, açık ve yokluk olan
Müslüman’ı görünce ızdırab duyma vardır, yardıma koşma vardır. Ümmet olma
bilincinde mağdur olan Müslüman kardeşi nerede olursa olsun ona koşma vardır.
Ümmet olma bilincinde tasalluta uğrayan, tecavüze uğrayan bir kardeşini görünce
ona koşma vardır.
Ümmet olma bilincinde
yeryüzünün hangi noktasında olursa olsun, Müslüman Sallallahü Aleyhi Vesellemaş
halinde ise onun yanında olma, yardımına koşma vardır. Ümmet olma bilincinde
ahiret hesabı vardır. Allah rızası vardır. Cennet vardır. Ümmet olma bilincinde
mal’ı mülkü depolama yoktur, Müslüman’ın menfaatine sarf etme vardır. Ümmet olma
bilincinde bulunduğu ortamda dostu düşmanı bilme vardır, dosta kucak açma, düşmandan
emin olma vardır. Ümmet olma bilincinde ortamın haramlarını değil inancının helâllerini
yaşamak vardır. Ümmet olma bilincinde sistemler içinde “İnancımı ne kadar
yaşıyorum? Yaşayamıyorsam neler yapmalıyım” düşüncesi vardır. Ümmet olma
bilincinde yediği ekmeğin, içtiği suyun ne kadarı helâldir. Alışverişimi nasıl
yapıyorum sorusu vardır. Ümmet olma bilincinde İslam’ı yeryüzüne hâkim kılma
vardır. İslam’ın dışındaki sistemleri ret etme vardır
Müslüman olmak için Hz.
Muhammed Aleyhisselâm’a inanma ve O’nun ümmeti olma vardır. Ümmeti olan kişinin
de kendi çıkarları değil, inancın çıkarlarını ön plana çıkarma vardır.
Tercihlerinde Müslümanlar vardır, Muhammed ümmeti vardır. Her şey bir yana, Sallallahü
Aleyhi Vesellemunduğumuz değerlerle yaşamadığımız değerleri biraz kıyaslayalım
mı isterseniz? “Muhammede Ümmetiz” iddiası ispat isterse, nerede bu ispatımız?
Söz ile amel arasında kıyaslanamayacak uçurumlar vardır dostlar. Sözle hemen
her şey söylenir. Söz ile insanın yapamayacağı şey, kuramayacağı hayal yoktur.
Aynı sınırsızlığı amelde nasıl gösterecek peki? Bu ümmetin yaklaşık yüzde 80’i
hiç namaz kılmıyor yapılan bir araştırma neticesinde. Belki bu iyimser
rakamdır.
Daha da fazla olması
kuvvetle muhtemeldir. Daha da vahimi, araştırmalarda soru sorulan birçok kişi, “Neden
bana bu tarz soru sorarsınız?” diye asabileşiyor. Ya diğer ibadetler? Çok
uzakları merak etmeyelim, yakınınızda 100 kişi üzerinde bir araştırma yapınız
bakalım, kaç kişi Kur’an-ı Kerimi okumayı biliyor? Örnekler çok. Şahsen katılıp
şahit olduğum sohbetli bir toplantı sonunda karşılıklı tanışmalarla, konu
bilinç meselesine geldi. “İlk etapta eksikliğini hemen kabul etmeme!”
aşamasında olan bir kardeşimize baktım olacak gibi değil, abdest ve gülsün
farzını sordum. Hiç alakası olmayan şeyleri saydı. Kınamıyorum ve bunda dolayı
Allaha sığınırım. O esnada etrafımızda takriben 70-80 kişi vardır.
İnanınız tam olarak 6
kişi sayabildi. Geri kalan altmış kişiden fazlası sayamadı.
En enteresanı ne oldu
biliyor musunuz? Sıkı durun. Aradan 4 gün geçti. Sayamayan bir kardeş yanıma
geldi: “Hoca senin sorduğun o soruyu ben ezberledim” Hangi soruyu sorduğumu o
an unuttuğum için hatırlatmasını rica ettim. “Abdest ve gülsün farzını
sormuştunuz” dedi ve şakır şakır saydı. Ama asıl hadise, ne oldu biliyor
musunuz? Yanında beraber gelen arkadaşı onu hafifçe dürtükleyerek: “Oğlum, sayıyorsun
ama ne namaz kıldığını gördüm ne abdest aldığını gördüm. Hocam, siz bakmayın
onun saydığına. Ben bunu iyi tanırım. Bir gün çeşmeden abdest alırken görsem
belki ben o gün ölürüm”O kadar üzüldüm ki. Aklıma gelen o an ki şeyi içimden
kendi kendime konuştum: “Sen bana göstermelik olsun diye abdesttin farzlarını
ezberlemişsin ama Allaha göstereceğin amel nerede?”Yine, geçenlerde bir yere giderken,
yolda ezan okundu. Pek bildiğim yer olmadığı için yakında cami bulamadım.
Bir fabrikanın
girişteki güvenliğine sordum: “Af edersiniz, burada mescid var mıdır?”
Güvenlikçi
arkadaş:“Hocam (sakallı gördü ya) Fabrikada vardır buyurunuz” dedi ve girdik.
Baktık ki içeride, yaklaşık
15 kişi namaza durmak üzere. Bizi görünce: “Bize namaz kıldırır mısınız?”
dediler. “Ooo, tam da adamını buldunuz” dedim sevinçle. Sünneti kıldık. Farzı
kıldırmak üzere mihraba geçtim ama birisini müezzinlik yapması gerekli idi. On
beş kişi içinden bir kişi dahi ortaya çıkmadı. “Ben yapamam, pek bilmiyorum
(kamet, tesbihat v.s.)” dedi. Bilmek ayrı, bilinç çok ayrı şeydir. Bir adım
atmaya mecburuz. Hem de ne mecbur. Ancak bu zorlama değildir. Buradaki
mecburiyetin sonu bize dayanıyor çünkü. Neticede üzülmek de var sevinmekte.
Zira ümmeti olmakla
övündüğümüz, o güller sultanı, Hz Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi Vesellem
ile, yarın yevm-i mahşerde yüz yüze geleceğiz ve o Sallallahü Aleyhi Vesellem
seslenecek:“Benim ümmetimden olan şu yana geçsin” (Hadisi şerif) diye buyurduğunda:“Bende
O’nun Sallallahü Aleyhi Vesellem ümmetimdendim, hemen geçeyim bari” diye
aklımıza gelse de, aklımıza gelen ile hemen geçmek mümkün olmayacak. Zira o
esnada o kadar şahitler türeyecek ki, hangisini sayayım istersiniz? Bütün
organlarımız mı, yürüdüğümüz yollar mı, secdeye durduğumuz se Celle Celâlüh ade
mi, günah meşgul olduğumuz yerler mi? Bunlar bizim ya lehimize şahitlik edecek
ya da aleyhimize. İşte bu şahitlerin neticesinde bizler geçeceğiz ya da “dur
bakalım” denilecek. “Önce hesap ver….”
Bu hesabı verebilenlere
ne mutlu, selam olsun onlara. Selam ümmet bilincini kalbinde hissedenlere, o
hazzı doyasıya yaşayanlara. Her ümmetin, belirli hedefleri vardır. ümmet
bilincinin temellerinde iyiliği emretme, kötülükten men etme vardır. Ümmet
bilincinde Allah’ın iyi dediklerinde birleşme, kötü dediklerinden kaçma vardır.
Ümmet bilincinde yeryüzünün herhangi bir yerinde bir Müslüman’ın burnu
kanamasından üzüntü duyma vardır. Ümmet olma bilincinde aç, açık ve yokluk olan
Müslüman’ı görünce ızdırab duyma vardır, yardıma koşma vardır. Ümmet olma
bilincinde mağdur olan Müslüman kardeşi nerede olursa olsun ona koşma vardır.
Ümmet olma bilincinde tasalluta uğrayan, tecavüze uğrayan bir kardeşini görünce
ona koşma vardır.
“Bende O’nun Sallallahü
Aleyhi Vesellem ümmetimdendim, hemen geçeyim bari” diye aklımıza gelse de, aklımıza
gelen ile hemen geçmek mümkün olmayacak. Ey yüceler yücesi rabbim, bizlere
Peygamber Efendimiz s.a.v. yanına hemen geçenlerden eyle, azabından affına, gazabından
niyazına sığınıyoruz… “Ya Rabbi! Ben, değil cehennem ateşine bir an dayanayım, sana
verecek hesabım bile çok zordur. Değil cehennemde yanayım, kabirde yatacak
halim bile yoktur. Lütfeyle, ne olur kerem eyle, şu dünyaya Müslüman olarak
yarattın ve yaşattın ya, imanınımı muhafaza eyleyerek, sorgusuz ve sualsiz
cennete giren ehillerinden eyle beni ve bütün ümmeti muhammedi Allahım. O
resuli kibriyanın Sallallahü Aleyhi Vesellem huzurunda mahçup ve mahzun eyleme,
boynu bükük bırakma kimseyi. Tutsun ellerimizden beraberce, güle oynaya, neşe
ve sürurla girelim cennette, erelim yüce derecelere. Bunu bizden mahrum etme,
Allahım.
Sermed Kadir
Yorumlar
Yorum Gönder