Seyyid Abdülkâdiri Geylânî Rahmetullahi Aleyh Hazretlerinden Nasihatler…


Seyyid Abdülkâdiri Geylânî Rahmetullahi Aleyh Hazretlerinden Nasihatler…

·     Kader başa geldiği zaman, bu niçin böyle oldu? Nasıl böyle olur? gibi suâllerle Allah’ü Teâlâ’ya i’tirâzda bulunmak îmâna zarar verir, tevhîd inancını sarsar, tevekkülü ve ihlâsı bozar. Çünkü mü’minin kalbi, bu niçin böyle oldu? Nasıl oldu? gibi sözleri bilmez. Bildiği tek şey, “Evet, başüstüne” demek, hiç i’tirâzda bulunmamaktır. Nefs ise, dâima i’tirâz eder ve her başına gelene karşı çıkar. Öyleyse, kim kendisinin iyiliğini isterse, şerrinden (kötülüğünden) kurtuluncaya kadar, nefsiyle mücâdele etsin.
·     Nefs bütünüyle şerdir. Bu bakımdan, nefsle mücâdele edilip, onun itminan hâli te’min edilince, bu sefer nefs, bütünüyle hayr olur ve hayrı ister. Allah’ü Teâlâ’nın râzı olduğu işleri yapıp, Allah’ü Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri terk etmeye dikkat eder. Bunun mükâfatını, Allah’ü Teâlâ’ Kur’ân-ı Kerîmde meâlen şöyle bildiriyor: “Ey mutmainne nefs, râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine dön!” (Fecr-27, 28). Artık bundan sonra, bu nefse i’timâd edilebilir. Çünkü eski kötü hâlinden, Allah’ü Teâlâ’dan başka mahlûka bağlanmaktan kurtulmuştur. Böylece, İbrâhim aleyhisselâm gibi olur. Çünkü o da nefsinden kurtulmuş ve nefsinin arzu ve isteklerinden temizlenmişti. Ateşe atılacağı zaman, İbrâhim aleyhisselâmın kalbi çok rahattı. Çeşitli varlıklar kendisini ateşten kurtarma husûsunda yardım teklifinde bulundukları hâlde, o bunlara şöyle diyordu: “Ben sizin yardımınızı istemiyorum. Çünkü Allah’ü Teâlâ’ benim hâlimi biliyor.” Çünkü o gerçekten Allah’ü Teâlâ’ya teslim olmuş, tam bir tevekkül mertebesine kavuşmuş, Allah’ü Teâlâ’ya hakkıyla güvenmişti. Hazreti İbrâhim’in, bu teslimiyet ve tevekkülünden dolayı, Allah’ü Teâlâ’ Kur’ân-ı Kerîmde meâlen; “Biz de dedik ki: Ey Ateş! İbrâhim’e karşı serin ve selâmet ol!” buyuruyor (Enbiyâ-69) Bu dünyâda, sabırlı kullara Allah’ü Teâlâ’nın yardımı sayılamayacak kadar çoktur. Âhıretteki ni’metleri de sayıya ve hesaba sığmaz. Allah’ü Teâlâ’, Zümer sûresinin onuncu âyet-i Kerîmesinde meâlen; “.... Ancak (Allah yolunda) sabredenlere mükâfatları hesabsız verilecektir” buyuruyor.
·     Allah’ü Teâlâ’ya, rızâsı için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla karşılıksız kalmaz. Onun için bir ân olsun sabrediniz, mutlaka senelerce bu sabrın mükâfatını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhûr olan, bu lakabı, bir anlık cesâreti neticesinde kazanmıştır. Allah’ü Teâlâ’ Kur’ân-ı Kerîmde meâlen; “Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir” buyuruyor (Bekâra-153). Allah’ü Teâlâ’nın bu beraberliği, Allah’ü Teâlâ’nın sabreden kuluna yardım etmesi ve onu zafere ulaştırması demektir, öyleyse, Allah için sabırlı olunuz. O’nun için uyanık olunuz. O’ndan gâfil olmayınız. Uyanmayı, ölüm vaktine bırakmayınız. Çünkü o sıradaki uyanma fâide vermez, ölüm gelmeden önce uyanınız, ölüm gelip, acıklı hâlini gördükten sonra hâsıl olan uyanıklıktan, fayda vermeyecek olan pişmanlıktan önce uyanınız.
·     Kalblerinizi ıslâh ediniz. Çünkü kalbleriniz iyi olursa, diğer hâlleriniz de iyi olur. Bu sebeble Resûl-i ekrem Aleyhisselâm.
·     “Âdemoğlunda bir et parçası vardır ki, o iyi olunca, vücûdun diğer a’zâları da iyi olur. O bozulursa, vücûdun diğer a’zâları da bozulur. O et parçası kalbdir” buyurdu. Kalbin iyiliği; takvâ ile Allah’ü Teâlâ’ya tevekkül, hakkıyla O’nun bir olduğunu söylemek ve amelleri de, insanların rızâsı için, gösteriş için değil de, sırf Allah’ü Teâlâ’nın rızâsını gözeterek ihlâsla yapmakla olur. Bunlar olmazsa, kalb bozulur. Kalb, beden kafesinde bulunan bir kuştur. Şişe içinde bulunan bir inci, hazînede saklı bulunan kıymetli bir eşya gibidir. Bütün bunlarda kıymet ve i’tibâr, kafesteki kuşa, şişedeki inciye ve hazînedeki maladır. Yoksa, kuş olmadan kafesin, inci olmadan şişenin, mal olmadan hazîne yerinin hiç kıymeti yoktur.
·     Allah’ım! Hayâtımız boyunca, gecelerimizde, gündüzlerimizde, a’zâlarımızı senin râzı olacağın işleri yapmakla, kalbelerimizi seni tanımakla meşgûl eyle.
·     Bizleri, daha önce yaşıyan sâlih kullarına dâhil eyle. Onları rızıklandırdığın şeylerle, bizleri de rızıklandır. Onlara yardım ettiğin gibi, bize de yardımını ihsân eyle! Âmin.
·     Ey cemâat! Sâlih kimseler gibi, siz de Allah’ü Teâlâ’nın yolunda olun. Eğer böyle yaparsanız, Allah’ü Teâlâ’ onlara yardım ettiği gibi, size de yardımını lütfeder.
·     Eğer Allah’ü Teâlâ’nın size yardım etmesini istiyorsanız, O’nun râzı olduğu işlerle meşgûl olunuz. O’nun rızâsını kazanmak için sabırlı olunuz.
·     Gerek sizin, gerekse başkalarının hakkındaki işlerine rızâ gösteriniz. Sâlih kimseler, dünyâya rağbet göstermediler. Dünyâdaki nasîblerini aldılar. Fakat haramlara ve şüphelilere dalmadılar. Sonra âhıreti istediler. Âhıretlerini iyi edecek amelleri yaptılar. Nefslerinin arzu ve isteklerine karşı çıktılar. Rablerine itaat ettiler. Hem kendilerine, hem de başkalarına nasîhatta bulundular.
·     Evlâdım! Önce kendine, sonra başkalarına nasihat et. Nefsine dikkat et. Nefsini terbiye etmeden, başkasını ıslâh etmeye çalışma. Çünkü, daha senin ıslâha muhtaç yerlerin var. Yazıklar olsun sana, başkasına nasıl kurtulacağını öğretiyorsun, fakat kendin körsün. Bu durumda başkasına nasıl yol gösterebilirsin: Ancak basiretli kimse insanlara yol gösterir ve onları ıslâh edebilir. Nitekim denizde boğulmak üzere olanları da, ancak iyi bir yüzücü kurtarabilir.
·     İşte insanları da Allah’ü Teâlâ’ya, ancak Allah’ü Teâlâ’yı tanıyan ma’rifet sahipleri ulaştırabilir.
·     Allah’ü Teâlâ’nın tasarrufları hakkında sen konuşamazsın, Allah’ü Teâlâ’yı seveceksin, başkası için değil, sâdece O’nun için amel yapacaksın. Yalnız O’ndan korkacaksın. Bunlar ise, kalb ile olur, dil ile olmaz. Yazık sana, dilin takvâ sahibi, fakat kalbin günah işliyor ve kötülük yapıyor. Dilin şükrediyor, fakat kalbin i’tirâz ediyor.
·     Ey insan! Yazık sana ki, sen Allah’ü Teâlâ’nın kulu olduğunu iddia ediyorsun, lâkin O’ndan başkasına itaat ediyorsun. Eğer sen, gerçekten iyi bir kul olsaydın, Allah için buğzeder, O’nun için severdin.
·     Hakîkî mü’min, nefsine, şeytana ve hevâsına itaat etmez. Şeytan ile zâten alâkası olmadığı için, ona itaat etmez. Dünyâya i’tibâr etmez ki, ona boyun eğsin. Bilakis o, dünyâya önem vermez. O, âhıreti ister. Onun için dünyâyı terk etmek mümkün olup, Rabbinin rızâsını kazanınca, artık her zaman yaptığı ibâdetleri sırf Allah’ü Teâlâ’ için yapma mertebesine erer.
·     Allah’ü Teâlâ’nın yarattıkları ile O’na ortak koşma. Allah’ü Teâlâ’nın birliğine olan îmânını sarsacak şeylerden sakın. O, her şeyin yaratıcısıdır. Her şey O’nun kudretindedir.
·     Ey isteklerini Allah’ü Teâlâ’dan başkasından isteyen, sen akıllı değilsin. Allah’ü Teâlâ’nın hazinelerinde olmayan bir şey var mı ki, sen O’ndan başkasını istiyorsun?
·     Ey oğul! Kaza ve kadere rızâ göster. Bu niçin böyle oldu? Diye karşı çıkma. Rahatlık zamanının geleceğini bekleyerek ibadet et. Böyle yaparsan Allah’ü Teâlâ’nın öyle nimetlerine ve ihsanlarına kavuşursun ki, istemekten ve temennisinden bile hayâ ettiğin şeylere bile nail olursun.
·     Ey cemâat! Geliniz, Allah’ü Teâlâ’ya, O’nun kaderine ve bütün yaptıklarına boyun eğelim, hepsine rıza gösterelim, içimizle ve dışımızla baş eğelim. Kaderine muvafakat gösterelim.
·     Ey oğul! Takvâya iyi sarıl, Allah’ü Teâlâ’nın emir ve yasaklarına uy. Nefsine, hevâya, şeytâna ve kötü arkadaşlara uyma. Onlara muhalefet et. Mü’min, onlarla devamlı mücâdele içindedir. Bunun için, başından miğferi çıkarmaz. Kılıcını kınına koymaz, atının sırtı, semerden hiç kurtulmaz. Onlar, uykuyu yenmek için uyurlar. Nefse karşı çarpışmak için yerler. Zarûret olmadan konuşmazlar. Onların âdeti umûmiyetle susmaktır. Nasıl Kıyâmet gününde Allah’ü Teâlâ’ a’zâları konuşturduğu gibi, onları da Allah’ü Teâlâ’ konuşturur. Allah’ü Teâlâ’, onlara konuşmaları için sebebler hazırlar, onlar da konuşurlar.
·     Allah’ü Teâlâ’, emir ve yasaklarını bildirmek, kullarına doğru yolu göstermek için peygamberler ve nebiler gönderdi. Onlar vefât edince, Allah’ü Teâlâ’ onların yerine, ilimleriyle amel eden âlimleri getirdi. Onlar, peygamberin vekîli olarak, Allah’ü Teâlâ’nın kullarına dünyâ ve âhıret saadetlerine vesile olacak şeyleri anlattılar. Peygamber efendimiz Aleyhisselâm; “Âlimler, peygamberlerin vârisleridir” buyurdu.
·     Ey Allah’ü Teâlâ’nın ni’metleri içerisinde dönüp duranlar! Hani nerede bu ni’metlere şükrünüz? Allah’ü Teâlâ’nın verdiği ni’metleri ba’zan başkasından gelmiş gibi görürsünüz. Onlara sâdece siz sâhib olur, elinizde bulunmayanlar için de, bekler durursunuz. Ba’zan da, o ni’metleri, Allah’ü Teâlâ’nın yasak ettiği, râzı olmadığı işleri yapmak için bir vâsıta edinirsiniz.
·     Ey oğul! Sana bir hastalık geldiği zaman, onu sabırla karşıla, ilâcı buluncaya kadar sükûn üzere ol. Feryâd ve figân edip şikâyette bulunma. İlâcını bulunca da, Allah’ü Teâlâ’ya şükret. Böyle yaparsan, hayâtın güzellik kazanır.” Cehennem korkusu, mü’minlerin ciğerlerini yakar, yüzlerini söndürür, kalblerini mahzûn eder. Bu hâller mü’minlerde yerleşince, kalblerine, Allah’ü Teâlâ’nın feyz, rahmet ve lütuf suları akar. Onlara âhıretin kapıları açılır.
·     Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünyâ lezzetleri olmasın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allah’ü Teâlâ’dır. Senin düşüncen, Rabbin ve O’nun katında bulunan ni’metler olmalıdır.
·     Dünyâdan (Haram ve şüphelilerden) ne terk edersen, mutlaka bunun karşılığında âhırette ondan daha hayırlısı vardır. Ömründe sâdece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de, âhıret için hazırlık yap. Sen, genişlik ve ni’met zamanında Allah’ü Teâlâ’yı sevdiğini söylersin, fakat sana bir belâ geldiği zaman da, O’nu sevmiyormuş gibi O’na isyan edersin.
·     Şüphesiz, kulun sevgisinde samîmi olup olmadığı, başına belâ ve musibet geldiği zaman ortaya çıkar. Allah’ü Teâlâ’dan gelen bir belâ ile karşılaştığında, eğer sabır ve sükûn üzere olarak hâlini muhafaza edebiliyorsan, sen, Allah’ü Teâlâ’yı gerçekten seviyorsun. Eğer hâlinde değişiklik olursa, Allah’ü Teâlâ’yı seviyorum demekle, yalancı olduğun ortaya çıkar.
·     Birisi, Peygamber efendimize Aleyhisselâm gelip; “Ey Allah’ın Resûlü! Ben seni seviyorum” deyince, Resûl-i ekrem Aleyhisselâm; “Fakirlik için bir elbise hazırla” buyurdu. Bir başkası gelip Peygamber efendimize Aleyhisselâm; “Ben Allah’ü Teâlâ’yı seviyorum” deyince, Resûl-i ekrem; “Belâ için elbise hazırla” buyurdu. Allah’ü Teâlâ’yı ve Resûlullahı Aleyhisselâm sevmek, fakirlik, belâ ve musibetler ile yanyanadır. Bunun için sâlihlerden birisi; “Sâdece dil ile sevme iddiasında bulunulmaması için, belâ, sevgiye vekîl yapıldı. Böyle bir sevgiyi, belâ ve musibet ta’kib eder. Eğer böyle olmasaydı, herkes Allah’ü Teâlâ’yı sevdiğini iddia ederdi. Belâ ve fakirlik zamanında sebat gösterebilmek, bu sevgiye delîl ve alâmet yapıldı.
·     Aldanma içerisinde bulunuşun, seni Allah’ü Teâlâ’dan uzaklaştırdı. Bu bakımdan, hor ve hakîr olmadan, belâ ve musibet yılanları ve akrebleri sana musallat olmadan, Rabbine dön.
·     Belâ ve musibetleri tatman, seni Allah’ü Teâlâ’ya karşı aldanmaktan korur. Sahip olduğun iyi hâllerden dolayı sevinme. Çünkü bunlar, kısa zamanda geçen ve yok olan şeylerdir. Allah’ü Teâlâ’nın indinde bulunan şeylere sabırla kavuşulur. Bunun için, Allah’ü Teâlâ’ sabrı emretti. Fakirlik ve sabır, ancak mü’minde bir araya gelir.
·     Allah’ü Teâlâ’yı ve Resûlünü Aleyhisselâm sevenler, belâ ve musibetlerle karşılaşırlar. Fakat sabrederler. Belâ ve musibet içerisinde olmakla birlikte, Allah’ü Teâlâ’nın râzı olduğu işleri yaparken, Rablerinin indinden zaman zaman gelen belâ ve musibetlere tahammül ederler.
·     Ey oğul! Sen, dünyâda devamlı kalmak için yaratılmadın, öyleyse, Allah’ü Teâlâ’nın râzı olmadığı işleri bırak. Allah’ü Teâlâ’ya tâatta, sâdece “La ilahe illAllah Muhammedün Resûlullah” sözünü söylemekle kanâat ettin. Sâdece bunu söylemekle iş bitmiyor. Sen “La ilahe illAllah’” dediğin zaman, bir şey iddia etmiş oluyorsun. Bu durumda sana, “Ey bu sözü söyliyen! Senin için bu sözüne delîl var mı? Bu delîlin nedir?” denir. Elbette bu delîl, Allah’ü Teâlâ’nın emirlerine uymak, yasaklarından sakınmak, başa gelen belâ ve musibetlere sabretmek ve kadere rızâ göstermektir, imân edip bu amelleri de yaptığın zaman, yine başka bir şey daha lâzımdır. Bu da, bütün yaptıklarını ihlâsla ve sırf Allah’ü Teâlâ’nın rızâsını gözeterek yapmandır. Ameller, ancak bu takdîrde kabûl olur. (İmân, amelle parlar, ameller, ihlâs ve sünnet-i seniyyeye uygun olmakla kabûl olur.)
·     Elinizde bulunan, Allah’ü Teâlâ’nın size ihsân ettiği şeylerle fakirlere yardım edin. Az veya çok bir şey vermeye gücünüz yetiyorsa, sizden bir şey istiyeni geri çevirmeyiniz. Allah’ü Teâlâ’, vermeyi sever. Bu husûsta, Allah’ü Teâlâ’ya muvafakat gösteriniz. Sizi vermeye muktedir kıldığı için O’na şükrediniz.
·     Sen vermeye muktedir iken, Allah’ü Teâlâ’nın hediyesi olan isteyen birisini geri çevirirsen, yazık sana. Hâlbuki şimdi sözümü dinliyor ve ağlıyorsun. Sana fakir geldiği zaman kalbin katılaşıyor ise, bu senin dinleyip ağlamanın Allah için olmadığını gösterir. Yanımda, Allah’ü Teâlâ’dan başkasından kalbini temizlemiş olarak bulun. Böylece kalbin, Allah’ü Teâlâ’nın yakınlığına ulaşır. O’nun fadl ve ihsânına kavuşmuş olursun. Böyle yaparsan, kalb, Allah’ü Teâlâ’nın nûru ile nurlanır. Peygamber efendimiz Aleyhisselâm bir hadîs-i şerîfte; “Îmân sahibinin firâsetinden sakının, çünkü o, Allah’ü Teâlâ’nın verdiği nûr ile bakar” buyurdu.
·     Ey günahkâr kimse! Günahların ma’nevî kiriyle kirlenmiş olduğun hâlde mü’minin yanına girme. Çünkü mü’min, Allah’ü Teâlâ’nın nûru ile bakar. Bu yüzden, sendeki nifak ile bozukluğu anlar. Giydiğin elbise, seni onların nazarından saklayamaz. Birisi yanındakine, “Ma’nevî körlüğüm ne zamana kadar devam edecek?” diye sordu. Arkadaşı da; “Sen bir ma’nevî tabib bul. Onun eşiğine baş koy. Onun hakkında iyi zan sahibi ol. Kalbinden onun hakkındaki yanlış düşünceni sil. Çoluk çocuğunu al, onun kapısına oturt. Onun sana verdiği kalb hastalıklarına dâir ilâçların acılığına sabret. Böyle yaparsan, gözlerinden ma’nevî körlük gider” dedi.
·     Allah’ü Teâlâ’ya boyun eğ, ihtiyâçlarını O’na arz et. İşlerinde nefsine pay çıkarma. Günahkâr olduğunu bilip, kusurlarından dolayı Allah’ü Teâlâ’dan af dile. Fayda veren de, zarar veren de, mâni olan da Allah’ü Teâlâ’ olduğuna bütün kalbin ile inan, o zaman kalb gözündeki körlük gider, görme meydana gelir.
·     Allah’ü Teâlâ’nın ni’metlerini şükürle karşılayınız. O’nun emirlerine ve yasaklarına kulak verip, onlara riâyet ediniz. Zorlukları sabırla, kolaylığı şükür ile karşılayınız. Geçen Nebiler, Resûller ve sâlihler, Allah’ü Teâlâ’nın ihsân ettiği ni’metlere böyle şükretmiş, belâ ve musibetlere de öylece sabretmişlerdir.
·     Rahatlık ve genişlik zamanlarında, Allah’ü Teâlâ’nın emir ve yasaklarına riayet ediniz ve O’na şükrediniz.
·     Zorluk ve meşakkatli durumlarda karşılaştığınız zaman da, günahlarınıza tövbe ediniz. Nefsinizi hesaba çekiniz.
·     Allah’ü Teâlâ’ kullarına asla zulmetmez.
·     Ölümü ve ölüm ötesinde başınıza gelecekleri hatırlayınız. Allah’ü Teâlâ’yı ve O’nun kullarını hesaba çekmesini ve sizi gördüğünü devamlı hatırlayınız. Bu gaflet uykusunun, bu cehâletin, bâtıl ve boş şeylerle uğraşmanın, nefs ve hevânın, isteklerin ne zamana kadar devam edeceği husûsunda uyanık olunuz.
·     Allah’ü Teâlâ’ya ibâdette, O’nun emir ve yasaklarına uymakta, niçin O’na karşı edebinizi muhafaza etmezsiniz?
·     Ey oğul! İnsanlar arasına gafletle, ma’nevî körlükle ve cehâletle karışma. Onlar arasında basiret, ilim ve uyanıklık haliyle bulun. Onların senin hakkında beğendikleri bir şeyi görürsen, ona iyi sarıl. Sende kötü gördükleri şeyden de uzak dur. Onları da o kötü hareketten alıkoy.
·     Siz, Allah’ü Teâlâ’dan gâfil bulunuyorsunuz. Sizin uyanmanız, câmilere devam etmeniz, Resûlullaha Aleyhisselâm çok salât-ü selâm getirmeniz lâzımdır.
·     Peygamber efendimiz Aleyhisselâm bir hadîs-i şerîfte; “Eğer gökten ateş yağmış olsa idi. Ondan sâdece câmilere devam eden, namaz ehli kurtulurdu” buyurdu.
·     Namazda gevşek olmayınız. Gevşek olduğunuz zaman, Allah’ü Teâlâ’ ile olan irtibâtınız kesilir, kaybolur. Bunun için Resûl-i ekrem Aleyhisselâm bir hadîs-i şerîfte; “Kulun Allah’ü Teâlâ’ya en yakın olduğu an secde hâlidir!” buyurdu.
·     Yazık sana, devamlı ruhsatlara sarılıyor, işlerini doğru görmek ve göstermek için çâreler arıyor, te’vile başvuruyorsun. Keşke azîmetlere sarılsaydık. İcmâ’ya bağlansaydık. Keşke amellerimizde ihlâs üzere olsaydık.
·     Şimdi azîmete yapışanlar kalmadı. Artık ruhsatlara yapışılıyor. Zaman, riya ve gösteriş zamanı oldu. Mallar haksız yere alınıyor. Namaz kılanlar, oruç tutanlar, hacca gidenler ve zekât verenler ve hayır işleri yapanlar çok, fakat bunlar Allah için değil, insanlara gösteriş için yapılıyor.
·     Hepiniz, kalbleri ölü, fakat nefsleri pek canlı, arzu ve istekleri dünyâ olan kimselersiniz!
·     Kalb, ancak insanların beğenmesi, onların övmesi düşüncesinden kurtulmakla Allah’ü Teâlâ’ ile beraber olabilir. Evet! Kalb, Hakkın emrine uyup yasaklarından sakınmak, O’nun kaza ve kaderine, O’ndan gelen belâ ve musibetlere sabır ile diri ve canlı kalır.
·     Ey oğul! Allah’ü Teâlâ’nın takdîrine râzı ol. Çünkü bir şey önce temele, sonra binaya muhtaçtır, işlerinin ve hâlinin nasıl olduğuna iyi bak. Eğer durumunda bir iyilik ve güzellik görürsen, Allah’ü Teâlâ’ya şükret. Kötü bir şey görürsen, o hâlinden dolayı tövbe et. Böyle yaparsan dînî hayâtın canlı kalır, şeytanın ölür. Bunun için Peygamberimiz Aleyhisselâm; “Bir anlık tefekkür, bütün bir geceyi ibâdetle geçirmekten hayırlıdır” buyurmuştur.
·     Ey Muhammed aleyhisselâmın ümmeti! Allah’ü Teâlâ’ya şükrediniz. Çünkü, sizden öncekiler pek çok amel yaptılar. Hâlbuki, Allah’ü Teâlâ’ sizin için az ameli kâfi gördü. Sizler en son gelen ümmetsiniz. Kıyâmet günü ise önde olacaksınız. Siz iyi olduğunuz zaman, sizin gibisi yoktur. Sizler idâreci veya emîr durumundasınız. Diğer ümmetler ise, idâre edilen halk derecesindedir. Eğer siz nefsinize, hevânıza, şehvetinize uyarsanız, riya ve ikiyüzlülükle insanların ellerinde bulunan şeyleri elde etmek gayretine kapılırsanız, dünyâya düşkün olursanız, kalbinizle Allah’ü Teâlâ’dan başkasına bağlanırsanız, bu yüksek dereceye kavuşamazsınız. Yâ Rabbî! Bizi senin ile beraber olmaya lâyık eyle.
·     Ey fakîr! Zenginliği temenni etme. Belki bu, senin helakine sebep olabilir.
·     Ey hasta! Sıhhate kavuşmayı büyük bir arzu ile isteme. Belki sıhhatli hâlin, helakine vesile olabilir. (İnsan, umumiyetle sıhhat hâlinde iken Rabbini unutur. Azgınlık ve taşkınlığa dalar. Hastalık hâlinde böyle şeylere pek fırsat bulamaz. Bu bakımdan, insanın hastalığında da hikmetler vardır. Yalnız, burada hasta olmaya teşvik durumu yoktur.)
·     Akıllı ol. Elinde bulunanla kanaat et. Fazlasını isteme.
·     Allah’ü Teâlâ’dan affını, dünyâ ve âhıret saadetini ve iyiliğini çok iste. İsteme husûsunda bununla kanâat et.
·     Allah’ü Teâlâ’ya hiçbir şeyi tercih etme. Çünkü O, seni korumaktadır. Allah’ü Teâlâ’ya ve Onun kullarına karşı, gençliğin, kuvvetin ve malın ile kibirli olma. Eğer böyle yaparsan, Allah’ü Teâlâ’ geçmiş kavimler arasında böyle yapanları acı azâbıyla cezalandırdığı gibi, seni de cezalandırır.
·     Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hâli nasıl? Cemâat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allah’ü Teâlâ’nın rızâsını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allah’ü Teâlâ’dan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, âdî ve bayağı niyetlerin için tövbe et.
·     Sağlam îmân sahibi olanlar, gerçekten Allah’ü Teâlâ’nın birliğine inananlar, ihlâs sahibi kimseler, Allah’ü Teâlâ’dan gelen belâ ve musibetlere sabredenler, O’nun ni’metlerine ve ihsânlarına şükredenlerdir. Onlar, Allah’ü Teâlâ’yı dilleriyle andıkları gibi, kalbleriyle de hatırlarlar. Onlara insanlardan bir belâ isâbet ettiği zaman, yüzlerinde tebessüm görülür. Onlar, dünyânın ve âhıretin sahibi olan Allah’ü Teâlâ’ ve O’nu sevenler ile beraberdirler. Onlar şu ilâhi hitabı can kulağı ile dinlemişlerdir: Meâlen; “Beni anın ki, ben de sizi anayım” (Bekâra-152). Öyleyse, siz de Allah’ü Teâlâ’yı anın ki, O da sizi ansın. Size, amel etmediğiniz ilim fâide vermez. Siz, ilminizle amel etmek zorundasınız. Bu, Allah’ü Teâlâ’nın hükmüdür. Eğer ilminiz ile amel ederseniz, meyvesini görürsünüz.
·     Ey oğul! İlim sana, “Eğer benim ile amel etmezsen, senin aleyhine şahidim. Eğer benim ile amel edersen, senin lehine şahitlik edeceğim” diye sesleniyor. Peygamber efendimiz Aleyhisselâm bir hadîs-i şerîfte: “İlim, ameli çağırır. Amel, onun çağırışına uyarsa iyi, uymadığı takdîrde, sahibinin boynunda çekilmez vebal olur!” buyurdu. İlim ile amel edilmeyince, ilmin bereketi gider. Sâdece zahmeti kalır. Rabbinin indinde şefaatçi olmaz, ilim ile amel edilmeyince, ilim kabuk olarak kalır. Hâlbuki, ilmin özü ameldir. Buyurdukları ile amel edilmediği müddetçe, Resûl-i ekreme uymak mümkün olmaz.
·     Ey oğul! İlim, sana kendisi ile amel etmen için sesleniyor. Fakat sen, onun sesini işitmiyorsun. Çünkü sende kalb yok (kararmış) da ondan. Bu sebeple ilmin sesini kalb kulağı ile dinle. Onun sözü istikâmetinde hareket et, faydasını görürsün, ilmin zekâtı; onu yaymak ve insanları, Allah’ü Teâlâ’nın emirlerini yapıp, yasaklarından sakınmaya da’vet etmektir.
·     Çalışarak kazandığını ye. Dînini satarak geçimini te’min etme. Kazandığından başkasına da yardım et.
·     Ey zavallı! Sana fâide vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünyâ ve âhırette sana fâide verecek işlerle uğraş. Kalbinden dünyâ düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında sen dünyâdan alınacak, âhırete götürüleceksin. Dünyâda rahat ve hoş bir hayat arama. Resûl-i ekrem Aleyhisselâm; “Hayat, âhıret hayatıdır!” buyurdu.
·     Emelini kısa yap. Dünyâ hakkında zühd sahibi ol. Zühd, uzun emel sahibi olmamaktır.
·     Kötü arkadaşları terk et. Onlara sevgi duyma. Sâlih kimseleri sev. Yakının bile olsa, kötü arkadaştan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla beraber ol. Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hâsıl olur. Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak.
·     Ey oğul! Yaratılanlar üzerinde tefekkür edersen, onların yaratıcısına varırsın. Hakîkî îmân sahibi mü’minin, iki zâhirî, iki tanede bâtınî gözü vardır. Zâhirî gözü ile Allah’ü Teâlâ’nın yeryüzünde yarattıklarını görür. Bâtınî gözü ile de, Allah’ü Teâlâ’nın göklerde yarattıklarını görür. Sonra, kalbinden perdeler kalkar. Yüksek derecelere kavuşur. Ona çok şeyler ma’lûm olur. Fakat sözü edilen bu perdeler, mahlûklara gönül bağlamaktan, nefsten, onun arzu ve isteklerinden, şeytanın aldatmasından kurtulmuş olan kalblerden kalkar.
·     Ey oğul! Allah’ü Teâlâ’ hakkında, bana şöyle şöyle musibetler verdi diyerek, kullarına şikâyette bulunma. Bilakis durumunu Allah’ü Teâlâ’ya arz et. Çünkü O, kudret sahibidir. Kullar ise âcizdir. Musibetleri ve sadakayı gizlemek hayır hazînelerindendir. Sağ elin ile verdiğin sadakadan, sol elinin haberi olmamasına çalış.
·     Dünyâ denizinden çok sakın. Çünkü burada, çok kimseler boğuldu. Ondan çok az kimse kurtulabildi. Dünyâ denizi çok derin bir denizdir. Ondan ancak, Allah’ü Teâlâ’nın dilediği kimseler kurtulacaktır. Allah’ü Teâlâ’, kıyâmet gününde mü’min kullarını Cehennemden kurtaracaktır. Cehennem üzerinden herkes geçecek, ondan ancak Allah’ü Teâlâ’nın dilediği kimseler kurtulacaktır.
·     Allah’ü Teâlâ’ ihlâslı, Rabbini seven ve başkasına rağbet etmeyen mü’min kulları Cehennem üzerinden geçerken. Cehenneme “Serin ve selâmet ol!” buyurur. Nitekim Allah’ü Teâlâ’, İbrâhim aleyhisselâmı yakmak için Nemrûd’un yaktığı ateşe de böyle buyurmuştu. İşte bunlar gibi, Allah’ü Teâlâ’, Mûsâ aleyhisselâmı ve kavmini Kızıldeniz’de boğulmaktan kurtardığı gibi, ihlâslı, dünyâya rağbet etmeyen, düşüncesi Allah’ü Teâlâ’ olan kullarını da dünyâ denizinde boğulmaktan kurtarır.
·     Allah’ü Teâlâ’, dilediği kullarına lütuf ve ihsânını verir. Hayrın hepsi Allah’ü Teâlâ’nın kudretindedir. Dilediğine verir, dilediğine vermez. Dilediğini zengin, dilediğini fakir yapar. Bütün bunlar, Hak Teâlâ’nın kudretindedir. O’ndan başka kimse bunlara kadir değildir. Akıllı kimse, O’nun kapısına yapışır. O’ndan başkasının kapısına gitmez.
·     Ey insanoğlu! Görüyorum ki, kullardan râzısın, fakat onların yaratıcısına kızıyorsun. Dünyânı îmâr edeyim derken, âhıretini yıkıyor, harâb ediyorsun. Kısa zamanda Allah’ü Teâlâ’nın acı azâblarıyla karşılaşacaksın. O yüksek makamından ayrılacaksın. Hastalık, zillet ve fakirlik ile karşılaşacaksın. Sıkıntı ve kederlerin içine düşeceksin. Kendilerinden râzı olduğun, o insanların da dillerine ve ellerine düşeceksin. Allah’ü Teâlâ’, bütün mahlûkunu sana musallat edecektir.
·     Ey uyuyan insan, uyan! Allah’ım bizi gaflet uykusundan uyandır. Âmin.
·     Acele etme. Acele eden, ya hatâ yapar veya hatalı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isâbet kayd eder veya isâbet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek, Allah’ü Teâlâ’dandır. Umûmiyetle aceleye sebeb, dünyalık toplama hırsıdır.
·     Kanâat sahibi ol. Kanâat bitmeyen bir hazînedir. Sana ezelde takdîr edilmemiş, sana ayrılmamış bir rızkı nasıl ister, nasıl onun peşine düşersin. Böyle bir şeye, (ne kadar uğraşsan) kavuşamazsın. Nefsine fırsat verme. Allah’ü Teâlâ’dan ve O’nun kaza ve kaderinden râzı ol. Allah’ü Teâlâ’dan başkasına rağbet etme.
·     Allah’ü Teâlâ’nın emirlerine ve yasaklarına riâyet etmeye iyi sarıl. Böyle yaparsan, Allah’ü Teâlâ’yı tanıma ni’metine kavuşursun. O zaman, başında bütün ağırlığı ile duran dünyâ hafifler. Allah’ü Teâlâ’dan başka her şey, gözünde küçülür. Herkesin yanında kadrin ve kıymetin artar.
·     Eğer önünde hiç kapalı bir kapı kalmamasını istiyorsan. Allah’ü Teâlâ’dan kork, takvâ üzere ol. Takvâ, her kapının anahtarıdır. Gerek şahsın, gerek hanımın, malın ve yaşadığın zamandaki kimseler hakkında, Allah’ü Teâlâ’ya i’tirâz etme, karşı gelme. Allah’ü Teâlâ’ya, senin veya başkasının içinde bulunduğu bir durumu değiştirmesini emretmekten, kendini, Allah’ü Teâlâ’dan daha âlim ve daha hikmet sahibi görme durumlarına girmekten utanmıyor musun? Hâlbuki sen ve başkaları, hepiniz O’nun kullarısınız.
·     Eğer dünyâda ve âhırette Allah’ü Teâlâ’nın rızâsına kavuşan, yakın kullarından olmak istiyorsan, sükûn üzere ol ve sükûtu tercih et. Kısaca, dilsiz ol. Her şey hakkında olur olmaz konuşma. Çünkü Allah’ü Teâlâ’nın velî kulları, Allah’ü Teâlâ’ya karşı edebi gözetirler. Allah’ü Teâlâ’ tarafından kalblerine açık bir izin gelmedikçe, ne bir hareket ederler, ne de bir adım atarlar. Onların mübah şeylerden yemeleri, giyinmeleri ve diğer işleri de böyle bir izin ile olur.
·     Ey cemâat! Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyâdan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganîmet biliniz. Tövbe kapısı açık iken ve elinizde bu imkân var iken bunu fırsat biliniz. Tövbe ediniz. Duâ etmeye imkânınız varken, duâ ediniz. Sâlih kimselerle beraber olmayı fırsat biliniz.
·     Ey cemâat! Bozduklarınızı tekrar yapınız. Kirlettiğiniz şeyleri yıkayınız. Bu kadar kaçmanızdan ve uzaklaşmanızdan sonra Rabbinize dönünüz.
·     Ey oğul! Tembel olma. Çünkü Tembel kimse, devamlı mahrûm kalır. Pişmanlıktan kurtulamaz.
·     Amellerini güzelleştir. İnsanlara iyi muâmele et. Duâyı elden bırakma.
·     Rabbinin bütün işlerine rızâ göster. Dilin ile duâ ederken, kalbin i’tirâzcı olmasın. Kıyâmet gününde insan, dünyâda hayır ve şer olarak bütün yaptıklarını hatırlar. Fakat, orada pişmanlık fâide vermez, ölüm geldiği zaman uyanırsın, fakat bu uyanma da sana fâide vermez.
·     Allah’ım! Senden gâfil olanların ve seni tanımıyanların uykusundan bizi uyandır. Âmin.
·     Ey oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü zanna düşürür. Allah’ü Teâlâ’nın kitabının ve Resûlünün sünneti seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felah bulursun.
·     Ey cemâat! Allah’ü Teâlâ’dan hakkıyla hayâ ediniz. Gaflette olmayınız. Zamanınız, zayi olup gidiyor. Hâlbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binaları kurmakla meşgul oluyorsunuz. Bütün bunlar size, Rabbinizin huzûrunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor. Hâlbuki Allah’ü Teâlâ’yı anmak, âriflerin kalblerinde yerleşir. Onların kalblerini kuşatır. Onlara, Allah’ü Teâlâ’yı hatırlamaya mâni olan her şeyi unutturur.
·     Ölümü hatırlamaya, âfetlere karşı sabra, bütün hâllerde Allah’ü Teâlâ’ya tevekküle yapışınız. Bu üç haslet tamam olunca, şu üç haslete kavuşursunuz. Ölümü hatırlamakla, zühdün doğru olur. Sabırlı olmakla, Rabbinden dilediğine nail olursun. Tevekkül sahibi olursan, kalbinden Allah’ü Teâlâ’dan başka şeylerin sevgisi çıkar, sâdece Rabbinin rızâsını kazanmayı düşünürsün.
·     Kabirleri ziyâret ediniz. Sâlih kimseleri de ziyâret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Böyle yaparsanız, durumunuz düzelir.
·     İnsanlara nasihat edip, kendisi bu nasîhata uymayanlardan işittiği hâlde bununla amel etmeyenlerden olma.
·     Dört şey dîninize zarar verir. Bunlar; bildiklerinizle amel etmemek, bilmediğinizi yapmak, bilmediğinizi öğrenmeyip câhil kalmak, insanların bilmediklerini öğrenmelerine mâni olmaktır.
·     Ey cemâat! Siz. Allah’ü Teâlâ’nın anıldığı, rızâsına uygun işlerin yapıldığı yere, istifâde etmek, öğrendiklerinizle yanlış bir hareketinizi düzeltmek için değil, sâdece ferahlık ve bir teselli bulmak için gelirsiniz. Nasihat edenin nasihatinden yüz çevirir, onun hatâsını ve dil sürçmesini kollar, onlarla alay eder, onlara gülersiniz. Böylece Allah’ü Teâlâ’nın gazâbına dokunur, başınızı derde sokarsınız. Onun için, böyle durumlarınızdan tövbe edin.
·     Allah’ü Teâlâ’nın düşmanlarına benzemeyiniz. İşittiğiniz şeylerden istifâde etmeye çalışınız.
·     Allah’ü Teâlâ’, insanları ve cinleri, heves için, oyun için, yemeleri ve içmeleri için, uyumaları için yaratmadı. Nitekim Allah’ü Teâlâ’, Kur’ân-ı Kerîmde meâlen; “Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibâdet etsinler (tanısınlar) diye yarattım” buyuruyor (Zâriyat-56).
·     Sâlih kimselerle beraber ol.
·     İnsanların en akıllısı, Allah’ü Teâlâ’ya itaat edendir. İnsanların en câhili ise, Allah’ü Teâlâ’nın emirlerine karşı gelendir.
·     Sâlih kimselerle beraber olduğun ve onları sevdiğin zaman, kalbin nifaktan ve nifak ehlinden uzaklaşır.
·     Münâfık iki yüzlü kimsedir. Amelinde ihlâs üzere ol. İnsanlara gösteriş için, onların rızâlarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allah’ü Teâlâ’nın kabûl etmesini istemek yakışır mı?
·     Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak.
·     Sevincini ve neş’eni biraz azalt.
·     Biraz hüzünlü ol. Çünkü sen, hüzün evinde ve dünyâ hapishânesindesin.
·     Resûl-i ekrem Aleyhisselâm, dâima tefekkür ederdi.
·     Sevinçleri az, hüzünleri çok idi. Az gülerdi. Sâdece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.
·     Câhillerle beraber olma, yoksa sana onların cehâletinden bulaşır.
·     Ahmak ile beraber olmak, onunla oturup konuşmak, aldanmaktır.
·     İlmi ile amel eden, îmânı sağlam mü’minlerle arkadaşlık et.
·     Mü’minlerin hâli, bütün işlerinde güzeldir. Onlar nefsleriyle mücâdelede, onu kahretmekte pek kuvvetlidirler.
·     Resûlullah efendimiz Aleyhisselâm mü’min hakkında; “Mü’minin sevinci yüzündedir. Hâlbuki onun kalbi mahzûndur” buyurmuşlardır. Mü’minin kuvvetindendir ki, insanlara karşı yüzlerinde sevinçli olduklarını gösterirler. Allah’ü Teâlâ’ya karşı mahzûn durumlarını, insanlardan gizleme gücüne sahiptirler.
·     Mü’min, devamlı düşüncelidir. Mü’minin tefekkürü ve ağlaması çok, gülmesi azdır.
·     Mü’min, yüzünün tebessümü ile kalbindeki hüznünü gizler.
·     Zâhiri, geçimini teminle uğraşıyor görünür, bâtını ile Rabbine yönelmiştir. Zâhiri ile çoluk-çocuğuyla uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir. Sırrını, çoluk-çocuğuna, komşusuna ve hiç kimseye açmaz.
·     Kardeşinin sana yapmış olduğu nasihatini kabûl et. Ona muhalefet etme. Çünkü o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür. Bunun için Resûl-i ekrem Aleyhisselâm; “Mü’min, mü’minin aynasıdır” buyurmuştur. Mü’min, din kardeşine yapmış olduğu nasihatlerde samimîdir. Onun göremediği şeyleri ona bildirir. Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir. Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır.
·     Ey cemâat! Kibirlenmeyi terk edin. Seviyenizi ve mertebenizi biliniz. Mütevâzi olunuz. Başlangıcınız bir damla su, sonunuz, atılmış bir leştir.
·     Tama’ına göre hareket eden, hevâ ve hevesine uyarak, ezelde kendisi için takdîr ve taksim edilmemiş şeylerin peşinde koşan veya ezelde takdîr edilen şeyleri de, mal ve mülk sahiplerinden zillet ile isteyenlerden olma. Sen zanneder misin ki, dünyalıklara sahip olanlar, ezelde sana takdîr edilmemiş bir şeyi verebilsinler. Şayet böyle bir zanna sahip isen, bu senin kalbine oturmuş olan şeytanın vesvesesinden başka bir şey değildir. Sen, bu hâlin ile Allah’ü Teâlâ’nın kulu değil, nefsinin, hevânın, şeytanın ve paranın kölesi ve kulu olmuşsun. Onun için, bu hâllerden kurtuluncaya kadar çalış.
·     Büyüklerden birisi, “Kurtuluşa ermiş kimseyi görmeyen, kurtuluşa kavuşamaz” buyurdu. Evet, sen kurtuluşa ermiş kimseyi görüyorsun, fakat ona kalb ve sır gözü ile değil de, baş gözüyle bakıyorsun.
·     Ey oğul! Eğer dünyâ düşüncelerinden kurtulabilmen mümkün ise, hemen kurtul. Kurtulamıyorsan, kalbinle Rabbine koş. O’nun rahmetine yapış. Böylece dünyâyı kalbinden çıkarmaya çalış. Çünkü Allah’ü Teâlâ’ her şeye kadirdir ve her şey O’nun kudretindedir. O’nun kapısından ayrılma. O’ndan, kendisinden başkasının sevgisini kalbinden çıkarmasını, kalbini îmânla, ma’rifetle ve ilimle doldurmasını, kalbine yakîn vermesini, a’zâlarını kendisine tâatle meşgûl kılmasını iste. Ne istersen O’ndan iste, başkasından isteme.
·     Ey cemâat! Dünyâ, musibet ve âfetlerle doludur. Fakat istisnalar olabilir. Hiçbir ni’met yoktur ki, ondan sonra üzücü bir durum olmasın. Hiçbir sevinç ve rahatlık yoktur ki, ondan sonra bir keder ve üzüntü olmasın. Hiçbir genişlik hâli yoktur ki, onunla beraber bir darlık olmasın.
·     Dünyâdaki nasîblerinizi, Allah’ü Teâlâ’nın emir ve yasakları dâiresinde te’min ediniz.
·     Takvâ sahibi mü’minler, Allah’ü Teâlâ’ya ibâdet ederken, zorlanmaya hacet kalmadan yapar. Çünkü ibâdet onun tabiatından olmuştur. O, Allah’ü Teâlâ’ya, içi, dışı ve bütün varlığı ile ibâdet eder. Münâfıklar, ibâdetlerini zâhiren zorlanarak yapar, bâtınen ise ibâdetlerden pek uzaktırlar.
·     Ey münâfıklar, nifakınızdan tövbe ediniz. Allah’ü Teâlâ’ya dönünüz. Şeytanı nasıl kendinize güldürür, ondan kendinize şifâ beklersiniz.
·     Yazık sana, Kur’ân-ı Kerîmi ezberlersin, fakat onunla amel etmezsin. Sünnet-i seniyyeyi ezberlersin, onunla amel etmezsin, öyleyse bunları niçin ezberliyorsun? Sen, insanlara iyi amelleri yapmalarını emredersin. Fakat kendin yapmazsın. İnsanlara kötü şeyleri yasaklarsın, kendin sakınmazsın. Her kap, içindekini sızdırır.
·     Ameller, insanın nasıl i’tikâd ettiğine delâlet ederler. Dışın, içine delildir. Senin için (ya’nî kalbin ve rûhun) Allah’ü Teâlâ’nın ve O’nun seçkin kulları katında ma’lûmdur.
·     Allah’ü Teâlâ’nın yakın kullarından birisi yanında bulunursan, ona karşı edepli ol. Onunla, buluşmadan önce, günahlarına tövbe et. Onun yanında küçük ol. Ona tevâzu göster, sâlihlerle tevâzu ettiğin zaman, Allah’ü Teâlâ’ya tevâzu etmiş olursun.
·     Tevâzu sahibi ol. Çünkü Allah’ü Teâlâ’, tevâzu edeni yükseltir. Kendinden büyüklere tevâzu et. Çünkü Resûlullah Aleyhisselâm bir hadîs-i şerîfte; “Bereket, büyüklerinizdedir” buyurdu. Resûlullah Aleyhisselâm bu hadîs-i şerîflerinde, sâdece yaşça büyük olanı kasdetmedi. Burada; Allah’ü Teâlâ’nın emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmak husûsunda takvâ sahibi olmak, dîne uymak da kasdedilmiştir. Yoksa, öyle yaşlı kimseler vardır ki, onlara hürmet etmek, onlara selâm vermek asla caiz değildir. Hattâ onları görmekte bile bereket yoktur.
·     Büyük kimseler, takvâ ve vera’ sahibi, sâlih, ilmiyle âmil olanlar ve amellerinde ihlâs üzere olanlardır. Büyüklerin kalbleri, ma’nevî kirlerden arınmış, Allah’ü Teâlâ’dan başkasından yüz çevirmiş, ma’rifet ile dolu ve Allah’ü Teâlâ’ya yakındır. İçinde dünyâ sevgisi olan kalb, perdelenmiştir. İçinde Allah’ü Teâlâ’nın sevgisi olan her kalb de, Allah’ü Teâlâ’ya yakın, dünyâya rağbeti derecesinde perdeli ve Örtülüdür. Dünyâya sevgisi nisbetinde, âhırete olan rağbeti azalır.
·     Ey oğul! Ömrünü ilim kitapları arasında ve onları ezberlemekle zayi ettin. Bunlarla amel etmedin. Amelsiz, kuru kuruya ilim öğrenmen sana ne fâide verecek?
·     Ey oğul! Yarın gelecek. Belki sen, o zaman hayatta olmayacaksın. Öyleyse, bu ne gaflet? Bu ne katı kalb? Ben de, başkası da size bunları söylemekte. Fakat siz hâlâ aynı hâl üzeresiniz... Yine size Kur’ân-ı Kerîm, Resûlullahtan Aleyhisselâm gelen haberler ve geçenlerin hayatları size okunuyor, siz hâlâ ibret almıyorsunuz. Kötülüklerden sakınmıyor, amellerinizi değiştirmiyorsunuz.
·     Ey oğul! Allah’ü Teâlâ’nın velî kullarını aşağılamak, onları hakîr görmek, Allah’ü Teâlâ’yı tanımanın azlığındandır. Ölüm meleği gelip, rûhunu almadan önce tövbe et.
·     Ey oğul! Allah’ü Teâlâ’nın kaderine karşı çıkan münâfıklardan yüz çevir. Akıllı ol. Bu zamanın insanlarının çoğundan uzak dur. Çünkü onlar, elbiseli kurtlardır. Tefekkür aynasını al ve ona bak. Allah’ü Teâlâ’dan, sana kendini ve zamane insanlarını tanıtmasını dile. Ben, insanların yanında kötülük, cenâb-ı Hakkın yanında iyilik buldum.
·     Îsâ aleyhisselâm, İblîs’e; “En çok kimi seviyorsun?” diye sorunca, “Cimri olan mü’mini” dedi. “En çok kime kızıyorsun?” deyince, şeytan; “Cömert olan günahkâra” dedi. Îsâ aleyhisselâm, İblîs’e bunun sebebini sorunca, İblîs; “Çünkü ben, cimri mü’minin cimriliği sebebiyle günâha düşmesini ümid ediyorum. Günahkâr, fakat cömert olan kimseden korkuyorum, çünkü cömertliği sebebiyle günahları yok olabilir” dedi.
·     Ey oğul! Rızkını başkası yiyemez. Cennet ve Cehennemdeki yerine, senden başkası oturamaz. Fakat gaflet sana mâlik olmuş. Hevân (arzu ve isteklerin) seni esîr etmiş. Bütün düşüncen; yemek, içmek, uyumak ve diğer isteklerine kavuşmak olmuş.
·     Ey zavallı! Kendine ağla. Dînin gidiyor, aldırış etmiyorsun. Bunun için ağlamıyorsun. Sana, melekler bile, senin dinindeki zararından dolayı ağlıyorlar. Dünyâ gidiyor, ömürler bitiyor, âhıret yaklaşıyor. Hâlbuki sizin düşünceniz âhıret değil, hep dünyâ ve onu toplamaktır.
·     Ey cemâat! Kendiniz toksunuz, komşularınız aç. Bununla beraber, mü’min olduğunuzu iddia ediyorsunuz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)