Gerçek Mü’minin Özellikleri
Gerçek Mü’minin Özellikleri
1.
Namazlarında Huşû İçindedirler;
الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ
Namaz,
İslam’ın beş esasından biri, imandan sonra en önemli olanıdır. Allah Teâlâ
kullarına imandan sonra namazdan daha önemli bir ibadeti farz kılmamıştır.
Bunun içindir ki Peygamberimiz kulun kıyamet günü ilk önce namaz ibadetinden
sorgulanacağını bildirmiştir.( İbn Mace, Salat, 202) Burada sadece namazın
kılınmasından değil ”huşû” ile kılınmasından söz ediliyor.
Hz.
Aişe validemiz diyor ki: Peygamberimize, namazda yüzü çevirip bakma hakkında
sordum, şu cevabı verdi:
”O,
bir çalmadır ki, şeytan onu kişinin namazından çalar, kaçar.” (Buhârî, Ezan,
93; Tirmizî, Cuma, 59; Ebu Davut, Salat, 161) Yani şeytan kişinin namaz
kılmasına ve kulluk görevini yerine getirmesine engel olamayınca; yaptığı ibadeti,
sevap yönünden eksik yapmasına çalışır ve bulduğu bu fırsatı böylece
değerlendirmiş olur.
Çünkü
Peygamberimiz ”ihsan”ı tarif ederken,
فَأَخْبِرْنِي عَنْ
الْإِحْسَانِ قَالَ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ
تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ
”Allah’a sanki O’nu görüyormuş gibi ibadet
etmendir. Eğer sen Allah’ı görmüyorsan O seni görüyor.”(Buhârî, İman, 37;
Müslim, İman, 1) buyurmuştur. Allah’ın kendisini gördüğüne inanan kimse O’nun
huzurunda dururken başka hiçbir şeyle ilgilenmez; sağa sola, şuna buna iltifat
etmez. İşte namaz böyle huşû içinde kılındığı zaman makbul olur ve insanın
duygu ve düşünceleri üzerinde etkili olur.
2-
Boş ve Yararsız Şeylerden Yüz Çevirirler;
وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ
Ayette
geçen “lağv”, sözlük anlamıyla; saçma, boşuna ve hiçbir şekilde kişinin
hayattaki amacına ulaşmasında yararı olmayan şey demektir. Müminler böylesi
şeylere önem vermezler ve hiç bir eğilim ve ilgi duymazlar. Bu tür şeylere
dalındığını gördüklerinde hemen uzaklaşırlar ve titizlikle bunlardan
kaçınırlar, ya da bunlara bütünüyle ilgisiz kalırlar. Bu tutum Furkan
Suresi’nde şöyle ifade edilmektedir:
وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ
مَرُّوا كِرَامًا
“…
Boş şeylerin yanından geçtiklerinde vakarla geçip giderler.” (Furkan, 25/ 72)
Şüphesiz
müminlerin önde gelen niteliklerindendir bu. Mümin her an omuzlarında
sorumluluğunun yükünü hisseden kişidir; dünya onun için bir imtihan yeri ve
hayat da bu imtihan için ayrılmış sınırlı bir süredir. Tüm zihni, bedeni ve
ruhuyla imtihan kâğıdına eğilen bir öğrenci örneği, bu duygu da mümini tüm
hayatı boyunca ciddi ve sorumluluk içinde davranmaya yöneltir…
Nasıl
imtihan salonundaki öğrenci her anının geleceği için ne kadar önemli ve etkili
olduğunun bilincindeyse ve bu bilinçle en ufak bir anını bile boşa harcamak
eğilimi göstermezse, aynı şekilde mümin de hayatının her anını yararlı ve nihaî
sonuca götürücü işlerle geçirir. O kadar ki, eğlenme ve dinlenme konularında
bile, kendini hayatta daha yüce hedeflere hazırlayıcı ve zamanı boşa
geçirtmeyecek seçimlerde bulunur.
İnsanın
en kıymetli sermayesi ömrüdür, ne kazanacaksa onunla kazanacaktır.
Peygamberimiz, insanların derin bir gafletle devam edip gideceğini sandığı,
fakat günün birinde uçup gittiğini görerek aldandığını anladığı iki nimetten
söz ederken şöyle buyurur:
قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نِعْمَتَانِ
مَغْبُونٌ فِيهِمَا كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ الصِّحَّةُ وَالْفَرَاغُ
“İki
nimet vardır ki, insanlardan çoğu bu nimetleri değerlendirmekte aldanmıştır:
Sağlık, boş vakit.” ( Buhâri, Rikak, 1)
Müslüman,
ömrünün her dilimini iyi değerlendirecek, kârsız geçen her gününün o güzel
sermayeden yok edilen bir zarar olduğunu bilecektir. Peygamberimiz bu noktaya
dikkatimizi çekiyor ve şöyle buyuruyor:
”İki
günü eşit olan ziyandadır.” (Deylemî, Firdevs, 3/611)
Bu
hadis-i şerif, Müslümanın her gün bir kâr ve gelişme içinde olmasını
öğütlemekte, boş ve yararsız şeylerle uğraşmasının zarar olduğunu bildirmektedir.
Peygamberimizin
şu hadis-i şerifini de unutmamak lazım. Şöyle buyuruyor:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ
حُسْنِ إِسْلَامِ الْمَرْءِ تَرْكُهُ مَا لَا يَعْنِيهِ
”Boş ve faydasız işleri terketmek, kişinin
İslâmiyetinin güzelliğindendir.” (Tirmizî, Zühd, 11; İbn Mâce, Fiten, 12) İşte
müminde bulunması gerekli ikinci özellik, ne kendisine, ne ailesine, ne
toplumuna, hatta ne insanlığa ve ne de kişinin âhiretine faydası olmayan boş ve
yararsız şeylerden yüz çevirmesi ve yararlı olan şeylere yönelmesidir.
3-
Zekâtlarını Verirler;
وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ
Zekât,
malî ibadetlerimizdendir ve İslâm’ın beş temel ibadetinden biridir. Müslüman
olan, elbette bu temel ibadeti yerine getirir. Allah’ın kendisine verdiği mal
varlığının her yıl belli bir miktarını yoksullara, kimsesiz çocuklara vermek
suretiyle bu ibadetini yapmış olur ve yapmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيراً مِّنَ الأَحْبَارِ
وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَن
سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ
يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Ey
inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla
yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda
sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. ( Tevbe, 9/34)
Bu
ayette Yüce Mevla, kazandıklarını Allah yolunda harcamayanlara, Allah hakkını
yoksullara vermeyenlerin, acıklı bir azaba uğrayacaklarını bildirmektedir.
Zekât
vermenin müminin özellikleri arasında bulunduğunu ve malî ibadetlerimizin
başında geldiğini, bu ibadeti yapmayan müminlerin sorumlu olacaklarını söylemek
yeterli olur.
4-
İffetlerini Korurlar;
وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ
İnsanların
bir takım tabii ihtiyaçları vardır. Cinsi ilişki de bunlardan birisidir. Bu
ihtiyacın meşru bir şekilde yerine getirilmesi dinimizin emirleri arasındadır.
Bunun meşru yolu nikâhtır. Erkekle kadının kendi rızaları ile şahitler
huzurunda evlenerek aile kurmalarıdır. Peygamberimiz:
يَامَعْشَرَالشَّبَابِ مَنْ اسْتَطَاعَ مِنْكُمْ الْبَاءَةَ
فَلْيَتَزَوَّجْ وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَعَلَيْهِ بِالصَّوْمِ فَإِنَّهُ لَهُ
وِجَاءٌ
”Gençler! İçinizden evlenmeye gücü yeten
evlensin. Zira evlenmek, gözleri (haramdan) daha çok korur, iffeti daha çok
muhafaza eder. Gücü yetmeyen kimse ise oruç tutsun. Çünkü orucun şehveti kıran
bir özelliği vardır.” (Buhârî, Nikah, 2; Müslim, Nikah, 1) buyurmuş ve durumu
uygun olanların evlenmelerini tavsiye etmiştir.
Kur’an-ı
Kerim, bekar olanların evlendirilmeleri ile ilgili şöyle buyuruyor:
وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ
وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ
وَاسِعٌ عَلِيمٌ. وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّى
يُغْنِيَهُمْ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ …
”Aranızdaki
bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer
bunlar fakir iseler, Allah kendi lutfu ile onları zenginleştirir. Allah,
(lutfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir. Evlenme imkânını bulamayanlar ise,
Allah lutfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini
korusunlar.”(Nûr, 24/32,33)
Bekarların
evlenmeleri ile ilgilenmemek ve onlara yardımcı olmamak, onların kötü yollara
düşmelerine ve toplum için problem olmalarına sebep olur. Toplumda huzurun
sağlanması, kötülüklerin yok edilmesi, toplum fertlerinin görevleri
arasındadır.
Bazı
düşüncelerle evlenmemek ise sünnete aykırıdır. Peygamberimiz, evlenmek
istemeyenleri uyarmış ve:
وَأَتَزَوَّجُ النِّسَاءَ فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِي فَلَيْسَ
مِنِّي
”Evlenmek
benim sünnetimdir. Benim sünnetimden yüz çeviren ise benden değildir’ (Buhârî,
Nikah, 1; Müslim, Nikah, 1; İbn Mâce, Nikah, 1)
buyurmuştur.
Bütün
bunlar gösteriyor ki, evlenmek, iffetli yaşamaya en büyük yardımcıdır. İffetli
yaşamak ise müminin özellikleri arasındadır. İffetsizlik, yani meşru olmayan
cinsi ilişki dini, sıhhi, ahlaki, hukuki ve sosyal pek çok zararları olan bir
kötülük ve günahtır.
Dinimiz
zinayı en büyük günahlardan saymıştır. Hatta Peygamberimiz:
إِنَّ النَّبِيَّ(صعلم)قَالَ لَا يَزْنِي الزَّانِي حِينَ يَزْنِي
وَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلَا يَشْرَبُ الْخَمْرَ حِينَ يَشْرَبُهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ
وَلَا يَسْرِقُ السَّارِقُ حِينَ يَسْرِقُ وَهُوَ مُؤْمِنٌ
”Zina eden (mümin) zina ettiği zaman (tam ve olgun)
bir mümin olduğu halde zina etmez…” (Buhârî, Eşribe, l; Müslim, İman, 24)
buyurmuş, bu çirkin işi kişinin mümin olduğu halde yapmasının mümkün olmadığını
bildirmiştir.
Ahlakın
en önemli dayanaklarından biri, belki de birincisi, kişinin kendisine yapılmasını
istemediği bir şeyi onun da başkalarına yapmamasıdır. Hatta Peygamberimiz bunu
olgun imanın şartı saymakta ve:
عَنْ النَّبِيِّ (صعلم) قَالَ لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى
يُحِبَّ لِأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
“Hiç
biriniz kendiniz için arzu ettiğinizi (din) kardeşiniz için de arzu etmedikçe
(kamil manada) iman etmiş olmaz” (Buhârî, İman, 7; Müslim, İman, 17)
buyurmuştur.
Kişi,
kendi yakınlarından hiçbir kadının başkaları ile meşru olmayan ilişkide
bulunmasını istemez. O halde kendisinin de nikah bağı olmayan yabancı
kadınlarla cinsi ilişkide bulunmaması gerekir.
Ahmed
b. Hanbel’in (r.a) Ebu Umame’den olan rivayetinde; yeni Müslüman olmuş bir genç
Peygamberimize gelir ve:
-Ya
Rasulallah, zina etmeme izin ver, çünkü nefsime hakim olamıyorum, der.
Orada
bulunanlar gence döner ve:
-Sus,
sus, derler ve genci susturmaya çalışırlar. Peygamberimiz gence dönerek,
yaklaş, buyurur.
Genç,
Peygamberimizin yanına yaklaşır. Peygamberimiz, otur, buyurur, genç de oturur.
Peygamberimiz
ile genç arasında şu konuşma geçer.
Peygamberimiz:
-Birisi
bu işi annenle yaparsa bundan hoşlanır mısın? Buyurur. Genç:
-Hayır,
vallahi hoşlanmam, der. Peygamberimiz:
-İnsanlar
da senin gibi anneleri ile birilerinin bu işi yapmasından hoşlanmazlar.
-Kızınla
birisi bu işi yaparsa razı olur musun?
-Hayır,
vallahi razı olmam.
-İnsanlar
da senin gibi, kızlarının başkalarıyla bu işi nikah bağı olmadan yapmalarına
razı olmazlar.
-Kız
kardeşin bir başkası ile bu işi yaparsa razı olur musun?
-Hayır,
vallahi razı olmam. İnsanlar da senin gibi kız kardeşlerinin böyle bir iş
yapmalarına razı olmazlar.
-Halan
böyle bir iş yaparsa, hoş karşılar mısın?
-Hayır,
vallahi hoş karşılamam. İnsanlar da bunu halaları için hoş karşılamazlar.
-Teyzen
bu işi yaparsa hoş karşılar mısın? Hayır, vallahi hoş karşılamam, der.
Peygamberimiz:
-Kendin
ve yakınların için razı olmadığın bir şeye başkaları için nasıl razı olacaksın
buyurur ve elini gencin omzuna kor ve ona şöyle dua eder:
–Allah’ım,
bu gencin günahını bağışla, kalbini bu gibi duygu ve düşüncelerden temizle ve
iffetini koru. Olayı rivayet eden zat diyor ki, genç bundan sonra böyle meşru
olmayan bir işe iltifat etmemiştir. (Ahmed b. Hanbel, 5/256, 257)
5-
Emanetlerine ve Ahitlerine Riâyet Ederler;
وَالَّذِينَ
هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ
Hiç
şüphe yok ki bir Müslümanın en belirgin özelliği güvenilir ve dürüst olmasıdır.
Çünkü Peygamberimiz ve bütün peygamberler bu özellikleriyle tanınırlar. Hatta
peygamberlerde bulunması gerekli sıfatlardan birisi dürüst, diğeri de güvenilir
olmaktır. Peygamberler gönderildikleri toplumlara önce bu özelliklerini
hatırlatarak:
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
”Haberiniz
olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim” (Şuara, 26/107, 125,
143, 162, 178) demişlerdir. Peygamberlerin, ”Ben güvenilir bir peygamberim”
demeleri sözden ibaret değildi. Gerçekten onlar her yönü ile güvenilir
kimselerdi. Onların hayatları incelendiği zaman bu husus görülecektir.
İslâmiyet’in kısa zamanda ve hızla yayılmış olması, şüphe yok ki, onu tebliğ
eden peygamberin yüksek ahlakı ve dürüstlüğü ile ilgilidir. İnsanlar onun
dürüstlüğüne ve güvenilir olduğuna inanmasalardı, inançlarından, adet ve
geleneklerinden vazgeçerek ona inanır ve etrafında toplanırlar mıydı?
İşte
Kur’an-ı Kerim de bütün müminlerde bu özelliğin bulunmasını istiyor. Bu konuda
peygamberi örnek almalarını söylüyor. Peygamberimiz Müslümanın güvenilirliğini
ortadan kaldıran dört kötü huya dikkatimizi çekiyor ve şöyle buyuruyor:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعلم) أَرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ كَانَ
مُنَافِقًا خَالِصًا وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَلَّةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ
خَلَّةٌ مِنْ نِفَاقٍ حَتَّى يَدَعَهَا إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ وَإِذَا عَاهَدَ
غَدَرَ وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ وَإِذَا خَاصَمَ فَجَرَ
”Dört
huy vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kimse katıksız münafık olur. Kimde bunlardan
bir şey bulunursa -onu bırakıncaya kadar- kendisinde nifaktan bir haslet var
demektir. (bunlar:) konuştu mu yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz. Vaat
ederse vadinden döner, bir dava ve duruşma esnasında haktan ayrılır.”(Müslim,
İman, 25)
Toplumda
güven duygusu büyük önem taşır. Bu duygunun toplum fertleri arasında
bulunmaması, toplumun birlik ve beraberliğini etkiler. Bu özelliği kaybeden
milletin varlığı çöker, huzuru bozulur. Kendilerine kamu görevi ve sorumluluğu
verilecek olan kimselerde aranacak özelliklerin başında onların dürüst ve
güvenilir olmaları gelir.
Bakınız
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى
أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ
اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
”Allah
size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit
adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, her şeyi bilen ve görendir.”
(Nisa, 4/58)
Mümin
verdiği sözde durur. Sözünde durmamak mümine yakışmaz. Hele Allah’ın adını
anarak, O’nun adına and içerek verdiği sözde durmaması düşünülemez.
Peygamberimiz
buyuruyor:
عَنْ النَّبِيِّ (صعلم) قَالَ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى ثَلَاثَةٌ
أَنَا خَصْمُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ رَجُلٌ أَعْطَى بِي ثُمَّ غَدَرَ وَرَجُلٌ
بَاعَ حُرًّا فَأَكَلَ ثَمَنَهُ وَرَجُلٌ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا فَاسْتَوْفَى
مِنْهُ وَلَمْ يُعْطِهِ أَجْرَهُ
”Allah
Teâla buyurdu ki: Ben kıyamet gününde şu üç çeşit insandan davacıyım: 1) Benim
adıma and içer de sonra yemini bozar, verdiği sözü yerine getirmez. 2) Hür bir
adamı köle diye satar da aldığı parayı yer. 3) Bir işçi tutar, onu çalıştırır
da ücretini vermez.” (Buhârî, İcare, 10)
Allah
adını anarak verilen sözü yerine getirmemek, Allah adına gösterilmesi gerekli
olan saygıyı göstermemektir ki, büyük bir suçtur. Hiç şüphesiz bu suçu işleyen
kimse en ağır cezayı hak etmiş demektir. Bunun için mümin verdiği sözü tutar.
Hele bu sözü Allah adına and içerek vermiş ise artık bir zaruret olmadıkça o sözü
tutmaması düşünülemez.
6-
Namazlarını Muhafaza Ederler;
وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Namazın
muhafaza edilmesi demek, onu vaktinde usul ve adabına uygun olarak kılmak
demektir.
Müminlerin
nitelikleri sayılırken ilk nitelikleri namaz olduğu gibi son nitelikleri de
yine namaz olduğu bildirilmiştir. Önce namazı derin bir saygı ile kılarlar
buyurulmuş, sonunda da, beş vakit namaza özen gösterirler ve bu namazları
kendilerine tahsis edilmiş vakitlerinde usul ve adabına uygun olarak kılarlar
denmiştir. Namazın bu âyet-i kerimelerde iki defa anılmış olması namazın
önemini gösterir. Namazın hem vaktinde ve hem de derin bir saygı ile kılınması
istenmektedir. Huşû ile kılmak ise kabul edilmesine vesiledir.
İbn
Mes’ud (r.a.) diyor ki, Peygamberimize:
قَالَ سَأَلْتُ
النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَيُّ الْعَمَلِ أَحَبُّ إِلَى
اللَّهِ
-Hangi
ameller daha faziletlidir? diye sordum,
Peygamberimiz:
قَالَ (صعلم) الصَّلَاةُ عَلَى وَقْتِهَا
“Vaktinde
kılınan namaz” buyurdu.( Buhârî, Mevakıtü’s-Salât, 5; Müslim, İman, 37)
İşte
bu niteliklere sahip olan, Firdevs Cenneti ile mükâfatlandırılacak âyetlerin
sonunda va’d buyurulmuştur.
Hz.
Ömer şöyle demiştir:
“Peygamberimize
vahiy geldiği zaman yanında arı uğultusuna benzeyen bir ses duyulurdu. Bir gün yanında olduğumuz halde kendisine
vahiy geldi. Bir saat bekledik açıldı, kıbleye döndü ellerini kaldırarak şöyle
dua etti:
وَرَفَعَ يَدَيْهِ وَقَالَ اللَّهُمَّ زِدْنَا وَلَا تَنْقُصْنَا
وَأَكْرِمْنَا وَلَا تُهِنَّا وَأَعْطِنَا وَلَا تَحْرِمْنَا وَآثِرْنَا وَلَا
تُؤْثِرْ عَلَيْنَا وَارْضِنَا وَارْضَ عَنَّا ثُمَّ قَالَ صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أُنْزِلَ عَلَيَّ عَشْرُ آيَاتٍ مَنْ أَقَامَهُنَّ دَخَلَ
الْجَنَّةَ ثُمَّ قَرَأَ قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ حَتَّى خَتَمَ عَشْرَ
آيَاتٍ
“Allah’ım,
bize artır, eksiltme, bizi yükselt alçaltma, bize ver mahrum bırakma, bizi üste
çıkar, alta düşürme, bizi razı et ve bizden razı ol.” ”Bana on ayet indi. O
ayetlerle amel eden cennete girer” buyurdu ve Mü’minûn Sûresi’nin baş
tarafındaki bu on ayeti okudu. ( Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’an, 24)
Hz.
Aişe validemize: Peygamberimizin ahlâkı nasıldı? diye soruldu. Hz. Aişe:
Allah’ın elçisinin ahlâkı Kur’an idi demiş ve bu Mü’minun Sûresinin başındaki
ayetleri okumuş: “İşte Peygamberin ahlâkı böyle idi’‘ demiştir.( İbn Kesir,
3/237)
Ne
mutlu bu ayet-i kerimelerin gereğini yerine getirenlere ve bu ayetlerde
belirtilen nitelikleri taşıyanlara.
NOT:
Lütfi Şentürk Vaaz Örneği, Diy. Aylık Dergi sayı 132’den yararlanılarak
hazırlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder