Sur'a Üflendikten Sonra


Sur'a Üflendikten Sonra
(Sorularla İslamiyet)

Sur'a üflenip te herkes kabirlerinden çıktıktan sonra, insanlar yakınlarını mahşer yerinde nasıl bulacaklar, nasıl birbirlerini tanıyacaklar?

Cevap
Değerli kardeşimiz,

Konuyla ilgili şu ayetler Haşir meydanında herkesin biri birini bulacağını ve tanıyacağını göstermektedir:

"- O gün kişi kaçar, kardeşinden...
- Anasından, babasından...
- Eşinden ve oğullarından...
- Onlardan her birinin o gün başından aşan işi vardır.
- Yüzler var ki, o gün parıl parıl…
- Güler, sevinir.
- Yüzler de var ki, o gün tozlanmış,
- Onları karanlık bürümüş,
- İşte onlardır kâfirler, haktan sapanlar..." (Nebe, 78/34 - 42)

Bu ayetlerde her insanın akraba ve tanıdıklarıyla karşılaşacağı ve bazılarının bundan rahatsız olup kaçacağı, bazılarının da bundan memnun olacağı bildirilmektedir.

Ayetteki, "kaçma" ile kelimenin zahiri manası olan, uzaklaşmak, kaçınmak ve sakınmak kastedilmiş olabilir. Bu kaçışın sebebi ise, kovuşturulmadan, hesap sorulmaktan kurtulmayı istemektir. Mesela kardeşi ona, "Sen, malınla bana yardımcı olmadın"; ana-babası, "Bize itaatte kusur ettin"; eşi, "Bana haram yedirdin, şöyle şöyle yaptın"; oğulları da, "Sen bizi iyi eğitip terbiye etmedin ve bize doğruyu göstermedin" derler. Kardeşinden kaçanların ilkinin Hâbil; ana-babasından kaçanların ilkinin Hz. İbrahim Aleyhisselâm; eşinden kaçanların ilkinin Nûh ve Lût Aleyhisselâm; oğlundan kaçanların ilkinin yine Nûh Aleyhisselâm olacağı söylenmiştir.

Ayetteki "kaçma" ile uzaklaşma manası değil de, kişinin kendi derdine düşüp, kendi işine bakmasından ötürü, kardeşine, ana-babasına... Yardımdan kaçışı kastedilmiştir. Bu manaya göre ayet tıpkı, "Hani tabi olunanlar, tabi olanlardan uzak kalacakları o gün..." ayeti gibi olur. Kişinin, kardeşine yardımdan kaçınması, "O gün, hiçbir dost, hiçbir dosta, hiçbir hususta fayda veremez." (Duhan, 44/41) ayetinde beyan edilmiştir. Birbirlerine hiçbir şey soramayışları da "(O gün) hiçbir kandan dost, hiçbir candan dosta (derdini) sormaz." (Meârîç, 70/10) ayetinde anlatılmıştır.

Bu ifade ile dünyada iken, kendilerine başvurup, sığındığı; yardımını istediği bu kimselerin, ahiret yurdunda birbirlerinden (köşe-bucak) kaçışları anlatılmak istenmiştir. Ayetteki bu sıralama ile ilgili olarak, âlimler şu İzahı yapmışlardır:

"Ayette adeta, şöyle denilmek istenmiştir: O gün kişi, kardeşinden, hatta ana babasından... kaçar. Çünkü, ana-babası, kendisine kardeşlerinden daha yakındır. Hatta hatta eşinden çocuklarından bile kaçar. Çünkü kişinin kalbi, ana-babasından çok, eşine çocuklarına bağlıdır."

Cenâb-ı Hak daha sonra, bu kaçışın peşisıra, bunun sebebini de dile getirerek şöyle buyurmuştur:

"O gün bunlardan herbirinin, kendine yeter bir işi (derdi) vardır." (Abese, 80/37). (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 22/515-6)

Bir gün kıyamet kopup dünya hayatı son bulacaktır. Sadece Allah Teâlâ’nın bileceği bir süre geçtikten sonra, sûr’a ikinci defa üflenecektir.

O zaman gökten hayat veren bir su indirilecek, herkes âdetâ bitkiler gibi yeniden canlanacak, kemikleri bile çürümüş olan insanlar, Allah’ın izniyle hiç çürümeyecek olan kuyruk sokumundaki hardal tanesi kadar küçücük bir parçadan (acbü’z-zenebden) yeniden canlanacak, kabirlerinde dirilip kalkacaklardır.

O zaman insanlar dünyada bir gün veya daha az bir zaman kaldıklarını sanacak, Allah’a hamdederek mahşere doğru koşarcasına gideceklerdir.

Ne yazık ki, kendi yaratılışını unutanlar, “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye hayretle sorarlar, öldükten sonra yeniden hayat bulacaklarına bir türlü inanmazlar. İşte onlar, ilk önce yaratanın yeniden dirilttiğini göreceklerdir.

Mahşer

Allah Teâlâ, mahşer gününden söz ederken; “büyük gün,” “bütün insanların, âlemlerin Rabbi huzuruna çıkacağı gün” ifadelerini kullanmaktadır.

O gün, sûr sesini duyanların gözü dehşetle açılacak; o kimseler dört yana dağılmış çekirgeler gibi kabirlerinden fırlayacaklar ve kendilerini çağırana doğru koşacaklar.

İlk insandan son insana kadar herkes bir araya gelecek; o gün yer başka bir şekle büründüğü, dağlar toz gibi savrulduğu, bir çukur, bir tümsek bulunmadığı için; dümdüz, bembeyaz, hiç kimsenin tanıdık bir işarete rastlamadığı bir yerde bütün insanlar toplanacak.

İnsanlar mahşer yerinde, Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak çıkacaklar. Kapıldıkları dehşet, korku ve şaşkınlık yüzünden birbirlerine dönüp bakamayacaklar. (Tirmizî, Tefsir, Abese, (3329).)

O dehşetli zamanda güneş insanları yakıp kavuracak, herkes günahı ölçüsünde tere batacak; kimi topuklarına, kimi dizlerine kadar, kimi beline, köprücük kemiklerine kadar, kimi de ağzına ve kulaklarına kadar tere gömülecektir. (Müslim, Cennet 62; bk. Tirmizî, Kıyamet 2, 6)

Hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde, Allah Teâlâ bazı kimselere özel ikrâmda bulunacak; onları Arş’ının gölgesinde dinlendirecektir.

Bu bahtiyar insanlar:

- Âdil devlet başkanları,

- Temiz bir hayat içinde Rabbine kulluk ederek büyüyen gençler,

- Kalbi mescidlere bağlı Müslümanlar,

- Birbirlerini Allah için seven; buluşmaları da, ayrılmaları da Allah için olan insanlar,

- Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım.” diye yaklaşmayan yiğit adamlar,

- Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka verenler,

- Tenhâda Allah’ı anıp gözyaşı dökenler olacaktır. (Buhari, Ezan 36; Müslim, Zekat 91)

Amel Defteri

Mahşer gününde herkesin önüne, dünyada iken yaptığı bütün iyilik ve kötülükleri gösteren kitapları (amel defterleri) açılacak. Herkese: “Oku kitabını! Bugün kendini sorgulayacak durumdasın.” denecek.

İyilik yapmış olanın amel defteri sağ eline verilecek. O kimse, büyük bir sevinç içinde etrafındakilere “Bakınız şu kitabıma, alınız okuyunuz.” diyecek. Onun hesabı kolay görülecek ve cennetin yüksek yerinde, elini atınca koparacağı meyvelerin arasında, yiyip içerek mutlu bir hayat sürecek.

Defteri sol eline verilenler ise, “Amanın, bu nasıl deftermiş! Yaptığım her şeyi küçük büyük demeden sayıp dökmüş. Keşke bana defterim verilmeseydi de hesabımı öğrenmeseydim. Keşke ölümle birlikte her şey bitmiş olsaydı.” diye yanıp tutuşacak. (bk. Hakka, 99/18-27)

Hesap

Daha sonra insanlar, dünyada yaptıklarından dolayı Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hesaba çekilecektir.

Ağızlar mühürlenip kapatıldığı için konuşamayacak, onun yerine eller ve ayaklar neler yaptığını bir bir anlatacak, kulaklar, gözler, deriler dile gelip herşeyi haber verecektir. (bk. Yâsin, 36/65))

Elbette iman edip iyi işler yapan, Allah’ın emirlerini tutup yasaklarından sakınan biriyle, böyle olmayanlar hesaplaşmada bir tutulmayacaktır.

Peygamber Efendimizin (asm) anlattığına göre bu şöyle olacaktır:

"Allah Teâlâ her bir insanla tercümansız konuşacaktır. O zaman insan sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiği iyilikleri görecek. Soluna bakacak, vaktiyle yaptığı kötü işleri görecek. Önüne bakacak, önünde sadece cehennemi görecektir."

"Cenâb-ı Mevlâ, kendilerinden memnun olduğu kullarının amel defterine şöyle bir bakmakla yetinecek, onları ayrıca hesaba çekmeyecektir. Zira hesaba çekilenler azap göreceklerdir."

"Muhammed ümmetinden; büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve sadece Rablerine güvenen yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden cennete girecektir."

"Dünyada en küçük bir iyilik yapan, yaptığı iyiliğin karşılığını mutlaka görecek; en küçük kötülük yapan da bunun cezasını çekecektir."

"Bu hesaplaşma sonunda kimsenin kimsede hakkı kalmayacak, hattâ boynuzsuz koyun bile, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır."

Mîzan

Hesap işi bittikten sonra, dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılmasına sıra gelecektir. Allah Teâlâ kıyamet günü son derece doğru ve hassas teraziler kuracak, böylece kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaktır. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, iyi veya kötü herşey tartıya konacaktır.

Tartıda iyilikleri ağır gelenler kurtulacak, muradına erecek; iyilikleri hafif gelenler, derin bir mutsuzluğa gömülecek, bir uçurumun girdabına sürüklenecek ve şayet Allah’ın âyetlerini de inkâr etmişlerse sonsuza kadar cehennemde kalacaklardır.

Dünyada yapılan ibadetler ve iyilikler mizanda ağır gelecektir.

Bazı iyilik ve ibadetler tartıda daha ağır çekecektir. Meselâ “Sübhânallahi ve bi-hamdihî sübhânallahi’l-azîm.” zikri, dilde hafif olmakla beraber Rahmân olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle olduğu için, mizana konduğunda ağır gelecektir. “Elhamdülillâh” diye Allah’ı zikretmek de mizanı sevapla dolduran bir ibadettir.

Ama terazide her şeyden daha ağır çeken, güzel ahlâk olacaktır.

Sırat

Mahşerden sonra cennete veya cehenneme gidebilmek için sıratın üzerinden geçilecektir. Sırat, cehennemin iki yakasına kurulmuş, Peygamber Efendimizin benzetmesiyle, "kıldan ince, kılıçtan keskin" bir köprüdür.

Mü’minler buraya gelince, peygamberler “Allah'ım selâmet ver, selâmet ver!” diye yalvaracaklardır.

Sırattan ilk defa Muhammed aleyhissalatü vesselam ile birlikte ümmeti geçecektir.

Allah’ın hoşnut olduğu kullar, bu köprüden, amellerinin derecesine uygun bir süratle kolayca geçip gideceklerdir. Kimi göz kırpacak kadar bir zamanda, kimi şimşek, kimi rüzgâr hızıyla, kimi kuş, kimi iyi cins at ve deve süratiyle geçecektir.

İlave bilgi için tıklayınız:

MAHŞER...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis