Köyümün Gelenekleri

Köyümün Gelenekleri


 Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında köylerimizde ne güzel gelenekler varmış… Daha doğrusu vardı...

Neden böyle diyorum? Çünkü bir kısmını biliyor, bir kısmını bilmiyoruz! Bu geleneklerden bir kısmı tamamen unutuldu, bir kısmı ise kör topal yaşıyor, bir kısmı da sadece zihinlerde kaldı…


Ben atalarımızdan işittiklerimi ve kendi gördüklerimden bir kısmını yazacağım…

Önce çocuk yetiştirmeden başlayalım. Eskiden hemen hemen her evde “Dede, nine, amca, hala gibi” büyüklerden oluşan geniş aile vardı. Yeni evlenenler büyüklerin yanında beraber kaldıklarından dolayı çocukların eğitiminde en ufak bir zorluk çekmezlerdi. Çünkü çocukları tecrübeli büyükler yetiştirirdi. Büyükler çocuk eğitiminde yanlış bile yapsalar anne ve babalar saygılarından dolayı büyüklere asla itiraz edemezdi.

Sonraları yeni evleneceklere ayrı ev tutulur olunca çekirdek aile oluştu. Hiçbir tecrübesi olmayan anne ve baba çocuk yetiştirme gibi yüksek ihtisas isteyen bir durumla karşı karşıya geldiler. Yeni çiftin çocuk yetiştirme konusunda hiçbir bilgileri olmadığından çocuklar cahil anne ve babalar tarafından bilgisiz ve görgüsüzce yetiştirilmeye başlandı.

Bir de yazılı ve görsel medyanın olumsuz etkileri, yurdumuzun üç tarafının denizlerle çevrili olmasının sonucu aşırı gelen turistlerin olumsuz tesirleri, okullarda karma eğitimin olumsuz etkileri, dış ve içteki laik çevrelerin dinimizi baskı altına alarak dinsiz nesil yetiştirilmesi bugünkü çarpık tabloyu oluşturdu.

Kesikbaş cinayetlerinden, çöplüklere atılan canlı bebeklerden, vahşice işlenen kadın cinayetlerinen ve diğer tüyler ürpertici haberlerden içimiz karardı.

Para çok, mal çok… İnsanların maddi durumları son derece iyi… Ama bet yok, bereket yok! İnsanlar son derece mutsuz… Lüks apartmanlar, lüks arabalar var ama insanlar yine de mutsuz!

Sevgi, saygı, itaat, edep, hayâ kalmadı. Ne kadar kutsal değerlerimiz varsa eridi gitti. Moda adı altında hayvanların bile uygun görmeyeceği, cahiliye kıyafetleri yaygınlaştı. Caddede yürürken başımızı çevirecek yön bulamıyoruz. Ne tarafa dönsek çirkef rezalet giyimler… Eskiden kadın kıyafetleri bozuktu, artık erkek kıyafetleri de bozuldu…

Öpüp öpüp başımıza koymamız gereken ekmekler yerlerde, çöplerde… İnsanlar mutsuz mu mutsuz.

Olumsuz ve ürpertici haberler içimizi öyle kararttı ki televizyonu açmaktan korkuyoruz. Kesik baş cinayetleri, vahşice öldürülen kadınlar, boşanmalar, babasına bomba gönderen evlat haberleri, annesini para vermiyor diye kesen evlâtlar, minik yavrularını bırakıp başka erkeklere kaçan hayâsız kadınlar, soygunlar, talanlar, fırıldaklar, bitmek tükenmek bilmeyen yasa dışı çete haberleri…

Sanki başka vatanımız varmış gibi her karış toprağı şehit kanıyla sulanan güzel vatanımızı bölmek isteyen terörist ve bölücü haberleri…

İçimiz karardıkçe kararıyor, haberlere bakmak bile istemiyoruz.

Ahh nerede o eski günler, nerede?

“Köyümüzde düğün var!” haberi duyulur duyulmaz çevre köyler bir araya gelir; gece sabahlara kadar erkekler sinsin oynar-halay çeker; hanımlar kına geceleri düzenler; herkes milli değerlerimize uygun hoşça vakit geçirir sabahlara kadar eğlenirdi.

Gelin almadan bir gün önce düğün yemeği verilir, gelemeyen hasta ve yaşlıarın evine düğün yemekleri gönderilirdi.

Gündüzleri meydanlarda güreşler tutulur, yağız atlarla ciritler oynanır, damat giydirme ve takı törenleri düzenlenirdi. Damat giydirme törenlerinde çerezler dağıtılırdı.

Düğünden sonra kız tarafı damat tarafı ve yakınlarını davet eder yemek verir gelin hanıma damızlık bir inek hediye ederdi.

Köylülerden biri hastalansa, hapise düşse tüm köylü birleşir onun ürünlerini önce hasat ve harman ederlerdi.

Bir kızımız veya oğlumuz hafız olsa Kur’an-ı Kerim ve mevlit okutulur; yemek verilir takılar takılarak hafız olan yavrumuz sevindirilirdi.

Bir evin oğlu mecburiyetten babasından ayrılacak yeni ev kuracak olsa; tüm köylü birleşir ona ev yapma yarışına girerlerdi. Kimisi kereste, kimisi tuğla-kiremit verir, tüm köylü çalışır kısa sürede babasının evinden daha güzel ev yapılırdı.

Ölen bir kişi olunca 3-5 gün cenaze evine yemekler getirilir; taziyerye gelenler üzüntülü ev sahipleri gelenlerle beraber yerdi.

Bir delikanlı askere mi gidiyor; bütün köylü toplanır Kur’an-ı Kerim okutulur, yemek verilir; dua edilerek davul zurnalarla uğurlanırdı.

Bir delikanlı askerden mi geliyor; davul zurnalarla karşılanır, Kur’an-ı Kerim okutulur, yemekler verilir dualar edilirdi.

Ramazan ve Kurban bayramı namazlarından sonra önce büyüklük sırasına göre insanlar sıraya girer herkes birbirleriyle bayramlaşır; dargın kimse kalmazdı.

Bayramlaşmadan sonra misafirler başköşeye oturtulur; evlerden gelen yöresel yemekler köy odalarında hep bareber yenir dualar edilirdi.

Şimdiki vasıtalar yoktu ama; birisi hastalandı mı iki sırık arasına bir kilim çakılır, insanların sırtlarında hastaneye yetiştirilirdi.

Birisi hastalandı veya bir sıkıntıya mı düştü; imdadına bütün köylü yetişir onun harmanı herkesten önce kaldırılır onun işi herkesten önce görülürdü.

Ne günlerdi o günler, ne günler…

Ne güzel geleneklerimiz vardı ne güzel? Köyümüze misafir mi geldi? Köyden ya hali vakti iyi birisi evine götürür ya da köy odasına yerleştirilir gerekli hizmetler fazlasıyla yapılırdı…

Bulgur kazanlarında pişen yumurtaları, patatesleri, elmaları özledik…

Sobanın üzerinde pişen yemekleri özledik, odun ocağında pişen kıpkırmızı tadından yenmeyen kül çöreklerini, değirmen çöreklerini özledik…

Fırınlarda pişen somunları keşkekleri, özledik...

Sırıkta nar gibi kızarmış kebapları özledik…

Gündüzleri herkes işinde gücünde olduğundan gece misafirlikleri evlerde kıyasıya devam ederdi. Misafirliğe aşırı önem verildiğinden dolayı Allah’ü Teâlâ bereketi eksik etmezdi.

Para pul pek bulunmazdı ama herkes mutlu ve mesuttu…

Arabamız yoktu ama gıcır gıcır gıcırdayan kağnılarımız vardı. Şaha kalkan atlarımız, tatlı tatlı anıran eşeklerimiz vardı… Naylon çoraplarımız yoktu ama el dokuması yün çoraplarımız vardı. Kumaş elbiselerimiz yoktu ama el dokuması yün şalvarlarımız, yün ceketlerimiz ve kazaklarımız vardı…

Kireç kokulu kerpiç evleri, reçine kokulu ahşap evleri özledik…

Yakınca sımsıcak ısıtan odun sobalarını; fırınında ekmek yaptığımız, patates közlediğimiz güzineleri özledik…

İçimine doyum olmayan yayık ayranlarını özledik, köy tavuğunu, köy yumurtasını özledik…

Büyüklerden önce sofraya oturmayan çocukları özledik…

Büyükler köyün tüm çocuklarını kendi çocuğu gibi görürdü. Bir suç işlerse; kulağını çekerek: “Yaptığın ayıptır, sana yakışmıyor, terbiyeni bozma, evlâdım!” derdi. Çocuk da kendi atası gibi itaat ederdi. Yaptıklarımı babama iletmesin diyerek tir tir titrerdi.

Al ata binen, al duvaklı gelinleri özledik…

İlâhiler eşliğinde damat giydirme törenlerini özledik!

Kayınpederinin yanında sesini bile çıkarmayan işaret dili ve fısıltıyla konuşan utangaç hayâ timsali gelinleri özledik…

Babasının yanında “Babam bilir!” diyen babasının yüzüne bakamayan saygılı evlatları özledik…

Hasta olup geceleri uyandığımıda başucumuzda bekleyen annemizin şefkatini özledik…

Bir sıkıntımız oluğu zaman bize ilâç gibi gelen büyüklerimizin tatlı dillerini özledik…

Çok uzaklardan kovalarla evlere su taşıyan bir erkek görünce saygısından yolunu kesmeyen; saygı timsali kadınlarımızı özledik.

Sadece evlenmenin sözünü bile duyunca utancından baştan ayağı kıpkırmızı kesilen genç kızları, genç delikanlıları özledik…

Eskiden sevgi, saygı ve itaat ve bereket vardı. Şimdi hiç biri kalmadı…

Müslümanın hayatında uygulanan her şey Kur’an-ı Kerim’den, sünnetten, İslâm büyüklerinden alınır, çocuklar İslâmi esaslara göre yetiştirirlerdi.

Bir hanım asla uygunsuz giyinmezdi. Hatta suya bile girseler uzun eteğin-şalvarnı kıvırmaz eteğiyle şalvarlarıyla girerdi.

Bir evin hanımı fikrini söyler ama asla kocasına karşı gelmezdi.

Daha sayamadığımız sayısız güzel gelenek ve göreneklerimiz vardı. Yavaş yavaş hepsini kaybediyoruz.

Batasıca batı her güzelliğimizi unutturdu. Batılı toplum mühendisleri halâ Müslüman – Türk toplumunu ve aile yapısını bozmak için kudurmuşçasını ha bire saldırıyor…

İşte Osmanlı’yı Osmanlı yapan güzel dilimiz ve dinimizle bire bir örtüşen böyle geleneklerimiz vardı…

Daha da bilmediğimiz, unuttuğumuz, bizden öncekilerin yaşadığı nice güzelliklerimiz vardı…

Hoşça kalın, dostça kalın Allah’ü Teâlâ’ya emanet olunuz efendim!

Sizleri unutmayan aciz ve fakir kardeşiniz…

Yaşar AKKAŞ 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis