Mağarada Yedi Kişi

Mağarada Yedi Kişi

Ağaçlardan, taşlardan yapılmış putlara tapılan bir ülkede Dakyanus isimli bir kral vardı. Her zaman yanına devlet adamlarını alır, altın ve gümüş ile süslenmiş saltanat arabasına biner ve put haneye giderdi. Put hanenin içinde bir sürü put vardı. Yine bir gün kral put haneye geldi. Putların önünde yere kapandı. Kralı gören herkes onun yaptığını yapmıştı. Ancak oradaki gençlerden birisi putların önünde saygı duruşunda bulunmadı, yere de kapanmadı. Bu gencin arkadaşları onun yere kapanmadığını görmüşlerdi. Kral gittikten sonra, arkadaşları o gencin yanında toplandılar: Arkadaş, sen neden ilahlarımıza tapınmadın?

O genç cevap verdi: Arkadaşlar, ben çok düşündüm, sonunda bu putların hiçbir işe yaramadığını anladım ve sonra, her şeyin yaratıcısı Yüce Allah'a inandım. Şimdi artık Allah'a ibadet ediyorum.

Bu sözleri dinleyen gençler düşünmeye başladılar. Sonra hepsi de o gencin dediklerine katıldılar ve Allah'a inanıp şöyle dua ettiler:

- Allah’ım, sen yeryüzünün ve gökyüzünün sahibisin. Artık senden başkasına ibadet etmeyeceğiz. Eğer biz bu sözümüzde durmazsak doğru yoldan çıkmış oluruz.

Artık gençler her gece bir arkadaşın evinde toplanıyor ve ibadet edip, namaz kılıyorlardı. Bir gece kralın adamlarından birisi onları gördü. Onlara:

- Siz ne yapıyorsunuz, diye sordu.
Gençler:

- Biz her şeyi yaratan Allah'a inanıyoruz. Halkımızın dinini bıraktık, gel sen de bize katıl dediler.

Adam:

- Ben atalarımın yolundan ayrılmam, dedi.

Hemen onları gidip krala şikâyet etti. Kral onların yakalanıp öldürülmesini emretti.

Gençler bu haberi öğrenince şehirden kaçtılar. Giderken tarlada çalışan bir arkadaşlarına rastladılar.

O da onlar gibi Allah'a inanıyordu. Onlara: Arkadaşlar siz nereye gidiyorsunuz? Diye sordu.

Kral bizi öldürtecek, bizim kendi yolundan ayrıldığımızı anladı. Şimdi bizi arıyor. O genç de onlara:

O zaman ben de sizinle geliyorum, dedi. O gencin bir köpeği vardı. Adı Kıtmir'di. O köpek de onların peşine takıldı. Akşama kadar yürüdüler. Derken bir mağaraya geldiler. İçeriye girip orada istirahate çekildiler. Az sonra da orada uykuya daldılar. Köpek de onların biraz ilerisinde uyuyordu. Kral ordusuyla birlikte o gençleri arıyordu. Sonunda onların saklandıkları mağarayı buldular. Güneş doğmuştu ama mağaranın içi karanlıktı. Kralın adamlarından biri:

- Ey büyük kralım, siz bunları öldürmek istiyorsunuz. O halde biz bu mağarayı taşlarla kapatalım. Onlar da içerde ölüp giderler.

Kralda:
- Evet, bu fikrinizi beğendim. Onları oradan inandıkları tanrı bakalım kurtarabilir mi? diye küstah küstah güldü.

Mağaranın ağzını taşlarla örüp oradan ayrıldılar.

Sonra gençler uykularından uyandılar. Her şey uyumadan önceki gibiydi. Birisi sordu: Biz bu mağarada ne kadar kaldık?

Herhalde bir gün falan kalmışızdır, dedi diğeri. Acıkmışlardı. Acıktıklarını söyleyince içlerinden birisi şöyle dedi: Ben gideyim çarşıdan yiyecek alayım. Kralın adamları seni tanırsa ne olacak? Ben kimseye görünmeden giderim, dedi.

O genç kalktı, mağaranın kapısına gelince taşlarla kapanmış olduğunu gördü. Taşları iteleyerek dışarı çıktı. Yavaş yavaş yürümeğe başladı.

Fakat çok şaşırdı. Çünkü yollar çok değişmişti. Hiçbir yeri tanıyamadı. Şehrin kapısına vardı. Sanki rüyada gibiydi. Her yer değişmişti. Etrafına bakındı. Tek bir gecede bu kadar değişiklik olabilir miydi?

Cebinden biraz gümüş para çıkardı. Bir fırına girip ekmek almak için parayı uzattı. Fırıncı parayı aldı, evirip çevirdi.
Genç:

- Ne oldu? Paranın üzerinde kralın resmi var, baksanıza...

Hangi kralın resmi?

Kral Dakyanus'un.

Olamaz... Bu para çok eski Şimdi kullanılmıyor.
Bu para çok değerli...

Ama ben şehirden dün ayrıldım.

Benimle dalga geçme. Seni krala götürsünler. Genç:

- Kral beni öldürür. Ben onun dininden ayrıldım.

Fırıncı:

- Bizim kralımız kimseyi öldürmez. O da, biz de Allah'a ibadet ediyoruz.
Sonra, gelen askerlerden birine genci gösterdi. Görevli:

- Gel benimle, krala gidelim.

O görevli asker ve genç saraya doğru yürümeye başladılar. Saraydan içeri girince şaşırdı. Bu kral başka bir kraldı.

Kral sordu:
-Bu genç kim?
- Efendim bu gencin üzerinde eski paralar var.
Herhalde bir hazine bulmuş. Genç o zaman söze karıştı:

- Ben bu şehirdenim. Hazine bulmadım. Bunlar benim param.

Kral:

- Sen buradan kimleri tanıyorsun söyle bakalım.

Genç tanıdıklarını saydı. Hiçbirisini hiçkimse tanımıyordu.

Genç: Ama biz daha dün Kral Dakyanustan kaçtık.
Kral bu söz üzerine

Kral Dakyanus mu? O öleli üçyüz yıl oldu.
Genç:
- Ama nasıl olur, ben ve arkadaşlarım mağarada uyuyorduk, dedi.

Kral:

- Bu ne acayip durum, bakalım sen doğru mu söylüyorsun?

Kral, beraberindeki askerler ve o genç, mağaraya doğru yola çıktılar.

Mağaraya gelince:

- Efendim siz burada bekleyin. Arkadaşlarım sizi Dakyanus sanırlar, korkarlar. Önce ben içeri gireyim. Onlara durumu anlatayım, dedi

Genç içeri girdi ve arkadaşlarına:

- Arkadaşlar, biliyor musunuz siz mağarada kaç sene uyudunuz?

- Biz mi... Elbette bir iki gün

- Hayır, hayır, üç yüz dokuz sene uyudunuz... Şimdi başka bir kral var. Ve o da Allah'a inanıyor... O anda gençleri yeniden uyku bastı ve uyudular. Kral ve adamları dışarıda bekliyorlardı. Uzun zaman olunca merak edip mağaradan içeri girdiler. Bir de baktılar ki gençlerin hepsi ölmüş.

Kral:

- Allah'ın mucizesine bakın. Üç yüz sene sonra dirilen gençleri Allah bize gösterdi. O'nun gücü her şeye yeter. Bizi toprak olduktan sonra hayata yine döndürecek olan Allah'tır, dedi.

Hz. Musa Aleyhisselâm ve Hızır Aleyhisselâm

Bir gün Yüce Allah, Hz. Musa Aleyhisselâm’a:

- Kullarımdan bir kul iki denizin birleştiği yerdedir. O senden daha âlimdir, buyurdu.

Hz. Musa Aleyhisselâm:

- Ey Rabbim, ben onu nasıl bulacağım? Diye sordu.

Allah kendisine şöyle buyurdu:

- Torbanın içinde bir balık taşı. Onu nerede kaybedersen orada Hızır Aleyhisselâm'ı bulursun.

Böylece Hz. Musa Aleyhisselâm bir arkadaşı ile Hızır Aleyhisselâm'ı aramaya koyuldu. Beraberlerinde bir balık taşıyorlardı.

Bir kayanın yanına vardıklarında uykuya daldılar. O esnada balık canlanıp torbadan denize atlayıverdi.

Uyandıktan sonra denizin kıyısına vardıklarında bir elbiseye bürünmüş bir insan gördüler ki bu Hızır Aleyhisselâm idi Musa Aleyhisselâm ona selam verdi.

Hızır Aleyhisselâm ona şöyle dedi:

- Senin memleketinde selam nerede vardır. Yani senin memleketinde huzur kalmamıştır.

Musa Aleyhisselâm: Ben Musa Aleyhisselâm’ım. İsrail oğullarındaki Musa Aleyhisselâm mı?

Evet... Sana öğretilen ilimden bana öğretmek şartıyla sana uyayım mı? Diye devam etti Musa Aleyhisselâm. Hızır Aleyhisselâm şöyle dedi:
- Doğrusu sen benim yanımda dayanamazsın.
Musa Aleyhisselâm şu karşılığı verdi:

- İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın. Ben senin işlerine karışmayacağım.

Böylece deniz kıyısında yürümeye başladılar. Gemileri yoktu. Yanlarına bir gemi uğradığında binmek için konuşup anlaştılar.

Gemiciler Hızır Aleyhisselâm'ı tanıyıp ikisini de ücretsiz olarak taşıdılar.

Bir kuş gelip geminin kenarına kondu. Bir iki defa denize gagasını vurdu. Bunun üzerine Hızır Aleyhisselâm: Ey Musa Aleyhisselâm, senin ve benim ilmim Allah'ın ilminden ancak şu kuşun denize gagasını vurup aldığı su kadardır, dedi ve geminin tahtalarından bir kaçını söktü. Musa Aleyhisselâm:

Bunlar bizi ücretsiz gemilerine aldılar sen buna karşılık gemilerini söküyorsun... Hızır Aleyhisselâm:

- Sen benimle sabredemezsin, dayanamazsın demedim mi? dedi.

Musa Aleyhisselâm birinci defa unutmuştu. Kıyıya çıktılar, yollarına devam ettiler. Arkadaşlarıyla oynayan bir çocuğun yanından geçerlerken Hızır Aleyhisselâm o çocuğu öldürüverdi. Musa Aleyhisselâm hemen:

- Bir suçsuz insanı öldürdün.
Hızır Aleyhisselâm:

- Ben sana benimle sabredemezsin demedim
mi? dedi.

Devam ettiler. Sonunda bir yere geldiler. Yıkılmak üzere olan bir duvar kalıntısına rast geldiler. Hızır Aleyhisselâm duvarı onarmak için uğraştı ve o duvarı tamir etti. Musa Aleyhisselâm:

- Bu boş işlerle ne uğraşıyorsun? Deyince, Hızır Aleyhisselâm:

- İşte artık yollarımız ayrılmalıdır, dedi.

Ve o zamana kadar olan garip işlerin anlamlarını anlatmaya başladı

- Önce gemi, denizde çalışan fakirlerindi. Gemiyi eski göstermek istedim. Çünkü sahilde bir zalim hükümdar var, güzel gemileri zorla alıyor. Çocuğu öldürdüm, çünkü anne ve babası Müslümandı. O ise yoldan çıkacaktı, onları da yoldan çıkarmasın diye ölmesi daha hayırlı idi.

Duvara gelince, o duvar iki yetim çocuğun idi. Duvarın altında bir hazine var. Çocuklar büyüyünce defineyi bulacaklar ve Allah'ın rahmetini kazanacaklar.

Böylece Musa Aleyhisselâm, bir kişinin Allah'ın ilmini anlamaya güç yetiremeyeceğini açık bir şekilde anlamıştı.

Ve her âlimden üstün bir başka âlim vardır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis