Siz Cuma’yı Bilir misiniz?
Siz Cuma’yı Bilir misiniz?
-Babam bana şöyle anlattı:
-Salih Meri, cuma gecesi, cuma
namazını kılmak üzere mescide gitmek için yola çıktı. Kabristana uğradı. Kendi
kendine şöyle dedi:
-Tan yeri ağarıncaya kadar
kalayım.
Kabristanın içine girdi. İki
rekat namaz kıldı. Bir kabre dayandı. Gözlerine uyku geldi. Şöyle bir rüya
gördü: Kabirde yatanlar kabirlerinden çıkmışlar, halka halka olup oturmuş, konuşuyorlar.
Bir de baktı ki, onlardan
ayrı, kirli elbiseli bir genç, bir köşede, üzüntülü bir halde oturuyor. Onu
yanlarına oturtmuyorlar. Oradakilerin hepsine tepsi tepsi, üzeri mendillerle
örtülü hediyeler gelip dağıldı. Herkes kendi tabağını aldı; sonra kabrine girdi.
En sonuna bu genç kaldı.
O da üzüntülü bir halde, kalktı;
kabre girmek istedi. Hemen ona sordum:
-Hey Allah’ın kulu, sende
gördüğüm bu üzüntü neden? Sonra gördüğüm bu hal nedir?
Bana şöyle dedi:
- Ey Salih Meri, sen o
tepsileri gördün mü?
- Evet, gördüm, deyince
şöyle anlattı:
- O tabaklar, hayattakilerin
ölülerine hediyeleridir. Onların adına verdikleri sadaka, yaptıkları dua, cuma
geceleri onlara gelir.
Daha sonra şöyle dedi:
- Ben, Sindli biriyim. Anam
hacca gitmek istedi; beraber yola çıktık. Basra’ya gelince öldüm. Bundan sonra
anam evlendi. Kendisinin bir oğlu olduğunu ve öldüğünü kocasına anlatmadı. Dünyaya
daldı. Ne bir işaretle ne de bir sözle beni andılar.
Ölümümden sonra beni
hatırlayan kimse olmayınca üzülmek bana haktır.
Sordum:
-Senin ananın evi nerede?
Onun yerini bana anlattı.
Sabah oldu Namazımı kıldım.
Sonra gittim. O kadının evini sordum, buldum.
Yanına gittim, izin
istedim. Kendimi ona tanıttım, kapıdan:
-Ben Salih Meri’yim, dedim.
İzin verdi, içeri girdim.
Şöyle dedim:
-Benim söyleyeceğim söz, senin
söyleyeceğin söz hiç kimse tarafından duyulmamalıdır. Böyle istiyorum.
Ona yaklaştım, aramızda
bir perde kaldı.
Şöyle sordum:
-Sana Allah’tan rahmet
dilerim, çocuğun varmı?
-Yoktur.
Tekrar sordum:
-Daha önce bir çocuğun
olmuş muydu?
Derin bir nefes aldı, sonra
şöyle dedi:
-Benim bir genç oğlum
vardı, öldü.
Bunun üzerine durumu ona
anlattım. Ağlamaya başladı.
Sonra şöyle dedi:
-Ey Salih! O benim
ciğerparem, kalbim idi. İçim onun yuvası olmuştu. Göğüslerimden ona süt içirdim.
Kucağım onun sığınağı idi.
Daha sonra çıkardı bana
bin dirhem verdi. Ve şöyle dedi:
-O sevdiğim göz nurum için
bunları dağıt. Kalan ömrümde onu duadan unutmayacağım. Onun için sadaka
vereceğim.
Gittim, o bin dirhemi
dağıttım.
Ertesi cuma geldi. Cumaya
gitmeyi istedim. Yine kabristana uğradım. İki rekat namaz kıldım, sonra bir
kabre dayandım. Yine dalmışım. Baktım ki, bir cemaat yine çıkmış. Bu arada o
genci gördüm. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Sevinçli ve mesrurdu.
-Ey Salih! Allah bizim
için seni mükafatlandırsın. Gönderdiğiniz hediye bize geldi.
Ona dedim ki:
-Siz kabirdekiler cumayı
bilir misiniz?
Şöyle anlattı:
-Evet biliriz. Havadaki
kuşlar bile onu bilir. Cuma günü için birbirlerine şöyle derler:
-Bu faziletli gün için, selam,
selam… (Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder