İlk Ezân
İlk Ezân
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve “Ben
Müslümanlardanım” diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet, 33)
Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular:
“Namaz için ezân okunduğu zaman şeytan oradan sesli
sesli yellenerek uzaklaşır, ezânı duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezân bitince
geri gelir. Kâmet başlayınca yine uzaklaşır, bittiğinde ise geri dönüp kişi ile
kalbinin arasına girer ve: «Şunu hatırla, bunu düşün!» diye aklında daha önce
hiç olmayan şeylerle vesvese verir. Öyle ki (buna kapılan) kişi kaç rekât
kıldığını bilemeyecek hâle gelir.” (Buhârî, Ezân, 4; Müslim, Salât, 19)
Namaz vaktini cemaate duyurmak için önceleri
yalnızca “Namaza, namaza!” ifâdeleri söylenirdi. Daha sonra ise ezân-ı
Muhammedî lutfedildi.
Allâh Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem, halkı
namaza dâvet şeklinin nasıl olması gerektiği husûsunu ashâbıyla istişâre
ediyordu.
Bâzısı; “Namaz vakti geldiği zaman bir sancak
dikelim, müslümanlar onu gördüklerinde birbirlerine haber versinler.” dedi.
Fakat Peygamber Efendimiz bu teklifi beğenmedi.
Yahûdî borusu çalınması teklif edildi, onu da
beğenmedi: “Bu, yahûdîlerin âletidir.” buyurdu.
Çan çalınmasından bahsedildi. Peygamber Efendimiz:
“O da hristiyanların işidir.” buyurdu.
Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi Vesellem’in derdiyle
dertlenen, O’nun kaygısı ile kaygılanan Abdullâh bin Zeyd (ra) oradan ayrılıp
gitti. Uyku ile uyanıklık arasında iken kendisine ezân-ı Muhammedî lutfedildi.
Hemen Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi Vesellem’in yanına giderek:
“–Ben uyku ile uyanıklık arasında iken biri gelip
bana ezânı öğretti.” dedi.
Hz. Ömer (ra) da aynı rüyâyı görmüştü… Bunun üzerine
Allâh Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem:
“–Ey Bilâl kalk ve Abdullâh bin Zeyd’in
söylediklerini tatbîk et!” buyurdu.
Bilâl (ra) da Abdullâh’ın söylediklerini aynen
tatbîk etti ve ezân okudu. (Ebû Dâvûd, Salât, 27/498)
Böylece ezân, vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnet
oldu. Çünkü o hem sâdık rüyâ, hem sünnet-i Nebî, hem de vahy-i ilâhî ile
sâbittir. Âyet-i kerîmede:
“Onları namaza çağırdığınız zaman...” (el-Mâide, 58)
buyrulmaktadır.
Ezânın teşrîinde her ne kadar vâsıta Abdullâh bin
Zeyd (ra) ise de vahye ve gaybî feyze mazhar olan, her zaman için Varlık Nûru
Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz idi. Ezân, O’nun tasdîki ile meşrû
kılındı ve insanlar câmiye, cemaate çağrılmaya başlandı. Bilâl-i Habeşî, ilk
ezânı okuduğu zaman Medîne’nin bir ucundan diğer bir ucuna bu yüce dâvet
ulaştı. Ezân sadâsıyla semâlar yankılandı. Mü’minler, büyük bir neş’e içinde
mescide koştular.
Varlık Nûru’na namaza dâvet için muhtelif yollar
teklif edildiği hâlde O bunların hiçbirinden hoşlanmamış, ezânı ise büyük bir
memnûniyetle kabûl etmiştir. Çünkü ezân, İslâm’ın Allâh, peygamber, ibâdet ve
hayat anlayışını veciz bir sûrette hulâsa eder ve aralarında sağlam bir bağ
kurar. Dolayısıyla Allâh Rasûlü, namaza dâvet konusunda en ideal yolu tercih
buyurmuştur. (Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa-2, Erkam Yay.)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna
(Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Mübdi’: Mahlûkatı, maddesiz, örneksiz olarak ilk baştan yaratan,
kâinatı yoktan var eden demektir.
Kısa Günün Kârı
Ezân, âyet ve hadislerle sâbit olup bin dört yüz
küsur senedir mü’minler için ulvî bir dâvet olarak devâm etmektedir. Cihanşümûl
ve beynelmilel bir namaz çağrısıdır. Bu sebeple aslî ve orijinal şekli dışında
okunamaz. O, âdeta semâların lâhûtî bir nağmesidir.
Lügatçe
istişâre: Danışma.
vâcib: 1. Terki caiz olmayan, yapılması gerekli. 2. Yapılması şer’an
lüzumlu olan, farz derecesine yakın bulunan. [Kur’an’da zımnî delille emredilen
bayram namazları, adaklar gibi]. 3. Zorunlu.
teşrîi: Yasamalı.
sada: Ses.
muhtelif: 1. Zıt, birbirini tutmayan. 2. Çeşit çeşit, çeşitli.
cihanşümûl: 1. Evrensel, üniversal.
beynelmilel: Uluslararası.
Yorumlar
Yorum Gönder