Kayıtlar

Birbirini Çok Seven İki Kardeş

Birbirini Çok Seven İki Kardeş Vaktiyle Birbirini Çok Seven İki Kardeş varmış. Büyüğü Halil. Küçüğü ise İbrahim… Halil, evli çocuklu, İbrahim ise bekârmış... Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin… Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş... Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil, bir teklif yapmış. İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle. Peki, abi demiş İbrahim... Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... O gidince, düşünmüş İbrahim: -Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine Böyle demiş ve Kendi payından bir miktar atmış onunkine... Az sonra Halil çıkagelmiş. Haydi İbrahim. Demiş önce sen doldur da taşı ambara. -Peki abi! İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola. O gidince, Halil düşünür bu defa: Der ki: -Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Böyle düşüner...

Paylaşılmayan Mal Mundardır

Paylaşılmayan Mal Mundardır.             Paylaşmanın Hakkını Vermek Sevdiğiniz şeylerden başkalarına da vermedikçe, tam bir iyilik vasfına eremezsiniz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir." (Âl-i İmran, 92) Sevdiğiniz şeylerden başkalarına da vermedikçe, tam bir iyilik vasfına eremezsiniz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir.” (Âl-i İmran, 92) Vaktiyle Kalaycı Dede adında bir âlim zat yaşarmış. Şehrin arif şahsiyeti ve akıl hocasıymış. İsminden de anlaşılacağı üzere kalaycılıkla uğraşır, yalnızca günlük ihtiyacını karşılayacak kadar kazanır ve sonra ibadete çekilirmiş. İkindi üzeri şehrin çarşısına iner; ihtiyaçlarını alır, insanlarla ve esnafla sohbet eder ve onlara güzel öğütler verirmiş. Mahir elleriyle kapları kalayladığı gibi sözleriyle de insanların ruhunda bir aydınlık, ferahlık sağlarmış. Kalaycı Dede kimden alışveriş ederse, o günün gözde dükkânı o olur, halkta o dükkânı tercih edermiş. Dükkân sah...

Sabır ve Namazla Allah’tan Yardım İsteyin

Sabır ve Namazla Allah’tan Yardım İsteyin Ey iman edenler! Sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin. Doğrusu Allah, sabredenlerle beraberdir Horasan vâlisi Abdullah bin Tâhir, çok âdil biriydi. Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi. Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. O sırada Hiratlı bir demirci, Nişapur’a gitmişti. Demirciyi, gece eve giderken, jandarmalar yakaladılar ve diğer zanlılarla beraber vâliye çıkardılar. Vali dedi ki: – Hepsini hapsedin! Bir suçu olmayan demirci, hapishanede hemen abdest alıp, namaz kıldı. Ellerini uzatıp:  “Ya Rabbi! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın!” diye dua etti. Vali uyurken rüyasında dört kuvvetli kimse gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman uykudan uyandı. Hemen kalkıp, abdest aldı, iki rekât namaz kıldı. Tekrar uyudu. Tekrar o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde bir mazlumun ahı olduğunu anladı. Vali hemen hapishane ...

Hırsız Evliya – Yahya Efendi

Hırsız Evliya – Yahya Efendi Ortaköy Rumlarının gönüllerini İslam’a çelip çaldığı için Hırsız Aziz, (Hırsız Evliya) derlermiş Rumlar Yahya Efendi’ye. Kosta adında bir Rum Kaptan varmış, şarapçılık yaparmış, çok da içtiği için ayık anı olmazmış. Ama Yahya Efendi’yi nerde görse, eline kapanırmış. Yahya Efendi de sırtını sıvazlayarak. – Kastın ne Kosta? Niye harap ediyorsun kendini bu kadar? Der gönüllermiş. Bir böyle, iki böyle derken bir gün Marmara Adalarının birinden Ortaköy’e şarap taşırken deniz kabarmaya, dalgalar teknesini tokatlamaya başlamış. Derken fırtına kasırgaya, kasırga kıyamete dönüşmeye başlayınca, kabaran, köpüren, taşan rahmet deryasında sırılsıklam olan Kosta, riyasız bir gönülle, içten içe, dıştan dışa, resmen de alenen de hep sevip saydığı Yahya Efendi’ye yönelerek: – Elimden tut Aziz Yahya, çek sahile beni, sana bir küp şarabım var, hepsi feda olsun sana… Diye içten içe yana göynüye Ortaköy’e ulaşınca, Kosta’yı sevenlerden birisi: – Geçmiş olsun ...

İslâm düşmanı Ebu Cehil’in Oğlu

İslâm düşmanı Ebu Cehil’in Oğlu Rasul– i Ekrem Sallalahü Aleyhi Vesellem’in Mekke’yi fethettiği gün, İslâm düşmanı Ebu Cehil’in idam fermanı verilmiş oğlu İkrime, ölüm korkusuyla kaçıp Yemen tarafına gitmişti. Onun eşi Ümmi Hakîm ise Müslüman olmuş ve İkrime’nin bağışlanmasını Rasulullah’tan istirham etmişti. Allah Rasulü Sallalahü Aleyhi Vesellem, İkrime için güvenlik garantisi verince, hanımı Ümmi Hâkim onu aramaya çıktı. Tihâme sahillerinde deniz yolculuğu sırası Müslüman bir kaptanla görüşmekte olan İkrime’yi buldu. Kaptan ona diyor ki: – Lâ ilâhe illallah Muhammeden Rasulullah de, canını kurtarıver! İkrime şu karşılığı veriyordu: – Ben de zaten bunun için kaçıyorum… O sırada İkrime’nin karısı ortaya çıkarak şu haberi verdi: – Ben insanların en iyisi ve en hayırlısının yanından geliyorum. Onunla konuştum, o sana eman verdi, seni güvenceye aldı. Gel gidelim, kendine kıyma! Beraber yola çıktılar. Bir konaklama yerinde İkrime, eşiyle birlikte olmak istedi. Kadın onu...

Söz Geri Dönmez

Söz Geri Dönmez Mehmed Emin Tokâdi hazretlerinin İstanbul’da insanları irşâd ile meşgul olduğu ve insanlara Allah’ü Teâlâ’nın emirlerini ve yasaklarını öğretip saadete ermeleri için rehberlik yaptığı sıralarda İstanbul’da Antepli ismiyle meşhur bir vaaz hocası vardı. Bu kimse çok inatçı olup, Mehmed Emin Tokâdi hazretlerinin büyüklüğüne, evliya ve mürşidi kâmil olduğuna inanmaz ve konuştuğu meclislerde uygunsuz sözler söylerdi. Bir gün bu hoca, Unkapanı’nda bir çeşmede yüzünü yıkıyordu. Mehmed Emîn Tokâdi hazretleri de oradan geçiyordu. Antepli vaizin yakınlarından biri; – İşte bu gelen, Tokâdi Emîn Efendidir! Diyerek gösterdi. Antepli vaiz alaylı bir tavırla ona baktı ve bir şeyler söyledi. Mehmed Emîn Efendi yanlarına gelip selâm verdi. Bu sırada Antepli hoca başını kaldırıp; – Bak Şeyh Efendi, benim gözlerim ağrıyor. Bana bir nefes eyle de gözlerimin ağrısı geçsin, diyerek alay etti. Bunun üzerine Mehmed Emîn Efendi; – Kör ol! Dedi ve oradan geçip gitti. Antepli hoc...

Bir Damla Elma Suyuna İki Yıl Hizmet Eden Genç

Bir Damla Elma Suyuna İki Yıl Hizmet Eden Genç İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh Efendimizin babası Numan bin Sabit Hazretleri, henüz gençliğinin baharındayken, bir dere kenarında abdest alır. Bir de bakar ki suda yüzerek bir elma geliyor. Elmayı alıp ısırır. Elmanın suyu dişlerine dokununca, birden bire kendini toparlar. “Ben ne yaptım! Bu elmanın elbette bir sahibi var. Benim olmayan bir elmayı nasıl olur da sahibinden izinsiz ısırırım,” der. Bir anlık gafletinden uyanır. ve suyun akıp geldiği tarafa yürümeye başlar. Bakar ki güzel bir bahçe var. Bu ısırdığım elma, bu bahçeden diyerek, bahçe sahibini bulur. Helâllik istemek üzere: “-Efendim! Bu elma sizin ağaçlardan düşmüş olacak. Şu akan derede buldum. Gaflet ile elmayı alıp ısırdım. Elmanın bedelini vereyim! Ne isterseniz yapayım, yeter ki hakkınızı helâl edin!" Diyerek rica eder, yalvarır. Bahçe sahibi: “Hayır, helâl etmem! Eğer bana iki yıl boyu çalışırsan o zaman düşünürüz belki helâl ederim.” İmam-ı Azam Rahm...

Adalet ve Tevazu

Adalet ve Tevazu Emevi halifelerinin büyüğü Ömer Bin Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi. Yakınlarından birisi Ömer Bin Abdülaziz’e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi: – Ona de ki, elma yerini bulmuştur. Fakat görevli itiraz edecek oldu: – Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır. Halife cevap verdi: – Evet, ama Rasulullah Sallallahü Aleyhi Aleyhisselâm’a verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur. Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şö...

İnsanlardaki sıfatlar

İnsanlardaki sıfatlar… Yüce Rabbimiz insanları dört sıfatla yaratmıştır: 1- Hayvanlara mahsus sıfatlar: Yemek, içmek, uyumak, nefsanî arzularını tatmin etmek gibi… 2- Yırtıcı hayvanlara ait sıfatlar: Saldırmak, parçalamak, üstünlük sağlamak ve galip gelmek arzusu gibi… Bu iki sıfat dünya hayatında mevcuttur. İnsan ölünce bu her iki sıfat da insanda yok olur. Artık ne yemek içmek arzusu ve ne de saldırma, galip gelme isteği kalır! Ölen bir insanda hareket etme kabiliyeti kalmaz. 3- Meleklerin sıfatları: İman etmek, güzel ahlâk sahibi olmak, cömertlik, şefkat ve merhametli olmak gibi… 4- Şeytanların sıfatları: Küfür, kötü huy, yalan, cimrilik, katı kalpli olmak gibi… Son iki sıfat kalıcıdır. Ölümle son bulmazlar. Kabirde de, ahirette de insanla beraberdir. Ya sahibini nimete kavuşturur veya azap çektirirler… Bu iki sıfat birbirine zıt güçlerdir, sürekli savaşırlar. Savaş meydanı ise insanların kalbidir. Bu muharebeyi hepimiz az veya çok hissederiz, şöyle ki: Bir faki...

Biri Eşek Biri Öküz

Biri Eşek Biri Öküz İki molla, ramazanda mukabele okuyup bahşiş toplamak için köyün birinde bir eve misafir olurlar. Hoşbeşten sonra, içlerinden biri tuvalete gider. Güngörmüş ev sahibi, bu mollaları kontrol etmek için odada kalana sorar: - Senin arkadaşın nasıl bir adam? Bilgisi var mı, yok mu?" O da kendini üstün göstermek için; -Bırak şunu, eşeğin tekidir", cevabını verir. Biraz sonra diğer molla tuvalete gidince ötekine de aynı soruyu sorar: – Senin arkadaşın nasıl bir adam? Bilgisi var mı, yok mu? Bu molla da öteki gibi; "Bırak şunu, öküzden farkı yoktur", cevabını verir. Akşam olunca iftar sofrası kurulur. Kapaklı Osmanlı sahanları içinde yemekler gelir. Eşek denenin önünde arpa; öküz denenin önünde saman vardır. Mollalar şok olmuştur, hayretle sorarlar: – Bunlar nedir? Ev sahibi gülerek cevap verir: – Biriniz eşek, ötekiniz öküz. Kendiniz söylediniz. Sizin için bunlardan daha iyi yemek olur mu?" Mollalar kıpkırmızı olmuştu...

İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh ve Dehri

İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh ve Dehri   İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh hazretleri, Hanefi Mezhebi'nin kurucusudur. Yaşadığı dönemde Müslümanlar arasında "İmam-ı Azam" yani "En Büyük İmam" lakabıyla tanınmıştır. Müslümanlara imamlık etmiş, İslam'ı tebliğ etmek ve AllahTeâlâ'nın hükümlerini insanlara açıklamak için hayatı boyunca mücadele etmiştir. İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh'in, AllahTeâlâ'nın varlığını ispat ve tebliğde kullandığı en önemli yöntem ise; “İman hakikatleri” olmuştur. Pek çok fıkıh meselesini çözmüş, halledilemeyen pek çok meseleyi halletmiştir. Bağdat Şehrine bir gün bir Dehri (ateist) gelir. Halkı toplayarak: “- Ben Allah’ü Teâlâ’ya inanmıyorum. İnanan varsa gelsin bana ispat etsin. Allah’ı göstersin!” der. Zamanın âlimleri toplanırlar istişare ederler ve derler ki: “Bu işi çözse çözse İmamı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh çözer.” İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh’e haber gönderirler. İmamı Azam Ebu Hanife Rahm...

Bir Bebeğe Deseler…

Bir Bebeğe Deseler… Annesinin karnındayken; hayatı, anne karnından ibaret sanan bebeğe; "Yakında buradan çıkıp, başka bir âleme gideceksin. Işığın dünyası var, uçsuz bucaksız denizleri, yüksek dağları, alabildiğine uzanan düzlükleri, çiçek açan muhteşem bahçeleri, nehirleri, yıldızlarla dolu seması ve parlayan güneşiyle, yer çekimiyle, daha birçok şeyiyle orası bambaşka bir dünya… O dünyaya geçerken seni besleyen bu hortumun da kesilecek. O dünyaya alıştıktan kısa bir süre sonra artık rızkını sen kendin temin edeceksin! Hem de kesinlikle anne karnına geri dönemeyeceksin! Sen gideceğin dünyanın tüm bu ihtişamına rağmen, burada karanlıklar arasında, bir hortuma bağlısın, Orada kanla değil kebap, lahmacun, baklava vs. diye bir sürü yiyecek ve içecekler var. Onlarla besleneceksin! O dünyada kalabalık insanlar var, sen orada bir yere bağlı değilsin! Adımlar atacak, bineklere binecek istediğin birçok yerlere gidebileceksin! Orada acıların, sevinçlerin korkuların olacak… O d...