Hz. Peygamber Aleyhisselâm’ın Ümmetine Düşkünlüğü:
Hz. Peygamber Aleyhisselâm’ın Ümmetine Düşkünlüğü:
Ümmetim! Ümmetim!
Rahmet Elçisi’nin Sallallahü Aleyhi
Vesellem ümmetine olan düşkünlüğünü Yüce Rabbimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem
şöyle ifade eder: "Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber
gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün,
müminlere karşı raûf (çok şefkatli) ve rahîm (çok merhametli)dir." (Tevbe,
9/128)
Hz. Peygamber'in Ümmetine
Düşkünlüğü: Ümmetim! Ümmetim!
Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine
göre, Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Benimle ümmetimin durumu
(geceleyin) ateş yakan kimsenin hâline benzer. Böcekler ve kelebekler o ateşe
düşmeye başlar. İşte ben de sizler ateşe girerken kuşaklarınızdan tutup
engellemeye çalışıyorum.”
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّمَا مَثَلِى وَمَثَلُ أُمَّتِى كَمَثَلِ رَجُلٍ
اسْتَوْقَدَ نَارًا، فَجَعَلَتِ الدَّوَابُّ وَالْفَرَاشُ يَقَعْنَ فِيهِ، فَأَنَا
آخِذٌ بِحُجَزِكُمْ وَأَنْتُمْ تَقَحَّمُونَ فِيهِ.”
(M5955 Müslim, Fedâil, 17)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ
(صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَا مِنْ مُؤْمِنٍ إِلاَّ وَأَنَا
أَوْلَى النَّاسِ بِهِ فِى الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ، اقْرَءُوا إِنْ شِئْتُمْ:
﴿النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنْفُسِهِمْ﴾ فَأَيُّمَا مُؤْمِنٍ
تَرَكَ مَالاً فَلْيَرِثْهُ عَصَبَتُهُ مَنْ كَانُوا، فَإِنْ تَرَكَ دَيْنًا أَوْ
ضِيَاعًا فَلْيَأْتِنِى، وَأَنَا مَوْلاَهُ.”
Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine
göre, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Ben, dünyada ve âhirette her
müminin diğer insanlardan öncelikli olan velîsiyim. Dilerseniz "Peygamber,
müminlere kendi canlarından daha yakındır." âyetini okuyun. Geride mal
bırakan her mümine, asabesi (baba tarafından akrabası) olanlar mirasçı olsun.
Eğer borç ya da himayeye muhtaç çoluk çocuk bırakırsa, bana gelsin. Zira onun
velîsi benim.”
(B4781 Buhârî, Tefsîr, (Ahzâb) 1)
***
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِى قَتَادَةَ، عَنْ أَبِيهِ أَبِى
قَتَادَةَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “إِنِّى
لَأَقُومُ فِى الصَّلاَةِ أُرِيدُ أَنْ أُطَوِّلَ فِيهَا، فَأَسْمَعُ بُكَاءَ
الصَّبِيِّ فَأَتَجَوَّزُ فِى صَلاَتِى، كَرَاهِيَةَ أَنْ أَشُقَّ عَلَى أُمِّهِ.”
Abdullah b. Ebû Katâde'nin (ra),
babası Ebû Katâde'den (ra) naklettiğine göre, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Bazen uzun (bir kıraat ile)
kıldırmak niyetiyle namaza dururum da bir çocuğun ağlamasını işitir ve annesine
sıkıntı vermek istemediğim için namazımı kısa tutarım.”
(B707 Buhârî, Ezân, 65)
حَدَّثَنَا أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ، أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ (صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “لِكُلِّ نَبِيٍّ دَعْوَةٌ دَعَاهَا
لِأُمَّتِهِ. وَإِنِّى اخْتَبَأْتُ دَعْوَتِى شَفَاعَةً لِأُمَّتِى يَوْمَ
الْقِيَامَةِ.”
Enes b. Mâlik'in (ra) naklettiğine göre,
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Her peygamberin ümmeti için
yaptığı bir dua vardır. Ben ise duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat için
sakladım.”
(M494 Müslim, Îmân, 341)
Resûlullah Sallallahü Aleyhi
Vesellem Medine’ye gitmek üzere Mekke’den yola çıkmıştı. Yanında bulunan
sahâbenin ileri gelenlerinden Sa’d b. Ebû Vakkâs (ra), seyahat esnasında
yaşadığı bir hatırasını şöyle anlatıyordu:
"Azverâ’ya yaklaştığımız zaman
Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem bineğinden indi. Ellerini kaldırıp
Allah’a Celle Celâlüh bir süre dua ettikten sonra secdeye kapandı ve uzun bir
süre secdede kaldı. Daha sonra kalktı, ellerini kaldırıp bir süre daha Allah’a Celle
Celâlüh dua etti ve sonra tekrar secdeye varıp uzun süre secdede kaldı. Sonra
kalktı, ellerini kaldırıp bir süre daha Allah’a Celle Celâlüh dua ettikten
sonra yine secdeye kapandı. Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem ardından
şöyle buyurdu: "Ben Rabbimden niyazda bulundum ve ümmetim için şefaat
et(mek iste)dim. Bana ümmetimin üçte birini bağışladı. Bunun üzerine Rabbime
şükretmek için secdeye vardım. Sonra başımı kaldırıp ümmetim için (tekrar)
Rabbimden dilekte bulundum. Bana ümmetimin üçte birini (daha) bağışladı. Bunun
üzerine Rabbime şükrümün ifadesi olarak (ikinci defa) secdeye vardım. Sonra
başımı kaldırıp ümmetim için Rabbimden (üçüncü defa olmak üzere) dilekte
bulundum. Bunun üzerine benim için ümmetimin son üçte birini de bağışladı.
Rabbime şükrümü eda etmek üzere (üçüncü kez) secdeye vardım."
Böyle bir davranışın sahibi ancak
bütün hayatını ümmetinin selâmetine adayan bir peygamber olabilirdi. Ümmetinden
bir kişinin bile rahmetten yoksun kalmasına gönlü razı değildi ve sıcak kumlara
yüz sürerken bütün çabası ateşten uzak tutmaktı onları. Ve bu çabanın
neticesinde, Yüce Allah Celle Celâlüh, Hz. Peygamber’e Sallallahü Aleyhi
Vesellem ümmet olan, tevhide inanan, çeşitli günahlar işlemiş olsa da şirk koşmayan
müminlerden dilediğini bağışlayacaktı.
Allah Resûlü Sallallahü Aleyhi
Vesellem, ümmetine olan eşsiz sevgi ve merhametinin neticesinde, dünya ve
âhiret saadeti için onlara tavsiyelerde bulunurdu. Kimi zaman verdiği
bildirinin öneminden dolayı heyecanlanır, gözleri kızarır, sesi yükselir, sanki
düşman tehlikesine karşı bir orduyu uyarıyormuşçasına celâllenirdi. Bir
defasında kendisiyle ümmetinin hâlini şöyle anlatmıştı: "Benimle ümmetimin
durumu (geceleyin) ateş yakan kimsenin hâline benzer. Böcekler ve kelebekler o
ateşe düşmeye başlar. İşte ben de sizler ateşe girerken kuşaklarınızdan tutup
engellemeye çalışıyorum." Rahmet Elçisi’nin Sallallahü Aleyhi Vesellem
ümmetine olan düşkünlüğünü Yüce Rabbimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle ifade
eder: "Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya
uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı raûf (çok
şefkatli) ve rahîm (çok merhametli)dir." Allah Celle Celâlüh ümmetine olan
bu şefkatinden dolayı onu kendi isimlerinden ‘raûf’ ve ‘rahîm’ ile
nitelendirdi.
Allah Celle Celâlüh, Elçisi’nin merhametine
kendi merhameti gibi bir mânâ yükledi. Merhametini merhametine kattı,
merhametiyle birlikte andı: "Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak
davrandın!" Allah Resûlü’nün Sallallahü Aleyhi Vesellem ümmetine olan
düşkünlüğü aslında risâletinin ayrılmaz bir vasfıdır, başkası düşünülemez
zaten. "Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir." şeklindeki
ilâhî buyruk, nübüvvet görevinin içine şefkati koyma iradesine işaret etmesinin
yanı sıra Allah Resûlü’nün Sallallahü Aleyhi Vesellem müminlere karşı himaye
edici görevine de vurgu yapmaktadır. Himaye edici ama aynı zamanda mütevazı ve
merhamet dolu bir ilişkidir bu. Bu şefkate hiçbir dünyevî menfaat ve kaygı da
bulaşmamıştır. "...Müminlere karşı alçak gönüllü ol!" şeklindeki emir
cümlesi aslında Resûlullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem ümmetiyle olan
ilişkisini tarif etmektedir.
Resûl-i Ekrem’in Sallallahü Aleyhi
Vesellem ümmetine düşkünlüğü onların Allah’a Celle Celâlüh yakınlıkları
ölçüsündeydi. Çünkü bunda belirleyici olan ve ilişkilere şekil veren
peygamberlik vazifesiydi. Kişisel sevgisi ile risâletinin gerekleri âdeta
bütünleşmişti. Olgusal olarak peygamberliği Allah’ın Celle Celâlüh insanlara
bir rahmetiydi ve insanlara şefkatinin de ölçüsüydü. "(Kâfir olarak ölüp)
cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi
olsalar, (Allah’a) Celle Celâlüh ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere
yaraşır ne de inananlara." âyeti af ve merhamet ile iman arasındaki
ilişkiyi ne kadar güçlü vurgulamaktadır. Buna karşılık inananlar için Rabbinden
af dilemek nebevî bir gereklilikti. "Bil ki Allah’tan Celle Celâlüh başka
ilâh yoktur. Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların
günahlarının bağışlanmasını dile." Nitekim af dilemede müminleri kendinden
ayırmayan Allah Resûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem, âhirette, "Yâ Rabbi,
ümmetim, ümmetim!" diyerek ümmetinin affını dileyecekti.
Ebû Hüreyre’nin (ra) anlattığına
göre, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem bir gün mezarlığa gitmişti.
Orada yatanlara, "Selâm size ey müminler diyarının sakinleri! Biz de
inşallah size katılacağız." diyerek selâm verdikten sonra sözlerine şöyle
devam etti: "Kardeşlerimizi (dünyada) görmüş olmayı çok arzu ederdim."
Sahâbîler, "Biz senin kardeşlerin değil miyiz yâ Resûlallah!"
dediler. "Siz benim sahâbîlerimsiniz." karşılığını verdi ve devam
etti: "Kardeşlerim ise henüz gelmeyenlerdir" buyurdu. Sahâbîler,
"Senin ümmetinden olup da henüz dünyaya gelmemiş olanları nasıl
tanıyacaksın yâ Resûlallah?" diye sordular. Buna karşılık Peygamber
Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, "Ne dersiniz; bir adamın simsiyah
bir at sürüsü içinde alınlarında ve ayaklarında beyazlık bulunan atları olsa,
kendi atlarını tanımaz mı?" diye sordu. Sahâbîler, "Evet (tanır), yâ
Resûlallah" dediler. Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem, "İşte
onlar da (kıyamet günü) abdestten dolayı alınları ve ayakları nurlu olarak
gelirler. Ben havuza onlardan önce varacağım..." buyurdu.
O Sallallahü Aleyhi Vesellem,
Rahmet Peygamberi idi ve imha etmek için değil ihya etmek için vardı. Hayat
veren tebliğini canlara dokundurmaktı gayesi. Artık canlar ona yakın, o canlara
daha yakın olacaktı. Nitekim müminlere canlarından daha yakındı.
"Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların
analarıdır..." âyet-i kerimesi Resûlullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem
ümmetiyle arasındaki ilişkiye ilâhî bir düzen getirmekteydi. Buna göre Hz.
Peygamber’in Sallallahü Aleyhi Vesellem ümmetine sevgisi soyut bir
duygusallıktan ibaret olmadığı gibi uhrevî kurtuluşla da sınırlı değildi. Zira
o Sallallahü Aleyhi Vesellem, onları hem maddî hem de manevî bakımdan
desteklemekteydi. Kutlu Elçi Sallallahü Aleyhi Vesellem, insanların kalplerine
imanı fısıldamış, kökleşen iman muhkem kalelere dönüşmüştü zaten. Hz.
Peygamber’in Sallallahü Aleyhi Vesellem varlığı başlı başına bir güven kaynağı
idi ve duası uhrevî kaygılarını teskin ediyordu. "...ve onlar için dua et.
Çünkü senin duan onlar için sükûnettir. Allah, hakkıyla işitendir,
bilendir."
Öyle ya onun duası da müminler için
bir rahmetti. Ve ümmetini duasının bereketinden mahrum bırakmamak için elinden
geleni yapardı. Âlemlere rahmet olan Allah Resûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem,
ümmeti için rahmet kaynağı olan duasını onlardan esirgemiyor ve hem dünya hem
de âhiret için yaptığı dualarında onlara yer veriyordu. Bir gün Resûlullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem ashâbıyla yürürken yeni bir kabir gördü. Kabrin kime ait
olduğunu sordu. Onlar da "Falan oğullarının azatlısı falan
kadınındır." dediler. Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem kadını
tanımıştı. "Öğle vakti ölmüştü. Siz öğle uykusundaydınız, biz de onun için
seni uyandırmak istemedik." dediler. Bunun üzerine Resûlullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem, oradakilerin, arkasında saf tutmalarını sağladı ve dört tekbir
alarak kadına cenaze namazı kıldırdı. Sonra da şöyle buyurdu: "Ben
aranızda olduğum sürece biri öldüğünde mutlaka onu bana haber verin. Benim o
kimseye cenaze namazı kılmam rahmettir." Bir defasında da sahâbeden Cerîr
b. Abdullah (ra), at üstünde duramadığından şikâyet etmişti de Allah Resûlü Sallallahü
Aleyhi Vesellem onun göğsüne hafifçe vurmuş ve "Allah’ım, bunu sabit kıl.
Onu hem doğru yolu gösteren hem de doğru yolda olan bir kimse eyle!" diye
dua etmişti.
Onun ümmetiyle ilişkisinde sosyal
mevki farklılığının bir geçerliliği yoktu. Bir kabile reisi ya da bir köle...
İstiğfar gibi manevî bir adımda müminleri kendi canından ayrı tutmayan Hz.
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem, kurban keserken de ümmetini unutmamış ve
boynuzlu bir koçu kurban ettikten sonra şöyle buyurmuştu: "Bu, benden ve
ümmetimden kurban kesemeyenler adınadır."
Peygamberimizin Sallallahü Aleyhi
Vesellem, "Yüce Allah’ın Celle Celâlüh Kitabı’nda (da bildirildiği üzere)
ben, müminlerin herkesten daha öncelikli velîsiyim..." sözünü dinlerken
insan, Mudar kabilesinden gelenlerin perişan hâllerini görünce onun nasıl
etkilendiğini hatırlıyor. Onların bu zavallı, aç, muhtaç ve yoksul hâllerini
görünce yüzünün rengi nasıl da değişivermişti. Basit abalarını başlarına
geçirerek yalın ayak çıkıp gelen bu fakir insanlar için ashâbını hemen yardıma
seferber etmişti. Yardımlar toplanmaya başladığında sevinci hemen yüzüne
yansımıştı. Cerîr’in ifadesiyle altınla yaldızlanmış gibi parlamıştı yüzü.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem, "Ben, dünyada ve âhirette her müminin diğer insanlardan
öncelikli olan velîsiyim. Dilerseniz "Peygamber, müminlere kendi
canlarından daha yakındır." âyetini okuyun. Geride mal bırakan her mümine,
asabesi (baba tarafından akrabası) olanlar mirasçı olsun. Eğer borç ya da
himayeye muhtaç çoluk çocuk bırakırsa, bana gelsin. Zira onun velîsi
benim." sözüyle toplumunun gerçek hamisi olduğunu ortaya koymuştu. Allah
Resûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem böylece müminlere ne kadar düşkün olduğunu,
onlara ne denli sahip çıktığını, onların sadece peygamberi değil aynı zamanda
velîsi de olduğunu bildiriyordu. Öyle bir velî ki sorumlulukları kendisi
üstlenirken, hakları sahiplerine yönlendiriyordu. Bir defasında alacak verecek
tartışmasına şahit olmuştu da borcunu ödemede zorlanan Abdullah b. Ebû Hadred’e
kıyamadığından alacaklısı Kâ’b b. Mâlik’e (ra) borcun yalnızca yarısını alması
için eliyle işaret etmişti. Bu tavrı müminlere olan sevgisinin onların bireysel
ve toplumsal problemleri karşısında sorumluluk ve inisiyatif almayı gerektiren
bir niteliğe sahip olduğunu göstermektedir.
İnananların küçük büyük bütün
sıkıntılarını paylaşabilecekleri bir peygamber vardı aralarında. O, sosyal
mevkisine, hür köle, zengin fakir oluşuna bakmaksızın herkesle ilgilenmiş ve
davet edenin davetine icabet etmişti. Özellikle fakirlere, yetim ve
kimsesizlere değer vermiş, hatta kimi zaman İslâm’ın ilk talebeleri olan fakir
Suffe Ehli’nin ihtiyaçlarının kendi çocuklarınınkinden önde tutmuştu. Ashâbı
arasında göremediklerini merak ederek sormuş, onların sorunlarını dinleyerek
çözmeye çalışmıştı. Nitekim Ebû Süfyân’ın (ra) karısı, bir gün Resûlullah’a Sallallahü
Aleyhi Vesellem gelip kocasının cimriliğinden yakınmış ve ondan izin almadan
aile fertleri için harcama yapıp yapamayacağını sormuştu. Peygamber Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem ona örfe uygun bir şekilde ailesi için harcama yapmasında bir
sakınca olmadığını söyleyerek, sıkıntısını gidermişti.
Allah Resûlü Sallallahü Aleyhi
Vesellem, ümmetinin şikâyetleriyle doğrudan ilgilenirdi. Hasta olanlar da
dertlerini Sevgili Peygamberimizle Sallallahü Aleyhi Vesellem paylaşırdı ve o
onlara maddî ve manevî tedaviler önerirdi. Hastaları ziyaret eder ve onlara
Yüce Allah’tan Celle Celâlüh şifa dilerdi. Hasta yatağındaki Sa’d b. Ubâde’yi
(ra) görünce dayanamayıp ağlamıştı bir seferinde. Sa’d’a ağlayan Müşfik
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem, Bi’r-i Maûne şehitlerine nasıl dayansın?
Çevre kabilelerden, Müslüman olduklarını söyleyen ve Sevgili Peygamberimizin Sallallahü
Aleyhi Vesellem isteklerini geri çevirmeyeceğini tahmin eden bazı kimseler
gelmiş ve ondan muallim istemişlerdi. Allah Resûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem
de ensardan yetmiş kişiyi onların yanına verip göndermişti. Fakat onlar yolda
ihanet edip bu sahâbîleri pusuya düşürerek hunharca şehid etmişlerdi. Hz.
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem bu olaya öyle üzülmüş ve öfkelenmişti ki
otuz sabah bu kabilelere beddua etmişti. Hatta Allah Resûlü’ne Sallallahü
Aleyhi Vesellem on yıl hizmet eden genç sahâbî Enes b. Mâlik (ra), "Ben,
Resûlullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem Bi’r-i Maûne günü öldürülen yetmiş
sahâbîye üzüldüğü kadar hiçbir askerî birliğe üzüldüğünü görmedim."
demişti.
Hep anlayışlıydı ümmetine karşı,
hiç sert davranmıyordu, kaba ve katı yürekli değildi. Dinlerini öğrenmek üzere
köylerinden çıkıp gelen ve Medine’de misafir olarak kalan bir grubun içindeki
Mâlik b. Huveyris’in şu anısı Hz. Peygamber’in Sallallahü Aleyhi Vesellem
yüreğindeki şefkati ifşa ediyor: "Resûlullah’a Sallallahü Aleyhi Vesellem
gelmiştik, aşağı yukarı aynı yaşta delikanlılardık. Yirmi gece onun yanında
kaldık. Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem çok merhametli ve yumuşak
huyluydu. Bizim ailelerimizi özlediğimizi fark etti ve ailelerimizden kimleri
bıraktığımızı sordu. Biz de ona haber verdik. Bunun üzerine,
"Ailelerinizin yanına dönün, onlarla birlikte kalın, (burada
öğrendiklerinizi) onlara öğretin ve uygulatın. Namaz vakti gelince biriniz ezan
okusun, en büyüğünüz de size imam olsun." buyurdu."
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem ümmetini sıkıntıya sokacak hareketlerden hep kaçındı. Dinî yaşantıda
bile onları usandırmayacak kadar hassastı. Nitekim bir defasında şöyle
buyurmuştu: "Bazen uzun (bir kıraat ile) kıldırmak niyetiyle namaza
dururum da bir çocuğun ağlamasını işitir ve annesine sıkıntı vermek istemediğim
için namazımı kısa tutarım." Yatsı namazını daha geç kılmalarını istediği
hâlde sırf ümmetine zor geleceğini düşündüğü için bunu emretmemişti.
Hz. Âişe (ra) onun yapmak istediği
bazı hayırlı işlerden, insanlar devamlı amel eder de üzerlerine farz olur
korkusuyla vazgeçtiğini söylemişti. Nitekim teravih namazını mescitte cemaatle
kıldırmaktan vazgeçmesinin sebebi de buydu. Onun bu düşünceleri kolaylaştırıcı
tavrına nasıl da denk düşüyor!
Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem,
ümmetinin bütün işlerinde sıkıntılarını paylaşmış, onları hafifletmeye
çalışmıştı. Bu, nebevî duruşun bir gereğiydi. Kolaylaştırıcı olarak
gönderildiğini söylerken kastettiği bu olsa gerekti. O Sallallahü Aleyhi
Vesellem aynı şehri paylaştığı sahâbîleri için değil kendinden sonra gelecek
ümmetiyle ilgili de kaygı taşırdı. Zaman ve mekân sınırı tanımayan uyarıları
ümmeti için hep yol gösterici oldu ve olmaya da devam edecek. "Her
peygamberin ümmeti için yaptığı bir dua vardır. Ben duamı kıyamet gününde
ümmetime şefaat için sakladım." cümlesi, ümmetinin selâmeti için geleceğe
uzanan ölümsüz arzusunun ötelere taşınmasıydı. Bu, onun hesap günü ümmetinin
kurtuluşu için sakladığı, Allah’ın af ve mağfiretine vesile olmasını dilediği
duası idi. Her peygamberin sadece kendi kavmine, kendisinin ise bütün insanlığa
gönderildiğini telaffuz ettiğinde buna şefaat hakkını da ekleyivermişti. Sanki
bununla bütün insanlığı kucaklamak ister gibiydi. Alnını yakan kumların
sıcaklığı, ümmetinin affedildiği müjdesiyle onun kalbinde cennet sularının
serinliğine dönüşüyordu.
KAYNAK: Diyanet Hadislerle İslam
Yorumlar
Yorum Gönder