Murakabe Örnekleri
Murakabe Örnekleri
Murakebe nedir, nasıl
yapılır? Manevi büyüklerden gerçek murâkabe örnekleri.
Genel olarak bilindiği
üzere teori pratikle beraber yürümezse ele alınan konular kolayca anlaşılamaz.
İkisi birbirini tamamlar.1
İşte bu ve sonraki
yazılarımızda bu kaygıyla hareket ederek “Murakabe”nin uygulamada aldığı elle
tutulabilir, gözle görülebilir reel/gerçek yapısını mehmâ-emken ortaya koymaya
çalışacağız. Esasen murâkabe, zikir çekmeden önce hazırlık olmak üzere yapılan
ölümü tefekkür etme ve râbıta-i şerife uygulamalarında “kendi ölümümüzü
içselleştirme”, “sâdat-ı kiramın mânen kalpte hissedilip yaşanması”2 şeklinde
başvurulan bir yöntemdir.3
Sâliklerin gerek
râbıta-i mevtte gerekse râbıta-i şerifede ve ders olarak çekilen zikir
ameliyesinde bir mü’min hatta daha ötesi insanî olarak yaşadıkları olay, derin
tefekkürle ortaya çıkan murâkabedir.4
Yine namaz kılan
herkesin yaşamaya çalıştığı huşû5 ve huzur olayı da murâkabeli kılınan bir
namazın ürünüdür.6
Bu da nur, huzur ve
gaybet referansıyla anlatılan feyzin ortaya çıkmasını sağlar.
Kur’ân okur ve
kımıldamadan dikkatle dinlerken,7 Cumaları pür dikkat hutbeye kulak verip iki
rekatlı bir namazın tahiyye oturuşundaki gibi yaşadığımız sessizlik, sükûnet
(hareketsizlik)8 ve kalbe yönelişte de hep bir tür murâkabe halindeyizdir. O
hal içindeyken Abdülkadir Geylanî’nin (k.s.) dediği gibi Allah’a yakınken kulun
dili, duası ve zikri yoktur. Dua, zikir ve konuşma Allah’a uzaklık
durumundayken söz konusudur.9
Kezâ sohbetlerde baş öne
eğik bir yere yaslanmadan, kımıldamadan sohbeti can kulağıyla dinleyen
dervişler, murâkabe halinde inen feyze kalplerini açarak ruhlarını besler ve
zenginleştirirler.10 Teveccüh11 de murâkabenin yakın irtibatlı bir uygulama
formudur. Nitekim Nakşbendî kaynaklarında teveccüh anlatılırken yapılan tarif
şu şekildedir:
“Mürîd önce intisâb
ettiği şeyhinin yüzünü hayaline (muhayyile gücüyle) getirir (yani onunla manevî
olarak temasa, irtibâta geçerek râbıta yapar). Bir hararet ve mânevi hal zuhur
edince o hayali terkeder ya da bir kenârda muhâfaza eder. Bunun neticesi oluşan
hal ile tüm gücünü kullanarak kalbine teveccüh eder (odaklanır).”12
Hâsılı murâkabe Allah’ı
ibadetlerde ve dünya hayatının her aşamasında ürpererek, hissederek yaşamak
için başvurulan önemli bir yöntemdir. Bu sayede çarşıda, pazarda, sosyal hayat
içinde yaşayan bir derviş, dünyevi hayatın oyalayıcı hatta boğucu tekâsür13
dalgaları arasında boğulup dünyevileşmekten sıyrılarak ruhunu dünya kiriyle
kilitlenmekten tutukluluk hâli yaşamaktan ve kararmaktan kurtarır.14
Kur’ân’da motto anlam
ifade eden bir ayet örnek gösterin denilse şu ayeti rahatça gösterebiliriz:
“O erleri, yaptıkları alışveriş ve ticâret
Allah’ı zikredip hatırlamaktan alıkoyamaz.”15
Murakabe Örnekleri
Şimdi uygulama bazındaki
gerçek murâkabe örneklerini sistematik anlam açılımıyla gözden geçirebiliriz.
Merhum Sami Efendi
Hazretleri’nin (ö.1984) zaman zaman yaptığı sükût sohbetleri de Mevlâna (k.s.)
(ö.1273) ile Şems-i Tebrîzî’nin (ö.1248) sükût sohbetleriyle16 mâhiyet olarak
murâkabe ortak paydasında buluşur. Hatta Hz. Mevlânâ, Hz. Şems’i suskun “hâmûş”
olarak tanıtır ve onun gibi olmayı öğütler.17
Burada Kelamî
Dergahı’ndan ilginç bir örnek vermek istiyoruz. Kelamî Dergâhında karşılaştığı
murâkabe-teveccüh eksenli bu tür sükûti sohbetler, Mösyö Carl Vett’in (ö.1952)
dikkatini çekmiş ve “Hâtırât”ında kaydedilmiştir. İşte o hatıralardan biri:
“Carl Vett dergâhtayken Hz. Pîr’in Trabzon ve
İzmir halifeleri ziyarete gelir. Ayrıca iki ziyâretçi daha gelir. Biri Hz.
Pîr’in İstanbul halifesi, Kavak imâmı Hulûsî Efendi’dir. Diğeri de Es’ad
Efendi’nin ülkedeki diğer halifeleri kontrol ile görevli halifesidir.
Yanlarında birkaç misafir daha vardır.”18
Bundan sonrasını Mösyö
Carl Vett şöyle anlatır:
“Hepsi heyecânla, ağlayarak, Şeyh’in ellerini
öptüler. Herkes doğu ve güney duvarları boyunca koyun ve keçi postları üzerine
oturdular.
Şeyh Efendi beni
halifelerine takdim etti ve beni tekkeye getiren sebeplerin ne olduğunu onlara
açıkladı.
Çok geçmeden ortalığı
derin bir sessizlik kapladı. Herkes derin bir huşû içinde Şeyh’e yönelmiş
vaziyette oturuyordu. Şeyh başını öne eğmişti. Ara ara derin nefes alarak
cemaatin üzerine üflüyordu.
Böylece yarım saatten
fazla bir süre geçti. Bir şeyler olmasını yahut Şeyh’in bir şeyler konuşmasını
bekledim, ancak böyle bir şey olmadı. Tek bir kelime bile konuşulmadı.
Bu mütevazı sessizliğin
oluşturduğu huşû, herkesin ruhuna işlemişti ve bu, kısmen beni de etkilemişti.
Orada yaşadığım bu tuhaf olay beni derinden etkilemişti.
Bu derin sessizlik ve
huşû hâlindeyken önümde yerde diz üstü oturan adam, kısa süreli olmak üzere,
ancak şiddetle cereyân eden titremelerle cezbeye kapılmıştı. Elinde olmadan
gerçekleşen bu güçlü titremeleri sürekli tekrar ediyordu.
Çok geçmeden odanın
diğer ucundaki beyaz sakallı, cüsseli bir derviş aniden vecde gelerek keskin
bir çığlık attı. Bir ağlıyor bir gülüyor, ara sıra inliyor, ara ara derin bir
sessizliğe bürünüyordu. Ancak kimse onunla ilgilenmiyordu. O sırada herkes
kendi derin ruh hâlini yaşıyordu. Ruhlar bedenlerini terk etmiş, kendi
asıllarına semâvi âleme yükselmişlerdi.
Sonunda Şeyh Efendi
ayağa kalktı ve odadan ayrıldı. Herkes Şeyh’e saygı göstererek ayağa kalkıp yol
verdi.”19
O dervişin sessizlik
murakabesinde ağlayıp gülmesi, bazı vâkıa türü görüntülere mazhar olmasından
dolayı idi. Nitekim vâkıa; sâlikin/dervişin mânâ âleminde gördüğü şeyler olup
bir çeşit rüya görmeye benzese de ondan farklıdır. Surî vâkıayı kâfir de mümin
de görebilir. Ama manevî vâkıayı sadece müminler görebilir.20 Esasen
murâkabe’de bu şekilde herkeste farklı feyz tecellileri ortaya çıkabilir. Yunus
Emre (ks) -ö.1320- bu keyfiyete; “Bende bir türlü… Sen de bir türlü…” diyerek
açıklama getirir.
Manevi Dilsiz Sohbetin
Hakikati
Murâkabe ve teveccühle
gerçekleşen bu manevî dilsiz sohbetin hakikati, Carl Vett’in de dediği gibi;
“Ruhların bedenlerini terk etmesi, Geldiği
yere Allah’a rucû etmesi” şeklinde özetlenebilir.
Ayrıca bu durum,
sohbetlerde, namazlarda, Kur’ân kıraatinde, hutbe dinlerken ve zikir esnasında
arzulanan huşû haliyle yaşanan Allah’a vuslattan başka bir şey değildir.
Dipnotlar:
1) Bekir Topaloğlu,
İlyas Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü, İsam Yay. İstanbul 2010, s. 244.
2) Liebman, Joshua Loth,
Kalb Huzuru, çev.: Sofi Huri, İstanbul 1962,, s. 188.
3) Necdet Tosun,
Bahâeddin Nakşbend, Hayatı, Eserleri, Görüşleri, Tarikatı, İnsan Yayınları,
İstanbul 2002, s.316-317; Muhammed Abdullah el-Hânî, el-Behçetü’s-seniyye,
Mısır 1303/1886; Abdurrahman Câmî, Nefehâtü’l-üns min hazarâti’l-kuds, thk.
Mahmud Abidî, Tahran 1375/1996, s.402.
4) Mustafa Merter,
Yayınlanmamış Notlar, s. 108; ayr. bkz.: Kübra Zümrüt, Tasavvuf Klasik
Eserlerinde ve Nakşibendiyye Tarikatı Örneğinde Muhasebe ve Murakabe,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2010, s. 81.
5) el-Mü’minün, 23/2.
6) Fahreddin Râzî,
Levâmi‘u’l-beyyinât şerhu esmâillâhi Teâlâ ve’sûfî-sıfât, Beyrut 1984, s.280.
7) Bkz. Kur’ân Yolu
Türkçe Meâl ve Tefsiri, DİB Yay. C. 2, s. 654-655.
8) Ömer Nasuhi Bilmen,
Büyük İslam İlmihali, İstanbul 1990, s.151; Lüfti Şentürk-Seyfettin Yazıcı,
İslam İlmihali, DİB Yayınları, Ankara 2012, s.193.
9) Abdulkadir-i Geylanî,
el-Fethu’r-rabbanî, çev. Osman Güman, Gelenek Yayınları, İstanbul 2011, s. 248.
10) Ahmed Ziyaeddin
Gümüşhanevî, Câmi‘u’l-Usul, Pamuk Yay. İstanbul 1987, s. 444-447.
11) Süleyman Uludağ,
Tasavvufun Dili -1: Mürşid-Mürid, Yol, İstanbul 2006, s. 53 vd.
12) Molla Câmi,
Nefehâtü’l-Üns, s.107; ayr.bkz: Tosun, Bahâeddin Nakşbend, s.313.
13) Et-Tekâsür, 101/1-2.
14) Kuşeyrî, er-Risale,
s. 122; Feridüddin Attar, Tezkiretü’l-Evliya, haz. Süleyman Uludağ, Bursa İlim
ve Kültür Yay., Bursa 1984, s. 306.
15) en-Nur, 34/37.
16) “Şems aslında
Mevlânâ’ya çok şey söylemekteydi.” Şefik Can, Divân-ı Kebîr: Seçmeler, 3/1305;
Hülya Küçük, Uzatılmış Yol, Nefes Yayınları, İstanbul 2016, s.49.
17) Tahsin Yazıcı,
“Divân-ı Kebîr”, DİA, İstanbul 1994, c. 9, s. 32.
18) Ethem Cebecioğlu,
Muhammed Es’ad-ı Erbilî, Allah Dostları: 7, Kalem Yayınları, İstanbul 2013, s.
131.
19) Carl Vett, Kelâmi
Dergâhından Hatıralar, çev. Ethem Cebecioğlu, Muradiye Yay. Ankara 1992, s. 74.
20) Hücvirî, Hakikat
Bilgisi (Keşfü’l-mahcûb), çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul
1982, s.502; Sühreverdî, Avârifü’l-me‘ârif, çev. Hasan Kamil Yılmaz-İrfan
Gündüz, İstanbul 1989, s.528; Kuşeyrî, er-Risâle, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh
Yayınları, İstanbul 1981, s.134.
Kaynak: Ethem Cebecioğlu, Altınoluk
Dergisi, Sayı: 426
Yorumlar
Yorum Gönder