Çok Güzel Bir Hikâye: “Ölümün Güzel Yüzü”
Çok Güzel Bir Hikâye: “Ölümün Güzel Yüzü”
Anlatılır
ki, adamın biri ölümden çok korkarmış. Öyle çok korkarmış ki ölüm anıldığı an
sapsarı kesilir, nefesi tutulur, boğulacak gibi olurmuş. Ölümün adının geçtiği
meclisi, bulunduğu yeri hemen terk edermiş. Ne bir cenazeye katılırmış ne de
bir taziye evine gidermiş.
İşte
ölümden o kadar çok korkarmış. Hatta derler ki, gideceği yerin yolu bir
mezarlıktan geçiyorsa oraya ya gitmezmiş ya da ne kadar uzarsa uzasın gidiş güzergâhını
değiştirerek gidermiş. Adam, işte böyle ölümden çok korkarmış.
Tabii
ölümden korktuğu kadar çok hoşlandığı ve sevdiği şeyler de varmış. Herkesin
korkusu olduğu kadar sevdiği hoşuna gittiği şeyler de vardır. Bu adamın da en
çok hoşlandığı, bu dünya hayatında sevdiği şey annesi, babası, çocukları ve
eşiyle beraber geçirdiği anlarmış. Onları hiçbir şeye değişmezmiş. Onlar bu
hayatındaki tek varlıkları imiş. Onlarsız geçen bir anı bile onun için büyük
bir acı ve ıstırapmış. Hayatının her zaman diliminde onlara veya en azından
birisine mutlaka zaman ayırıp mutlu ve huzurlu yaşayıp gidermiş.
Böylece
ailesi ile birlikte mutlu ve huzurlu bir şekilde günler geçip gidiyormuş. Tabii
ki, sayılı günlerin ya da mutlu günlerin mutlaka bir bitişi vardır. Bu ölümden
çok korkan adamın mutlu yılları da bir gün son bulmuş. Günlerden bir gün adamın
bu huzuruna, mutluluğuna gölge düşürecek, kalbine acı verecek bir olay olmuş.
Canından
çok sevdiği, varlığım olarak addettiği annesi ölmüş. Annesi ölmüş ölmesine de
hani başta demiştik ölümden korkuyor, korktuğu için de hiçbir cenazeye
katılmıyor. İşte ölümden çok korktuğu için annesinin cenazesine yaklaşamamış.
Hatta annesinin cenazesini defin için mezarlığa bile gitmemiş.
Annesinin
ölümü onu bayağı bir sarsmış. Büyük bir ıstırap ve acı yaşıyormuş. Annesinin
kaybını uzun zaman unutamıyor hep acı ve hüzün içinde günlerini geçiriyormuş.
Başta babası olmak üzere tüm ailesi:
“- Annen
gittiyse biz varız. Senin yanındayız, beraberiz. Annen şimdi belki de
cennettedir. Hem hepimiz mutlaka bir gün öleceğiz. Ahirette hep beraber
toplanıp bir arada olup mutlu ve huzur içinde olacağız!” diye ne kadar onu
teselli etmeye çalıştılarsa da o yine annesinden ayrılığa dayanamıyor her gün
acı ve ıstırap çekiyormuş.
Böyle
hüzünler içinde günler geçip giderken babasını da kaybetmiş. Acısına bir acı
daha eklenmiş. Üzüntüsüne daha bir hüzün katılmış. Ama yavaş yavaş ölüme
alışmaya başlamış. Ölümü artık kabullenmeye başlamış. Ölümden eskisi kadar
korkmamaya başlamış. Babasının cenazesine katılmış. O canından can olan
babasını mezara kendi eliyle koyup üzerine toprak atmış. Tabii acı kalbinden
gitmemiş. Hem anne acısı hem de baba acısını beraber çekiyormuş.
Anne
ve baba acısını çekerek diğer sevdikleriyle birlikte hayat devam ederken eşini
de kaybetmiş. Anne ve babasının ardından eşinin de ölmesiyle ölümü kanıksamış,
ölümü kabullenmiş. Bu sefer eşinin cenazesinde o kadar kederlenmemiş. Her ne
kadar ateş düştüğü yeri yakar deseler de kalbine düşen ateşi yavaş yavaş
söndürmeye başlamış. İlk önce annesi sonra babası ve eşinin ölmelerinin
ardından ölümü sorgulamaya başlamış:
Ölüm
nedir? İnsanlar ne için ölür? Ölüm yokluk mudur ya da başka bir âleme gidiş
midir? Bu soruları cevaplarken ve bu sorulara kafasında cevap ararken
çocuklarını da kaybeder. Onlar da bu dünyadan gitmiş, onu yapayalnız
bırakmışlardı. Artık bu dünyada tutunacak bir dalı kalmamış.
Bu
dünyada yapayalnız kalmış, beraber geçireceği sevdikleri kalmamış. Artık ölümü
daha çok sorgulamaya başlar. Bu sorgulamalarının nihayetinde ölümün bir son
olmadığını, ebedi bir âleme açılan bir kapı olduğunu, orada tüm sevdikleriyle
birlikte olacağını, ebedi olarak huzur içinde yaşanacağını öğrenir. Niçin
ölüyoruz? Ölüm yokluk mudur? Başka bir âleme gidiş midir? Sorularının cevabını
bulmuştu.
Ölümden
neden o kadar çok korktuğunu da şimdi daha iyi anlıyordu. Meğer ölümden
korkmuyormuş. Sevdiklerinden ayrılmaktan, onları kaybetmekten korkuyormuş.
Ölümün bir ayrılık değil aksine sonsuza dek beraberlik olduğunu öğrenince
ölümden korkmaz olmuş.
Bu
sebeple her gün mezarlara gidiyor annesinin, babasının, eşinin ve çocuklarının
mezarlığını ziyaret ediyor ve her gün ne olursa olsun yolunu mezarlardan
geçecek şekilde ayarlıyormuş. Gideceği yer yakın olsun uzak olsun İlla bir
mezardan, kabristandan geçiyormuş.
Derken
bir gün hastalanmış ve doktora gitmiş. Doktor muayene ettikten sonra üzgün bir
şekilde:
“- Maalesef
az bir ömrünüz kalmış. Tahminen bir aya kalmaz öleceksiniz.” dediğinde,
doktorun hayretle bakışları arasında tebessüm etmiş. Öleceğine neredeyse çok
sevinmiş. Gülümseyerek doktora:
“- Şükür
artık sevdiklerimize kavuşma vakti gelmiştir.” demiş.
Yazar:
Mesut AKDAĞ
Yorumlar
Yorum Gönder