Sâliha Hanım Nasıl Olmalı?
Sâliha Hanım Nasıl Olmalı?
Asr-ı saâdette sahâbî hanımlar,
beylerine:
“– Bugün hangi âyetler indi,
Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in sohbetinde neler öğrendiniz;
bize de öğretin!” diye iştiyakla sordular. Anneler evlâtlarına, Efendimiz’in
sohbetine devam hususunda ısrarcı oldular.
Böyle sâliha anneler, ömür boyu
teşekküre lâyıktır. Hadîs-i şerîfte
buyrulduğu üzere; Cennet, böyle sâliha annelerin ayakları altındadır. Eğer
sâlih veya sâliha evlâtlar istiyorsak, sâlih ve sâliha ebeveynler olmak
zaruretindeyiz.
Muaz bin Cebel’in halasının kızı
olan Esmâ-radıyallâhu anhâ-, Medîneli kıymetli hanım sahâbîlerdendir. Akıllı,
ince düşünüşlü, yerinde ve zamanında söz söylemesini bilen, merâmını güzel
ifâde eden bir hanım olduğu için kendisine “Hanımların Sözcüsü” mânâsında
“Hatîbetü’n-Nisâ” adı verilmişti. Kendisinden 81 hadîs-i şerîf rivâyet
edilmiştir.
Medîneli hanımlar, çok fasih ve
beliğ hitâbeti olan Esmâ-radıyallâhu anhâ-’ya gelip mânevî dertlerini
anlatarak, kendi durumlarını sorması için onu Peygamber Efendimiz’in huzuruna
elçi olarak gönderdiler. Peygamber
Peygamberimize Soru
Soran Hanım Sahabî
Efendimiz Sallâllâhu Aleyhi
Vesellem, Esmâ-radıyallâhu anhâ-’yı görünce yanındakilere:
“– Esmâ kimsenin hatırına
gelmeyen sorular sorar.” buyurdu.
Esmâ, huzûra çıkarak Efendimiz’e
iyice yaklaştı ve ardından edeple:
“– Yâ Rasûlallah! Hanımların
kabahati nedir?” dedi ve sözlerine şöyle devam etti:
“– Anam-babam Sana fedâ olsun,
yâ Rasûlallah!.. Ben, Sana kadınların elçisi olarak geldim. Doğuda ve batıda
bulunan bütün kadınlar, benim buraya çıktığımı işitsin veya işitmesin, hepsi de
benimle aynı görüşü paylaşmaktadır ki, Allah Teâlâ, Sen’i bütün erkek ve
kadınlara peygamber olarak göndermiştir. Biz, Sana ve Sen’in Rabbine îmân
ettik. Kadın olduğumuz için, evlerimizin sınırları içinde yaşıyoruz.
Beylerimize huzur ve sükûnet kaynağı oluyor, çocuklarımızı büyütüp terbiye
ediyoruz. Lâkin Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşabilmek için erkeklerden farklı olarak
bizim bazı mahrûmiyetlerimiz var. Erkekler cuma namazı kılıyor, câmiye ve
cemaate devam ediyor, hastaları bizden daha çok ziyâret ediyor, cenâzelerde
bulunuyor, hacca da bizden fazla gidiyorlar. Bunların en mühimi de beylerimiz,
düşmanla savaşmak için evlerinden çıkıyor ve Allah yolunda cihâd ediyorlar.
Bizler ise, beylerimizin mallarını koruyor, iplik eğirip elbise yapıyor,
çocuklarımızı besliyoruz. Buna göre bizler, beylerimizin kazandığı hayır ve
sevaplarda onlara ortak olur muyuz?”
Hazret-i Esmâ’nın bu basîret ve
firâset dolu sözleri, Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in pek
hoşuna gitti. Ashâbına dönerek:
“– Siz, hiç din husûsunda soru
soran bir kadından, bundan daha güzel sözler işittiniz mi?” diye sordu. Onlar
da:
“– Ey Allâh’ın Rasûlü! Biz, bir
kadının böyle güzel ifâdelere sâhip olabileceğine ihtimâl vermezdik!..”
dediler.
Rasûl-i Ekrem, tekrar ona hitâb
ederek:
“– Ey Esmâ! İyi anla ve seni
buraya gönderen hanımlara da iyice anlat ki, bir kadının kocasıyla güzel
geçinip onun memnûniyetini kazanması, sevap bakımından o saydığın üstünlüklerin
hepsine müsâvîdir (denktir).” buyurdu.
Esmâ-radıyallâhu anhâ-, bu
cevaptan çok memnun oldu. Dönüp giderken, sevincinden tehlîl ve tekbir
getiriyordu. (İbn-i Asâkir, Târihu Dımaşk, VII, 363-364, XXIX, 65-67; Beyhakî,
Şuab, VI, 421; Heysemî, IV, 305; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII, 19)
HAYRA ÖNCÜ HANIM SAHABÎLER
Buna benzer başka bir rivâyet de
şöyledir:
Sahâbî hanımlardan Ümmü
Ri’le-radıyallâhu anhâ-, Peygamber Efendimiz’in huzûruna gelerek, evlerini
düzenli tutmak, kocalarına hizmet etmek, çocuklarını beslemek ve beşik
düzeltmek gibi ev işleri ile meşgul olduklarını ifâde ettikten sonra:
“– Yâ Rasûlallah! Bizim için
gazâya gidip büyük ecirlere nâil olmak mümkün olamıyor. Bize öyle bir şey
öğretiniz ki, onunla Allâh’a yakınlaşabilelim!” demişti.
Allah Rasûlü Sallâllâhu Aleyhi
Vesellem de ona:
“– Gece gündüz devamlı Allâh’ı
zikrediniz, gözlerinizi yabancıya bakmaktan ve seslerinizi onlara işittirmekten
muhâfaza ediniz!..” buyurdu. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, VIII, 204)
Bu iki rivâyetten de anlaşıldığı
üzere hanım sahâbîlerin gönüllerini meşgul eden mesele, kadınların ev işleri ve
çocukların bakımı sebebiyle Allah yolunda hizmet edip ecir kazanma imkânından
mahrum kalma endişesiydi. Onlar, kocalarının daha fazla ibâdet, infak ve cihâd
etmeleri sebebiyle kendilerini geçtiklerini, oysa kendilerinin ev işleri ve
çocuk terbiyesiyle âdeta evde mahsur kaldıklarını, hiçbir sevâba nâil
olamadıklarını düşünüyorlardı. Bu hayır ve hizmet heyecanı, onları Peygamber
Efendimiz’e defaatle sözcüler göndermeye sevk etmişti.
Bu hâdiseler üzerinde biraz
düşünecek olursak, içinde pek çok ibret ve hikmet bulunduğunu müşâhede
edebiliriz. Şöyle ki:
Cenâb-ı Hak, insanları birbirine
muhtaç olarak yaratmış ve her birine ayrı ayrı kâbiliyetler ihsân eylemiştir.
Fakir bir kimse, dünya hayatında zengine muhtaçtır. Zengin ise, âhiret selâmeti
için fakirin duâsına muhtaçtır. Hastalıktan muzdarip bir kimse, kendisine bakıp
gözetecek sıhhatli bir insana muhtaçtır. Sıhhatli bir kimse de, duâsı ile
Rabb’i arasında hiçbir perdenin bulunmadığı hastanın duâsına muhtaçtır. Evlât,
dünyada anne-babanın vereceği terbiyeye muhtaçtır. Bu bakımdan anne-babanın
evlâdını hayır-hasenat ile tezyin etmesi îcâb eder. Âhirette ise, anne-baba
evlâdından gelecek her türlü sadaka-i câriyeye muhtaçtır. Dünya hayatında, zevc
ile zevce birbirine muhtaçtır. İkisinin de fıtrî kâbiliyetleri farklıdır. Bu
sûretle birbirlerinin tamamlayıcı unsurlarıdır. İki taraf da birbirlerini hakka
ve hayra teşvik etmeli ve vazîfelerini Allah rızâsı için îfâ etmelidirler.
Böyle olduğu takdirde birbirlerinin amel-i sâlihlerinden hissedâr olurlar.
Toplum Huzuru Sâliha
Hanımlardan Geçer
Kadın, yaratılış özelliklerine
uygun şartlar altında yaşadığında, toplumu cennet huzuru kaplar. Tarih
sayfalarını karıştırdığımız zaman görürüz ki, toplumlar sâliha hanımlarla âbâd
olmuş ve yine fâcire kadınlarla da berbâd olmuştur. Zîrâ toplumun çekirdeğini
oluşturan âile müessesesindeki müstesnâ rolüyle kadın, toplumun billur bir
âvizesi gibidir. Eğer kadınlara mutluluk için sokaklar gösterilirse, o billur
âvize lâyık olduğu yüksek mevkiinden düşer ve hayat yolları cam kırıkları ile
dolar.
Bir milleti, nasıl bir geleceğin
beklediğini görmek kerâmet değildir. Gençliğin temayülleri bunun en bâriz
alâmetidir. Bu itibarla bilhassa genç kızlarımız, toplumumuzda bir İslâm
hanımının şahsiyet, karakter ve fazîletini sergileyerek etraflarına da güzel
bir misâl olmalıdırlar. Hiç unutulmamalıdır ki, bütün evliyâullah ve fâtihler,
ilk feyizlerini fazîletli bir anneden almışlardır.
Âile içinde erkek merhametli,
hakşinas; kadın ise itaatkâr ve saygılı olmalıdır. Hanımın takvâ ve istikâmeti;
kocasını, çocuklarını, akrabalarını ve hattâ komşularını hayır ve hasenâta
teşvik edecek mâhiyette olmalıdır. Sâliha bir hanım, etrafına saâdet saçan,
cennet kokulu bir çiçektir.
Sâliha Anne
Sâliha anne ise, ilâhî kudretin
insanoğluna lutfettiği bir rahmet kucağıdır. Âile ocağındaki fertlerin
taşkınlıklarını, bilhassa çocukların usandırıcı hırçınlıklarını eritecek
fazîlet cevheri, anne kalbidir. Saâdet çiçeklerinin tohumları, annelerin
gönüllerine bırakılmıştır. Bu sebeple Hazret-i Peygamber Sallâllâhu Aleyhi
Vesellem; “Cennet annelerin ayakları altındadır…” buyurmuş ve anne muhabbetini
ısrarla telkin etmişlerdir. Nitekim kendisine, daha ziyâde kime hürmet ve
hizmet edilmesi gerektiği sorulduğunda, üç kere “Annen!..”, sonra da “Baban!”
buyurmuşlardır. (Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1, 2)
Fedâkâr ve sâliha bir anne,
cidden engin bir sevgiye, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktır.
Sevgi ve saygı, bir yuvayı huzur
ve saâdet içinde devam ettiren yegâne kâidedir. Ecdâdımız; “Yuvayı dişi kuş
yapar.” demişlerdir. Bu bakımdan yuvaya sahip çıkmak husûsunda kadın, daha
tesirli bir rol üstlenmiştir. Dolayısıyla kadının bu noktada göstereceği
firâset (seziş ve kavrayış), gayret ve fedâkârlık, erkeğinkinden daha fazla bir
ehemmiyet arz eder.
Sâliha Bir Hanım
Modelini
Peygamber Efendimiz’in
rûhâniyetinden feyz almış sâliha bir hanım modelini, Abdullah ibn-i Mesûd
-radıyallâhu anh-’ın şu rivâyeti ne güzel ifâde eder:
“Ashâb-ı kirâmdan biri evine
girdiğinde hanımı ona derhal şu iki suâli tevcih ederdi:
1- Bugün Kur’ân’dan kaç âyet
nâzil oldu?
2- Allah Rasûlü’nün
hadislerinden ne kadar ezberledin? Ezberlemiş olduğun kadarını hemen bana da
aktarmanı istiyorum!
Sahâbî, evinden çıkacağı zaman
da hanımı ona:
«– Allah’tan kork; haram
kazanma! Zîrâ biz dünyada açlığa sabrederiz, fakat kıyâmet gününde cehennem
azâbına sabredemeyiz!..» diye nasihatte bulunurdu.” (Abdülhamîd Keşk, Fî
Rihâbi’t-Tefsîr, I, 26)
Bu vasıflarla müzeyyen sâliha
bir hanımı, Peygamber Efendimiz şöyle tavsîf etmişlerdir:
“Sâliha kadın, kocası yüzüne
baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini yerine getirir ve
onun olmadığı yerde hem malını, hem de nâmusunu muhafaza eder.” (İbn-i Mâce,
Nikâh, 5/1857)
Aile Hayatlarında Şükür
Ve İmtihan
İlâhî kader programı
çerçevesinde, imtihan edilmek üzere geldiğimiz dünya şartlarında, nasipler
muhtelif olarak taksim edilmiştir. Bu sebepten birtakım yuvalar saâdet ve huzur
içindedir. Onların ağır bir şükür imtihanı vardır.
Birtakım yuvalarda ise, hüzün ve
bedbahtlıklar hüküm sürmektedir. Onlar da çok mücbir bir sebep olmadan
boşanmaya tevessül etmeyerek Cenâb-ı Hakk’a sığınıp evliliklerini devam ettirme
gayreti içinde olmalıdırlar. Çünkü onların da ağır bir sabır imtihanı vardır.
Lâkin zamanımızda boşanmalar had safhaya ulaşmış ve ayrılan gönüllerin ardında
da birçok yavru, mahzun kalmıştır. Yani bu boşanmalar, arkalarında ancak elem,
ıztırap ve gözyaşı bırakmaktadır.
Bazı yuvalarda ise, ilâhî takdir
îcabı eşlerin çocukları olmamaktadır. Onlar da Âişe vâlidemizin hâlini
kendilerine örnek almalıdırlar. Zîrâ Hazret-i Âişe-radıyallâhu anhâ- vâlidemiz,
kardeşinin yetim kızlarını terbiyesine almış ve onları güzelce himâye etmiştir.
(Muvatta’, Zekât 10)
Ayrıca Peygamber Efendimiz,
yetimi muhafaza edip hak yolda yetiştirenler için işaret ve orta parmağını yan
yana getirmiş ve:
“Cennette böyle beraber
bulunacağız.” (Buhârî, Edeb, 24) buyurmuşlardır.
Bazı mü’mine hanımlar da uygun
bir kısmet çıkmadığı için evlenememektedir. Böyle hanımlar da bu hâlin
kendileri için hayır olduğu inancına sahip olmalıdırlar. Zîrâ âyet-i kerîmede
buyrulur:
“Evlenme imkânını bulamayanlar
ise, Allah, lutfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini
korusunlar.” (en-Nûr, 33)
Nitekim bir başka âyet-i
kerîmede de:
“…Sizin için daha hayırlı olduğu
hâlde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu hâlde bir şeyi
sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 216)
buyrulmaktadır.
Kimileri için de evliliğe mâni
bazı hâller ve imkânsızlıklar takdir edilmiştir.
Velhâsıl, hangi hâl ve şartlarda
olursa olsun, bir insan, Cenâb-ı Hak’tan dâimâ râzı olup, İslâmî fazîletlerini
zirveleştirmeye gayret etmeli, karşılaştığı her hadisede Allah rızâsını
aramalıdır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:
“…Kim Allâh’a tevekkül ederse,
O, ona yeter…” (et-Talâk, 3)
Yâ Rabbi!.. Asr-ı Saâdetin,
gönülleri İslâm nûruyla tezyîn eden güzelliklerinden lâyıkıyla istifâde ederek
bu güzelliklerle Sana kavuşabilmeyi cümlemize ihsan buyur… Âmîn…
Kaynak: Osman Nuri Topbaş,
Şebnem Dergisi, Şubat - 48.Sayı - 2009
Yorumlar
Yorum Gönder