İnsan Kendi Kaderini Kendi mi Belirler, Yoksa Allah Tarafından mı Belirlenir?
İnsan Kendi Kaderini Kendi mi Belirler,
Yoksa Allah Tarafından mı Belirlenir?
Soru Detayı
- Her şey Allah'ın dilemesiyle
olur, bizim de içimiz bu inançla rahatlar. Tabi ki biz istekte bulunacağız,
veren de Allah'tır şüphesiz. Merak ediyorum örneğin: eşimizi Allah bize
seçmiştir değil mi, yani onca insan arasında bir insanı severiz? İşimiz; bir
meslek için okursun, ama başka bir şey de çalışırsın vb. - Evlilik ve iş seçimi
konusunda, kaderin irademiz üzerindeki etkisi nedir? Başımıza gelenler
(musibetler) kader midir? - Kader ve ilahi takdiri açıklar mısınız?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
1. Kader konusunda aklınıza takılan
her şeyi sorabilirsiniz.
Bu durum inkâr ettiğiniz anlamına
gelmez. Nitekim Kur'an'dan öğrendiğimize göre Hz. İbrahim aleyhisselam ölülerin
nasıl diriltileceğini sormuş, sonra da "Allah'ım inanmadığımdan değil,
kalbim tatmin olsun diye soruyorum." demiştir. Bu nedenle bizler de
aklımıza takılan sorularımızı sorabiliriz. Biz de elimizden geldiği kadar cevap
vermeye çalışırız.
2. Kaderin esas anlamı
"Allah’ın, olmuş olacak her şeyi bilmesi" demektir.
Dikkat edersek insan iradesini yok
saymıyor. Bilmek ayrı yapmak ayrıdır. Bilen Allah’tır, yapan kuldur. Bu konuya
bir misal verelim:
Peygamberimiz İstanbul'un fethini
ve komutanını yüz yıllar önce müjdelemiş ve haber vermiştir. Zamanı gelince de
dediği gibi çıkmış. Şimdi, İstanbul Peygamberimiz (asm) dediği için mi
fethedildi, yoksa fethedileceğini bildiği için mi söyledi. O zaman Fatih Sultan
yatsaydı, çalışmasaydı, ordular hazırlatıp savaşmasaydı, yine olacak mıydı?
Demek ki Allah Fatih'in çalışıp İstanbul’u fethedeceğini biliyordu ve bunu
elçisi Hz. Peygambere (asm) bildirdi.
Buradaki ince nokta: Allah bildiği
için yapmıyoruz, biz yapacağımız için Allah biliyor. Zaten Allah’ın geleceği
bilmemesi düşünülemez. Bilmese veya bilemese yaratıcı olamaz.
Buna bir örnek verelim; Allah dostu
evliyadan bir öğretmen düşünelim. Öğrencilerinden birisine “Yarın seni şu
kitaptan imtihan edeceğim.” diyor. Fakat öğretmen Allah’ın izniyle onun filim,
maç, oyun, eğlence, derken sabah okula çalışmadan geleceğini bilerek, akşamdan
karnesine “0” yazıyor. Ertesi sabah öğrenci sorulan sorulara cevap veremiyor ve
sıfırı hak ettiğini bildiği anda, öğretmen cebinden not defterini çıkarıp
“Senin çalışmayıp sıfır alacağını bildiğim için, önceden deftere sıfır
yazmıştım.” diyor. Buna karşı öğrenci “Hocam sen sıfır yazdığın için ben sıfır
aldım. Yoksa geçer puan yazsaydın geçerdim.” diyebilir mi?
Demek ki Allah yazdığı için biz
yapmıyoruz, bizim yapacağımız şeyleri bilerek Allah yazıyor. İşte buna
"kader" diyoruz.
3. Kaderi ikiye ayırabiliriz: a) Izdırari
kader, b) İhtiyari kader.
"Izdırari kader"de bizim
hiçbir tesirimiz yok. O, tamamen irademiz dışında yazılmış. Dünyaya geleceğimiz
yer, annemiz, babamız, şeklimiz, kabiliyetlerimiz ızdırari kaderimizin konusu.
Bunlara kendimiz karar veremeyiz. Bu nevi kaderimizden dolayı mesuliyetimiz de
yok.
İkinci kısım kader ise, irademize
bağlıdır. Biz neye karar vereceksek ve ne yapacaksak, Allah ezeli ilmiyle
bilmiş, öyle takdir etmiştir.
Kalbimiz çarpıyor, kanımız
temizleniyor, hücrelerimiz büyüyor, çoğalıyor, ölüyor. Vücudumuzda, bizim
bilmediğimiz birçok işler yapılıyor. Bunların hiçbirini yapan biz değiliz.
Uyuduğumuz zaman bile bu tür faaliyetler devam ediyor.
Ama şunu da çok iyi biliyoruz ki,
kendi isteğimizle yaptığımız işler de var. Yemek, içmek, konuşmak, yürümek gibi
fiillerde karar veren biziz. Zayıf da olsa bir irademiz, az da olsa bir
ilmimiz, cılız da olsa bir gücümüz var.
Yol kavşağında hangi yoldan
gideceğimize kendimiz karar veriyoruz. Hayat ise, yol kavşaklarıyla dolu.
Şu hâlde, bilerek tercih ettiğimiz,
hiçbir zorlamaya maruz kalmaksızın karar verip işlediğimiz bir suçu,
kendimizden başka kime yükleyebiliriz?
İnsanın "cüz-i
ihtiyari" adı verilen iradesi, önemsiz gibi görülmekle beraber,
kâinatta geçerli olan kanunlardan istifade ederek, büyük işlerin meydana
gelmesine sebep olmaktadır.
Bir apartmanın üst katının
lütuflarla, bodrum katının ise işkence aletleriyle dolu olduğunu ve bir şahsın
bu apartmanın asansörü içerisinde bulunduğunu farz ediniz. Kendisine,
apartmanın bu keyfiyeti daha önce anlatılmış bulunan bu zat, üst katın
düğmesine bastığında lütfa mazhar olacak, alt katın düğmesine bastığında ise
azaba duçar olacaktır.
Burada iradenin yaptığı tek şey,
sadece hangi düğmeye basılacağına karar vermesi ve teşebbüse geçmesidir.
Asansör ise, o zatın kudret ve iradesiyle değil, belirli fizik ve mekanik
kanunlarla hareket etmektedir. Yani, insan üst kata kendi iktidarıyla çıkmadığı
gibi, alt kata da kendi iktidarıyla inmemektedir. Bununla beraber asansörün
nereye gideceğinin tayini, içindeki şahsın iradesine bırakılmıştır.
İnsanın kendi iradesiyle yaptığı
bütün işler, bu ölçüyle değerlendirilebilir. Mesela; Cenab-ı Hak, meyhaneye
gitmenin haram, camiye gitmenin ise faziletli olduğunu insanlara bildirmiş
bulunmaktadır. İnsan bedeni ise kendi iradesiyle, misaldeki asansör gibi her
iki yere de gitmeye müsait bir yapıdadır.
Kâinattaki faaliyetlerde olduğu
gibi, beden içindeki faaliyetlerde de insanın iradesi söz konusu olmamakta ve
insan bedeni, kanun-u külli adı verilen ilahi kanunlarla hareket etmektedir.
Fakat onun nereye gideceğinin tayini, insanın irade ve ihtiyarına
bırakılmıştır. O hangi düğmeye basarsa, yani nereye gitmek isterse, beden oraya
doğru hareket etmekte, dolayısıyla da gideceği yerin mükafatı veya cezası o
insana ait olmaktadır.
Dikkat edilirse, kaderi bahane
ederek, “benim ne suçum var” diyen kişinin, iradeyi yok saydığı görülür.
Eğer insan, “rüzgarın önünde
sürüklenen bir yaprak” ise, seçme kabiliyeti yoksa, yaptığından mesul değilse,
o zaman suçun ne manası kalır? Böyle diyen kişi, bir haksızlığa uğradığı zaman
mahkemeye müracaat etmiyor mu?
Hâlbuki anlayışına göre şöyle
düşünmesi gerekirdi:
“Bu adam benim evimi yaktı,
namusuma dil uzattı, çocuğumu öldürdü, ama mazurdur. Kaderinde bu fiilleri
işlemek varmış, ne yapsın, başka türlü davranmak elinden gelmezdi ki.”
Hakkı çiğnenenler gerçekten böyle
mi düşünüyorlar?
İnsan yaptığından sorumlu
olmasaydı, “iyi” ve “kötü” kelimeleri manasız olurdu. Kahramanları takdire,
hainleri aşağılamaya gerek kalmazdı. Çünkü her ikisi de yaptığını isteyerek
yapmamış olurlardı. Hâlbuki hiç kimse böyle iddialarda bulunmaz. Vicdanen her
insan, yaptıklarından sorumlu olduğunu ve rüzgârın önünde bir yaprak gibi
olmadığını kabul eder.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Yorumlar
Yorum Gönder