Yeni Müslüman Olan Kişinin Yapması Gerekenler
Yeni Müslüman
Olan Kişinin Yapması Gerekenler
İslâm’a
Giren Kişi Ne Yapmalıdır?
Yeni
müslüman olan kişiden ilk olarak gusül abdesti alması, daha sonra da dinin
temel esaslarını öğrenmesi beklenir. İslâm’a aykırı bir tedâî/çağrışım
yapmıyorsa ismini değiştirmesi şart değildir. Ayrıca erkeklerin sünnet olması
tavsiye edilir.
Ashâb-ı
kirâmın haber verdiğine göre, bir kimse müslüman olduğu zaman Rasûl-i Ekrem
Sallallahü Aleyhi Vesellem ona namaz kılmayı öğretir, sonra da şöyle dua
etmesini tavsiye ederdi:
اَللّٰهُمَّ
اغْفِرْ لِي وَارْحَمْنِي وَاهْدِنِي وَعَافِنِي وَارْزُقْنِي
“Allahümmağfir
lî verhamnî vehdinî ve âfinî verzuknî: Allah’ım, beni bağışla, bana merhamet
et, rızânı kazandıracak işler yaptır, bana âfiyet ve hayırlı rızık ihsân eyle!”
(Müslim, Zikir, 35)
İslâm’a yeni
giren bir insan, önceki müslümanların sahip olduğu hakların tamamına sahip olur
ve onlarla eşit seviyede tutulur. Kendisine, dinini öğrenip yaşama husûsunda
gerekli yardım ve müsâmaha gösterilir.
Herkesin
Müslüman Olma Hakkı Vardır
İslâm’ın
Kapısı Herkese Açık
Bir insan
önceki hayatında ne kadar günahkâr ve din düşmanı olursa olsun yine de onun
İslâm’a girme hakkı vardır. Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmuştur:
“Biri
diğerini öldüren ve her ikisi de cennete giren iki kişiden Allah Teâlâ hoşnut
olur. Bunlardan biri Allah yolunda savaş ederken diğeri tarafından şehit
edilir. Kâtil olan da daha sonra tevbe edip müslüman olur, o da Allah yolunda
savaşırken şehid düşer.” (Buhârî, Cihâd, 28; Müslim, İmâre, 128, 129)
Yine bu
mevzuyla alâkalı olarak şu hâdiseyi hatırlayabiliriz:
Tâif
kuşatmasında bir ok gelerek Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah’a isâbet etmişti.
Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz’in vefatlarından kırk gün sonra
da bu yara sebebiyle şehit olmuştu. Ebû Bekir (r.a) kızı Âişe vâlidemizin yanına
girdi ve:
“–Kızım,
(Abdullah’ın ölümüne çok üzülmüyorum,) sanki evimizden sadece bir koyun kulağı
eksilmiş gibi hissediyorum. (Çünkü o Allah yolunda şehid oldu, neden üzüleyim
ki?)” dedi.
Âişe
(r.anhâ):
“–Kalbini
sağlamlaştıran ve seni doğru yolda sâbit kılan Allah’a hamdolsun!” dedi…
Bir müddet
sonra Sakîf heyeti yanına geldi. Abdullah’ı öldüren ok hâlâ Hz. Ebû Bekir’in
yanındaydı. Oku onlara gösterdi ve:
“–Bunu
tanıyan var mı?” diye sordu.
İçlerinden
Sa’d bin Ubeyd:
“–O oku ben
yonttum, arkasına tüyü ben taktım, kuyruğunu ben yaptım ve onu ben attım.”
dedi.
Ebû Bekir
(r.a) şöyle dedi:
“–Bu ok
oğlum Abdullah’ı şehîd etti. Senin elinle ona şehâdet mertebesini ihsan eden ve
onun eliyle seni îmansız öldürüp alçaltmayan Allah’a hamdolsun! O’nun muhafazası
ne kadar geniştir.” (Hâkim, III, 543/6021; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX,
167/18191)
İrâde ve
Gayret
İmtihan
dünyasında yaşayan insanın, hidâyete erebilmek için az da olsa bir gayret
göstermesi lâzımdır. Allah’ın bazı kullarına lütuf ve rahmeti olsa da herkes bu
büyük nimeti bedel ödemeden elde edemeyebilir. Bu sebeple insanoğlunun samîmî
bir arayış ve gayret içinde olması, hep iyiliğe ve hayra doğru meyilli
bulunması îcâb eder. Arayıp yönelmek bizden; yolu gösterip istikamet üzere
güzel bir hayatı nasib etmek Rabbimizdendir. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:
“Bizim
uğrumuzda gayret gösterip mücâhede edenlere elbette yollarımızı gösteririz.
Muhakkak ki Allah ihsân erbabıyla beraberdir.” (Ankebut, 69)
“Hidâyeti
kabul edenlere gelince Allah onların muvaffakıyyetlerini artırır ve kendilerine
takvâlarını (yanlışlardan korunma hallerini) ihsân eder.” (Muhammed, 17)
İslâm’ın
geldiği günlerde Hakîm bin Hizâm isminde güzel ahlâk sahibi bir zât vardı. Son
derece cömert, müşfik, hayr u hasenât sahibi biriydi. Kızlarını diri diri
gömmek isteyen babalardan onları satın alır, hayata kavuşturur ve himâye
ederdi. Câhiliye devrinde yüz köle âzâd etmiş ve yüz tane deveyi hac esnâsında
kurban kesmek, muhtaçlara dağıtmak gibi yollarla tasadduk etmişti. Müslüman
olunca da yine Allah yolunda yüz deve infak etti ve yüz köle âzâd etti. Birgün
Peygamber Efendimiz’e:
“–Ey
Allah’ın Rasûlü! Câhiliye devrinde yaptığım bazı hayır işleri var: Sadaka
vermek, köle âzâd etmek, sıla-i rahimde bulunmak gibi… Bunlara mukâbil bana
ecir verilir mi?” diye sordu. Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem:
“–Sen, daha
evvel yaptığın bu hayırlarla birlikte İslâm’a girdin! (Onların da sevâbını
alacaksın!)” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Zekât 24, Büyû 100, Itk 12, Edeb 16;
Müslim, Îmân 194-196)[4]
Müslüman
Olmak İçin Acele Etmek
İmanda Acele
Etmek
İyilikler,
güzel davranışlar ve sâlih ameller çok mühimdir. Ancak bunlardan tam anlamıyla
istifade edebilmek “iman”a bağlıdır. Allah’ın istediği şekilde sahih bir iman
olmadan bunların çok fazla bir anlamı olmaz. Bu sebeple her şeyden evvel ve bir
an önce iman etmek lâzımdır. Uhud Gazvesi esnâsında Peygamber Efendimiz’in
yanına yüzü demir zırh ile kaplı bir şahıs geldi ve:
“–Yâ
Rasûlallah! Şimdi hemen harbedip sonra mı müslüman olayım, yoksa İslâm’a girdikten
sonra mı harbe katılayım?” diye sordu. Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem:
“–Önce
müslüman ol, sonra harb et!” buyurdu. O zât müslüman oldu, sonra savaştı ve
şehit edildi. Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem:
“–Az çalıştı
ancak çok kazandı” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 13; Ahmed, IV, 293)
Daha erken
müslüman olan kişi, cennette daha yüksek mertebeler elde etme imkânına kavuşur.
Kişi, ne kadar çok ibadet eder ve ne kadar çok müslümanca yaşarsa o kadar çok
mânevî kazanç elde eder. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Herkesin
işledikleri amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından
habersiz değildir.” (En‘âm, 132)
“Onlar Allah
katında derece derecedirler. Allah onların yaptığı her şeyi görmektedir.” (Âli
İmrân, 163)
Benî Uzre
Kabilesi’nden üç kişi Peygamber Efendimiz’e gelip müslüman olmuşlardı. Allah
Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem:
“–Bunların
bakımını kim üstlenir?” diye sordu. Talha (r.a):
“–Ben, yâ
Rasûlallah!” dedi.
Onlar Hz.
Talha’nın yanında iken Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem bir seriyye
gönderdi. O üç kişiden biri bu birlik içinde çıktı ve şehit oldu. Daha sonra
bir seriyye daha gönderdi. Bununla da ikincisi çıktı ve o da şehit oldu. Üçüncü
şahıs ise bir müddet sonra yatağında vefât etti. Talha (r.a) der ki:
“–Yanımda
kalan bu üç şahsı rüyamda cennette gördüm. Yatağında ölen en öndeydi, ikinci
sırada şehit olan onu takip ediyordu, ilk defa şehit düşen de en sondaydı.
Şaşırdım ve yatağında ölen kişinin şehitlerin önünde olması biraz da ağırıma
gitti. Hemen Peygamber Efendimiz’e giderek gördüklerimi anlattım. Allah Rasûlü
Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
“–Bunda
şaşılacak bir şey yok! Allah katında tesbîh, tekbîr ve tehlîli[5] dilinden
düşürmeden İslâm üzere ömür süren mü’minden daha fazîletli bir kimse yoktur.”
(Ahmed, I, 163)
Peygamber
Efendimiz, müslüman olarak hayat sürmenin kıymetini ashabına anlatabilmek için
şu misâlleri de vermiştir:
“–O
yatağında ölen kişi, şehid olan kardeşinden sonra Ramazan orucunu tutmadı mı,
bir senede altı bin şu kadar rekât namaz kılmadı mı? (O halde ikisi arasında bu
kadar fark tabiî ki olacaktır.)”” (Ahmed, II, 333)
“–Kıldığı
namazın ona ne dereceler kazandırdığını siz nereden bileceksiniz? Namaz, sizden
birinin kapısının önünde akan ve her gün içine beş defa girip yıkandığı, suyu
bol ve tatlı bir nehre benzer. Ne dersiniz, bu durum onda hiç kir bırakır mı?
Siz, namazın onu hangi derecelere ulaştırdığını bilemezsiniz.” (Muvatta’,
Kasru’s-Salât, 91)
Müslüman
Olarak Ölmek
Bunların
hepsinden daha mühim olan husus ise hayatı müslüman olarak noktalayabilmek, son
nefeste iman ile Allah’a kavuşabilmektir. Diğer bir ifade ile müslüman ölmek,
müslüman olmaktan daha mühimdir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Rabbi ona
(Hz. İbrahim’e): “Müslüman ol” demiş, o da: “Âlemlerin Rabbi’ne teslim oldum”
demişti. Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakup da vasiyet
etti: “Oğullarım! Allah sizin için İslâm dinini seçti. Sakın başka türlü değil,
sadece müslüman olarak ölünüz” dedi.
Yoksa
Yakub’a ölüm geldiği zaman siz orada mıydınız? O zaman Yakup oğullarına:
“Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?” diye sormuştu. Onlar da: “Senin ve
ataların İbrâhim, İsmâil ve İshâk’ın ilâhı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz,
biz ancak ona teslim olduk” dediler.” (Bakara, 132-133)
Dedenin de,
torunun da evlatlarına vasiyet ettiği en mühim husus, müslüman olmaları ve
müslüman olarak can vermeleridir. Çünkü insanlara din olarak İslâm’ı seçen,
onların bu dini kabul etmesini ve müslüman olarak ölmesini isteyen Allah
Teâlâ’dır. Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz şöyle buyurur:
Dipnotlar:
[4] Hakîm
bin Hizâm (r.a), Kâbe’nin içinde doğmuş ve 120 sene yaşamıştır. Bunun 60 senesi
câhiliye devrinde, 60 senesi de İslâm üzere geçmiştir. (Müslim, Büyûʻ, 47;
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, Beyrut 1409, I, 522/1234)
[5] Tesbîh,
“sübhânellah”; Tekbîr, “Allahu ekber”; Tehlîl de “lâ ilâhe illallah” diyerek
Allah’ı zikretmektir.
Kaynak: Ebedî Yol Haritası İSLÂM, Dr. Murat
KAYA, Erkam Yayınları
Yorumlar
Yorum Gönder