Safa Kalp Temizliği - Helal Lokma- Sabır
Safa Kalp Temizliği - Helal Lokma- Sabır
Hz.
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “Mâlâyânîyi terketmesi
kişinin İslâm’ının güzelliğindendir.” [1] İslâm’ı güzel olan kimse kendisini
ilgilendiren şeye yönelir; mâlâyânîden, kendisini ilgilendirmeyen şeylerden
yüzçevrir. Mâlâyânî ile iştigal etmek aptalların ve hayâlperestlerin işidir.
Mevlâ’sının Celle Celâlühü emrettiğini yapmayıp, O’nun Celle Celâlühü emretmedikleri ile meşgul olan kimse, O’nun Celle
Celâlühü rızâsından da mahrum kalır. Bu durum, mahrûmiyetin, büyük günahkârlığın,
tardedilmişliğin ta kendisidir. Yazık sana! Emre sarıl, nehiyden kaçın.
Âfetlere karşı sağlam dur, sonra da nefsini, “niçinsiz” ve “nasılsız” bir
şekilde kaderin ellerine bırak. Allah-ü Teâlâ’nın Celle Celâlühü sana senin
hakkındaki ilmi ile bakışı senin cehlinle kendine bakışından çok daha
hayırlıdır. O’nun Celle Celâlühü verdiğine kanaatkâr ol. O’na Celle Celâlühü
şükretmeye çalış. O’ndan Celle Celâlühü daha fazlasını isteme. Sen neyin daha
hayırlı olduğunu bilemezsin.
İtaatkâr
zâhidlerin kalpleri için zühd bir rahatlıktır. Zühdün ağırlığı bünyede,
mârifetin ağırlığı kalpte, kurbiyetin ağırlığı ise sırda olur. Zâhid ol,
kanaatkâr ol, şükret. Rabbinden Celle Celâlühü râzı ol, nefsinden râzı olma.
Rabbine Celle Celâlühü karşı zannını güzelleştir, nefsine karşı sû-i zan besle.
Şehvetleri terket. Şehvetleri terk kalp için şifâ ve safâdır. Helâle açlık
duymak kalbi köreltir; artık, haramların durumunu sen düşün! Bu sebeple Hz.
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “Perhiz devânın
başıdır, oburluk ise bütün dertlerin başıdır. Bedeninizi dengeli olmaya
alıştırın” [2] Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem “beden ilmi”ni bu üç
cümlede toplamıştır. Oburluk zekâ keskinliğini, hikmet kandilini ve velâyet
nûrunu söndürür. Dünyâ ve halk ile birlikte olduğun müddetçe perhiz gerekir.
Çünkü sen hastânedesin. Hakk’a Celle Celâlühü vâsıl olduğunda işin O’na Celle
Celâlühü âit olur. Senin işlerini O Celle Celâlühü üstlenir, yürütür; çünkü sen
kendinden uzaklaşmışsındır artık. O Celle Celâlühü, senin işlerini niçin
üstlenmesin ki, sen O’nunla Celle Celâlühü sulh etmişsin, O’na Celle Celâlühü
teslim olmuşsun! Allah-ü Teâlâ Celle Celâlühü şöyle buyurmuştur: “Benim velîm
kitâbı indiren Allah’tır Celle Celâlühü; o sâlihlerin “velî”sidir (onların
işlerini üzerine alır).” [3]
Ey oğul!
Kaderin gelmesinden rahatsız olma; onu kimse geri döndüremez, kimse ona engel
olamaz. Takdir olunan şey gerçekleşir; râzı olan olsun, kızan da kızsın. Dünyâ
ile meşgûliyetin ancak ve ancak sâlih bir niyet üzere olsun, aksi halde
kesinlikle büyük günah işleyenlerden olursun. Bütün işlerinde şöyle de: Lâ
havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm. [4] Vaktinin bir kısmını
dünyâya, bir kısmını âhirete, bir kısmını nefsine, bir kısmını ailene, geri
kalan zamânını da Rabbine Celle Celâlühü ayır. Önce kalp temizliği ile uğraş
–ki, bu farzdır- sonra mârifete yönel. Esâsı kaybedersen, teferruattan meşgul
olduğun şey kabul edilmez. Kalp necâseti dururken beden temizliğinin sana ne
faydası olabilir? Bedenini Sünnet’e uymak, kalbini de Ku’ân’la amel etmek
sûretiyle tertemiz yap. Kalbini koru ki, bedenin de korunsun. Her kap
içindekini sızdırır. Senin kalbinde ne varsa, bedeninden o sızar.
Tevâzu
sâhibi ol! Tevâzu sâhibi olduğun müddetçe tertemiz olursun, büyürsün,
yücelirsin. Tevâzu göstermezsen sen Allah’ın Celle Celâlühü, Resûlünün Sallallahü
Aleyhi Vesellem, enbiyâsının, evliyâsının O’nun Celle Celâlühü hükmünün,
ilminin, kaderinin, kudretinin, dünyâ ve âhiretin câhilisin, onları bilmiyorsun
demektir. Ne kadar çok dinliyor ama akletmiyorsun! Aklediyor ama amel
etmiyorsun! Amel ediyor ama ihlaslı olmuyorsun. Ha varlığın, ha yokluğun!
Huzûruma geliyorsun ama benim sözlerimle amel etmiyorsun; o halde bana niçin
geliyorsun? Buradaki insanları sıkıştırmaktan başka bir işe yaramıyorsun. Git
dükkanında oturmaya, harap evinde oturmaya devam et. Buraya bir eğlence olsun
diye mi geliyorsun? Sanki sağır gibi dinliyorsun. Ey mal sâhibi! Malını unut,
yaklaş ve fukarâ arasında otur! Ey soy sop sâhibi! Soyu sopu unut ve yaklaş. Gerçek
nesep takvâ nesebidir. Hz. Peygamber’e Sallallahü Aleyhi Vesellem: “Yâ Muhammed
Sallallahü Aleyhi Vesellem! Senin ailen kimdir?” diye soruldu. O Sallallahü
Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Her müttakî benim âilemdendir.” [5] Bana soy
sop üstünlüğü ile gelme. Bilakis tavkâ üstünlüğü ile gel. Akıllı ol! Elinde ne
var? Dikkat et! Allah Celle Celâlühü katında soy sop işe yaramaz. Aksine orada
takvâ üstünlüğü iş görür. Allah-ü Teâlâ Celle Celâlühü şöyle buyurmuştur:
“Sizin Allah Celle Celâlühü katında en değerliniz en müttakî olanınızdır.” [6]
Ey çocuk! Ey genç! Ey yaşlı! Ey mürîd! Lokmanı haramdan temizlemediğin müddetçe
sende hayır olmaz.
Sizin
çoğunuz, hattâ neredeyse hapiniz şüpheli veyâ açık haram lokmalar yiyorsunuz.
Haram lokma yiyenin kalbi siyahlaşır. Şüpheli lokma yiyenin kalbi kirlenir.
Nefisleriniz, hevâ ve hevesleriniz size haram yemeyi önemsiz gösteriyor. Nefis
ve hevâ şehvetleri arzulamada iki ortaktırlar; onları elde etmede gözlerini
budaktan sakınmazlar. Nefsin senden güzel güzel buğday ekmekleri isterse, sen
ona o güzel ekmeklere rağbet etmesinden emin oluncaya kadar arpa ekmeği yedirmeye
devam et. Eğer nefis yediğinde-içtiğinde vera sâhibi olmazsa, yâni tavuk gibi
çöplükte otlarsa, temiz şeyler de yer, pis şeyler de yer. Tavuk veyâ tavuk
yumurtası yemek isteyen onu önce hapsetsin ve ona güzel şeyler yedirsin, ondan
sonra onu veyâ yumurtasını yesin. Nefsini pis, haram ve şüpheli şeyler yemeye
karşı hapset, sonra da onun helâle hevâ ve heves ile yaklaşmasını önle.
Sizden
birinize: “Şu andaki hâlin ve amelin üzerine ölmek ister misin?” diye sorulsa,
“Hayır!” cevâbını verecektir. Fakat ona: “Tevbe et ve amellerini güzelleştir”
denilse cevâbı: “Allah Celle Celâlühü beni muvaffak ederse yaparım” olacaktır.
Tevbeye gelince kaderi delil getiriyor da, şehvet ve arzularında getirmiyor! Bu
“yapacağım”, “edeceğim”, “evet”, “hayır” içerisinde güzel(!) ve rahat(!) bir
hayat sürerken ölüm gelip onun boğazına çöktüğünde onu bu saltanatından
koparıp, dükkanından, kazancından çekip alacak; ölüm ona âniden gelecek; oysa
onun vasiyeti hazır değil; hesâbı kitâbı tutulmamış; uzun uzun emelleri var!
Şurası
doğrudur ki, sâlihler ümran yerleri bırakıp harap yerlere kaçtılar; ferahlarını
bıraktılar, hüzünlerini devam ettirdiler. Allah-ü Teâlâ’yı Celle Celâlühü bilen
kimsenin hüznü ve havfi çoğalır. O O’nunla Celle Celâlühü konuşur, O’nunla Celle
Celâlühü meşgul olur; ne halktan hiç kimsenin sesini işitmek, ne de bir
kimseyle karşılaşmak ister. Eşinden dostundan, malından mülkünden kurtulmayı
arzular. Hisselerini başkalarına dağıtmak ister. Huyunun, karakterinin mülkün
sâhibi olan Hâlık’ı Celle Celâlühü için değişmesini temennî eder. Ne var ki,
her ne zaman bütün bunlardan kurtulmak istese “hüküm” (kader) onu engeller.
Ona, Hakk’ın Celle Celâlühü ilminin ve kazâsının mühürlediği şeyi getirir.
Bunun üzerine o da gecesini gündüzünü gözetler, dünyâdan vazgeçerek Rabbine Celle
Celâlühü döner. Üzerinde mârifetullah hâkim olur; zâhiren ve bâtınen o
mârifetullâhı korumaya, gözetlemeye bakar.
Feth
el-Mavsılî (v. 320/933) Rabbine Celle Celâlühü münâcâtında hep şöyle dermiş:
“İlâhî Celle Celâlühü! Ne zamâna kadar beni dünyâda bırakacaksın ve
hapsedeceksin! Ne zaman beni kendine nakledeceksin! Artık dünyâdan da, halktan
da rahata kavuşayım!” Senin durumun Nûh (AS)’ın oğluna şöyle demesine benziyor:
“Oğulcuğum, bizimle berâber gemiye bin.” “Ben dağa sığınırım, o beni
sudan-selden korur!” [7] Vâiz sana der ki: “Gel, bizimle birlikte kurtuluş
gemisine bin!” Sen de dersin ki: “Ben dağa sığınırım, o beni selden korur!” Dağ
dediğin senin uzun emellerin, dünyâ hırsından başka bir şey değil. Yakın bir
zamanda ölüm meleği sana gelir ve seni o dağında suya gömer.
Ey Allah’ın
kulları! Beni kabul edin. Cehil evlerinizden çıkın. Din duvarlarınızı temel
üzerine kurmamışsınız. Temel üzerinde olmayan duvarın yıkılacağını bilirsiniz;
o halde bu duvarın bir kere daha yıkılması şarttır. Kalplerinizde dünyâ var.
Kalplerinizde günahlar var. Benim yanımda yer tutun, ben sizi temizleyeyim, tertemiz
yapayım ve size şerbetler sunayım. Vera, takvâ [8], zühd, îman, mârifet, ilim
ile, her şeyi unutturarak, ve her şeyden fânî ederek sizin susuzluğunuzu
gidereyim, sizi suya kandırayım. Ancak o zaman size Rabinizden Celle Celâlühü
vücut gelir. O’na Celle Celâlühü yakınlaşır ve O’nu Celle Celâlühü
zikredersiniz. Böyle olan kimse halk için bir güneş, bir ay masâbesindedir.
Onlara rehber olur. Onların elinden tutar, onları dünyâ sâhilinden atlatır,
âhiret sâhiline ulaştırır. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmuştur: “Her sanatta o işin ustasından yardım isteyin.” [9]
Yazık sana!
Kendi görüşüne güvenip, “Fakihlerin, âlimlerin yanında ne yapayım?” diyorsun.
Sâdece mal kazanmak, yemek, içmek ve nikahlanmak için yaratıldığını
zannediyorsun! Tevbe et ve ölüm sana gelip seni bu şerli amelinin üzerinde
bulmadan önce dön. Hepiniz emir, nehiy ve kaderin getirdiğine sabretmekle
sorumlusunuz. Halkın ve komşuların eziyetlerine sabredin. Zîrâ sabırda çok
hayır vardır. Sabırla yükümlüsünüz, kendinizden ve aile efrâdınızdan
sorumlusunuz. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz!” [10]
Kaderle
gelen emre sabredin ki, “şakâvet” (mahrumluk) nîmete dönüşsün. Sabır hayrın
temelidir. Melekler belâya uğradılar; sabrettiler. Peygamberlerin (AS) başına
belâlar geldi; sabrettiler. Sâlih kullar belâya uğradılar; sabrettiler. Siz de
onların izlerini tâkip edin ve onlar gibi sabredin.
Kalp sağlam
olursa, kendisine muhâlefet edene de, muvâfakat edene de, övene de, zemmedene
de, verene de, mâni olana da, yakınlaşana da, uzaklaşana da, kabul edene de,
reddedene de aldırmaz. Çünkü sağlam bir kalp tevhîd, tevekkül, yakîn, tevfîk,
ilim, îman ve kurbiyet dolar. Halkın âciz, zavallı ve fakir olduğunu görür.
Buna karşılık onların ne büyüğüne, ne de küçüğüne karşı tekebbür eder. Kâfirlerle,
münâfıklarla ve isyankârlarla karşılaştığında vahşî hayvanlar gibidir; sâlih,
müttakî ve vera sâhibi kimseleri gördüğünde de tevâzu gösterir. Tıpkı Allah-ü
Teâlâ’nın Celle Celâlühü Kur’ân’da bu vasıftaki insanları zikrettiği şu
âyetteki gibi: “Kâfirlere karşı sert, kendi aralarında ise merhametli.” [11] Bu
kul bu şekilde sapasağlam olursa, halkın akledebileceğinin ötesinde olur. O şu
âyet tarafından zuhur eder: “O Celle Celâlühü sizin bilmediğinizi yaratır.”
[12]
İşte bütün
bunlar tevhîdin, ihlâsın ve sabrın meyveleridir. Hz. Peygamber Sallallahü
Aleyhi Vesellem sabır ve sebat gösterince yedinci kat göğe yükselmiş, orada
Rabbini Celle Celâlühü görmüş ve O’na Celle Celâlühü yapyakın olmuştur. Bu
binâ, onun için ancak sabır temellerini sağlamlaştırdıktan sonra mümkün
olmuştur. Hayrın tamâmı sabrın ayakları altındadır. Bundan dolayıdır ki,
Allah-ü Teâlâ Celle Celâlühü şu âyeti tekitli ve tekrarlı bir şekilde inzal
buyurmuştur: “Yâ eyyühellezîne âmenu’sbirû ve sâbirû ve râbitû vettekullâhe
leallekküm tüflihûn.” [13]
Allah’ım Celle
Celâlühü! Bizi söz ve fiil olarak, halvet veyâ celvet hâlinde, şeklen ve mânâ
olarak, bütün ahvâlimizde sabredenlerden ve sabredenlere uyanlardan eyle. “Bize
dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
Yorumlar
Yorum Gönder