İnsanî Ruhun İtidalini Korumak

İnsanî Ruhun İtidalini Korumak

Şimdi bilmiş olunuz ki, bu hayvani ruh, âlem-i süfliden olup, buhar karışımlarının lâtiflerinden meydana gelmiştir. [Buradaki buhar su buharı değildir]. Karışım dörttür: Kan, balgam, safra ve lenf. Bu dört şeyin aslı; su, ateş, toprak ve havadır. Mizaçtaki uygunluk ve uygunsuzluk; sıcaklık, soğukluk, nemlilik ve kuruluğun miktarının farklı olmasındandır. Tıp ilminin gayesi, insani ruh dediğimiz diğer bir ruhun âleti ve taşıyıcılığını yapan hayvani ruhta bu dört şeyin itidalini sağlamaktır. İnsanî ruh bu âlemden değildir. O ulvî âlemdendir ve melekler cevherindedir. Onun bu âleme inmesi, zatındaki şaşılacak hâllerdendir. Fakat onun bu gurbeti, Allah’ü Teâlâ’dan gıdasını almak içindir. Hususan Allahü Teâlâ buyurur; “Hepiniz oradan aşağı inin dedik. Tâ ki size hidâyetim ulaşsın. Gösterdiğim yolu takip edenlere korku ve üzüntü yoktur” (1).

Allahü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de meleklere, “… Ben, çamurdan insan yaratıcıyım… Onu tamamlayıp içerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal (bana) secdeye kapanın” (2) buyurması, bu iki ruh âleminin ayrılığına işarettir. Zira birini çamura havale eyledi ve onun mizacının itidalinden “sevveytühû” [onu doğru ve hazır eyledim] diye bahsetti, itidal de budur.” Ve ona ruhumdan üfledim”, kelâmı ile bunu kendine alâkalı kıldı. Buna misâl olarak deriz ki: Bir kimse, kolay ateş alması için bir bez parçasını lime lime eder, sonra ateşin yanına getirir ve alev alıp parlaması için üfler.

Hayvani ve süfli ruhun bir itidali vardır. Hekimin, onu helak ve hasta olmaktan korumak için itidal sebeplerini bilmesi gibi, kalbin hakikatinden olan insanî yüksek ruhun da bir itidali vardır... Şeriat dâhilindeki ahlâk ve riyazet ilmi insanî ruhun bu itidalini muhafaza eder. Bundan sonraki İslam’ın şartlarını anlatırken, onun sıhhatinin bunlar olduğu anlatılacaktır.

Anlaşıldı ki, insanın kendini bilmeden Allah’ü Teâlâ’yı bilemeyeceği gibi, bir kimse insandaki bu iki ruhun hakikatini bilmeyince de ahireti. Basiretle bilmesi [kalble yakînen tanıması] mümkün değildir. O hâlde kendini tanımak, Allah’ü Teâlâ’yı ve âhireti tanımanın anahtarıdır. Ve dinin esası da “Allah’ü Teâlâ’ya ve âhiret gününe iman etmektir”. Bu sebepten dolayı bu bilgiyi öne aldık.

Bununla beraber ruhun evsafının [hususiyetlerinin] sırlarından bir sır söyleyemedik. Zira ondan konuşmaya izin yoktur. Çünkü insanların anlayışı bunu kaldıramaz. Allahü Teâlâ’yı ve âhireti tamamen bilmek, bu ruhu tam bilmeye bağlıdır. Gayret et ki, mücahede ve istek yolu ile bunu kendi kendine bilesin. Zira başkasından dinlersen, onu dinlemeye takat getiremezsin. Evet, birçok kimseler Allahü Teâlâ hakkında bu vasfı dinlediler, inanmadılar, inkâr eylediler ve “Bu zaten mümkün değildir” dediler. Bu ise, Allahü Teâlâ’yı tenzih değil, inkârdır. O hâlde insan hakkında böyle şeyleri duymaya nasıl dayanabilirsin? Hattâ bu sıfatın Allah’ü Teâlâ hakkında olması, ne Kur’ân-ı Kerîm’le, ne de Hadîs-i şerifle sârihdir. Aynı zamanda, duyunca inkâr ederler gerekçesiyle böyledir. Peygamberlere, “İnsanlara, akıllarının alacağı şekilde söyleyiniz”, buyurulmuştur.

Peygamberlerden bazılarına şöyle vahiy gelmiştir: “Bizim sıfatlarımızdan insanların anlayamayacakları bir şey söyleme, sonra inkâr ederler ve ziyan ederler. Bilecekleri kadar söyleyin.”
(1) 2 – Bakara: 38.
(2) 38 – Şad: 71 – 72. (Alıntı)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis