Ey Mûsâ! Sen ve Rabbin Gidin Savaşın!
Ey Mûsâ! Sen ve Rabbin Gidin Savaşın!
Hazret-i
Mûsâ Aleyhisselâm, kavmini Kenan diyarına götürmek için yola çıkmıştı.
“Arz-ı
Mev’ûd” denilen yere yerleşeceklerdi.
Mûsâ Aleyhisselâm,
her koldan bir temsilci seçti. Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin Yuhne’nin reisliğinde
oradaki kavmi keşfe gönderdi. Gidenler, Amâlika kavmini çok güçlü buldular.
Fakat bunu, herhangi bir korkuya sebebiyet vermemesi ve hâlet-i rûhiyelerinin
bozulmaması için kavimlerine anlatmamak üzere anlaştılar. Zâten Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm
da, onlara böyle yapmalarını tembihlemişti. Ancak Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin
Yuhne’nin dışındakiler, durumu kavimlerine anlattılar.
İsrailoğluları
da harp etmekten kaçındı:
“Mûsâ Aleyhisselâm
şöyle dedi:
“- Ey
kavmim! Allâh’ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza
dönmeyin, yoksa hüsrâna uğramış kimseler olarak dönersiniz!”
Onlar:
“- Yâ
Mûsâ! Orada zorba bir toplum var! Onlar oradan çıkmadıkça, biz oraya aslâ
girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa, biz de hemen gireriz.” diye cevap
verdiler.” (el-Mâide, 21-22)
Korkanların
içinden Allâh’ın kendilerine lutufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi:
“- Onların
üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi, artık zaferi kesinlikle kazanmış
olursunuz. Eğer mü’minler iseniz, ancak Allâh’a güvenin.” (el-Mâide, 23)
Sen ve Rabbin
gidin savaşın!
(Nankör
İsrâîl kavmi ise):
“- Ey
Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe, biz oraya asla girmeyiz; şu durumda
Sen ve Rabbin, gidin savaşın! Biz burada oturacağız!” dediler.” (el-Mâide, 24)
Çünkü
Firavun’un zulmünden kurtulduktan sonra o kötü günleri unutan İsrâîloğulları,
dünyâ nîmetlerine kavuşmuş ve rahata alışmışlardı. Dünyevî istek ve arzularını
artırmışlar, Hazret-i Mûsâ’dan kudret helvâsı ve bıldırcın eti istemişlerdi. Bu
nîmetler, kendilerine her gün bahşedildi. Bunlara ilâveten Mûsâ Aleyhisselâm
asâsı ile taşa vurmuş oradan da on iki pınar fışkırmıştı.
Cenâb-ı
Hak buyurur:
“Ve sizi
bulutla gölgeledik; size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik: “Verdiğimiz
güzel nîmetlerden yeyiniz!” (dedik). Hakîkatte onlar, Biz’e değil, sâdece
kendilerine nankörlük ediyorlardı.” (el-Bakara, 57)
“Mûsâ
(çölde) kavmi için su istemişti de Biz O’na:”
“- Değneğinle
taşa vur!” demiştik. Derhal (taştan) oniki pınar fışkırdı. Her bölük içiceği
kaynağı bildi. (Onlara):”
“Allâh’ın
rızkından yiyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin!” dedik.”
(el-Bakara, 60)
“Biz
İsrâîloğulları’nı oymaklar hâlinde oniki kabîleye ayırdık. Kavmi kendisinden su
isteyince, Mûsâ’ya: “- Asânı taşa vur!” diye vahyettik. Derhal ondan on iki
pınar fışkırdı. Her kabîle içeceği yeri belledi. Sonra üzerlerine bulutla gölge
yaptık; onlara kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik. (Onlara dedik ki):”
“Size
verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin!” Ama onlar (emirlerimizi
dinlememekle) Biz’e değil, kendilerine zulmediyorlardı.” (el-A’râf, 160)
“Ey
İsrâîloğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık! Tûr’un sağ tarafına (gelmeniz
için) size vâde tanıdık ve size kudret helvası ile bıldırcın eti lutfettik.”
“Size
rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyiniz; bu hususta taşkınlık
ve nankörlük de etmeyiniz; sonra sizi gazabım çarpar! Her kimi gazabım
çarparsa, hakîkaten o, yıkılıp gitmiştir.”
Şu da
muhakkak ki Ben, tevbe eden, inanan ve sâlih amel işleyen, sonra doğru yoldan
giden kimseyi bağışlarım.” (Tâhâ, 80-82)
İsrâîloğulları
ise, isteği bitmeyen, şükürsüz ve sabırsız bir kavim oldukları için yine
peygamberlerine yük olmakta devâm edip nankörlük ediyorlardı. Nitekim aşağıdaki
âyet-i kerîme, bu kavmin nankörlüğünü açık bir şekilde sergiler:
“Hani
siz (verilen nimetlere karşılık):
“- Ey
Mûsâ! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine duâ et de yerin bitirdiği
şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından
bize çıkarsın!” dediniz.”
Mûsâ
ise:
“- Daha
hayırlı olanı daha değersiz bir şey ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O hâlde
şehre inin! Zîrâ istedikleriniz sizin için orada var!” dedi.
İşte (bu
hâdiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allâh’ın
gazabına uğradılar. Bu musîbetler (onların başına), Allâh’ın âyetlerini inkâra
devâm etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi.
Bunların hepsi, sâdece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.” (el-Bakara,
61)
“(Nihâyet)
Mûsâ:
“- Rabbim!
Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hâkim olamıyorum; bizimle, bu yoldan
çıkmış toplumun arasını ayır!” dedi.
Allah
Teâlâ:
“- Öyleyse
orası (Arz-ı Mukaddes) onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde)
yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık Sen, fâsık toplum için üzülme!”
dedi.” (el-Mâide, 25-26)
“And
olsun ki Allâh, İsrâîloğulları’ndan söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden
oniki de temsilci göndermiştik. Allâh onlara şöyle demişti:
“- Ben
sizinle berâberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime
inanır, onları desteklerseniz ve Allâh’a güzel borç verirseniz (ihtiyâcı
olanlara Allâh rızâsı için fâizsiz borç verirseniz), and olsun ki sizin
günâhlarınızı örterim ve sizi, zemîninden ırmaklar akan cennetlere koyarım.
Bundan sonra kim inkâr yolunu tutarsa, doğru yoldan sapmış olur.” (el-Mâide,
12)
Fakat
Benî İsrâîl kavmi, Allâh’ın kendilerine bahşettiği nîmetlere nankörlük ediyor
ve ülü’l-azm peygamberlerin üçüncüsü olan Hazret-i Mûsâ’ya tavır koymaya devâm
ediyorlardı. Hattâ peygamberlerine:
“- Sen
Rabbinle beraber savaşa git; harbet ve kazan! Ondan sonra biz de Sen’in
ardından geliriz!” diyecek kadar küstahlaşmışlardı.
Bu
sebeple Cenâb-ı Hak, onları kırk sene boyunca sıkıcı ve dar bir yer olan Tih
Sahrası’nda kalmaya mahkûm etti.
Bu
mekândan ne zaman çıkmaya çalışsalar, dönüp dolaşıp yine aynı dâirenin içine
giriyorlardı. Tâ ki, yeni bir nesil yetişti...
Nihâyet,
bu îmânlı ve zinde nesil ile, oradaki zorba kavme gâlip gelinip Arz-ı Mev’ûd’a
girildi. Artık Şeria Nehri’nin doğu kıyısındaki yerler ele geçirilmiş ve Arz-ı
Mev’ûd’a yerleşilmişti. Böylece Mûsâ Aleyhisselâm’ın va’di yerine geldi.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-2, Erkam Yayınları
Yorumlar
Yorum Gönder