Bütün Anne Babalar Ve Eğitimciler Kesinlikle Okusun!
Bütün Anne Babalar Ve Eğitimciler Kesinlikle Okusun!
Yurtdışına Dil öğrenimi ve eğitim için çıkmıştım.
Türkiye’de daha önce ciddi hiçbir iş deneyimim yoktu, rahat bir
öğrencilik hayatım olmuştu... . Yaşam masraflarını karşılamak için bir Restaurant’ta
çalışmaktaydım. Benimle birlikte 14-15 yaşlarında yerli bir Lise öğrencisi
çocuk daha çalışıyor, hafta sonları gece saat 10-11’e kadar bulaşık yıkıyordu.
Acıyordum çocuğa. Arada izin veriyor, yerine ben yıkıyordum.
Ülke refah düzeyi yüksek bir ülke idi. Bir gün, çocuğa niçin
çalıştığını sordum.
“- Yaşam masrafları için, kiramı ödemem lazım,” dedi.
“- Kiminle kalıyorsun, ailen ödemiyor mu kirayı?” dedim
“- Ailemle kalıyorum ve aileme ödüyorum.”
İçimden:
“- Vay acımasızlar!” dedim. Bir yandan çocuğa üzülüyordum bir
yandan da ona elimden geldiği kadar yardım ediyordum bizim oraların yüreğiyle
“- Aman ezilmesin bu yavrucak!” diyordum.
Haftalar geçti... . Bir gün gazete okuyordum. Ülkenin vergi
rekortmenleri listesi açıklandı. Tam gazete okuyorken çocuk işe geldi. Bana
selam verdi içeri girerken. Ben de bir anda:
“- Bak bu adam sana ne kadar benziyor!” dedim.
Adam cidden benziyordu ama ben şaka yapıyordum.
Yanıma geldi gazeteye baktı
“- Babam!” dedi. Bu sene 2. olmuş. Geçen sene 3. İdi…” dedi.
İnanamadım. Çocuğun babası ülkede en çok vergi veren 2. zengin
işadamıydı.
Çocuğun ailesine karşı içimde duyduğum kızgınlık daha da
artmıştı.
“- Şuna bak, ülkenin en zengin adamlarından birisinin çocuğu
hafta sonu sabahlara kadar bulaşık yıkıyor, kirasını ve yaşam masraflarını
karşılamak için uğraşıyor; ailesiyse yardım etmiyor!” diyordum.
Çocuk beni çok severdi. Bir gün doğum günü partisine davet etti.
Gittim. Denize sıfır, harika bir villada yaşıyordu. Ailesi ve bütün arkadaşları
oradaydı. Partide babası ile tanışma ve konuşma fırsatı buldum. İyi bir adama
benziyordu. Sıcakkanlıydı, herkesle teker teker ilgileniyordu. Daha ceberrut
bir baba bekliyordum karşımda. Konuşup konuşmamak konusunda içim içimi yiyordu.
Kendimi tutamadım.
Adama:
“- Bu çocuğa niye sahip çıkmıyorsun, niye korumuyorsun!” dedim.
Adam şaşkınlıkla bana bakarak:
“- Niçin böyle düşünüyorsun!” dedi.
“- Bu çocuk hafta sonları yanımızda bulaşık yıkıyor.”
Adam şaşırdı:
“- Koruyorum işte!” dedi.
“- Çalışıyor ve kimseye muhtaç değil. Yaşam masraflarını
şimdiden kendisi çıkartıyor…” dedi.
Kızgınlıkla:
“- Bu çocuğun okuması gerek. Kira alarak mı sahip çıkıyorsun bak
şunun haline… Bizim de ailelerimiz var; bizim için her şeyi yapıyorlar. Bir de
vergi rekortmenisin. Yazık şu yaptığına…” dedim.
Adam önce şaşırdı ve sonra güldü. Daha sıcak bir ifadeyle:
“- Bak!” dedi.
“- Sizin yardım etmek anlayışınızla, bizim yardım etme
anlayışımız çok farklıdır. Balık vermek yerine balık tutmayı öğretmeyi tercih
ediyoruz. Senin dediğin gibi bu çocuğun masraflarını ailecek biz karşılasak, bu
çocuk rahat bir eğitim dönemi geçirir; ancak asalak, bencil, kibirli bir çocuk
olur. Toplumla ve insanlarla hep problemli olur ve herkese üst perdeden
konuşur. Evet, kira alıyorum, yaşam masraflarını kendisi karşılıyor. Bana
şükran borcu yok. Hayatın ne olduğunu biliyor. Hayat hep bir şeylerin masrafını
ödetmiyor mu sana? Bunu erken yaşlarda öğrenip, ona göre gerçekleri görmesi ve
hayatını daha rasyonel temelde ona göre kurması olumsuz bir şey mi?”
Salonun daha sakin bir köşesine geçtik. Pencere kenarına kadar
attığımız adımlar bitince adam devam etti:
“- Eğitim çocuğa harika bir kapı açabilir, bu sayede çok para da
kazanabilir. Ancak meslek öğrenmesi insanları hayatı genç yaşta tanıması onu
farklılaştırır, olgunlaştırır. Toplumda sadece kendisinin olmadığını ve öteki
insanların da olduğunu fark eder. Eğitim insanı farklı bir yöne, meslek farklı
bir yöne hazırlar. Kira almasam, bütün parası kendisine kalsa kazandığı parayı
gidip uyuşturucuya, eğlenceye, alkole, kumara harcayacak. Kira sorumluluğu
olduğu için bütçesini ona göre ayarlıyor. Bu yaşta bütçesini yönetebiliyor.
Oğlum seni çok sever. Bahsetti. Çok iyi bir insanmışsın. Ona yardım
ediyormuşsun. Üniversite okumuşsun, ancak iş yerinde bir domatesi bile
kesemiyor, kızıyor ve küfür ediyormuşsun; elin birçok işe yatmıyormuş
restaurantta. Oğlum komik hallerini anlatıp gülüyor. Biz de ailecek gülüyoruz.
Ancak bir domatesi kesemiyorsan, yetiştirilme tarzın da eksiklikler var
demektir. Bir yerde Üniversite diploması ile iyi bir iş bulabilirsin. Ancak
hafife aldığın, basit gördüğün domates kesme işini yapan adamı aşağılarsın…”
dedi.
“- Yeri gelecek şu gördüğün bütün servetim bu oğlumun olacak.
Çalışmadan servet sahibi olursa canavara dönüşür. Herkesi aşağılar. Bir işçinin
nasıl iş yaptığını, nasıl işçi maaşı ile geçindiğini bilmez. Sürekli onlarda
kusur arar, uğraşır durur. Ben bir evlat yetiştirmek istiyorum; bir canavar
yetiştirmek istemiyorum. Siz sadece eğitimi önemsiyorsunuz. Mesleği
önemsemiyorsunuz. Eğitim ne yapacağını öğretirken, mesleki tecrübe başkalarıyla
birlikte nasıl yapacağını öğretir. Meslek sayesinde egoyu atar. İş yapabilme
yeteneği ile özgüveni gelişir. Hem yetenekleri çoğalır, hem insanları anlar…”
dedi.
Söyledikleri beni çok etkilemişti.
Gelelim bana… Kendi hikâyemi anlatacağım ama bilin ki bu hikâye
neredeyse hepimizin hikâyesi… Bütün eğitim dönemimde ailem masraflarımı
karşıladı. Hiç çalışmadım o dönemler. Durmadan kitap okudum, durmadan dolaştım,
eğlendim ve durmadan siyaset yaptım... . Birçoğunuz gibi çocukluğun ilk
günlerinden:
“- Büyük adam olacak, ya da ünlü adam olacak…” diye
yetiştirildim.
Bizim gibi toplumlarda:
“- Büyük devlet adamı, kurtarıcı vs. gibi yetiştirilen
çocukların durumunu destekleyen bir de rüya görülür. Bir yakınımız, biz
çocukken rüyasında büyüyünce çok büyük bir adam olacağımızı görür. Ya bu
rüyayla ya da çocukken söylediğimiz bir sözün keramet alameti sayılmasıyla
hepimiz ayrıcalıklı, üstün:
‘Büyük adam adayı!’ olarak yetiştiriliriz. Doğu toplumlarının
destan, efsane ve masal toplumları olması, kahramanlık temasının bu
efsanelerde, masallarda ve destanlarda çok yüklü olması da başka bir faktördür.
Türkiye'deyken herhangi bir kitabı okuyup bitirince:
“- Çok güzel bir kitap ama bir şey eksik yine…” derdim. Cevabını
yurtdışında buldum. Hayatın kendisi eksikti... .”
Beğendiğim bütün hikâyeler, bütün sonuçlar bütün deneyimler ne
kadar güzel olursa olsun bana değil, başkalarına aitti. Başkalarının
tecrübeleriyle geldiği sonuçta okuduğumuz kitaplardaki öyküler, romanlar ve
tavsiyeler…
Gelelim bizim anne ve babalarımıza...
Bu konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum…
Bizim annelerimiz ve babalarımız çok iyi insanlar, ancak çok “Kötü!”
anne ve babalar. Çocukları gerçeklere göre değil, hayallere göre
yetiştiriyorlar. Batı’da çocuk hayallere göre değil, gerçeklere göre
yetiştiriliyor. Gerçekleri daha erken gören çocuğun hayalleri de daha gerçekçi
oluyor. Gerçekçi olunca gerçekleştirilme oranları da haliyle yüksek oluyor.
Ailemizin bir yanlışı var. Anne babalarımız sebebi ne olursa olsun hayatta
kendi gelemedikleri yerlere bizleri getirmeye çalışıyorlar. Çocuklarından
kahramanlar, kurtarıcılar çıkartmaya çalışıyorlar.
Hiçbir annenin ve babanın hayatta kendi gelemediği yere
çocuğunun gelmesini beklemek gibi bir hakkı yoktur. Bu arzu çocuğun yararına
görünse ve masum gibi dursa da değildir.
“- Senin için neler çektim. Sana verilen imkânları kimsenin
çocuğu göremedi. Saçımı süpürge ettim,” gibi anlayışlar son derece zarar
vericidir.
Annelere babalara şunu söylüyorum. Çocuğunuz için fedakârlık
yapmayın. Onu da küçük yaşta hayata atın. Hem sorumluluk alsın hem de görsün
her şeyi. Bizde çocuk 23-25 yaşlarında Üniversiteyi bitiriyor ve hayatı
öğrenmeye ancak mezun olunca başlıyor. Batı’da üniversite bitiren çocuk eş
zamanlı olarak çalıştığı için hayatı da bir bakıma görmüş, öğrenmiş oluyor.
Bizim Doğu toplumlarında çocuk sürekli korunduğu ve sürekli olağanüstü hayallerin
varisi olarak yetiştirildiği için “Egoist!” oluyor.
Bir gün parkta küçük bir çocuk seviyordum:
“- Büyüyünce ne olacaksın?” diye sordum. Annesi güldü. Sonra bir
daha sordum, bu sefer memnuniyetsiz bir ifade belirdi yüzünde.
“- Çocuğa böyle sorular sormayın. Ne olacağına yıllar sonra
hayatı görüp karar verecek. Şimdiden kafasının bununla meşgul olması
anlamsızdır. Şu an öğreneceği şey ayakkabılarını bağlamak, yatağını toplamak,
tabağını yıkamak gibi disiplin ve organize edici şeyler yapmak; bir de
çocukluğunun tadını çıkartmak…”
Batı’da çocuğa ilk yatak toplamayı, ayakkabılarını bağlamayı
öğretirler. Önemlidir bu. Her gün yatağını toplayan çocuk düzen, disiplin
öğrenir. Bizde düzen, disiplin, sistem, organizasyon öğretilmez. Bütün
hayatımız boyunca en büyük eksikliğimizdir aslında. Her şeyi anne baba yapar.
Çocuk geleceğin dehasıdır, büyük adamıdır, kahramanıdır ya da kurtarıcısıdır,
yeter ki ezilmesin.
Özgüven, insanın yaptığı işlerden, uğraşlardan, becerilerden,
yarattıklarından, ürettiklerinden gelmektedir. Bizler uzun süre hiç
çalışmıyoruz yaratmıyoruz, üretmiyoruz da. Batı’da çocuk küçük yaşta kendine
uygun işlerde çalışarak önce “ÖZGÜVENİN”i geliştiriyor.
Biz de, çocuk sürekli korunarak ve aşırı övülerek ‘EGO’su
olağanüstü şekilde şişirilmektedir. Bizler büyük adam, olarak yetiştirildiğimiz
için daha çok EGOİST, bencil ve kibirli oluyoruz. Buna rağmen iş yeteneğimiz ve
becerimiz olmadığı için ‘ÖZGÜVEN’imiz çok daha azdır.
Egoizmin, kibirin panzehiri küçük yaşta becerimizi, iş yapabilme
yeteneğimizi, başkalarıyla ortak hareket edebilme tecrübemizi geliştirmek, yani
yaşamla ve gerçeklerle erken tanışmaktır. Tanıdığım ne kadar üst düzey müdür ve
yönetici varsa hepsi zamanında bulaşıkçılık, cafe işçiliği, benzincilik gibi
bizim hor gördüğümüz işleri yapmış. Zengin fakir hepsi çalışmış. Toplumun her
tabakasıyla empati kurabilme yeteneğini bu yüzden geliştirmiş.
Şu an ne zaman dışarıdan yiyecek alsam ve gittiğim yer kalabalık
olsa, servis yapan elemana hep:
“- Acelem yok, rahat ol; önce öteki müşterilere bak!” derim. Çünkü
o adamın o an neler yaşadığını iliklerime kadar bilirim. İlk geldiğim yıllar
ben de o işi yapıyordum. O duyguyu her haliyle tecrübe etmiştim.
‘EMPATİ’ ancak böyle öğretilebilir, diye düşünüyorum. Bizim ‘ÖZGÜVENİMİZ’
yok. Çünkü becerilerimiz, hünerlerimiz, iş yapabilme yeteneklerimiz, kendimize
yeterliliğimiz ve bunun yanında başkalarıyla birlikte ve eşit yaşama
duygularımız pek gelişmemiş.
O yüzden daha çok ‘EGO’muz var. ‘EGO’ ile ‘ÖZGÜVEN’ tamamen ters
orantılıdır. Ancak hep birbiriyle karıştırılır. Egoist bir insanın kibri yüksek
Özgüven sayılır. ‘EGOİST’ insanlara bakın, ‘ÖZGÜVEN’leri olmadığı için sürekli
kibir abideleri gibi dolaşırlar. Ancak ellerinden hiçbir şey gelmez. Birçok
şeyi beceremezler. Hep başkalarını suçlayarak ezerler. Hayatta çocuğu hayata
hazırlamanın en güzel yolu, onu hayatla en kısa zamanda tanıştırmaktır.
Hayatla en kısa zamanda tanışmak çocuğa, insanlar arasındaki
ilişkileri, kazandığının değerini bilmeyi, bedel ödemeyi öğretip, geleceğe
yönelik önemli kararları almak hususunda son derece de gerçekçi olmasını
sağlayacaktır. Bizde yanlış bir anlayış var: Çalışan çocuk okumaz deyip çocuğu
hiç ise vermemek, ya da bir iş yerine, “Eti senin kemiği benim,” diyerek verip,
gizliden tanıdık patrona çocuğu ezdirmek.
İkisi de çok yanlış bakış açıları…
Haftada 1-2 gün 3-5 saatte olsa çocuğunuzu işe verin. Topluma
“- Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diyen ve kendisinden
daha güçsüz gördüklerini ezen, onlara parayla, güçle, lüksle hava atan bir
canavar yetiştirmek istemiyorsanız bir konfeksiyoncunun, marangozun, kasabın, manavın,
tamircinin hayatını tecrübe etmiş bir çocuk yetiştirin; ‘EMPATİ’ böyle
edinilir, başka reçetesi yoktur.
Doğu toplumları yaşadıkları sorunların kaynağını yönetimde, Batı
toplumları üretimde aramaktadır. O yüzden bizler çocuklarımızı hep “Üstün yöneticiler!!!”
olmaya yetiştiririz. Ülke meselelerini üretim (ekonomi) değil, hep yönetim
(siyaset) boyutuyla tartışırız. Üretim yapılarını değil, yönetim yapılarını
hedef alırız.
Çocuklarınızı yönetici olmaya değil, önce üretici ve katılımcı olmaya
yetiştirin.
Bırakın çocuğunuz kendi yeteneklerine, becerilerine ve
tecrübesine göre kendisi seçsin hayatta izleyeceği yolu. Lisede zaman
bulabildikçe hafta sonları, yaz tatilleri çalışan çocuk hem insanları, hem
hayatın nasıl kazanıldığını hem kendi becerilerinin neler olduğunu öğrenecek.
Yani hem toplumu hem kendisini tanıyacak.
Lise sonrası eğitim veya çalışma hayatında en doğru tercihi
yapacak. Yarın çok büyük bir makam, mevkide elde etse, karşısına çıkan alt
tabakadan insanları ezmeyecek, onları kendi geçmişinden tanıyacaktır…
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder