Kurşuna Dizilmeyi Beklerken Kitap Okuyan Adam (Gerçek Hikâye)
Kurşuna Dizilmeyi Beklerken Kitap Okuyan Adam
(Gerçek Hikâye)
Bu hikâyeyi ilgiyle okuyacağınızı umuyorum. Bir doktorun
hatıraları...
Doktor Springer Galiban, Kızıl Çin’de Mareşal Chang Ming’in özel
doktoru...
Yabancı birisi olduğu halde kendisine karargâh içinde istediği
yere girme izni verilmiş... Şehir baskınlarına, esir katliamlarına ve kitle
halindeki idamlara da defalarca şahit olmuş...
Fakat Çin'de geçirdiği beş yıllık zaman içinde bir olay var ki,
işte onu hiç unutamamış...
Doktor Galiban anlatıyor;
Han-Cheou şehrindeydik... Ve o gün, 74 mahkûm kurşuna
dizilecekti... Doktor olduğum için sabahın erken saatinde alana gittim... Ateş
emrini verecek olan genç bir subay da takımıyla gelmiş bekliyordu...
İdam başladı... Tetiklerin her çekilişinde 12 tüfek birden ateş
ediyordu ve mahkûmlar tek tek eksiliyordu... Bu kargaşa esnasında, sondan
ikinci, yani 73. mahkûma gözüm ilişince, hayretten dona kalmıştım... Zira bu
mahkûm, rahat bir halde kitap okuyordu... İster istemez nasıl bir insan
olduğunu merak ettim... Ve onunla konuşmaktan kendimi alamadım.
“- Elinizdeki nasıl bir kitaptır ki son dakikalarınızda
bile gözlerinizi bu kitaptan ayırmıyorsunuz?”
Adam yüzüme bakmadan düzgün bir İngilizce ile cevap verdi;
“- Hayat nizamı olduğuna inandığım bu kitap, hayatın her
safhasında okunmalıdır, hatta şu anda bile... ”
Enteresan bir cevaptı!
Ölümün bu kadar yakın olduğu bir anda, nasıl bu kadar sakin
olabiliyordu!
İşin daha da
enteresanı, benim hemen yanında durduğumun farkında bile değildi...
Genç subayın kılıcı, her iniş kalkışta, yeni bir mahkûmun vücudu
delik deşik oluyordu...
Bütün bunlara rağmen bu esrarengiz insan, kılını
kıpırdatmaksızın kitabı okuyor ve sanki başka bir âlem içinde yaşıyordu...
En fazla 30 yaşında gözüken bu genç adamın, yüzü parlak ve
sıhhatli görünüyordu...
Kendimi tutamayarak yine konuştum;
“- Sizin için bir şey yapabilir miyim? Acaba son bir
dileğiniz var mı?”
Bu sefer başını kaldırarak, kendinden emin bir şekilde beni
süzdü...
Dalgın ama sakin bir sesle;
“- Hepimizin ölüm saati önceden tespit edilmiştir...
Üniformalı olan şu genç adam, elindeki kılıcıyla ölüme emir verdiğini
sanıyor... Hâlbuki yanılıyor! Belki Allah’ın huzuruna benden önce
çağırılabilir... İnsanlara hayat vermek veya almak hakkını bunlara kim vermiş?
”dedi ve tekrar
elindeki kitabı okumaya devam etti...
İdam son sürat devam ediyordu...
Henüz 46 mahkûm öldürülmüştü ki, birden ölüm emrini veren genç teğmenin
sendelediğini gördüm. Kılıcı elinden düştü, dizleri kıvrıldı ve olduğu yere
yığıldı... Yanına koştum... Ama yaptığım muayene hiç bir işe yaramadı... Bu bir
ani ölümdü... Sebebi de belirsizdi...
Dehşet içinde kalmıştım... Gözlerim bir anda kitap okuyan ve
ölüm sırasını bekleyen adamı aradı, o ise ayni kayıtsızlıkla kitabı okumaya
devam ediyordu...
Alanda
bulunan başka bir subay, yere düşen kılıcı eline alarak yarıda kalan işe devam
etti...
Mahkûmlar tükeniyordu ve ben soğuk soğuk terlediğimi
hissediyordum...
Okuyan
adamın sözü gerçek olmuştu...
Evet, her şeye rağmen mahkûmun söylediklerine ben de inanmıştım.
Elimde olmadan kendi hayatımdan da korkmaya başladım...
O sırada, hükmün infaz edilişini kontrol etmek üzere bir Çin
albayının atıyla yaklaştığını gördüm... Koşarak ona yaklaştım, atın
dizginlerine sarılarak kendisini durdurdum... Hayretle bana bakıyordu...
Kendimi toplayarak sakin bir şekilde:
“- Efendim, beni sevindirmek ister misiniz!” dedim!
“- Memnuniyetle doktor!” diye cevap verdi Albay!
Bunu içten söylüyordu, çünkü kısa bir zaman önce derin bir
yarasını tedavi etmiştim...
Umutsuz bir sesle;
“- 73. mahkûmu lütfen bana bağışlayın... Daha çok genç!” diyebildim...
Albay
şaşırmıştı...
“- Çok üzgünüm doktor, ama olmayacak bir sey
istiyorsunuz... Mareşal Chang Ming’in, vermiş olduğu emirlere ne kadar titiz
olduğunu, benim kadar siz de bilirsiniz” Dedi...
Soğukkanlılığımı kaybettiğim için utanmıştım... Ama genç mahkûm
halâ kitabından gözlerini ayırmıyor, böylece kendine yaklaşan ölüme adeta
meydan okuyordu...
Birdenbire ani bir hareketlenme oldu... Tiz bir boru sesi ile
ateşkes işareti veren bir “Emir Atlısı” dörtnala alana girdi...
Atından atlayan asker, Albaya bir zarf uzattı... Bu esnada
meydanda ölüm sıralarını bekleyen sadece 2 mahkûm kalmıştı...
Namluların kendine çevrileceği anda bile, 73. mahkûm halâ
kitabını okuyordu... Albay elindeki kâğıda acele ile bir göz attıktan sonra
elini kaldırarak ateşkes emrini verdi...
Ardından Albay beni yanına çağırdı ve:
“- Bağışlanmasını istediğiniz adamın şansı varmış doktor,
gelen emir ona ait” dedi...
Adeta şoka girmiştim...
Sanki kurtulan bendim...
Heyecanla ona doğru ilerledim...
Bu esrarengiz insan, dimdik duruyor, kitabı elinden sarkarken,
gözleriyle uzaklara, doğru bakıyordu...
Çehresinde ne korku, ne de sevinç vardı...
Daha fazla bir şey hatırlayamıyorum... Kendime geldiğim zaman, adam
kaybolmuştu...
Ve onu bir daha hiç görmedim...
Acaba dünya kurulduğundan beri zulme karşı direnen, mazlumların
yanında olan ve Allah’ü Teâlâ’nın yeryüzü coğrafyasına serpiştirdiği iman
abidesi veli kullarından birisi miydi?
Onu elbette Âlemlerin Rabbi olan yüce Allah Celle Celâlüh
bilir...
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder