Kalb-i Selim
Kalb-i Selim
Prof. Dr.
Mehmet Görmez
Bismillahirrahmanirrahim.
Tâbiûn
neslinin büyük âlimlerinden Şehr b. Havşeb, bir gün, müminlerin annesi Ümmü
Seleme’ye merakla Sevgili Peygamberimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem en çok
yaptığı duayı sorar. Ümmü Seleme bu duanın ‘Ey kalpleri bir halde bir hale
çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit eyle!’ duası olduğunu
söyler.[1] Evet, Sevgili Peygamberimiz (sav) ısrarla bu duayı yapmıştır. Zira
kalp, yapısı itibariyle değişkendir, halden hale, renkten renge
bürünebilmektedir. Rasûl-i Ekrem (sav), kalbin bu durumunu bir sözünde, çöldeki
bir ağacın üzerinde asılı kalan ve rüzgârla bir oraya bir buraya savrulan kuş
tüyüne benzeterek dile getirmiştir.[2]
İslâm
düşüncesinde kalp, imanın, hakikatin, bilginin, hikmetin ve ahlakın
merkezindedir. Beden ülkemizin sultanı olan kalp, gönül dünyamıza da yön veren
ilahi bir cevherdir. Nazargâh-ı ilahidir. Hakk’ın aynasıdır. Şuur, vicdan,
idrak, duygu, akıl ve irade gücümüzün odak noktasıdır. İman ve küfrün, sevgi ve
nefretin, cesaret ve korkaklığın, iyilik ve kötülüğün merkezidir. Haset, gazap
ve nefret gibi kötü duygular kalpte bulunduğu gibi iman, Allah korkusu, hilm ve
takva gibi iyi ve güzel duygular da kalpte bulunur. Allah’ı bilmek ve tanımak
anlamına gelen marifet, kalbin işidir.[3] Allah’a karşı derin kavrayış olan
huşunun mahalli kalptir. Tevazu kalpte başlar. İlahi güzellikler hep kalpte
tecelli eder. Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem kalbine
indirilmiştir.[4] Tabibu’l-kulûb, yani gönüllerin doktoru olan Sevgili
Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, kalbin bu merkezi konumunu “…Dikkat
edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o iyi, doğru ve düzgün olursa bütün
vücut iyi, doğru ve düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin!
O, kalptir.”[5] sözleriyle dile getirmiştir. Kalp, gönül dediğimiz latif
varlıktır. Kalp, kişinin hidayete erdiği yerdir. Kalp, mümin için doğru bilgiyi
yanlış olandan ayırt etme yeridir. Kalp, kötülüklere karşı mücadelenin
verildiği yerdir. Kötülüğe karşı son direnç noktasıdır.[6]
İnsan, hem
akıl ve kalp nimetine sahiptir hem de şeytan, nefis ve şehvet ile çetin bir
imtihana tâbidir. Kalp, Allah’ın nazargâhı olduğu gibi aynı zamanda şeytanın
insana vesvese ve şüphe vermek için fırsat kolladığı yerdir. Allah, kalbi
yüceltmeyi amaçlarken, şeytan onu yıkmayı hedefler. İnsan gece uykusunda dahi
şeytanın vesvesesiyle karşı karşıyadır.[7] Şeytan namazda bile kalbi rahat
bırakmaz, ona hiç aklında olmayan şeyleri hatırlatır ve zihnini meşgul etmeye
çalışır.[8] Bu şekilde şeytan, kişi ile kalbi arasına girmeye çalışarak onu
Allah yolundan alıkoymak ister. İnsan bu girdaptan ancak, iman, salih amel ve
Allah’ı zikirle kurtulabilir. Kalpler ancak, Allah’ı zikrederek itmi’nana ve huzura
kavuşur; kurtuluşa ve doyuma ulaşır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem, Rabbinden hep kalb-i selim niyazında bulunmuş, “Benim kalbim
de perdelenir ve ben her gün yüz defa istiğfar eder, Allah’tan bağışlanma
dilerim” buyurmuştur.[9]
İnançsızlık
ve işlenen günahlar, kalbin kararmasına neden olur.[10] Bu durumda kalp,
Rahmân’ın ilim, hikmet ve iman nurundan yararlanamaz. Akıl, basiret ve duygu
yeteneğini kaybeder. Paslanma, sapma, hastalanma, katılık, perdelenme,
körleşme, mühürlenme, kilitlenme gibi manevî hastalıklara maruz kalır. Kişi
artık kalbi olduğu hâlde onunla hakikati kavrayıp anlayamaz; gözü olduğu halde
onunla gerçeği göremez, kulağı olduğu halde onunla hakkı işitemez.[11]
İman, ilim
ve muhabbet pınarlarıyla beslenen kalp, ilâhî güzellikleri elde edecek şekilde
safiyet kazanırken, dünyaya çok dalmak, tefekkürü terk etmek, ölümü unutmak,
çok gülmek, çok konuşmak,[12] tefrika girdabına kapılmak[13] ve merhametsizlik
gibi kötülükler, kalbi hastalıklı bir hâle dönüştürür. “Merhamet ancak kalbi
katılaşmış inançsız bedhahların kalbinden çekilip alınmıştır”[14] hadisi kalbin
ihtiyaç duyduğu merhamet duygusuna işaret etmektedir. Bencillik, haset, kibir,
cimrilik, hilekârlık, kendini beğenmek, başkalarına tepeden bakmak, sû-i zanda
bulunmak, kin beslemek, insanların başına gelen musibetten zevk almak, dostlara
darılıp onları yüzüstü bırakmak, sözde durmamak, dünyaya karşı gözü doymamak,
insan ile cennet arasına duvarlar ören ve aynı şekilde kalbe zarar veren
kötülüklerdir.[15]
Müminin
kalbi, selim olan kalptir. Kalb-i selim, Allah’a teslim olup selâmet bulmuş
kalptir. Hastalıksız kalptir. Kalb-i selim, Sevgili Peygamberimizin Sallallahü
Aleyhi Vesellem müminin kalbi olarak tanımladığı, ‘Allah’tan korkan, tertemiz
kalptir. Bu kalpte günaha, zulme, kine, hasede yer yoktur.”[16] “Kalbini
yalnızca imana tahsis eden, kalbini selim, dilini sadık, nefsini doymuş,
ahlâkını düzgün kılan ve kulaklarını hak yolunda haberci, gözlerini kalp izinde
bekçi kılan kişi kurtuluşa ermiştir. Kalbini, ilâhî güzelliklerin dolup taştığı
bir kap hâline getiren kişi kurtuluşa ermiştir.”[17] İnsanın âhirette selâmete
ermesi ancak kalbin imarıyla, gönül terbiyesiyle mümkündür. Kalbin şirk, küfür,
nifak gibi hastalıklardan salim olmasıyla mümkündür. O gün ne suretlere
bakılır, ne de mallara. O gün ancak kalplere ve amellere bakılır. [18] “O gün,
ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selim ile gelenler o günde
fayda bulur.”[19] O halde o gün için tertemiz bir kalbe, arı-duru bir gönle
sahip olmak gerekir.
Bitmek
tükenmek bilmeyen insani zaaflarımızın kuşatması altında, ruhen ve bedenen
tükenmenin eşiğine geldiğimizde, kalbimize mukayyet olabilmek için; insana,
eşyaya, kâinata kalp gözü ile bakabilmek için, gönül dili ile konuşabilmek için
daima Sevgili Peygamberimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem bize öğrettiği şu dua
ile Allah’a yalvarmak gerekir: “Ey kalpleri bir halden diğer bir hale çeviren
Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit eyle!”
[1] Tirmizî,
Deavât, 89.
[2] İbn
Hanbel, IV, 409.
[3] Buhârî,
Îmân, 13.
[4] Bakara,
2/97; Şuarâ, 26/193–194.
[5] Buhârî,
Îmân, 39.
[6] Müslim,
İman, 78.
[7] Nesâî,
Kıyâmü’l-leyl ve tatavvuu’n-nehâr, 5.
[8] Buhârî,
Sehv, 6.
[9] Müslim,
Zikir ve dua ve tevbe ve istiğfar, 41.
[10]
Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83.
[11] Araf,
7/179.
[12]
Tirmizî, Zühd, 61.
[13]
Tirmizî, Salât, 54.
[14] Ebû
Dâvûd, Edeb, 58.
[15] Ebû
Dâvûd, Sünnet, 27, 28.
[16] İbn
Mâce, Zühd, 24.
[17] İbn
Hanbel, V, 147.
[18] Müslim,
Birr ve sıla, 34.
[19] Şuarâ,
26/88-89.
Yorumlar
Yorum Gönder