Kasîde-i Bürde
Kasîde-i Bürde
I- Bölüm: Rasûlullah Sallallahü Aleyhi
VesellemAşkı
بِسْمِ اللّهِ
الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…
اَ مِنْ تَذَكُّرِ
جِيراٰنٍ بِذِي سَلَمِ
مَزَجْتَ دَمْعاً جَرٰي
مِنْ مُقْلَةٍ بِدَمٍ
Selem’deki yâranlarını-dostlarını mı
hatırladın da,
Gözünden akan gözyaşına kanını katıp
karıştırmaktasın?
Kanlı gözyaşı dökmektesin!
اَمْ هَبَّتِ الرِّيحُ مِنْ تِلْقٰآءِ
كٰاظِمَةٍ
وَوَاَوْمَضَ الْبرْقُ
فِي الظَّلْمَاءِ مِنْ اِضَمٍ
Yoksa, o şerefli şehir Medine-yi
Münevvere tarafından bir rüzgâr mı esti?
Yoksa, zifiri karanlık içindeyken İzam
Dağı’ndan bir şimşek mi çaktı geçti?
فَمَا لِعَيْنَيْكَ اِنْ
قُلْتَ اكْفُفَا هَمَتَا
وَمَا لِقَلْبِكَ اِنْ
قُلْتَ اسْتَفِقْ يَهِمِ
Gözlerine ne oldu böyle ki “ağlama
artık!” dedikçe coşuyor
Gönlüne ne oldu böyle ki “yapma artık!”
dedikçe gamı tasası artıyor…
اَيَحْسَبُ الصَّبُّ
اَنَّ الْحُبَّ مُنْكَتِمٌ
مَا بَيْنَ مُنْسَجِمٍ
مِنْهُ وَمُضْطَرِمٍ
Gönülden bağlanıp, çok sevip özleyen âşık
zanneder mi ki muhabbet hiç gizli kalır!
Âşığın kafa ve kalbi arsındaki bu fıtrî
tertib ve alevlenme oldukça…
لَوْ لَا الْهَوٰى لَمْ
تُرِقْ دَمْعاً عَلَى طَلَلٍ
وَلَا اَرِقْتَ لِذِكْرِ
الْبَانِ وَالْعَلَمِ
Bu aşk olmasaydı harâbelerde ağlayıp
durmazdın
Bân Ağacı ve Âlem Dağını andıkça ukuyu
terk etmezdin.
فَكَيْفَ تُنْكِرُ
حُبّاً بَعْدَ مَا شَهِدَتْ
بِهِ عَلَيْكَ عُدُولِ
الدَّمْعِ وَالسَّقَمِ
Artık bundan böyle aşkı nasıl inkar
edebilirsin ki,
Yüzündeki zâhirî sakem ve
özündeki-gözündeki bâtınî kanlı göz yaşın, aşkın şahidi ve senin için bir değer
yargısı kıymeti iken?
وَاَثْبَتَ الْوَجْدُ
حَطَّىْ عَبْرَةٍ وَضَنَى
مِثْلَ الْبَهَارِ عَلَى
خَدَّيْكَ وَالْعَنَمِ
Bu yüce aşk kendini, özündeki aşk acısı
ve yüzündeki göz yaşı yarıkları ile sabitledi ve itibarlı kıldı.
Yanaklarında yeşil bahar ve kızıl güller
misali izi var…
نَعَمْ سَرَى طَيْفُ
مَنْ اَهْوٰى فَاَرَّقَنِى
وَالْحُبُّ يَعْتَرِضُ
الْلَذَّاتِ بِالْاَلَمِ
Beni geceleri uykusuz bırakan O
sevgilini hayali!
O’nun aşkı ve elemi tüm lezzetlere
i’tiraz edip engelleyen!
يَا لاَءِمِى فِى
الْهَوَى الْعُذْرِيِّ مَعْذِرَةً
مِنِّى اِلَيْكَ وَلَوْ
اَنْصَفْتَ لَمْ تَلُمِ
Ey benim, Üzriyy gençleri gibi ateşli
aşkımı kınayan kişi,
Eğer sen özümdeki aşk özrümü bilseydin
beni kınamakta insaflı olurdun!
عَدَتْكَ حَالِيَ لاَ
سِرِّي بِمُسْتَتِرٍ
عَنِ الْوُشَاةِ وَلاَ
دَاءِي بِمُنْحَسِمٍ
Bizden olmadığın hâlde hâlimi öğrendin!
Gizli sırrım kalmadı, aşkın bana ettiği
bitme bilmeyen dertlerim üzerine!
مَحَضْتَنِي النُّصْحَ
لاَكِنْ لَسْتُ اَسْمَعُهُ
اِنَّ الْمُحِبَّ عَنِ
الْعُذَّالِ فِي صَمَمٍ
Bana candan-gönülden nasihat etmektesin,
lâkin ben onu duyamıyorum!
Zâten âşık kişi çok kınanmaya karşı
sağırdır.
اِنِّي اَتَهَمْتُ
نَصِيحَ الشَّيْبِ فِي عَذَلِي
وَالشَّيْبُ اَبَعْدُ
فِي نُصْحٍ عَنِ التُّهَمِ
Kınandığım için bana nasihat eden ak
saçlı yaşlıyı itham ettim!
Oysa o saç sakalı bu yolda ağarmış
yaşlı, bana nasihatinden dolayı suçlanmaktan çok uzaktı...
II- Bölüm: Nefsî Hevânın Kınanması
فَاِنَّ اَمَّارَتِي
بِالسُّءِ مَا اَتَعَظَتْ
مِنْ جَهْلِهَا
بِنَذِيرِ الشَّيْبِ واَلْهَرَمِ
Bir gerçek var ki nefs-i emmârem
kötülükle asla va’zı kabul etmedi.
Cehâletinden ağaran saçımın ve ilerleyen
yaşımın uyarmasına aldırış etmedi!
وَلاَ اَعَدَّتْ مِنَ الْفِعْلِ
الْجَمِيلِ قِرَى
ضَيْفِ اَلَمَّ
بِرَأْسِي غَيْرَ مُحْتَشَمِ
Güzel ameller ile misafirimi,
yaşlılığımı ağırlamadı
Muhteşem bir Reis gibi davranmadı...
Zâten misafir de gösrerişsizce tek
başına çıka geldi...
-
لَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ
اَنِّي مَا اُوَقِّرُهُ
كَتَمْتُ سِرّاً بَدَا
لِي مِنْهُ بِالْكَتَمِ
Bilseydim ki nefsimin ona saygısı yokmuş
Nefsimden saklardım sırrımı ve kendimi
açık olmaktan...
مَنْ لِي بِرَدِّ
جِمَاحٍ مِنْ غَوَايَتِهَا
كَمَا يُرَدُّ جِمَاحُ
الْخَيْلِ بِالْلُجُمِ
Kim kurtarır beni şu serkeş nefsin azgın
sapıklığının elinden!
Gemlerin süvarisini dinlemeyen
inatçı-azgın atları yola getirdiği gibi!
فَلاَ تَرُمْ
بِالْمَعَاصِ كَسْرَ شَهْوَتِهَا
أِنَّ اللطَّعَامَ
يُقَوِّي شَهْوَةَ النَّهِمِ
İşlemekte olduğun bu isyanla sakın
nefsin şehvetini kıracağını umma!
Sen yedikçe aç gözlülük şehveti şiddetle
acıkmakta!
وَالنَّفْسُ كَالطِّفْلِ
أِنْ ُتهْمِلْهُ شَبَّ علَي
حُبِّ الرُّضَاعِ وَاِنْ
تَفْطِمْهُ يَنْفَطِمِ
Nefs-i Emâre, süt çocuğu gibidir, memeyi
bıraktırmaz isen hep emer.
Annesini emmeyi pek sever ancak, eğer
memeden bir kesersen sütten kesiliverir…
فَاَصْرِفْ هَوَاهَا
حَاذِرَانْ تُوَلِّيَّهُ
اِنَّ الْهَوَى مَا
تَوَلَّي تُصْمِ اوْ يَصِمِ
Nefs-i Emâreyin hevâsına hâkim ol!
Hevâ ve hevesinden çok çok sakın!
Yoksa geri döner de o sana hükmeder!
Şüphesiz hevâ gücü ele alırsa ya
vurdurup öldürtür ya da vurur öldürür...
وَرَاعِهَا وُهْيَ فِي
الْاعْمَالِ سَاءِمَةُ
وَاِنْ هِيَ
اَسْتَحْلَتِ الْمَرْعَي فَلاَ تَسُمِ
O nefsi iyi güt!
Başıboş yaramaz işler içinde ahmakça
başıboş ve istediği yere çekip gitmesin.
Eğer o bolluklar merasında otlamaya bir
alışırsa geri getiremezsin!
كَمْ حَسَّنْتُ لَذَّةً
لِلْمَرْءِ قَاتِلَةً
مِنْ حَيْثُ لَمْ يَدْرِ
اَنَّ السَّمَ فِي الدَّسَمِ
Nefis her ne kadar otladığı mera’nın
kötülüklerini süslese de öldürücülüğü ortadadır.
Bu bakımdan zehiri güzel yiyecekler
içinde katık gibi sunarlar.
وَاخْشَ الدَّسَاءِسَ
مِنْ جُوعٍ وَمِنْ شَبِعٍ
فَرُبَّ مَخْمَصَةٍ
شَرٌّ مِنْ التُّخَمِ
Açlığın ve tokluğun gizli hilelerinden
kork!
Nice açlık hâli vardır ki şerri
tıka-basa yemeninkinden beter olur!
Nice açlıktan kıvranmanın getirdiği
dertler vardır ki tıka basa yemek o zararı veremez!
وَاسْتَفْرِغِ الدَّمْعَ
مِنْ عَيْنٍ قَدْ اِمْتَلَاَتْ
مِنْ الْمَحَارِمِ
وَالْزَمْ حِمْيَةَ النَّدَمِ
Gözlerinden yaşlar dök ki zâten
haramlarla doluydu...
Sadece pişmanlık için dikkatli olman
yetmez dahası lazım!
Özüne bir vakitler doldurduğun türlü
türlü haramları kanlı gözyaşınla boşalt!
Kaldı ki bu da yetmez pişmanlık
perhizine girmelisin bu çok lazım sana!
وَخَالِفِ النَّفْسسَ
وَالشَّيْطَانَ وَاَعْصِهِمَا
وَاِنْ هُمَا مَحَضَاكَ
النُّصْحَ فَاتَّهِمِ
Şeytana ve nefsine uyma!
İkisine de başkaldır, isyan et!
Eğer sana akla uygun nasihatlar etseler
bile ikisini de suçla!
Sakın nefsine ve şeytana muhalefet
etmekten vaz geçme!
Her emirlerine isyan et!
وَلاَ تُطِعْ مِنْهُمَا
خَصْماً وَلاَ حَكَماً
فَاَنْتَ تَعْرِفُ
كَيْدَ الْخَصْمِ وَالْحَكَمِ
Nefsine ve şeytana asla itâat etme!
İkisi de, ister hasım olsunlar ister
hakem!
Sen bilirsin ki onlar hilelerin hasımı
ve hakemidirler!
Sen sakın nefsine ve şeytana uyma!
Hasım da olsalar, hısım da olsalar,
hakem de olsalar sahtekârlık içindir.
İşin içinde bir kötülük tuzağı
kurmuşlardır!
Şeytana uyan nefsin kime tapacağı sana
bildirildi ve yasaklandı:
أَلَمْ أَعْهَدْ
إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ
عَدُوٌّ مُّبِينٌ
وَأَنْ اعْبُدُونِي
هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
اَسْتَغْفِرُاللّهَ مِنْ
قَوْلِ بِلاٰ عَمَلِ
لَقَدْ نَسَبْتُ بِهِ
نَسْلً لِذِى عُقُمِ
Her amelsiz sözümden Allah’a
estagfirullah!
Kısır ile soyu olanı nisbet etsem ona
tam uyar!
اَمَرْتُكَ الْخَيْرَ
لاَكِنْ مَا اَتَمَرْتُ بِهِ
وَمَا اَسْتَقَمْتُ
فَمَا قَوْلِي لَكَ اَسْتَقَمِ
Ey kardeş!
Sana hayrı emrettim, ama ben kendim onu
emir edinmedim!
Kendim istikamet üzere olmadım, ama sana
sözüm: “ İstikamet üzere ol!” idi...
وَلاَ تَزَوَّدْتُ
قَبْلَ الْمَوْتِ نَافِلَةً
وَلَمْ اُصَلِّ سِوٰي
فَرضٍ وَلَمْ اَصُمِ
Ölmeden önce nafilelerden kendime azık
hazırlamadım
Farzdan başka namaz kılmadım oruç
tutmadım!
III- Bölüm: Rasûlullah (sav)’i öz Övüş-1
ظَلَمْتُ سُنَّةَ مَنْ
اَحْيَ الظَّلاَمَ اِلَي
اَنِ اشْتَكَتْ
قَدْمَاهُ الضُّرَ مِنْ وَرَمِ
Sünnete zulmettim!
Halbuki O kimse ki Muhammed
aleyhisselâm, geceleri onula ihya ederdi.
Ayakları, şişerde verdiği acıdan şekvâ
ederdi…
Aişe (radiallahu anha) Vâlidemiz: “ALLAH
senin için geçmiş ve gelecek olan günâhlarını bağışlasın diye...” (Fetih 48/2)
âyetine işâret etmiştir.
وَشَدَّ مِنْ سَغَبٍ
اَحْشَاءَهُ وَطَوَى
تَخْتَ الْحِجَارَةِ
كَشْحاً مُتْرَفَ الْاَدَمِ
Açlık arttıkça karnına taş bağlar
Böğründeki açlık acısı artsa da nimet
yokluğuna sabrederdi...
وَرَاوَدَتْهُ
الْجِبَالُ الشُّمُّ مِنْ ذَهَبٍ
عَنْ نَفْسِهِ فَأَرَاهَا
اَيَّمَا شَمَمِ
Kendisine yüksek dağlar altın olarak
arzolundu da
O’nun nimetlerin anası nefsi, hiçbir
zaman meyletmedi.
وَاَكَّدَتْ زُهْدَهُ
فِيهَا ضَرُثورَتُهُ
اِنَّ الضَّرُورَةَ لاَ
تَعْدُو عَلَي الْعِصَمِ
O’nun içinde bulunduğu sıkıntı ve
ihtiyaçlar zühdünü sağlamlaştırdı
Yokluk asla vaz geçiremez Hakk’a
sığınmaktan O Nebiyyü’l- Ma’sum’u…
وَكَيْفَ تَدْعُوا اِلَى
الدُّنْييَا ضَرُورَةُ مَنْ
لَوْ لاَهُ لَمْ
تَخْرُجِ الدُّنْييَا مِنَ الْعَدَمِ
Bu dünyanın sıkıntı ve ihtiyaçları O
yüce kimseyi nasıl zühd ü fakrından çağırıp vazgeçirebilir?
Eğer O olmasaydı, dünya yokluktan
varlığa çıkamazdı ki!
مُحَمَّدٌ سَتّذؤدُ
الْكَوْنَيْنِ وَالثَّقَلَيْنِ
وَالْفَرِيقَيْنِ مِنْ
عُررُبٍ وَمِنْ عَجَمِ
O Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)
ki;
Maddî-mânevî iki âlemin ve Rabbımıza
kulluk imtihanında olan insan ve cinlerin Seyidi...
نَبِيُّنَا الْاٰمِرُ
النَّاهَي فَلاَ اَحَدُ
أَبَرَّ فِي قَوْلِ لاَ
مِنْهُ وَلاَ نَعَمِ
O bir tek eşi olamayan emir ve nehiy
peygamberimizdir.
Sözünde “Hayır” veya “Evet” buyurduğu en
doğru olan idi.
هُوَالْحَبِيبُ الَّذِى
تُرْجَى شَفَاعَتُهُ
لِكُلِّ هَوْلِ مِنْ
الْاَهْوَالِ مُقْتَحِمُ
Hakk Teâlâ’nın Habibi odur!
Hubbun-sevginin kaynağı odur!
Başa gelen, tam düşünülemeyen, hesab
edilemeyen her türlü sıkıntılı hâllerdeki güçlüklerde sadece O’nun şefâatı
umulur.
دَعَا اِلَى اللّهِ
فَالْمُسْتَمْسِكُونَ بِهِ
مُسْتَمْسِكُونَ
بِحَبْلِ غَيْرِ مُنْفَصِمِ
Allah’a dâvetini duyan O’nu sımsıkı
tutarsa
Asla kesilip kopmayacak bir ipi
tutmuştur...
فَاقَ النَّبِيِّينَ فِي
خَلْقٍ وَفِي خُلُقٍ
وَلَمْ يُدَانُهُ فِي
عِلْمِ وَلاَ كَرَمِ
Sûret ve Sîrette, yaratılış ve ahlâkta,
afâk ve enfüste tüm peygamberlerin uyduğudur!
İlim ve kerem hususunda hiç biri O’na
yaklaşamadı…
وَكُلُّهُمْ مِنْ
رَسُولِاللّهِ مُلْتَمِسٌ
غُرْفاً مِنَ الْبَحْرِ
اَوْ رَشْفاً مِنَ الدِّيَمِ
Tüm peygamberler ondan iltimas
beklerler.
Deniznden bir avuç…
Rahmetinden bir yudum…
وَوَاقِفُونَ لَدَيْهِ
عِنْدَ حَدِّهِمِ
مَنْ نُقْطَةِ الْعِلْمِ
اَوْ مِنْ شَكْلَةِ الْحِكَمِ
O’nun huzurunda tüm peygamberler
hadlerince durdular.
İlminde bir nokta... İlmin noktası…
Veya hikmetinde bir hareke… Hikmetin
şekli… Gibi…
فَهُوَاللَّذِى تَمَّ
مَعْنَاهُ وَصُورَتُهُ
ثُمَّ اَصْطَفَاهُ
حَبِيباً بَارِيءُ النَّسَمِ
O, hüviyetini mânâ ve sûrette tamamladı
Sonra O’nu Tek sevgili seçti her şeyi
yaratan Hakk Teâlâ…
مُنَزَّهٌ عَنْ شَرِكٍ
فِي مَحَاسِنِهِ
فَ جَوْهَرُ الْحُسْنِ
فِيهِ غَيْرُ مُنْقَسِمِ
İyilik, güzellik ve hak oluşta ortağı
olmaktan arınmış tekti.
Tüm güzelliklerin aslı ve anası oluşu kendine
mahsustu…
IV- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in Doğumu
اَبَانَ مَوْلِدُهُ عَنْ
طِيبِ عُنْصُرِهِ
يَا طِيبَ مُبْتَدَاءٍ
مِنْهُ وَمُخْتَتَمِ
O’nun doğumu beyân eder güzellik
unsurunu...
Ey güzellik!
Başlangıcın da son ucun da O’ndan...
يَوْمٌ تَفَرَّسَ فِيهِ
اللْفُرْسُ اَنَّهُمُ
قَدْ اُنْذِرُوا
بِحُلُولِ الْبُءْسِ وَالنِّقَمِ
Doğum günü Farslılar işin iç yüzünü
analdılar ki;
Kesinlikle ya İlâhi tebliği kabul ya da
intikam uyarısının indiğini-doğduğunu…
وَبَاتَ اَيْوَانُ
كِسْرَي وَهُوَمُنْصَدِعٌ
كَشَمْلِ اَصْحَابِ
كِسْرَي غَيْرَ مُلْتَءِمِ
O gece Kisrâ’nın sarayı çatladı çöktü
Bir daha toplanamamak üzere dağılan
milleti ve devleti gibi...
وَالنَّارُ خَامِدَةُ
الْاَنْفَاسِ مِنْ اَسَفٍ
عَلَيْهِ وَالنَّهْرُ
سَاهِي الْعَيْنِ مِنْ سَدَمِ
Mecusî’nin ateşi kederinden son soluklar
gibi söndü gitti...
Yahudî’nin balık ırmağı ise tasasından
yatağında akış yönünü şaşırdı, aldı başını gitti gider...
وَسَاءَ سَاوَةَ اَنْ
غَاضَتْ يُحَيْرَتُهَا
وَرُدَّ وَارِدُهَا
بِالْغَيْظِ حِينَ ظَمِي
Sapıtmış Sâve için ne kötü oldu o gün ki
gölleri kuruduğunda!
Susuzluktan kavrulduklarında, göle
gidenler hiddetle geri dönünce…
كَاَنَّ بِنَّارِ مَا
بِالْمَاءِ مِنْ بَلَلٍ
حُزْناً وَبِالْمَاءِ
مَا بِنَّارِ مِنْ ضَرَمٍ
Sanki ıslaklıkdan-sudan eser yoktu da
yerinde ateş vardı su içtikleri gölde!
Suları üzüntüden kızdı da ateşe döndü...
Ateşleri üzüntüden kenter içinde kaldı
da
Putahâne olan kalblerindeyse hüzünden
bir su vardı yanmış ateş yerine…
Ateşleri üzüntüden kenter içinde kaldı
da buharlaştı gitti...
وَالْجِنُّ تَهْتْفُ
وَالْاَنْوَارُ سَاطِعَةُ
وَالْحَقُّ يَظْهَرُ
مِنْ مَعْنَي وَمِنْ كَلِمِ
O duğum gecesinde cinler naralar
atmakta...
Göklere maytap gibi nurlar saçılmakta...
Maddî-manevî hak olan Tevdid güneşi
doğdu zâhir oldu...
عَمُوا وَصَمُّوا
فَاِعْلٰانُ الْبَشَاءِرِ لَمْ
تُسْمَعْ وَبَارِقَةُ
الْاِنْذَارِ لَمْ تُشَمِ
Körler görmedi, parıldayan Nübüvvet
nurunu...
Sağırlar duymadı İlâhî kurtuluş
müjdesini…
مِنْ بَعْدِ مَا
اَخْبببَرَ الْاَقْوَامَ كَاهِنُهُمْ
بِ اَنَّ دِينَهُمُ
الْمُعْوَجَّ لَمْ يَقثمِ
Kâhinleri küfür kavmine Tevhidin
doğuşunu haber vermesine rağmen
Kesinlikle sapık dinlerinden dönüp
Hakk’a şâhid olmadılar…
وَبَعْدَ مَا عَايَنُوا
فِي الْاُفْقِ مِنْ شُهُبٍ
مُنْقَضَّةً وَفْقَى مَا
فِي الْاَرْضِ مِنْ صَنَمِ
Bu geceden sonra ufuklarda Yıldızlar
kayıp aktı gitti
Aynı zamanda Yeryüzünde putlar devrildi
yerle bir oldu…
حَتَّي غَدَا عَنْ
طَرِيقِ الْوَحْيِ مُنْهَزِمٌ
مِنَ الشَّيَاطِينِ
يَقْفُ اِثْرَ مُنْهَزِمِ
Bozguna uğrayan bâtıl şeytanlar hezimete
uğrayıp vahyin geldiği yoldan akaçtılar.
Hezimete uğrayan başları İblisin ayak
izi üzere…
كَاَنَّهُمْ هَرَباً
اَبْطَالُ اَبْرَهَةِ
اَوْ عَسْكَرٌ
بِالْحَصَي مِنْ رَاحَتَيْهِ رَمِي
Sanki Kâbeyi yıkmaya gelip de bozğuna
uğrayan Ebrehe ordusunun kaçışı gibi…
Veya Bedir’de atılan bir avuç kumdan
gözleri göremez olan askerler gibi…
نَبْذاً بِهِ بَعْدَ
تَسْبِيحٍ بِبَطْنِهِمَا
نَبْذَ الْمُسَبِّحِ
مِنْ اَحْشَاءِ مُلْتَقِمِ
Özlerine Hakk’ın tesbihinden sonra
atılan çakıllar,
Yutulduğu balığın karnından Hakk’ı
tesbih edince dışarı atılan Yunus aleyhisselâm gibi…
V- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in ilâhî Bereketi
ve Dâveti
جَاءَتْ لِدَءْوَتْهِ
الْاَشْجَارُ سَاجِدَةً
تَمْشِي اِلَيْهِ عَلَي
سَاقٍ بِلاَ قَدَمِ
O Yüce Peygamber Resûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in dâvetine ağaçlar,
Köklerinei söküp sürünerek secde ederek
geldiler…
كَاَنَّمَا سَطَرَتْ
سَطْراً لِمَا كَتَبَتْ
فُرُوعُهَا مِنْ بَدِيعِ
الْحَطِّ فِي الْلَقَمِ
Sanki ağaç dalları yazdı engüzel yazı
ile yol ortasına
Bir lokmada Tevhidin yutuluşunu...
مِثْلَ الْغَمَامَةِ
اَنَّي سَارَ سَاءِرَةً
تَقؤيهِ حَرَّ وَطِيسٍ
لِلْهَجِيرِ حَمِي
O ağaçlar ki tıpkı bulutlar gibi, dal ve
yapraklarıyla Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i
Öğle sıcağının ateş tandırı gibi
olduğunda gölgeleriyle korumak için peşi sıra yürüdüler, yürüdüler…
مِنْ قَلْبِهِ نِسْبَةً
مَبْرُورَةَ الْقَسَمِ
Yemin ederim ortasından ikiye bölünüp
şaklanan Ay’a...
Kesinlikle O’nun kabiyle Ay arasında
sadakatta kabul olunmuşluk güzeliği ve benzerliği vardır...
وَمَا حَوَي الغَارُ
مِنْ خَيْرٍ وَمِنْ كَرَمٍ
وَكُلُّ طَرْفٍ مِنَ
الْكُفَّارِ عَنْهُ عَمِي
Ve o, Hayrı ve Keremi içine alan
mağaraya!
Ve and içerim kâfirlerin tüm
bakışlarında onları kör eden içerdeki Nur-u Mîm’e!
فَالصِّدْقُ فِي
الْغَارِ وَالصِّدِّيقُ لَمْ يَرِمَا
وَهُمْ يَقُولُونَ مَا
بِالْغَارِ مِنْ اَرِمِ
Oysa “SIDK”ın tâ kendisi Muhbir-i Sıdk
olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile “O ne söylüyorsa haktır!”
diyen Sıdık Ebû Bekir (ra) mağaradaydılar!
Kâfirler göremediler...
Ve onlar dediler ki: “Bu mağara
tertemiz, yabancı yok!”
ظَنُّوا الْحَمَامَةُ
وَظَنُّوا الْعَنْكَبُوتَ عَلَي
خَيْرِ الْبَرِيَّةِ
لَمْ تَنْسُجْ وَلَمْ تَحُمِ
O kâfirler zannetiler ki;
Halkın hayırlısı Hz. Muhammed Sallallahü
Aleyhi Vesellemmağarada iken kapısına güvercin hemencecik bir yuva kurup,
yumurtlayıp da yavru çıkaramaz
Vr örümcek de mağaranın ağzını tamamen
ağ ile örüp kapatamz!
وِقَايَةُاللّهِ
اَغْنَتْ عَنْ مُضَاءَفَةٍ
مِنْ الدُّرُوعِ وَعَنْ
عَالٍ مِنَ الْاُطُمِ
Allahu Zü’l-Celâl’in koruması
dostlarını,
Kat kat zırhların müdafasından ve yüce
kalelerin muhtaçlığından gâni-gereksiz kılar...
مَا سَامَنِي الدَّهْرُ
ضَيْماً وَاِسْتَجَرْتُ بِهِ
اِلَّا وَنِلْتُ
جِوَاراً مِنْهُ لَمْ يَضُمِ
Bu anlaşılmaz zaman yumağında dünya
derdi boğazıma sarılınca,
Dertlerin ve sıkıntıların asla olmadığı
Gâr-ı Garra olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Muhabbet Ocağına
ve Merhamet Kucağına koşarım, ulaşmaya nâil olurum…
Hamd olsun Muhammedîyim!
وَلاَ الْتَمَسْتُ غِنَي
الدَّارَيْنِ مِنْ يَدِهِ
اِلَّا اَسْلَمْتُ
تُنَّدَا مِنْ خَيْرِ مُسْتَلَمِ
Ne zaman iki âlemin saadetini dilesem
zâhir ve bâtın elinden,
Yalvardığım anda elimde buldum
Rahmetenlil rahmetini…
لاَ تُنْكِرِ الْوَحْيَ
مِنْ رُءْيَاهُ اِنَّ لَهُ
قَلْباً اِذَا نَامَتِ
الْعَيْنَانِ لَمْ يَنَمِ
Sakın rüyâsında da vahy aldğını inkâra
kalkışma!
Şüphesiz ki o’nun gözleri uyuduğunda
kalbi uyumaz asla!
Nakilsiz akıl kullanm sakın!
فَذَاكَ حِينَ بُلِغٍ
مِنْ نُبُوَّتِهِ
فَلَيْسَ يُنْكَرُ فِيهِ
حَالُ مُحْتَلِمِ
İşte bu Nübüvvetin olgunluğundaki
gerçektir.
Halim selim ergin Erenlerin rüyâları
nasıl inkâr edilebilir.
تَبَارَكاللّهُ مَا
وَحْيٌ بِمُكْتَسَبٍ
وَلاَ نَبِيٌّ عَلَى
غَيْبِ بِمُتَّهَمِ
Birr ü ihsanın yaratanı Allahu
Zü’l-Celâl’in takdiridir ki;
Vahy çalışıp kazanılara elde edilen bir
şey değildir.
Ve asla gaybî haberlerinden dolayı
hiçbir peygamber töhmet altına sokulup suçlanamaz.
Ve Onlar asla gaybî haberlerinde
yanılamazlaranılmazlar ve yanılamazlar...
كَمْ اَبْرَأَتْ
وَصَاباً بِلْلَمْسِ رَاحَتُهُ
وَاَطْلَقَتْ اَلرِبباً
مِنْ رِبْقَتِ الْلَمَمِ
Bir dokunmakla nice hastaları
iyileştirip rahata kavuşturdu
Nice delilerin sihirden çılgınlık
iplerini çözüp salıverdi…
وَاَحْيَتِ السَّنَةَ
الشَّهْبَاءَ دَعْوَتُهُ
حَتَّي حَكَتْ
غُرَّةً فِي الْاَعْصُرِ الدُّهُمِ
O kıtlığın kupkuru yılını duasıyla
diriltti, hayat verdi…
Öyleki asırlar boyunca böylesi bir kara
yıl görülmemişti, tek idi…
بِعَارِضٍ جَادَ
اَوْ خِلْتَ الْبِطَاحَ بِهَا
سَيْباً مِنْ
الْيَمِّ اَوْ سَيْلاً مِنْ الْعَرِمِ
Bereketli duasıyal gökten dökülen
yağmur,
Ve onun yarıp geçtiği derlerde bıraktığı
kum, çakıl taşlarla,
Sanki deniz deyâ akıyor veya ârim seli
gibi…
قَدْ تُنْكِرُ الْعَيْنُ
ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ
وَيُنْكِرُ الْفَمُ
طَعْمَ الْمَاءِ مِنْ سَقَمِ
Ağrıyıp iltihaplana göz güneşin ışığını
inkâr eder ya!
Hastalıklı ağız da suyun tadını inkâr
eder ya!
VII- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in Mi’racın
Anlatış
يَا خَيْرَ مَنْ يَمَمَ
الْعَافُونَ سَاحَتَهُ
سَعْياً وَفَوْقَ
مُتُونِ الْاَيْنُقِ الرُّسُمِ
Ey çölde hızla giden yaya yoksulların,
hecin develeri iz bırakarak koşanların uğruna koştuklarının en hayırlısı…
وَمَنْ هُوَالْاٰيَةُ
الْكُبْرَي لِمُعْتَبِرٍ
وَمَنْ هُوَالنِّعْمَتُ
الْعُظْمَي لِمُغْتَنِمِ
İbret ve hikmetle anlamak isteyenlere en
büyük vatlık delili!
Fazla yorulmadan ganimet dileyenler için
muazzam nimet ve rahmet kaynağı!
سَرَيْتَ مِنْ حَرَمِ
لَيْلً اِلٰى حَرَمٍ
كَمَا سَرَى الْبَدْرُ
فِي دَاجٍ مِنَ الظُّلَمِ
Serayte min Haramin leylen ilâ Haramin
Kemâ sera'l-bedru fî dâcin mine'z-zulemi
Bir gece Haram’dan Haram’a yürüdün...
Mescid-i Harm’dan Mescid-i Aksâ’ya
ağdın!
Kapkaranlık gecelerde dolunay gibi
karanlıkları ışınla yırtarak...
وَبِتَّ تَرْقٰي اِلٰي
اَنْ نِلْتَ مَنْزِلَةً
مِنْ قَابَ قَوْسَيْنِ
لَمْ تُدْرَكْ وَلَمْ تُرَمِ
Menziline ulaşmak için çıktıkça çıktın
yücelere...
Kimselerin asla ulaşıp idrak edemediği
Kâbe Kavseyn keremine...
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
فَكَانَ قَابَ
قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
“Summe dena fe tedella. Fe kane kabe
kavseyni ev edna: Sonra (Muhammed'e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar
ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.” (Necm
53/8-9)
وَقَدَّمَتْكَ جَمِيعُ
الْاَنْبِيَاءِ بِهَا
وَرُّسُلِ تَقْدِيمِ
مَخْدُوومٍ عَلَي خَدَمِ
Bütün peygamberler seni önde imam
ettiler
Hizmette İlâhi hükmün gereği kadrini
bilip seni takdim ettiler.
وَاَنْتَ تَخْتَرِقُ
السّبْعَ الطِّبَاقَ بِهِمِ
فِي مَوْكِبٍ كُنْتَ
فِيهِ صَاحِبَ الْعَلَمِ
Yedi kat göklere uğrayp geçen-yükselen
Sensin!
Peygamberler kafilesinde başta bayraktar
olnda Sendin!
حَتَّي اِذَا لَمْ
تَدَعْ شَأْواً لِمُسْتَبِقٍ
مِنْ الدُّنُوِّ وَلاَ
مَرْقً لِمُسْتَنِمِ
Bu bilinemez buluşmaya çağrılanların en
önünde oldun.
Hakk’a yakınlıkta ilerisi, ötelerin
ötesi kalmadı.
خَفَضْتَ كُلَّ مَقَامٍ
بِالْاِضَافَةِ أِذْ
نُودِيتَ بِالرَّفْعِ
مِثْلَ الْمُفْرَدِ الْعَلَمِ
Her makamı yaşayarak geride kodun!
O çağrıldığın yüce noktaya tek başına
yükseliyişiyin benzeri o zirvede dalgalanan Tekbir sancağı gibi…
كَيْمَا تَفُوزُ بِ
وَصلِ اَيِّ مُسْتَتِرٍ
عَنِ الْعُيُونِ وَسِرٍّ
اَيِّ مُكْتَتَمِ
Tüm gözlerden gizlenmiş vuslatın.
Gizliden de gizli sırra ulaşman ve elde
edişin…
فَحُزْتَ كُلَّ فَخَارٍ
غَيْررَ مُشْتَرَكٍ
وَجُزْتَ كُلَّ مَقَاممٍ
غَيْررَ مُزْدَحَمٍ
Bütün övünçleri ve övünülecek özellik ve
güzellikleri tek başına Sen topladın!
Faziletlerde ortağın olmadı Senin!
Tüm yüce makamları Sen cem’ ettin
izdihamsız!
Farklar, farklılıklarını Sende terk edip
Tevhid etti!
Hanif Dini Sende tekmil oldu!
وَجَلَّ مِقْدَارُ مَا
وُلِيتَ مِنْ رُتَبٍ
وَعَنْ اِدْرَاكُ مَا
اُولِيتَ مِنْ نِعَمِ
Ulaştığın rütbelerin yüceliğini takdir
ne mümkün!
Tüm âlemlere rahmet oluşunu yaşayışın ve
Ni’met-i Uzmâ oluşun ne harika ve anlaşılıp idrakı nasıl da imkânsız!
بُشْرَى لَنَا مَعْشَرَ
الْاسْلاَمِ اِنَّ لَنَا
مِنَالْعِنَايَةةِ
رُكْناً غَيْرَ مُنْهَدِمِ
Ey Ulu İslâm Milleti!
Bize müjdeler olsun!
Kıyamete kadar yıkılması mümkün olmayan
bu bize getirdiği Rükn-i Metin inayetinden dolayı!
Muhammedî, Kur’ânî ve Rabbânî şuur
şehâdeti...
لَمَّا دَعَااللّهُ
دَاعِينَا لِطٰاَعَتِهِ
بِاكْرَمِالرُّسِلِ
كُنَّا اَكْرَمَ الْاُمَمِ
İtâaatına bizi dâvet edeni, Allah Teâlâ
da dâvet edince;
O, oldu Resüllerin ekremi!
Biz de ümmetlerin ekremi olduk!
Peygamberin Hakka davet ettiği cemaat...
Bir dille konuşan millet. Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
VIII- Bölüm: Rasûlullah (sav)’in cihâdını
Anlatış
رَاءَتْ قُللُوبَ
الْعِدٰي اَنْبَاءُ بِعْثَتِهِ
كَنَبْأَةِ اَجْفَلَتْ
غُفْلاً مِنْ الْغَنَمِ
Bi’set haberini alan düşmanların
kalbleri tiredi sonlarını düşünerek…
Sanki hiç duymadıkları bir ses ürküttü
koyunları...
مَازٰالَ يَلْقَاهُمْ
فِي كُلِّ مُعْتَرَكٍ
حَتَّى حَكَوْ
بِالْقَانَا لَحْماً عَلٰى وَضَمِ
Tüm savaşlarda, düşmanları karşısında
dimdik durdu yğitçe...
İnkârcılar çengelde et gibi oluncaya
kadar.
وَدُّوا الْفِرَارَ
فَكَادُوا يَغْبِطُونَ بِهِ
اَشْلاَءَ شَالَتْ مَعَ
الْعِقْبَانِ وَالرَّخَمِ
Savaşlarında düşmanlarının en çok
istediği kaçıp kurtulmaktı...
Öyle ki akbabaların kapıp kaçtığı leş
parçalarına gıbta ederlerdi...
تَمْضِي الَيَالِي وَلَا
يَدْرُونَ عِدَّتَهَا
مَا لَمْ تَكُنْ مِنْ
لَيَالِي الْاَشْهُرِ الْحُرُمِ
Gelip geçen gece-gündüzlerini
saşırmşlardı...
Haram ayları gelmese bilmezlerdi ayı,
günü sayısını...
كَاَنَّمَا الدِّينُ
ضَيْفٌ حَلَّ سَاحَتَهُمْ
بِكُلِّ قَرْمٍ اِلَى
لَحْمِ الْعِدَى قَرِمٍ
Sanki misafir gibi olan İslam Dini o
mücahidlerin savaş sahalarında yurt buldu.
Onlar öylesine iştahlı ki alıcı kuşlar
gibi düşman etine…
يَجُرُّ بَحْرَ خَمِيسٍ
فَوْقَ سَابِحَةٍ
يَرْمِي بِمَوْجٍ مِنَ
الْاَبْطَالِ مُلْتَطِمٍ
Sankibahadırlık denine dalan ordular
gibi
Kahramanca vuruşup çarpışan dalgalr gibi
İslam mücahidleri…
مِنْ كُلِّ مُنْتَدِبٍ
لِلّٰهِ مُحْتَسِبٍ
يَسْطُوا بِمُسْتَأْصِلٍ
لِلْكُفْرِ مُصْطَلِمِ
Onlar ki Allah’ın davetçileridirler,
bildikleri tek şey O’nun için koşmaktır.
Küfrü kökünden söküp atmaktır hesabları,
hamleleri onun içindir…
حَتَّى غَدَتْ مِلَّةُ
الْاِسْلَامِ وَهْيَ بِهِمْ
مِنَ بَعْدِ غُرْبَتِهَا
مَوْصُولَةَ الرَّحِيمِ
Hem de o bahadırlar ile bu Millet-i
İslam kurtuldu yalnızlıktan, yaşadığı gurbetten Sila-yı Rahîm’e kavuştu,
yurdunu buldu…
مَكْفُولَةَ اَبَداً
مِنْهُمْ بِخَيْرِ اَبٍ
وَخَيْرِ بَعْلٍ فَلَمْ
تَيْتَمْ وَلَمْ تَءِمِ
Artık bu İslam dinini Allah, ordusuyla
ebediyen koruyacak.
En hayırlı ana baba elinde olup yetim
kalmayacak.
En hayırlı karı-koca elinde olup dul da
kalmayacak...
هُمُ الْجِبَالُ فَسَلْ
عَنْهُمْ مُصَادِمَهُمْ
مَاذَا رَأَوْ مِنْهُمُ
فِي كُلِّ مُصْطَدَمِ
Onlar savaşta yüce dağlar gibidir.
Sen onları, onlarla vuruşanlara sor!
Tüm savaş meydanlarında neler
gördüklerini onlarla çapışanlara sor!
وَسَلْ حُنَيْناً وَسَلْ
بَدْراً وَسَلْ اُحُداً
فُصُولَ حَتْفٍ لَهُمْ
اَدْهٰى مِنَ الْوَخَمِ
Huneyne sor, Bedire sor, Uhuda sor!
Hepsine sor!
O sıralarda taundan beter idi onlar,
düşman için ölümde...
اَلْمُصْدِرِّي
الْبِيْضِ خُمْراً بَعْدَ مَا وَرَدَتْ
مِنَ الْعِدٰى كُلَّ
مُسْوَدِّ مِنَ الْلِمَمِ
Düşmanın kapkara omuzlarını yardığında
yalın-parlak-bembeyaz kılıçları, alkızıl çiçekler açardı...
وَلْكَاتِبِينَ بِسُمْرِ
الْحَطِّ مَا تَرَكَتْ
اَقْلَامُهُمْ ححَرْفَ
جِسْمٍ غَيْرَ مُنْعَجِمِ
Onlar süngüleri kalem olan kâtiblerdi
sanki.
Ve düşman vücutlarında noktalamadık harf
bırakmazlardı...
شَاكِي السِّلَاحِ
لَهُمْ سِيمَا تُمَيِّيزُهُمْ
وَالْوَرْدُ يَمْتَازُ
بِالسِّيمَا مِنَ السَّلَمِ
Harp âletleri her zaman keskin ve hazır
olan kimseler onlar, yüzlerinden bellidir tekmil silah yiğitlikleri.
Nasıl ki gül simâsıyla ayrılırsa gülsüz
selem ağacından...
تَهْدِي اِلَيْكَ
رِيَاحُ النَّصْرِ نَشْرَهُمُ
فَتَحْسَبُ الزَّهْرَ
فِي الْاَكْمَامِ كُلَّ كَمِي
Onların kokularını zafer rüzgârları
getirir.
Sen her bir yiğidin ter damlasını,
tomurcuğundan çıkan çiçek bil-say!
كَاَنَّهُمْ فِي ظُهُورِ
الْحَيْلِ نَبْتُ رُباً
مِنْ شِدَّةِ الْحَزْمِ
لَا مِنْ شِدَّةِ الْحُزُمِ
Sanki onlar atların sırtında sarp
dağların ağacı gibi sağlam ve dik dururlar.
Bu hâlleri ata çekilen sağlam kolndan
değil, cihaddakii azim ve sabırlarındadı…
طَارَتْ قُلُوبُ
الْعِدٰى مِنْ بَأْسِهِمْ فَرَقاً
فَمَا تُفَرِّقُ بَيْننَ
الْبَهْمِ وَالْبُهَمِ
Savaşta mücahidin narasının şiddetinden
düşmanın ödü kopup ağzına gelirdi.
Fark edemez olurdu koyun melemesi mi?
Aslan kükremesi mi?
وَمَنْ تَكُنء بِرَسُولِ
اللّهِ نُصْرضتُهُ
اِنْ تَلْقَه الْاُسْدُ
فِي اٰجَامِهَا تَجِمِ
Kim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in yardıyla birlikte olursa,
Ormanda asalana rastlasa aslan
yabancılığı bırakır, uslanır, saygı duyar.
وَلَنْ تَرَى مِنْ
وَلِيٍّ غَيْرِ مُنْتَصِرٍ
بِهِ وَلَا مِنء عَدُوٍّ
غَيْرَ مُنْقَصِمٍ
O yüce Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) ile olup da, nusrete ermemiş bir tek dostunu göremeyeceksin!
Yardımını görmeyen dostu yoktur.
Yine O’na düşman olan birinin de
hezimetten kurtulduğunu göremeyeceksin!
Tokadını yemeyen düşmanı da olamaz,
er-geç yer!
اَحَلَّ اُمَّتَهُ فِي
حِرْزِ مِلَّتِهِ
كَالْلَيْثِ حَلَّ مَعَ
الْاَشْبَالِ فِي اَجَمِ
Ümmetinin üstüne İslam dininin koruyucu
kanatlarını gerdi.
Aslan yavrularını ormanın koruduğu gibi…
كَمْ جَدَّلَتْ
كَلِمَاتُ اللّهِ مِنْ جَدَلٍ
فِيهِ وَكَمْ خَصَّمَ
الْبُرْهَانُ مِنْ خَصِمِ
Nice kendisi hakkında cedele kalkışan
azgını çarptı Kelimetullah!
Ve nice hasmını karşı delilleriyle yere
indirdi Kurân-ı Kerîm!
كَقَاكَ بِالْعِلْمِ فِي
الْاُمِّيِّ مُعْجِزَةَ
فِي الْجَاهِلِيَّةِ
وَالتَّأْدِيبِ فِي الْيُتُمِ
Bilnemezlik a’masından mu’cizeleri, ilim
olarak yeter Sana!
O, câhiliyyet içinde yetim iken muhteşem
edebi...
Terbiyesi azim ahlâkı...
Ve Sen!
Ey A’mâ Âleminden-akılla bilinemezlik
diyarından haber getiren Nebiyyü’l-Ümmî!
IX- Bölüm: Allahu Zü’l-Celâl’den Mağfiret
Dileme
خضدَمْتُهُ بِمَدِيحٍ
اَسْتَقِيلُ بِهِ
ذُنُبَ عُمْرٍ مَضَى فِي
الشِّعْرِ وَالْخِدَمِ
O’nu överek hizmetinmi sunup kabul
buyurmasını dilerim.
Memurlukta ve şâirlikte günah içinde
geçen ömrüme yanarım da affımı dilerim!
اِذْ قَلَّدَانِيَ مَا
تُخْشَى عَوَاقِبُهُ
كَاَنَّنِي بِهِمَا
هَدْيٌ مِنَ النَّعَمِ
Geçen yılların hevâ şiirleri sanki boynuma
geçen bir boyunduruk da korkunç sonuca doğru beni sürüklüyor.
Geçen yıllardaki memurluk ve şâirlik
boyunduruğuyla ben, gerdanlık takılıp süslenmiş kurbanlık bir koyuna
benziyorum.
اَطَعْتُ غَيَّ الصِّبَا
فِي الْحَالَتَيْنِ وَمَا
حَصَّلْتُ اِلَّا عَلَى
الْاٰثَامِ وَالنَّدَمِ
Bu iki hâl içinde süt emen bebe aldandım
uydum gittim yâd elleri övmeye yermeye...
Ben böylece yıllarca günah ve pişmanlık
topladım durdum!
Ben ne çocukluk yapmış da toplamışım bu
kadar suç ve pişmanlığı bilemem!
فَيَا خَسَارَةَ نَفْسٍ
فِي تَجَارَتِهَا
لَمْ تَشْتَرِ الدِّينَ
بِالدُّنْيَا وَلَمْ تَسُمِ
Ne kadar yazık o nefse ki;
Ömür ticaretinde dinini verip dünyayı
satın alıyor!
Hiçbir kural tanımdan istediğini yapıyor
da sonunu düşünmüyor!
Hüsran o ki, kâr için ticarete girişir
de, bırak kazanç elde etmeyi ana parayı da yer bitirirse hüsran düşmüş
demektir!
وَمَنْ يَبْعِ اَجَلاً
مِنْهُ بِعَاجِلِهِ
يَبْنِ لَهُ الْغَبْنُ
فِي بَيعٍ وَفِي سَلَمٍ
Kim ki sonuçta vaat edilen en önemli
şeyi şimdi, basit, geçici ve nefsî lezzetler uğruna hemen peşince alırsa...
Akılsızlık üzerine buz üstünde bina
yapmış gibi olur.
Onun peşin parasını ticaret diye çarçur
etmesi tercih ve tedbirden mahrumluğudur!
اِنْ اٰتِ ذَنْباً فَمَا
عَهْدِي بِمُنْتَقِضٍ
مِنَ النَّبِيِّ وَلاَ
حَبْلِي بِمُنْصَرِمِ
Ben her ne kadar günahkâr olarak
huzuruna gelsem de sözümden dönmüş değilim!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’e teslimyyet-iman-tâbi oluş ve itâat ediş ahdim ve bağım asla kesilmiş
değildir...
فَاِنَّ لِي ذِمَّةَ
مِنْهُ بِتَسْمِيَتِي
مُحَمَّداً وَهْوَاَوْفَى
الْخَلْقِ بِالْذِمَمِ
Benim bir emânım ve dayanağım var ki
adım Muhammed!
O Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) ki adıyla çağrılanı kurtarmayı vâdetmiştir.
O halka verdiği sözlerde en vefakâr
olandır…
اِنْ لَمْ يَكُنْ فِي
مَعَادِي اٰخِذاً بِيَدِي
فَضْلاً وَاِلّاَ فَقُلْ
يَازَلَّةَ الْقَدَّمِ
Eğer âhirette lütfedip elimi tutmaz ise,
İşte ozaman bana de ki:
“Ey ayağı kayan zavallı, uçurama
gidiyorsun!”
حَشَاهُ اَنء يُحْرِمُ
الرَّاجِي مَكَارِمَهُ
اَوْ يَرْجِعَ الْجَارُ
مِنْهُ غَيْرَ مُحْتَرَمِ
O yüce peygamberimiz Efendimiz!
Hâşâ ki kendisinden kerem ve şefâat
umanı mahrum bıraksın!
O taşıdığı kıymet ve şerefin gereği
hiçbir komşuyu ve muhtacı asla eli boş geri çevirmez...
وَمُنْذُ الزَمْتُ
اَفْكَارِي مَدَاءِحَهُ
وَجُدْتُهُ لِخَلَاصِي
خَيْرَ مُلْتَزِمِ
Aklımı, fikrimi ve şiirlerimi tamamen
O’nu övmeye çevirince;
Dünyamda, dinimde ve âhiretimde
kurtuluşumun ve selâmetim için garanti mültezim olarak O’nu buldum…
وَلَنْ يَفُوتَ الْغِنَى
مِنْهُ يَداً تَرِبَتْ
اِنَّ الْحَيَا يُنْبِتُ
الْاَزْهَارَ فِي الْاَكَمِ
Lütfunu esirgemez O, isteyen elde
asla...
En darlık bile olsa...
Nasıl yağan yağmur, hiç ot bitmez
sanılan terkedilmiş tepeleri çiçeklerle süslerse…
وَلَمْ اُرِدْ زَهْرَةَ
الدُّنْيَا الَّتِي قَطَفَتْ
يَدَا زُهَيْرٍ بِمَا
اَثْنَى عَلٰى هَرَمِ
Ben asla dünya zehirleri toplamadım!
Dünya ganimeti dilenmedim!
Züheyr’in Herem’i överek yağcılıkla el
açıp topladığı gibi!
X- Bölüm: Rasûlullah (sav)’e İlticâ ve
Şefâat Dileme
يَا اَكءرَمَ الْحَلْقِ
مَالِي مَنْ اَلُوذُ بِهِ
سِوَاكَ عِنْدَ حُللُولِ
الْحَادِثِ الْعَمَمِ
Ey Yaratılanların en kerimi!
Her can taşıyan için geçerli olan son
nefeste Senden başka kim var bana mutlaka lâzım olan?
Yalnız sana sığınılır ki Senin tek
sığınak oluşunu, sistemi var eden Allah Teâlâ tâyin etmiştir.
Ölüm kapıyı çaldığında sözümüzün, Senin
sözünde buluşmasını dilerim!
وَلَنْ يَضِيقَ رَسُولِ
اللّهِ جَاهُكَ بِي
اِذِ الْكَرِيمؤ
تَجَلّٰى بِاِسْمِ مُنْنَقِمِ
Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)!
O gün Senin Makm-ı Mahmud’un için, bir
sıkıntı ve darlık asla söz konusu değildir!
Beni de al o emîn melce’e, El Müntakîm
ism-i şerîfi tecellî ettiği gün Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)!
فَ اِنَّ مِنْ جُودِكَ
الدُّنْيَا وَضَرَّتَهَ
وَمَنْ عُلُومِكَ عِلْمَ
الْلَوْحِ وَالْقَلَمِ
Şüphesiz ki bu dünya ve o âhiret
âleminde her güzellik ve özellik senin kerem cömertliğinden var oluş bulur…
Her varlığı yaratan Allah Teâlâ
takdiriyle, Seni Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i olarak Levh ve
Kalem bilgisinin kaynağı kılmıştır hamd olsun!
يَا نَفْسُ لَا
تَقْنَطِي مِنْ ظَلَّةٍ عَظُمَتْ
اِنَّ الْكَبَاءِرَ فِي
الْغُفْرَانِ كَالْلَمَمِ
Ey Nefis!
İşlediğin büyük güahlar yüzünden tamamen
umutsuzluğa düşme!
Şüphesiz ki rahmeti gazabını geçen ve
çok bağışlayıcı olan Allahu zü’l- Celâl katında büyük günahlarda küçük günahlar
gibidir.
Samimiyetle tevbe istiğfar edilince…
لَعَلِّ رَحْمَةَ رَبِّي
حِينَ يَقْسِمُهَا
تَأْتِي عَلَى حَسَبِ
الْعِصْيَانِ فِي الْقَسَمِ
Yüce Rabb’ımın rahmeti her hâlde umulur!
Günahlar büyüdükçe Rahmet taksiminden
gelen rahmette artar!
Ve Rahmetullah, umulur ki büyük
günahlarda daha da çok gelir!
يَا رَبِّ وَاجْعَلْ
رَجَاءِي غَيْرَ مُنْعَكِسٍ
لَدَيْكَ وَاجْعَلْ
حِسَابِي غَيْرَ مُنْخَرِمِ
Yâ Rabbî!
Umutlarımı, yalvarışlarımı döndürüp bana
gönderme!
Ey Rabbim!
Umutlarımı, yalvarışlarımı katından bir
lütf-ü kerem eklemeden boşa çıkarıp hesabımı ebediyen kapatma!
يَا رَبِّ وَاجْعَلْ
رَجَاءِي غَيْرَ مُنْعَكِسٍ
لَدَيْكَ وَاجْعَلْ
حِسَابِي غَيْرَ مُنْخَرِمِ
Rabbim! Bu kuluna yardımını lütf et iki
âlemde, bu dünya ve öte dünyada!
Şüphesiz ki bana, hezimete uğratacak
hâller başıma geldiğinde çok sabır gerekir!
Bozguna uğradığımda sabr etmeyi, emân
dilemeyi lütf et Yâ Rabbî!
وَاْذَنْ لِسَحْبِ
صَلٰوةٍ مِنْكَ دَاءِمَةً
عَلَى النَّبِيِّ
بِمُنْهَلٍ وَمُنْسَجِمِ
Yüce Rabbîm!
İzin ver katından Rahmet ve Sıla
Bulutları ebediyen,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in üstüne-yüce yüreğine,
Rahmet, selâm ve sıla yağmurları
yağdırsın sicim sicim, sağnak sağnak…
Selâmlarımız serinletsin Sırrı Kaynağı
azîz sinesini inşâallah!
وَالْاٰلِ وَالصَّحْبِ
ثُمَّ التَّابِعِينَ لَهُمْ
اَهْلُ التُّقٰى
وَالنُّقٰى وَالْحِلْمِ وَالْكَرَمِ
Ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in ailesine ve ashabına sonra O’na tâbi olanlara sonsuz salât ü
selâmlar;
Ehl-i takvâdan; her an her yer ve her
hâlde Allah Teâlâ’dan korkan Hakk Dostlarından...
Ehl-i nukâdan, içi dışı tertemiz ve pâk
Hakk Dostlarından...
Ehl-i hilmden, doğuştan yüce ahlâklı
Sadık Muhammedîlerden…
Ehl-i keremden, her iyiliği dâima
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in adına, hesabına ve şerefine yapan
sıdıklarda...
Onlar ki, Hakk Teâlâ’ya en yakîn, en
temiz, en uysal ve en eli açık kullarındır!
Onların hiç durmayan gözyaşları gibi
yağmakta ve yağacak olan salât ü selâmlarına bizimkileri de kat ebediyen
İnşâllah!
مَا رَنَّحَتْ عَذَبَاتِ
الْبَانِ رِيحُ صَبَا
وَاَطْرَبَ الْعِيسَ
حَادِي الْعِيسِ بِالنَّغَمِ
Her seher esen Bâd-i Sâbâ, Bân Ağacının
güzel ve özel dallarını salladıkça,
Kervancının, çile çöllerinde ilâhî
ahenkli sesiyle ve deyişleriyle dost develeri coşturduğu sürece sürsün bu salât
ü selâmlar ebediyyen!
İnşâllah!
Sana salât ü selâmlarımız sonsuz olsun
Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)!
Şerefli annelerimize, aziz evlâdlarına,
Ehl-i Beytine (as) ve kadir kıymet bilir ashabına (ra) da olsun!
Elhamdülillahirabilâlemin…
ثُمَّ الرِّضَا عَنْ
أَبِي بَكْرٍ وَعَنْ عُمَرٍ
وَعَنْ عَلِيٍّ وَعَنْ
عُثْمَانَ ذِي الْكَرَمِ
وَالآلِ وَالصَّحْبِ
ثُمَّ التَابِعِيَن فَهُمْ
أَهْلُ التُّقَى
وَالنَّقَا وَالحِلْمُ وَالْكَرَمِ
يِا رَبِّ بِالمُصْطَفَى
بَلِّغْ مَقَاصِدَنَا
وَاغْفِرْ لَنَا مَا
مَضَى يَا وَاسِعَ الكَرَمِ
وَاغْفِرْ إِلَهِي
لِكُلِ المُسْلِمِينَ بِمَا
يَتْلُونَ فيِ
المَسْجِدِ الأَقْصَى وَفيِ الحَرَمِ
بِجَاهِ مَنْ بَيْتَهُ
فيِ طَيْبَةٍ حَرَمٌ
وَاسْمُهُ قَسَمٌ مِنْ
أَعْظَمِ الْقَسَمِ
وَهَذِهِ بُرْدَةُ
المُخْتَارِ قَدْ خُتِمَتْ
وَالحَمْدُ للهِ فيِ
بِدْءٍ وَفيِ خَتَمِ
أَبْيَاتُهَا قَدْ
أَتَتْ سِتِّينَ مَعْ مِائَةٍ
فَرِّجْ بِهَا كَرْبَنَا
يَا وَاسِعَ الْكَرَمِ
Yorumlar
Yorum Gönder