Bir Suçlu Varsa O da Benim!
Bir Suçlu Varsa O da Benim!
Bir
zamanlar Mısır’da çok şiddetli bir kuraklık ve kıtlık olmuş. Halk, gayb gözü
açık olduğuna inanılan Mısırın evliyasından Zinnun-i Mısrî’ Kuddise Sirruh’un
başına toplanmış. Demişler ki:
“-
Efendim, içimizde bir günahkâr varmış, onun yüzünden rahmet gelmiyor ve yağmur
yağmıyormuş. Lütfen onu bir tesbit etsen, bize versen de, biz onu Mısırdan
kovsak, rahmete kavuşsak! Kıtlıktan kurtulsak.”
Bunun
üzerine Zinnûn Kuddise Sirruh:
“-
Öyle mi canlar!”, demiş, onları savdıktan sonra başını alıp Mısır’dan çıkıp
gitmiş. Hayli zaman sonra yağmur gelmiş, Mısır’ın topraklarında bereket
kaynamaya başlamış, halkın yüzü gülmüş, o ara Zinnûn da Mısır’a dönmüş. Bunu
duyan halk Zinnûn Kuddise Sirruh’un başına toplanmış:
“-
Nerelere gittiniz efendim, sizi hayli zamandır arıyoruz, bulamıyoruz”, demeleri
üzerine Zinnûn Kuddise Sirruh cevap vermiş:
“-
Evladım, duydum ki içinizde bir günahkâr varmış, onun yüzünden ülkenize yağmur
gelmiyormuş. Ben de aradım, taradım, içinizde benden daha büyük günahkârını
bulamadım. Başımı aldım, çıktım ki siz rahmete, berekete kavuşasınız.”
Kıssadan
çıkaracağımız hisse şudur:
Keşke
herkes birbirini suçlayacağına, suçu herkes üzerine alsa: “Bir suçlu
varsa, o da benim” dese, Yusuf Aleyhisselâm
Peygamber gibi: “Ben nefsimin pak olduğunu iddia edemem. Onun işi hep
kötülükleri emretmektir.” dese, nefsini kardeşlerinin arasındaki sevgiye,
dayanışmaya feda etse, işte o zaman rahmet, bereket, huzur, afiyet ve cennet
arkamızdan koşarak gelir. Allah bizi, nefsin avukatlığını yapmaktan muhafaza
eylesin.
Biri
gelmiş Mevlana Kuddise Sirruh’a sormuş:
“- Sen demişsin ki ben
yetmiş iki buçuk milletle beraberim, doğru mu?” Mevlana Kuddise Sirruh:
“-
Evet!”, demiş. Adam Mevlana Kuddise Sirruh’a saymaya başlamış:
“-
Vay seni gidi…”
Bu
ifadeler karşısında Mevlana Kuddise Sirruh’dan aynı şiddette hakaretlerle
karşılık beklenirken, o tersini yapmış, kendisine hakaret eden adamın tarafına
geçmiş:
“-
Ey bana bu kötü sıfatları layık gören, nefsime haddini bildiren kardeş, bu
düşüncelerinde seninle de beraberim, yerden göğe kadar haklısın”, demiş.
Bu
beklenmedik güzellik karşısında adam pişman olmuş, özür dilemiş. Had bildirmeye
kalkmışken, densizliğini anlamış, haddini bilen bir adam haline gelmiş.
Üstad
Bediüzzaman Rahmetullahi Aleyh boşuna mı, “Nefis cümleden edna, Vazife cümleden
a’lâ” yani, nefis herkesten aşağı, hizmet herkesten yukarı, demiş, eserlerinde.
“Nefs-i emareme bir sille-i te’dip!” diyerek tokatlarını ve tokmaklarını önce
kendi nefsine indirmiştir.
Yine
büyüklerimizden biri:
“-
Herkes yahşi ben yaman/ Eller buğday ben saman” demiş.
Bu
örneklerden sonra herkes şu insaf çizgisine gelse ve, “Büyükler böyle derse,
benim gibi küçüklerin de her halde şöyle demesi gerekir: Ey imana ve Kur’an’a
hizmet eden kardeşlerim! Hepiniz yahşisiniz ben yamanım, hepiniz buğdaysınız
ben samanım.” dese, “içinizde bir kötü varsa o da benim!” diye itirafta
bulunsa, kusuru, kabahati üzerine alsa, gücendirdiklerinden özür dilese, affını
istese, gücenenler de affetme faziletini gösterse acaba problem diye bir şey
kalır mı?
Hizmetin
gelişmesine ve şahlanmasına engel görünen bütün nefs-i emareler, egolar,
enaniyetler ve benlikler Kur’an’a, ve imana hizmet yolunda Allah rızası için
çırpınanlara feda olsun, kurban olsun. Olsun ki, Allah’ın kelamı yeryüzünde
sahipsiz, kuvvetsiz, çaresiz ve cemaatsiz kalmasın. Müslümanların ve hizmet
gruplarının birliktelikleri bozulmasın. Kuvvetleri azalmasın, yok olmasın.
Düşmanlar ve şeytanlar sevinmesin.
Sevgili
Peygamberimiz, dine hizmet yolunda taşlandı, haşlandı yine de kimseye sitem
etmedi. Ona bu zulmü reva görenler müşrik ve kâfir olmasına rağmen onlara
beddua etmedi. Destek beklerken, karşılaştığı kösteklerden sonra hiç kimseyi
suçlamadan, sitem etmeden Allah’a döndü, çaresizliğini, yalnızlığını Ona arz
etti, kendisine acı çektirenlere dua etti. Bu güzel ahlakı Allah, onun nâçiz
ümmeti olan bizlere de nasip eylesin!
Kuraklıktan
dolayı yağmur duasına çıkan
Hz.
Ömer Radiyallahü Anh:
“Allah’ım!
Ömer’in günahları yüzünden Ümmet-i Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’i cezalandırma!”
dediği gibi imana ve Kur’an’a hizmetin için de bulunan herkes:
“Benim
yüzümden bu güzel kardeşlerimin hizmetlerini, emeklerini, boşa çıkarma, beni ve
onları zayi etme. Meşgul olduğumuz hayır kurumlarına ve tüm hizmetlerimize
malıyla, canıyla destek veren kardeşlerime ve bütün dostlarımıza ummadıkları
yerden bereket kapılarını aç, rahmetini üzerlerine saç, diye dua etmelidir.
Herkeste
böyle bir ahlakın varlığını ve herkesten herkese böyle bir duanın yükseldiğini
bir düşünün. Böyle insanların yaşadığı dünya cennet olmaz mı?
Okuduğumuz
Kur’an-ı Kerim’de ve kıldığımız namazda da bu ahlâk ve bu dualar var. Kur’an-ı
Kerim, öylesine kudsî, öylesine mübarek
bir kitap ki, namaz öylesine kudsî ve öylesine mübarek bir ibadet ki hepimizi,
hepimize, bütün mü’minleri, bütün mü’minlere dua ettiriyor ve her gün, her
vakit şöyle dedirtiyor: “Ey bizim Rabbimiz! Hesap gününde beni, anamı-babamı ve
bütün mü’minleri bağışla!” (İbrahim, 14 / 41)
Birbirlerine
küsmüş olan mü’minler bile, işte böyle namazda birbirlerine dua etmektedirler.
Namazı farz kılan, bizi birbirimize dua ettiren, dualarımızı kabul edip bizi
huzuruna alan Allah’a sonsuz şükürler, bu edebi ve bu terbiyeyi bize getiren
şanlı Peygamberine de sonsuz salat ve selamlar olsun. Âmîn.
Vehbi
Karakaş
Yorumlar
Yorum Gönder