Elhamdülillâhi Âlâ Külli Hâl Demek…
Elhamdülillâhi Âlâ Külli Hâl Demek…
Dr. Halis Ç. DEMİRCAN
“Birinin ağzından Allâh’ı
övme, hamd ü senâ çıkınca, Cenâb-ı Hakk o hamdi, o övgüyü bir cennet kuşu
yapar.”
(Hazret-i Mevlânâ kuddise
sirruhû)
Allah Teâlâ’ya duyulan
saygıyı ve minneti hamd sözü kadar güzel ifade eden bir başka kelime var mıdır
acaba?
Bu kelime sayesinde her
seferinde;
«Elhamdülillâh» diyerek;
«her türlü yüceltmenin Allâh’a mahsus ve hamdin sadece O’nun hakkı olduğunu»
kabul eden bir kimse, Rabbini derin bir hürmetle hatırlar.
Mü’minin Cenâb-ı Hakk’a olan
bu hamd ü senâ görevine Kur’ân-ı Kerim’de şu âyet-i kerîmelerle işaret edilir:
“Allâh’a hamdolsun, de!”
(el-İsrâ, 111)
“Onların duâları;
«Bütün hamd ü senâlar,
âlemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur.» diye son bulur.” (Yûnus, 10)
Câbir bin Abdullah
-radıyallâhu anh-’tan rivâyete göre, Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi Vesellem;
“Zikrin efdali, «Lâ ilâhe
illâllah»; duânın efdali de, «elhamdülillâh» sözüdür.” buyurmuştur.
Ebû Ümâme Radıyallâhu Anh ise
Peygamberimiz’in şöyle duâ ettiğini anlatır:
“Allah’ım, hamd Sen’indir.
Sana çok riyâdan (gösterişten), temiz ve kendisinde feyiz ve bereket olan hamd
ile hamd ederiz.
Rabbimiz; huzûrundan
reddolunmayan, kabul buyurulan ve devam edilen, kendisinden müstağnî olunmayan
hamd ile hamd ederiz.”
Peygamberimiz diğer bir
hadîs-i şeriflerinde;
“Mü’minin her işi, hayırdır.
Nimete şükreder, hayra
kavuşur. Belâya uğrayınca da, sabreder, yine hayra kavuşur.” (Müslim) buyurur.
İmâm-ı Rabbânî Kuddise
Sirrûh Hazretleri’ne kulak verelim:
“Mü’min sıkıntılı ve neşeli
zamanlarında hep hamd eder. Çünkü hamd etmek, şükretmekten daha kıymetlidir.
Şükretmekte nimetler göz önünde, el altındadır. Şükür nimet zamanlarında olur,
nimet kalmayınca, ihsan bitince şükür de kalmaz.
Hamd ise devamlıdır. Nimet
zamanında da, sıkıntılı hâllerde de hamd edilir.
Hamd ederken nimetler de,
elemler de sevilmektedir. Çünkü Allah Teâlâ’nın verdiği elemler, nimetler gibi
güzeldir.”
Şurası unutulmamalıdır ki;
Allâh’a şükretmenin ilk
şartı, O’na hamd etmektir.
Allâh’a hamd etmeyen bir
kimse, O’na şükretmemiş sayılır.
Öyleyse mü’minin görevi,
Allah Teâlâ’ya her yerde ve her zaman hamdini sunmaktır.
Zira; O, ebediyyen hamd
edilecek yegâne Rabdir.
Hazret-i Mevlânâ ise, bizi
tefekkür ettirmek için; hamd ve şükrün, nimetten değil, yokluktan doğduğunu
söyler:
“Dertli olanlar, mihnete
düşenler (ekseriyetle);
«Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!» diye
yalvarırlar, şükrederler de, nimete ulaşanlar (çoğu zaman) azgın olurlar, ona
buna hileler ederler. …
Şükür; maldan, mülkten,
nimetlerden, zenginlikten doğmaz.
Şükür; dertten, kederden
hastalıklardan meydana gelir.”
Yani hep mutluluk, güzellik,
zenginlik, sıhhat, yükseliş isteyip ona şükretmek isteriz ama, bunun neticesi
böyle olmaz. Zenginlik şükürsüzlük, sıhhat nankörlük, güzellik bencillik,
yükselmek gurur getirebilir.
Bu sebeple, yazımızın
başlığında kullandığımız;
“Her hâl için Allâh’a hamd
olsun.” ifadesini söylemişlerdir. Musibete de hamd etmişlerdir, çünkü o
musibeti Hakk’ın bir hediyesi bilmişlerdir.
Hamd edilecek hâllerden
sadece; «siva’l-küfri ve’d-dalâl» «İnkâr ve dalâlet hâlleri»ni istisnâ
etmişlerdir.
Çünkü bunları kullarına
Rabbimiz râzı olarak vermez, kullar seçtikleri ve ısrar ettikleri için bu
hâllere dûçâr olurlar. Bunlar dışında Allah ne verdiyse hamd etmelidir. Bizim
için hayırlı olan odur.
Hamd, bu mânâsıyla rızâdır.
Fakat, Allâh’ın vereceği her
şeye hamd edebilmek bir gönül kıvamı işidir. Gönlün işini sadece dile gördürmek
olmaz. Sadece dil ile, dervişlik taslarcasına böyle sözler söylemeyi
büyüklerimiz tehlikeli ve belâ getirici bulmuşlardır.
O kıvama sahip olmayanlar,
âfiyet istemeli, baş edemeyeceği imtihanlardan Allâh’a sığınmalı, ehil olmadığı
yüksek lokmalara tamah etmemelidir.
Çünkü, hamd dil ile
söylendiği gibi, bütün varlığımız ile de pekiştirilir.
Mevlânâ Hazretleri, “ayağın
şükrü hayra yürümek, elin şükrü ikramda bulunmak…” ve benzeri açılımlarla,
hamdimizi, şükrümüzü tatbikata çevirmemizi telkin eder.
Gerçek hamd edenin dili ile
bütün varlığı âhenk içindedir:
“Bir ârifin Allâh’a karşı
ettiği hamd doğrudur; çünkü, onun eli ayağı ettiği hamde şahittir!”
“Ârif ve kâmil kişilerin Allâh’ı
hamdedişleri, övüşleri; gül bahçesinin bahar mevsimine hamd etmesine, ona
şükranlarını arzetmesine benzer! Bu hamdin, bu şükrün; bahçede çiçek çiçek
yüzlerce alâmeti görülmektedir!”
Fakat dil ile davranışlar,
söz ile öz uyum içinde değilse Hazret-i Mevlânâ o sahtekâr hamdedicilere şöyle
çıkışır:
“«Gül reçeli yedim.»
diyorsun ama, nefesinden sarmısak kokusu geliyor. Sana; «Sus!» diyor. «Yalan
söyleme!»”
Sahte hamdlerin kokusu bu
dünyada bile çıkar, hakikî hamdler ise, cennet kuşlarına dönüşür, bizden önce
cennete uçar gider:
“Birinin ağzından Allâh’ı
övme, hamd ü senâ çıkınca, Cenâb-ı Hakk o hamdi, o övgüyü bir cennet kuşu
yapar.” (Mesnevî)
Cennetini şimdiden mâmur
eden gerçek hamd edicilerden olmak dileğiyle…
Sağlıcakla kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder