Kara Fatma Rahmetullahi Aleyha’nın Acıklı Sonu

Kara Fatma Rahmetullahi Aleyha’nın Acıklı Sonu

 

Kara Fatma Rahmetullahi Aleyha’yı Rus kilisesine muhtaç edenler utansın!

Kurtuluş Savaşı’ndaki Kara Fatmaların en meşhuru, Erzurumlu olanıdır. Kocası Binbaşı Derviş Bey’le birlikte kâh Kars cephesinde, kâh Balkanlarda savaşmış. Edirne’de Bulgarlara karşı mücadele vermiş, sonradan, İzmit, Düzce, Adapazarı, İznik civarında Yunanlılara baskınlar düzenlerken, köylerden, kasabalardan gönüllü toplarken karşımıza çıkar.

Velhasıl Erzurumlu Fatma Seher Hanım yahut nâmı diğer Kara Fatma (Fatma Savaşkan Rahmetullahi Aleyha), Kurtuluş Savaşı’nın sembol ismi olarak günümüzde ders kitaplarına kadar girmeyi başarmıştır.

Mütarekeden sonra eşini kaybetmiş. İstiklal Madalyası sâhibidir. Ve Üsteğmen rütbesine kadar yükselmiştir. Emekli edilirken, maaş bağlanmıştır. Ancak Kara Fatma Rahmetullahi Aleyha; “Para için savaşmadığını, bu maaşı alamayacağını söyleyerek.” Kızılay’a bağışlamıştır.

Yedigün Dergisi’nde bulduğum söyleşi, Kara Fatma’nın 1923-1944 arasında gözlerden uzak geçen hayatındaki karanlığı kaldırıyordu. Hani bazen dergi sayfalarını karıştırırken yüreğinizin orta yerine bir ağırlık, karabasan gibi çöker ya…

9 Ağustos 1933 tarihli Yedigün’ün 22. sayısını karıştırırken de aynı hâl ârız oldu bana. Bakışlarım fotoğrafların üzerindeki başlığa kayıyor ister istemez.

“Kara Fatma Rahmetullahi Aleyha Rus Manastırında” kelimelerini bir hamlede okuduğumda kendime; “Yok canım, o olamaz! Olsa olsa bilmediğimiz bir Fatma’dan bahsediyor olmalı.” diye teselli vermeye çalışırken, asıl darbe, resim altı yazısında balyoz gibi iniyordu beynime.

Şöyle diyordu bu iki büklüm olmuş kadının fotoğrafı altında:

“Açlığımı kimseye belli etmemek için odama kapanır, ağlarım.”

Ne var ki, asker kıyafetli bildiğimiz Kara Fatma fotoğraflarının birinin altında:

“Güneş görmüş inatçı Erzurum karı gibi eriyordu.

“Şimdi 55 yaşındayım.” Diyordu.

Belinde kaması ve göğsünde fişekliği olan kadın ve devam ediyordu:

“Askere gittiğim zaman 24 yaşında idim.” Çatıdan üzerime iri bir buz parçası düşer gibi oldu.

“Bu o… Evet, o…”

Kara Fatma Rahmetullahi Aleyha, 1933 yılında İstanbul’un Galata semtindeki Rus Manastırı’nın bir odasında sefâlet içinde yaşamaktadır. Aradığı kişiyi 2. kattaki 9 numaralı odada bulan muhabir Mekki Sâid Bey’i önce bir Rus çocuğu karşılar ve kendisine Kara Fatma’nın odasını gösterir. Muhabir onu, komşularının artıklarıyla karnını doyuran ve yalnız kaldığı zamanlarda utancından hüngür hüngür ağlayan birisi olarak anlatır bize...

Kara Fatma’nın odasında iki çuval seriliymiş ya, kendisi yerde tahta üzerinde yatıyormuş. Çuval dediği, torunlarının yatağı. Köşede bir tencere, soğuk bir sac mangalın yanında aylarca evvel yere nasıl bırakıldıysa öyle duruyordur.

Kara Fatma konuşmaya, iş bulamamaktan şikayet ederek girer: Kapıcılığa, hatta çöpçülüğe bile razıdır torunlarına bakabilmek için. Ama kimse iş vermemiştir ona. Yaralarından söz eder sonra, savaşta aldığı. Kızının parmaklarını şarapnel uçurmuş, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra ise delirmiş. Böylece torunlarına bakmak zorunda kalmış Kara Fatma Rahmetullahi Aleyha.

Yine de göğsüne taktığı İstiklal Madalyasından gurur duymaktadır:

“Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan, bu İstiklal Madalyasıdır. Açım ama şerefliyim!..”

Ağlamaya başlar o sırada. Ağlarken anlatır, anlatırken ağlar:

Bazen çocukların elinden tutuyor;

“Şu yetimler aç kalmış, ölecekler.” diye nineleri olduğumu sezdirmeden onlar için yardım toplamaya çıkıyorum. Ne yapayım, siz söyleyin! Muhabirin aklına torunlarının nerede olduğunu sormak gelir.

Sokaktadırlar; birazdan geleceklerdir. Dilenmekten dönerken birinin avucunda 100, diğerininkinde 60 para olacaktır. “Al nine! Hiç harcamadık, olduğu gibi sana getirdik. Bir çay pişiremez misin bunlarla? Ekmek batırıp da beraber yiyelim.”

Torunlarıyla birlikte dilenen bu Kara Fatma portresine alışık olmayan yüreğiniz hop oturup hop kalktı, biliyorum ama gerçeğin yüzü bazen böylesine acımasız ve soğuktur.

Bu röportajıyla perişan durumu ortaya çıkarılmışsa da, yine bir yardım eli uzanmamış. Bir ara, 1944’te (69 yaşında) yeniden hatırlanıp Defterdarlık’ta bir işe yerleştirilmiş.

1954 yılına gelindiğinde artık 79 yaşındadır ve yine sefil bir vaziyette İstanbul’da bir kulübede tek başına yaşamaktadır.

22 Şubat 1954’te. Ancak özel bir kanunla kendisine ömür boyu 170 lira maaş bağlanan Kara Fatma’nın ömrü bu maaşı yemeye yetmeyecek ve ertesi yıl, 2 Temmuz 1955 Cumartesi sabahı İstanbul Darülaceze’de vefât etmiş ve şimdilerde ortadan kaldırılıp yerine yol yapılmış bulunan Kasımpaşa’daki Kulaksız Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Sağlığında bir gazeteciye:

“Göğsümde bir şarapnel parçası var. Acı veriyor.” demişti.

Tarihimizin göğsündeki şarapneller ne olacak Fatma teyze, sen söyle?

 

Tarihçi ve yazar Mustafa Armağan (18.11.2007 - 13.12.2007 - 14.09.2010 Yazılarından özet)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)