Kur’an-ı Kerim’in Bilimsel Mucizeleri
Kur’an-ı Kerim’in Bilimsel Mucizeleri
Evrenin
Varoluşu
|
1.
Koyu kahverengi bölgeler arka plan radyasyonunu göstermektedir.
2. Açık pembe bölgeler sıcaktır. 3. Açık kahverengi bölgeler soğuktur. 4. Koyu pembe bölgeler en sıcak yerleri belirtmektedir. |
NASA’nın
1992’de gönderdiği Cobe uydusunun hassas tarayıcıları Big Bang’den sonra tüm
evrene yayıldığı varsayılan radyasyonun kalıntılarını buldu. Bu buluş evrenin
yoktan var edildiği gerçeğinin, bilimsel bir açıklaması olan Big Bang
teorisinin ispatı oldu.
|
20.
yüzyılın ortalarına dek hakim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip
olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi.
“Statik (durağan) evren modeli” adı verilen bu anlayışa göre, evren için
herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi.
Materyalist
felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez
bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratıcının varlığını da
reddediyordu. Oysa 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin
sağlayan durağan evren modeli gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır.
21.
yüzyılın başlarında olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok
iken bir anda büyük bir patlamayla var olduğu modern fizik tarafından pek çok
deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır. Ayrıca, evrenin,
materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine
sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği de saptanmıştır.
Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir.
Kur’an-ı Kerim evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:
O
gökleri ve yeri yoktan var edendir… (Enam Suresi, 101)
Kur’an-ı
Kerim’de verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir.
Başta da belirttiğimiz gibi astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin
madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla
var olduğudur. “Büyük Patlama”, orijinal adıyla “Big Bang” teorisi, tüm evrenin
yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana
geldiğini kanıtlamıştır.
Big
Bang’den önce madde diye bir şey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın
dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk
ortamında, madde, enerji ve zaman bir anda yaratılmıştır. Modern fiziğin ortaya
koyduğu bu büyük gerçek, Kur’an-ı Kerim’de bize 1400 yıl önceden haber
verilmektedir.
Evrenin Genişlemesi
Georges Lemaitre
Astronomi
biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kur’an-ı
Kerim-ı Kerim’de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
Biz
göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz
(onu) genişleticiyiz.(Zariyat Suresi, 47)
Yukarıdaki
ayette geçen “sema (gök)” kelimesi Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde uzay ve
evren anlamında kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve
evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Türkçeye “Şüphesiz Biz
genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız)” olarak çevrilen Arapça
“inna le musiune” ifadesindeki “musi’une” kelimesi, “genişletmek” anlamına
gelen “evsea” fiilinden türemiştir. “Le” ön-eki de takip ettiği isim ya da
sıfata vurgu ekleyerek “çok fazla” anlamı katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade
“Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz” anlamı taşımaktadır. Bilimin
bugün varmış olduğu sonuç da Kur’an-ı Kerim’de bize bildirilenle aynıdır.1
20.
yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, “evrenin durağan
bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği” şeklindeydi. Ancak,
günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve
hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak “genişlediğini”
ortaya koydu.
Rus
fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20.
yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini
teorik olarak hesapladılar.
Bu
gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin
Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve
galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş
astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu
incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru
yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre,
gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru,
gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru
kayar. Hubble’ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru
bir kayma fark edilmişti. Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar.
|
|
Edwin
Hubble, dev teleskobuyla
|
Evren
ilk patlamadan bu yana her an büyük bir süratle genişlemektedir. Bilim
adamları genişleyen evreni şişen bir balonun yüzeyine benzetmektedirler.
|
Yıldızlar
ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin
sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli “genişleyen” bir
evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki
gözlemlerle de kesinlik kazandı.
Konuyu
daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek
mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden
uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden
uzaklaşmaktadırlar. Aslında bu gerçek 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından
biri sayılan Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti. Fakat
Einstein, o devrin genel kabul gören “durağan evren modeli” ile ters düşmemek
için, bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein bu davranışını daha sonra,
“hayatının en büyük hatası” olarak adlandıracaktı.2
Bu
bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kur’an-ı Kerim’de
asırlar önce açıklanmıştır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, tüm evrenin yaratıcısı ve hâkimi
olan Allah’ü Teâlâ’nın sözüdür.
Evrenin
Sonu ve Big Crunch
Evrenin
yaratılışı, önceki konuda da belirttiğimiz gibi Big Bang denilen büyük bir
patlama ile başlamıştır ve o zamandan beri evren genişlemektedir. Bilim
adamları evrenin kütlesi yeterli miktara ulaştığında, çekim kuvvetleri nedeni
ile bu genişlemenin duracağını ve bunun evrenin kendi içine çökmeye, büzülmeye
başlamasına sebep olacağını bildirmektedirler.3
Büzülen
evrenin de, sonunda “Big Crunch” (Büyük Çöküş) denilen çok yüksek bir ısı ve
sıkışma ile sonuçlanacağını ifade etmektedirler. Bu ise, bildiğimiz tüm yaşam
şekillerinin yok olması anlamına gelmektedir. Stanford Üniversitesi’nde fizik
profesörü olan Renata Kallosh ve Andrei Linde’nin bu konu ile ilgili yaptığı
açıklamalar ise şöyledir:
Evrenin
akıbeti küçülmeye ve yok olmaya doğru gidiyor. Gördüğümüz ve daha uzaklardaki
göremediğimiz herşey bir protondan bile küçük bir nokta şeklinde küçülecek.
Sanki kara delik içindeymişsiniz gibi…. Kara enerjinin en iyi tarifinin şu
açıklama olduğunu bulduk: Aşama aşama negatif hale gelen bu kara enerji,
evrenin dengesinin değişmesine sebep olacak ve büzülüp çökecek… Fizikçiler kara
enerjinin, negatif enerjiye dönüşeceğini ve evrenin yakın bir gelecekte
büzüleceğini biliyorlar… Fakat bugün görüyoruz ki, biz bu olayın başlangıcında
değiliz, ama evrenimizin hayat sirkülasyonunun ortasında olabiliriz.4
|
Big
Crunch teorisi, Big Bang’le başlayarak genişlemekte olan evrenin, gittikçe
hızlanarak içine çökeceğini öne süren bir teoridir. Teoriye göre evrendeki bu
çöküş, evren tüm kütlesini kaybedip sonsuz yoğunluktaki bir noktaya dönüşene
dek sürecektir.
|
Big
Crunch olarak ifade edilen bu bilimsel varsayıma, Kur’an-ı Kerim’de şöyle
işaret edilmektedir:
Bizim, göğü
kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız
gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir
vaiddir. Elbette, Biz yapıcılarız. (Enbiya Suresi, 104)
Bir
başka ayette ise göklerin bu durumu şöyle tarif edilmektedir:
Onlar,
Allah’ü Teâlâ’nın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa
kıyamet günü yer, bütünüyle O’nun avucu
(kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk
koştuklarından münezzeh ve Yücedir. (Zümer Suresi, 67)
Big
Crunch teorisine göre başlangıçta olduğu gibi önce yavaşça, fakat gittikçe hız
kazanarak evren çökmeye başlayacaktır. Tüm bunların devamında ise, evren sonsuz
yoğunluk ve sonsuz ısıda, sonsuz küçüklükte bir nokta haline gelecektir. Tarif
edilen bu bilimsel teori, Kur’an-ı Kerim ayetleri ile paralellik içindedir.
(Doğrusunu Allah’ü Teâlâ bilir.)
Sıcak
Dumandan Yaratılış
Bugün
bilim adamları yıldızların dumandan -sıcak bir gaz bulutundan- oluşumunu
gözlemleyebilmektedirler. Sıcak gaz kütlesinden oluşum, aynı zamanda
evrenin yaratılışı için de geçerlidir. Kur’an-ı Kerim’de da evrenin yaratılışı,
bu bilimsel bulguları tasdik edecek şekilde tarif edilmiştir:
Orda
(yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve
isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir
etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere
dedi ki: “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” İkisi de: “İsteyerek (İtaat
ederek) geldik” dediler. (Fussilet Suresi, 10-11)
Yukarıdaki
ayette “gök” olarak çevrilen “sema” kelimesi ile tüm evren kastedilmektedir.
Ayette “duman” olarak çevrilen “duhanun” kelimesi de, bugün bilim adamlarının
kabul ettiği, evrenin şekillenmesinden önceki maddeyi, evrenin yaratılışındaki
söz konusu kozmik ve sıcak bir dumanı tarif etmektedir. Katı maddelere bağlı
uçan parçacıklar içeren, sıcak gaz halinde bir kütle olan bu duman şekli,
ayette geçen kelimeyle tam olarak tarif edilmektedir. Görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim’de
evrenin bu aşamadaki görünümünü tarif eden en uygun kelime kullanılmıştır.
Bilim adamları ise evrenin, duman halindeki sıcak bir gaz kütlesinden
oluştuğunu 20. yüzyılda keşfetmişlerdir.5
Ayrıca
“Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi.” ifadesindeki “sonra” olarak
çevrilen “sümme” kelimesinin “bunun üzerine, bundan başka, ayrıca, üstelik,
yine, bir daha” gibi diğer anlamları bulunmaktadır. Burada da “sümme” kelimesi”
bir zaman ifadesi olarak değil, ek açıklama olarak kullanılmaktadır.6 Evrenin
yaratılışı ile ilgili böyle bir bilginin Kur’an-ı Kerim’de bildirilmiş olması,
kuşkusuz Kur’an-ı Kerim’in bilimsel alandaki bir mucizesidir.
“Göklerle
Yer”in Birbirinden Ayrılması
Kur’an-ı
Kerim’de göklerin yaratılışı hakkında bilgi verilen bir başka ayet ise
şöyledir:
O
inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle
bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de
onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya Suresi, 30)
Ayetin
“birbiriyle bitişik” olarak tercüme edilen “ratk” kelimesi, Arapça sözlüklerde
“birbiriyle iç içe, ayrılmaz durumda, kaynaşmış” anlamlarına gelir. Yani tam
bir bütün oluşturan iki maddeyi tanımlamak için bu kelime kullanılır. Ayette
geçen “ayırdık” ifadesi ise Arapça “fatk” fiilidir ki, bu fiil bitişik
durumdaki bir nesneyi yarıp, parçalayıp dışarı çıkması anlamına gelir. Örneğin
tohumun filizlenerek topraktan dışarı çıkması Arapçada bu fiille ifade edilir.
Şimdi
ayete tekrar bakalım. Ayette göklerle yerin birbiriyle bitişik, yani “ratk”
durumunda olduğu bir durumdan bahsediliyor. Ardından bu ikisi “fatk” fiili ile
ayrılıyorlar. Yani biri diğerini yararak dışarı çıkıyor. Gerçekten de Big
Bang’in ilk anını düşündüğümüzde, evrenin tüm maddesinin tek bir noktada
toplandığını görürüz. Diğer bir deyişle herşey, hatta henüz yaratılmamış olan
“gökler ve yer” bile bu noktanın içinde, birbiriyle iç içe, ayrılmaz
durumdadırlar. Ardından bu nokta şiddetli bir patlamayla yarılıp ayrılmaktadır.
Temsili Big Bang resmi. Allah’ü Teâlâ’nın evreni yoktan var ettiğini bir kez daha ortaya koyan Big Bang, bilimsel delillerle ispatlanan bir teoridir. Bazı bilim adamları Big Bang’e alternatifler üretmeye çalışmışlarsa da, elde edilen deliller Big Bang’in bilim dünyasında kesin bir kabul görmesiyle sonuçlanmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de, göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların yaratılışı ile ilgili pek çok ayet bulunmaktadır:
Biz, gökleri,
yeri ve her ikisinin arasındakilerini hakkın dışında (herhangi bir
amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse
(onlara karşı) güzel davranışlarla davran. (Hicr Suresi, 85)
Göklerde,
yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü
O’nundur. (Taha Suresi, 6)
Biz,
bir ‘oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında
bulunanları yaratmadık. (Enbiya Suresi, 16)
Bilim
adamları başlangıçta sıcak bir gaz kütlesinin yoğunlaştığını, daha sonra bu
kütlenin parçalara ayrılarak galaktik maddeleri, daha sonra yıldızları ve
gezegenleri oluşturduklarını ifade etmektedirler. Diğer bir deyişle Dünya ve
aynı zamanda bütün yıldızlar, birleşik bir gaz kütlesinden ayrılan parçalardır.
Bu parçalardan bir kısmı güneşleri, gezegenleri meydana getirmiş, böylece pek
çok Güneş sistemleri ve galaksiler ortaya çıkmıştır. Daha önceki bölümlerde de
açıkladığımız gibi evren “ratk” (Füzyon: Birbirine yapışık, birleşik)
halindeyken, “fatk” (parçalara ayrılmıştır) olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de evrenin
oluşumu, bilimsel açıklamaları tasdikleyen, en uygun kelimelerle
anlatılmaktadır.7
Her
bölünme, ayrılma olduğunda ise, uzayda yeni oluşan temel cisimlerin dışında
birkaç parça dışarıda kalmıştır. Bu fazla parçaların bilimsel adı, “yıldızlar
arası galaktik madde”dir. Yıldızlararası madde %60 Hidrojen, %38 Helyum ve %2
de diğer elementlerden oluşmaktadır. Yıldızlararası maddenin %99’u gaz, %1’i de
ağır elementlerin 0,0001-0,001 çaplı toz zerrelerinden oluşmaktadır.8
Bilim
adamları bu maddeleri, astrofizikteki ölçümler açısından çok önemli
görmektedirler. Bu maddeler toz, duman ya da gaz olarak değerlendirilebilecek
kadar incedirler. Ancak bu maddelerin tamamı düşünüldüğünde, uzaydaki
galaksilerin toplamından daha fazla bir kütle söz konusu olmaktadır. Yıldızlar
arası bu galaktik maddelerin varlığı ilk kez 1920’de keşfedilmesine rağmen,
yukarıdaki ayetlerde “ikisinin arasındakiler, ikisinin arasındaki şeyler”
olarak çevrilen “ma beynehuma” ifadesi ile, Kur’an-ı Kerim’de bu parçaların
varlığına yüzyıllar öncesinden dikkat çekilmiştir.
Evrendeki
Mükemmel Denge
|
O,
biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ içinde yedi gök yaratmış
olandır. Rahman’ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve
uygunsuzluk’ göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir
çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere
daha çevirip-gezdir; o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk
Suresi, 3-4)
Evrendeki
milyarlarca yıldız ve galaksi mükemmel bir uyum içinde kendileri için tespit
edilmiş yörüngelerinde hareket ederler. Yıldızlar, gezegenler ve uydular hem
kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte dönerler. Hatta
bazen içinde 200-300 milyar yıldız bulunan galaksiler birbirlerinin içinden
geçip giderler. Bu geçişte, evrendeki büyük düzeni bozacak herhangi bir
çarpışma olmaz.
Evrende
hız kavramı, Dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında kavranması güç boyutlardadır.
Milyarlarca, trilyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler ve sayısal
değerleri ancak matematikçilerin anlayabileceği büyüklükteki galaksiler ve
galaksi kümeleri uzay içinde olağanüstü bir süratle hareket ederler.
Örneğin,
Dünya saatte 1.670 km hızla kendi ekseni çevresinde döner. Bugün en hızlı
merminin saatte ortalama 1.800 km’lik bir sürate sahip olduğu düşünülürse,
Dünya’nın dev boyutlarına rağmen süratinin ne denli büyük olduğu anlaşılır.
Dünya’nın
Güneş etrafındaki hızı ise merminin yaklaşık 60 katıdır: Saatte 108.000 km.
(Böylesine büyük bir süratle yol alabilen bir araç yapılabilseydi, Dünya’nın
çevresini 22 dakikada dolaşacaktı.) Verdiğimiz bu sayılar sadece Dünya içindir.
Güneş Sistemi ise daha da ilginçtir. Bu sistemin sürati mantık sınırlarını
zorlayacak derecede yüksektir. Evrende sistemler büyüdükçe sürat artar. Güneş
Sistemi’nin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati, saatte tam 720.000
km’dir. Yaklaşık 200 milyar yıldızı bünyesinde bulunduran “Samanyolu
Galaksisi”nin uzay içindeki hızı ise saatte 950.000 km’dir.
Kuşkusuz
ki böylesine karmaşık ve hızlı bir sistem içinde dev kazaların oluşma ihtimali
son derece yüksektir. Ancak böyle bir durum olmaz ve biz yaşamımızı güven
içinde sürdürürüz. Çünkü evrendeki herşey Allah’ü Teâlâ’nın koyduğu kusursuz
dengeye göre işlemektedir. İşte bu sebeple ayette bildirildiği gibi tüm bu
sistem içinde hiçbir “çelişki ve uygunsuzluk” yoktur.
Evrendeki
İnce Ayar
O,
biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır.
Rahman (olan Allah’ü Teâlâ)nın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’
(tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık
(bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha
çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin
olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
“Görmüyor
musunuz; Allah’ü Teâlâ, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat)
içinde yaratmıştır?” (Nuh Suresi, 15)
Göklerin
ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur,
herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir
etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
Materyalist
felsefe, evrendeki ve doğadaki tüm sistemlerin kendi kendine işleyen birer
makine gibi olduğu ve bunlardaki kusursuz düzen ve dengenin yaratıcısının
rastlantılar olduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Ancak günümüzde, materyalizmin ve
onun sözde bilimsel dayanağı olan Darwinizm’in geçersizliği, bilimsel olarak
ortaya konmuş durumdadır.
20.
yüzyılda birbiri ardına gelen bilimsel bulgular, hem astrofizik hem de biyoloji
alanlarında, evrenin ve canlıların yaratıldığını ispatladı. Bir yandan
Darwinizm’in tezleri bir bir çökerken, diğer yandan da evrenin yoktan
yaratıldığını gösteren Big Bang teorisi ve maddesel dünyada büyük bir tasarım
ve “hassas ayar” (fine tuning) bulunduğunu gösteren bulgular, materyalizm
iddialarının asılsızlığını bir kez daha gösterdi.
Canlılığın
oluşması için gerekli olan koşullara baktığımızda, bir tek Dünya’nın böylesine
özel bir ortama sahip olduğunu görürüz. Yaşam için elverişli olan bu ortamı
sağlamak içinse saymakla bitiremeyeceğimiz kadar koşul aynı anda, kesintisiz
olarak gerçekleşmektedir. Evrende yaklaşık olarak 100 milyar galaksi ve her
birinde ortalama 100 milyar yıldız ve bir o kadar da gezegen olduğu
düşünülürse, Dünya’da böylesine istisnai bir ortamın oluşmasındaki önem daha
iyi anlaşılacaktır.9
Big
Bang’in patlama hızından atomların fiziksel dengelerine, dört temel kuvvetin
oranlarından yıldızların simya işlemlerine, Güneş’in yaydığı ışığın cinsinden
suyun akışkanlık değerine, Ay’ın Dünya’ya olan uzaklığından atmosferdeki
gazların oranına, Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığından ekseninin yörüngesine
olan eğimine, Dünya’nın kendi etrafındaki dönüş hızından Dünya üzerindeki
okyanusların, dağların fonksiyonlarına kadar her detay bizim yaşamımız için
olağanüstü derecede uygundur. Bugün bilim dünyası evrenin bu özelliklerini,
“İnsani İlke” (Anthropic Principle) ve “İnce Ayar” (Fine Tuning) kavramlarıyla
ifade etmektedir. Bu kavramlar, evrenin, amaçsız, başıboş, tesadüfi bir madde
yığını olmadığını, aksine insan yaşamını gözeten bir amaca göre, hassas bir
biçimde tasarlandığını özetlemektedir.
Yukarıdaki
ayetlerde Allah’ü Teâlâ’nın yaratmasındaki ölçü ve uyuma dikkat çekilmektedir.
Furkan Suresi’nin 2. ayetinde “ölçüp biçmek, ayarlamak, ölçüyle yapmak”
anlamlarına gelen “takdiyr” kelimesi, Mülk Suresi’nin 3. ayeti ile Nuh
Suresi’nin 15. ayetinde ise “uyum içinde olan” anlamına gelen “tibaka” kelimesi
kullanılmaktadır. Ayrıca Allah’ü Teâlâ Mülk Suresi’nde “ihtilaf,
aykırılık, uygunsuzluk, düzensizlik, zıtlık” anlamlarına gelen “tefavutin”
kelimesi ile uyumsuzluk arayanın bunda başarılı olamayacağını bildirmektedir.
|
Göklerde
ve yerde olanlar Allah’ü Teâlâ’nındır ve (bütün) işler Allah’ü Teâlâ’a
döndürülür.
(Al-i İmran Suresi, 109) |
20.
yüzyılın sonlarına doğru kullanılmaya başlanan “hassas ayar” (fine tuning)
ifadesi de, bu ayetlerde bildirilen gerçeği tasdik etmektedir. Son 20-30 yıl
içinde pek çok bilim adamı veya bilim yazarı, evrenin bir rastlantılar yığını
olmadığını, aksine her detayda insan yaşamını gözeten olağanüstü bir tasarım ve
ayar bulunduğunu gösterdiler. (Bkz. Harun Yahya, Evrenin Yaratılışı,
Araştırma Yayıncılık; Harun Yahya, Mucizeler Zinciri, Araştırma
Yayıncılık) Evrendeki birçok özellik, evrenin yaşam için özel olarak
tasarlandığını açıkça göstermektedir. Fizikçi Dr. Karl Giberson, bu gerçeği
şöyle ifade etmektedir:
Son
40 yıldır, fizik ve kozmolojideki gelişmeler bilim sözlüğüne “tasarım” kelimesini
geri getirdi. 1960’ların başında fizikçiler, insan hayatı için açıkça “ince
ayar” yapılmış bir evrenin örtüsünü açtılar. Evrende hayatın var olmasının,
kesinlikle olanaksız ve kusursuz bir dengedeki fiziksel faktörlere bağlı
olduğunu keşfettiler.10
İngiliz
astrofizikçi Prof. George F. Ellis, bu ince ayardan şöyle söz etmektedir:
(Evrendeki)
bu kompleksliği mümkün kılan kanunlarda hayret verici bir ince ayar görünüyor.
Evrende var olan bu kompleksliğin gerçekleşmesi, “mucize” kelimesini
kullanmamayı çok güçleştiriyor.11
Big Bang’in patlama
hızı:
Evrenin
oluşum anı olan Big Bang’de kurulan dengeler, evrenin tesadüfen
oluşamayacağının göstergelerinden biridir. Avustralya’daki Adelaide
Üniversitesi’nden ünlü, matematiksel fizik profesörü Paul Davies’e göre, Big
Bang’in ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir
oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı.12 Stephen
Hawking de, Zamanın Kısa Tarihi isimli eserinde evrenin genişleme
hızındaki bu olağanüstü dengeyi şöyle kabul eder:
Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang’ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.13
Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang’ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.13
Dört
kuvvet:
Bugün
modern fiziğin kabul ettiği “dört temel kuvvet”in -yerçekimi kuvveti,
elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvet- iletişimi
ve dengesi sayesinde, evrendeki tüm fiziksel hareketler ve yapılar meydana
gelir. Bu kuvvetler, birbirlerinden olağanüstü derecede farklı değerlere
sahiptirler. Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, bu kuvvetler arasındaki
hassas dengeyi şöyle açıklamaktadır:
Eğer
yerçekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman evren çok daha
küçük bir yer olurdu ve ömrü de çok daha kısa sürerdi. Ortalama bir yıldızın
kütlesi, şu anki Güneşimiz’den bir trilyon kat daha küçük olurdu ve yaşama
süresi de bir yıl kadar olabilirdi. Öte yandan, eğer yerçekimi kuvveti birazcık
bile daha güçsüz olsaydı, hiçbir yıldız ya da galaksi asla oluşamazdı. Diğer
kuvvetler arasındaki dengeler de son derece hassastır. Eğer güçlü nükleer
kuvvet birazcık bile daha zayıf olsaydı, o zaman evrendeki tek kararlı element
hidrojen olurdu. Başka hiçbir atom olamazdı. Eğer güçlü nükleer kuvvet,
elektromanyetik kuvvete göre birazcık bile daha güçlü olsaydı, o zaman da
evrendeki tek kararlı element, çekirdeğinde iki proton bulunduran bir atom
olurdu. Bu durumda evrende hiç hidrojen olmayacak ve yıldızlar ve galaksiler,
eğer oluşsalar bile, şu anki yapılarından çok farklı olacaklardı. Açıkçası,
eğer bu temel güçler ve değişkenler şu anda sahip oldukları değerlere tam
tamına sahip olmasalar, hiçbir yıldız, süpernova, gezegen ve atom olmayacaktı.
Hayat da olmayacaktı.14
Gök
cisimleri arasındaki mesafeler:
Gök
cisimlerinin uzaydaki dağılımı ve aralarındaki devasa boşluklar Dünya’da canlı
hayatının var olabilmesi için zorunludur. Gök cisimleri arasındaki mesafeler
Dünya’daki yaşamı destekleyecek biçimde pek çok evrensel güçle uyumlu bir hesap
içinde düzenlenmiştir. Michael Denton, Nature’s Destiny (Doğanın
Kaderi) isimli kitabında süpernovalar ve yıldızlar arasındaki mesafedeki
dengeleri şöyle açıklamaktadır:
Süpernovalar
ve aslında bütün yıldızlar arasındaki mesafeler çok kritik bir konudur.
Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir.
Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale
gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan
madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri
büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı. Eğer evren yaşam için uygun bir mekan
olacaksa, süpernova patlamaları çok belirli bir oranda gerçekleşmeli ve bu
patlamalar ile diğer tüm yıldızlar arasındaki uzaklık, çok belirli bir uzaklık olmalıdır.
Bu uzaklık, şu an zaten var olan uzaklıktır.15
Yerçekimi:
◉ Eğer daha güçlü
olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan biriktirir, bu da yaşam
için çok olumsuz olurdu.
– Eğer daha zayıf olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı.
– Eğer daha zayıf olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı.
Güneş’e
uzaklık:
◉ Eğer daha fazla
olsaydı: Gezegen çok soğur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, gezegen
buzul çağına girerdi.
– Eğer daha yakın olsaydı: Gezegen kavrulur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, yaşam imkânsızlaşırdı.
– Eğer daha yakın olsaydı: Gezegen kavrulur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, yaşam imkânsızlaşırdı.
Yerkabuğunun kalınlığı:
–
Eğer daha kalın olsaydı: Atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen
transfer edilirdi.
– Eğer daha ince olsaydı: Hayatı imkânsız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu.
– Eğer daha ince olsaydı: Hayatı imkânsız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu.
Dünya’nın
kendi çevresindeki dönme hızı:
◉ Eğer daha yavaş
olsaydı: Gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu.
– Eğer daha hızlı olsaydı: Atmosfer rüzgârları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkânsızlaştırırdı.
– Eğer daha hızlı olsaydı: Atmosfer rüzgârları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkânsızlaştırırdı.
Dünya’nın
manyetik alanı:
◉ Eğer daha güçlü
olsaydı: Çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu.
– Eğer daha zayıf olsaydı: Güneş rüzgarı denilen ve Güneş’ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya’nın koruması kalkardı. Her iki durumda da yaşam imkânsız olurdu.
– Eğer daha zayıf olsaydı: Güneş rüzgarı denilen ve Güneş’ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya’nın koruması kalkardı. Her iki durumda da yaşam imkânsız olurdu.
Albedo
etkisi: (Yeryüzü tarafından emilemeden geri yansıyan güneş ışığı)
◉ Eğer daha fazla
olsaydı: Hızla buzul çağına girilirdi.
– Eğer daha az olsaydı: Sera etkisi aşırı ısınmaya neden olur, Dünya önce buzdağlarının erimesiyle sular altında kalır daha sonra kavrulurdu.
– Eğer daha az olsaydı: Sera etkisi aşırı ısınmaya neden olur, Dünya önce buzdağlarının erimesiyle sular altında kalır daha sonra kavrulurdu.
Atmosferdeki
oksijen ve azot oranı:
◉ Eğer daha fazla
olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde hızlanırdı.
– Eğer daha az olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı.
– Eğer daha az olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı.
Atmosferdeki
karbondioksit ve su oranı:
– Eğer daha fazla olsaydı: Atmosfer çok fazla ısınırdı.
– Eğer daha az olsaydı: Atmosfer ısısı düşerdi.
– Eğer daha fazla olsaydı: Atmosfer çok fazla ısınırdı.
– Eğer daha az olsaydı: Atmosfer ısısı düşerdi.
Ozon
tabakasının kalınlığı:
◉ Eğer daha fazla
olsaydı: Yeryüzü ısısı çok düşerdi.
– Eğer daha az olsaydı: Yeryüzü aşırı ısınır, Güneş’ten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı bir koruma kalmazdı.
– Eğer daha az olsaydı: Yeryüzü aşırı ısınır, Güneş’ten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı bir koruma kalmazdı.
Sismik
(deprem) hareketleri:
◉ Eğer daha fazla
olsaydı: Canlılar için sürekli bir yıkım olurdu.
– Eğer daha az olsaydı: Okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi.
– Eğer daha az olsaydı: Okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi.
Dünya’nın
ekseninin eğikliği:
Dünyanın
ekseni yörüngesine 23 derecelik bir açıyla eğim yapar. Mevsimler bu eğim
sayesinde oluşur. Bu eğim şimdiki değerinden daha fazla ya da daha az olsaydı,
mevsimler arasındaki sıcaklık farkı aşırı boyutlara ulaşacağından yeryüzü
üzerinde dayanılmaz sıcaklıkta yazlar ve aşırı soğuk kışlar yaşanırdı.
Güneş’in
büyüklüğü:
Güneş’in
yerinde daha küçük bir yıldızın var olması, Dünya’nın aşırı derecede
soğumasına, büyük bir yıldızın var olması ise Dünya’nın sıcaktan kavrulmasına
neden olurdu.
Ay
ile Dünya arasındaki çekim etkisi:
◉ Eğer daha fazla
olsaydı: Ay’ın şiddetli çekiminin, atmosfer şartları, Dünya’nın kendi
eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki gelgitler üzerinde çok sert etkileri
olurdu.
– Eğer daha az olsaydı: Şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu.
– Eğer daha az olsaydı: Şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu.
Ay
ile Dünya arasındaki mesafe:
◉ Eğer biraz daha yakın
olsaydı, Ay Dünya’ya çarpardı.
– Eğer biraz daha uzak olsaydı Ay uzayda kaybolur giderdi.
– Eğer biraz daha az yakın olsaydı, Ay’ın Dünya üzerinde meydana getirdiği gel-gitler tehlikeli boyutlarda büyürdü. Okyanus dalgaları, kıtaların alçak yerlerini kaplardı. Bunun sonucunda ortaya çıkan sürtünme okyanusların ısısını artırır ve Dünya’da yaşam için gerekli olan hassas ısı dengesi yok olurdu.
– Eğer biraz daha az uzakta olsaydı, gelgit olayları azalırdı ve bu da okyanusların daha hareketsiz olmasına neden olurdu. Durgun su denizdeki hayatı tehlikeye sokar, bununla birlikte soluduğumuz havadaki oksijen oranı tehlikeye girerdi.16
– Eğer biraz daha uzak olsaydı Ay uzayda kaybolur giderdi.
– Eğer biraz daha az yakın olsaydı, Ay’ın Dünya üzerinde meydana getirdiği gel-gitler tehlikeli boyutlarda büyürdü. Okyanus dalgaları, kıtaların alçak yerlerini kaplardı. Bunun sonucunda ortaya çıkan sürtünme okyanusların ısısını artırır ve Dünya’da yaşam için gerekli olan hassas ısı dengesi yok olurdu.
– Eğer biraz daha az uzakta olsaydı, gelgit olayları azalırdı ve bu da okyanusların daha hareketsiz olmasına neden olurdu. Durgun su denizdeki hayatı tehlikeye sokar, bununla birlikte soluduğumuz havadaki oksijen oranı tehlikeye girerdi.16
Dünya’nın
ısısı ve karbon temelli yaşam:
Yaşamın
temeli olan karbon elementinin varlığı belli sınırlarda kalan sıcaklığa
bağlıdır. Karbon, aminoasit, nükleik asit ve proteinler gibi yaşamı oluşturan
temel organik moleküller için gereken bir maddedir. Dolayısıyla hayat, ancak
karbon temelli olarak var olabilir ve bunun için de mevcut sıcaklığın en az
-20 0C en çok +120 0C olması gerekmektedir. Nitekim Dünya’nın ısısı
tam bu aralıktadır.
Burada
sayılanlar Dünya’da yaşamın oluşabilmesi ve canlılığın devam edebilmesi için
gereken, son derece hassas dengelerden sadece birkaçıdır. Yalnızca burada
sayılanlar bile evrenin ve Dünya’nın tesadüfler sonucunda, rastgele olayların
ardı ardına gelmesiyle oluşamayacağını kesin olarak ortaya koymak için
yeterlidir. 20. yüzyılda kullanılmaya başlayan “ince ayar”, “insani ilke”
kavramları, Kur’an-ı Kerim’de yüzyıllar evvelinden bildirilen “uyum ve ölçü ile
yaratılış”ı tasdik etmektedir.
|
Göklerin
ve yerin mülkü Allah’ü Teâlâ’nındır. Allah’ü Teâlâ, her şeye güç yetirendir.
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde
temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.
(Al-i İmran Suresi, 189-190) |
Güneş,
Ay ve Yıldızların Yapılarındaki Farklılık
Sizin
üstünüze sapasağlam yedi-gök bina ettik. Parıldadıkça parıldayan bir
kandil (Güneş) kıldık. (Nebe Suresi, 12-13)
Bilindiği
gibi Güneş, Güneş Sistemi’ndeki tek ışık kaynağıdır. Teknolojik imkânların
gelişmesiyle birlikte, astronomlar Ay’ın bir ışık kaynağı olmadığını, sadece
Güneş’ten gelen ışığı yansıttığını keşfetmişlerdir. Yukarıdaki ayette geçen
“kandil” ifadesi de, Arapçada ısı ve ışık kaynağı olan Güneş’i en mükemmel
şekilde tarif eden “sirac” kelimesidir.
Allah’ü
Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Ay, Güneş ve yıldızlar gibi gök cisimlerinden
bahsederken farklı kelimeler kullanmaktadır. Bunlardan Güneş ve Ay’ın yapıları
arasındaki farklılık Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir:
Ve
Ay’ı bunlar içinde bir nur kılmış, Güneş’i de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir
kandil yapmıştır. (Nuh Suresi, 16)
Yukarıdaki
ayette Ay için ışık (Arapça “nur”), Güneş için kandil (Arapça “sirac”)
kelimeleri kullanılmıştır. Bu kelimelerden Ay için kullanılan, ışığı yansıtan,
parlak, hareketsiz bir kitleyi ifade eder. Güneş için kullanılan kelime ise,
sürekli yanma halinde olan, ısı ve ışık kaynağı, gökteki bir oluşum anlamına
gelmektedir.
Diğer
taraftan “yıldız” kelimesi Arapçada “beliren, ortaya çıkan, görünen”
anlamlarına gelen “neceme” kökünden türemiştir. Ayrıca yıldız aşağıdaki
ayetteki gibi, ışığıyla karanlıkları delen, parıldayan, kendi kendini tüketen
ve yanan anlamlarına işaret eden “sakib” kelimesiyle de nitelendirilmiştir:
(Karanlığı)
Delen yıldızdır. (Tarık Suresi, 3)
Günümüzde
Ay’ın kendi ışığını yaymadığı, Güneş’ten gelen ışığı yansıttığı bilinmektedir.
Güneş ve yıldızların ise kendi ışıklarını yaydıklarını biliyoruz. Kur’an-ı Kerim’de
bu gerçekler insanların gök cisimleri ile ilgili bilgilerin çok kısıtlı olduğu
bir dönemde yani bundan 14 asır evvel bildirilmiştir.
Eğer
gerçekten iman edip sakınsalardı,
Allah’ü Teâlâ katındaki sevab(ları) gerçekten daha hayırlı olurdu; bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 103) |
Yörüngeler
ve Dönen Evren
1. Merkür
2 . Venüs
3. Dünya
4. Mars
5. Jüpiter
6. Satürn
7. Uranüs
8. Neptün
9. Plüton
10. Ay
11. Güneş
Evrendeki büyük dengenin en önemli nedenlerinden biri, kuşkusuz gök cisimlerinin belirli yörüngeler izliyor olmasıdır. Yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı bulundukları sistemle birlikte dönmekte, evren tıpkı
bir fabrikanın dişlileri gibi ince bir düzen içinde çalışmaktadır.
Evrenin
görebildiğimiz kısmında 100 milyardan fazla galaksi mevcuttur ve küçük galaksilerde
yaklaşık bir milyar, büyük galaksilerde ise bir trilyondan fazla yıldız
bulunur.17 Bu yıldızların pek çoğunun gezegenleri, bu gezegenlerin de
uyduları vardır. Tüm bu gök cisimleri çok ince hesaplarla saptanmış yörüngelere
sahiptir. Ve milyonlarca yıldır her biri kendi yörüngesinde diğerleriyle
kusursuz bir uyum ve düzen içinde akıp gitmektedir. Bunların dışında pek çok
kuyruklu yıldız da kendisi için tespit edilmiş olan yörüngede yüzüp gider.
Evrendeki
yörüngeler sadece bazı gök cisimlerine ait değildir. Güneş Sistemimiz hatta
diğer galaksiler, başka merkezler etrafında büyük bir hareketlilik gösterirler.
Dünya ve onunla birlikte Güneş Sistemi her yıl, bir önceki yerinden 500 milyon
km uzakta bulunur. Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile
sistemi altüst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır.
Örneğin Dünya yörüngesinde, normalden fazla veya eksik 3 mm’lik bir sapmanın
yol açabilecekleri, bir kaynakta şöyle tarif edilmektedir:
Dünya,
Güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki, her 18 milde doğru bir
çizgiden ancak 2,8 mm ayrılır. Dünya’nın çizdiği bu yörünge kıl payı şaşmaz;
çünkü yörüngeden 3 mm’lik bir sapma bile büyük felaketler doğururdu: Sapma 2,8
yerine 2,5 mm olsaydı, yörünge çok geniş olurdu ve hepimiz donardık; sapma 3,1
mm olsaydı, hepimiz kavrularak ölürdük.18
Gök
cisimlerinin bir başka özelliği de, yörüngelerinin dışında bir de kendi
etraflarında dönmeleridir. Kur’an-ı Kerim’de “Dönüşlü olan göğe
andolsun.” (Tarık Suresi, 11) ayeti ise tam da bu gerçeğe işaret
eder. Elbette, Kur’an-ı Kerim’in indirildiği dönemde insanlık, günümüzdeki gibi
uzayı milyonlarca kilometre uzaklara dek gözlemleyecek teleskoplara, gelişmiş
gözlem teknolojilerine, modern fizik ve astronomi bilgilerine sahip değildi.
Dolayısıyla uzayın, ayette bildirildiği gibi, “özen içinde yollar ve
yörüngelerle donatılmış” (Zariyat Suresi, 7) olduğunu, o dönemde
bilimsel olarak tespit edebilmek imkansızdı. Ancak o çağda indirilmiş olan Kur’an-ı
Kerim-ı Kerim’de bu gerçek bizlere açıkça haber verilmiştir; çünkü Kur’an-ı
Kerim, Allah’ü Teâlâ’nın sözüdür.
|
|
Evrendeki
pek çok kuyruklu yıldız gibi yukarıdaki resimde görülen Halley kuyruklu
yıldızı da planlı bir harekete sahiptir. Kendisine ait belirli bir yörüngesi
vardır ve diğer gök cisimleriyle birlikte, kusursuz bir uyum ve düzen içinde
bu yörüngede hareket etmektedir. Evrendeki tüm gök cisimlerinin,
gezegenlerin, bu gezegenlerin uydularının, yıldızların, hatta galaksilerin
bile çok ince hesaplarla saptanmış yörüngeleri vardır. İşte bu kusursuz
düzeni Kur’an-ı Kerim ve devamlılığını sağlayan, tüm evreni yaratmış olan Allah’ü
Teâlâ’dır.
|
Güneşin
Gidiş İstikameti
Kur’an-ı
Kerim’de Güneş ve Ay’dan bahsedilirken her birinin belli bir yörüngesinin
olduğu vurgulanır:
Geceyi,
gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp
gidiyor. (Enbiya Suresi, 33)
Yukarıdaki
ayette geçen “yüzme” kelimesi Arapçada “sabaha” olarak ifade edilir ve Güneş’in
uzaydaki hareketini anlatmak üzere kullanılmaktadır. Bu kelime Güneş’in uzayda
hareket ederken kontrolsüz olmadığı, ekseni üzerinde döndüğü ve dönerken bir rota
izlediği manasındadır. Güneş’in sabit olmadığı belli bir yörüngede yol almakta
olduğu, bir başka ayette de şöyle bildirilmektedir:
Güneş
de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir karar yerine doğru akıp gitmektedir.
Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir. (Yasin Suresi, 38)
Kur’an-ı
Kerim’de bildirilen bu gerçekler, ancak çağımızdaki astronomik gözlemlerle
anlaşılmıştır. Astronomi uzmanlarının hesaplarına göre Güneş, Solar Apex adı
verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı doğrultusunda saatte 720.000 km’lik muazzam
bir hızla hareket etmektedir. Bu, kabaca bir hesapla, Güneş’in günde 17 milyon
280 bin km yol katettiğini gösterir. Güneş’le birlikte onun çekim sistemi
içindeki tüm gezegenler ve uyduları da aynı mesafeyi katederler.
Ayın Yörüngesi
Ay’a
gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski
bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne Güneş’in Ay’a erişip-yetişmesi gerekir,
ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp
gitmektedir (Yasin Suresi, 39-40 )
Ay’ın
yörüngesi diğer gezegenlerin uyduları gibi düzgün bir yörüngede ilerlemez. Ay,
yörüngesinde seyrederken Dünya’nın bazen önüne bazen arkasına geçer. Aynı
zamanda Dünya’yla birlikte Güneş’in etrafında da döndüğünden, uzayda sürekli
“S” harfi benzeri bir yörünge çizer. Ay’ın uzaydaki bu yörüngesinin şekli, Kur’an-ı
Kerim’de “eski bir hurma dalı gibi döndü (döner)” ifadesiyle tarif edildiği
gibi, kurumuş hurma ağacı dalının eğriliğine oldukça benzemektedir. Nitekim
ayette geçen “urcun” kelimesinin anlamı, kuruyup incelmiş, bükülmüş hurma
dalıdır ve hurma ağacının meyveleri toplandıktan sonra, salkımdan geriye kalan
kısmı ifade etmek için kullanılır. Ayrıca bu salkım dalının “eski” ifadesiyle
tasvir edilmesi de son derece hikmetlidir, çünkü hurma dalının eskisi daha ince
ve daha eğridir.
Kuşkusuz
ki 1400 sene evvel Ay’ın yörüngesi hakkında bilgi sahibi olmak mümkün değildi.
Günümüz teknolojisi ve bilgi birikimi ile tespit edilebilen bu şeklin, Kur’an-ı
Kerim’de böylesine kusursuz bir benzetme ile bildirilmesi, Kur’an-ı Kerim’in
bir başka bilimsel mucizesidir.
|
Ay,
Dünya’yla birlikte Güneş’in etrafında da döndüğünden, uzayda sürekli “S”
harfi benzeri bir yörünge çizer. Bu yörüngenin görünümü, Kur’an-ı Kerim’de
bildirildiği gibi kuru hurma dalının eğriliğine benzemektedir.
|
Ay Yılının
Hesaplanması
Güneş’i
bir aydınlık, Ay’ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz
için ona duraklar tespit eden O’dur. Allah’ü Teâlâ, bunları ancak hak ile
yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer
açıklamaktadır. (Yunus Suresi, 5)
Ay’a
gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda
o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). (Yasin Suresi, 39)
Yukarıdaki
ilk ayette Allah’ü Teâlâ, Ay’ın insanlar için yıl hesabının yapılmasında bir
ölçü olacağını açıkça bildirmiştir. Ayrıca bu hesapların, Ay’ın yörüngesinde
dönüşü sırasında alacağı konumlara göre yapılacağına da dikkat çekilmiştir.
Dünya-Ay ve Dünya-Güneş doğrultuları arasındaki açı sürekli olarak
değiştiğinden, biz Ay’ı çeşitli zamanlarda değişik şekillerde görürüz. Ayrıca
Ay’ı görebilmemiz, Ay’ın Güneş’ten aldığı ışığı yansıtması ile mümkün
olduğundan, Ay’ın Güneş tarafından aydınlatılan yüzü, Dünya’daki gözlemciye
göre sürekli şekil değiştirir. İşte bu değişimler göz önünde bulundurularak
birtakım hesaplamalar yapılır ki, bu da insanlar için yıl hesabını mümkün
kılar.
Eskiden
1 ay, insanlar tarafından iki dolunay arasındaki zaman veya Ay’ın Dünya
etrafında döndüğü zaman olarak hesaplanırdı. Buna göre 1 ay, 29 gün 12 saat ve
44 dakikaya eşitti. Buna “Kameri ay” denir. 12 Kameri ay ise Rumi takvime göre
1 yıl eder. Ancak Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüşünü tamamlamasını 1 yıl
olarak kabul ettiğimiz Miladi takvim ile Rumi takvim arasında her yıl 11 günlük
bir fark oluşur. Nitekim Kehf Suresi’nin 25. ayetinde de bu farka şöyle dikkat çekilmiştir:
Onlar
mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar. (Kehf
Suresi, 25)
Ayette
geçen zamanı şöyle açıklamak mümkündür: 300 yıl x 11 gün (her yıl için oluşan
fark) = 3.300 gündür. 1 Güneş yılının 365 gün 5 saat 48 dakika ve 45.5
saniyeden oluştuğu dikkate alınırsa, 3.300 gün/365.24 gün = 9 yıl’dır. Diğer
bir deyişle Miladi takvime göre 300 yıl, Rumi takvime göre 300+9 yıldır.
Görüldüğü gibi ayette ince hesaplara dayanan bu 9 yıllık farka dikkat
çekilmiştir. (Doğrusunu Allah’ü Teâlâ bilir) Kuşkusuz Kur’an-ı Kerim’de böyle
bir bilgiye dikkat çekilmesi Kur’an-ı Kerim’in bilimsel mucizelerinden biridir.
Çekim
Gücü ve Yörünsel Hareketler
|
Artık
hayır; yemin ederim sinip dönen (gezegen)lere, bir akış içinde yerini
alanlara; (Tekvir Suresi, 15-16)
Tekvir
Suresi’nin 15. ayetinde geçen “hunnes” kelimesi, büzülüp sinen, gerileyen, geri
dönen gibi anlamlara gelmektedir. 16. ayette “yerini alanlara” olarak çevrilmiş
Arapça deyim ise “kunnes”tir. “Kanis” kelimesinin çoğulu olan “kunnes” ifadesi,
belli güzergah, yuvaya girme, hareket halindeki cismin yuvası, yuvasına girip
saklananlar anlamlarına gelir. Yine 16. ayette geçen “akış” kelimesi ise
cereyan kökünden türeyen ve akıp giden anlamına gelen “cariye” kelimesinin
çoğulu “cevar”dır. Bu kelimelerin anlamları dikkate alındığında, gezegenlerin
çekim güçleri ve yörünge etrafındaki hareketlerine işaret edildiği
düşünülebilir.
Yukarıdaki
ayetlerde geçen bu kelimeler, çekim kuvvetlerinden kaynaklanan yörüngesel
hareketleri tam olarak tarif etmektedir. Bunlardan “hunnes” kelimesi ile,
gezegenlerin gerek kendi çekirdeklerine doğru, gerekse Güneş Sistemi’nin
merkezi olan Güneş’e doğru çekimlerine dikkat çekilmektedir. (Doğrusunu Allah’ü
Teâlâ bilir.) Çekim gücü evrende zaten var olan bir kuvvettir, ancak bu çekim
gücünün matematiksel formüllerle ortaya konması, 17-18. yüzyıllarda yaşamış
olan Isaac Newton tarafından mümkün olmuştur. Bir sonraki ayette geçen
“elcevari” kelimesi de bu çekime karşı koyan merkezkaç kuvvetinden kaynaklanan
yörüngesel hareketleri vurgulamaktadır. Kuşkusuz akıp gidenler anlamına gelen
“elcevari” kelimesinin “hunnes” (merkeze doğru çekilme, büzülme, sinme) ve
“kunnes” (güzergah, yuvaya girme, hareket halindeki cismin yuvası) kelimeleri
ile kullanılması, 1400 sene evvel bilinmesi mümkün olmayan önemli bir bilimsel
gerçeğe dikkat çekmektedir. (Doğrusunu Allah’ü Teâlâ bilir.) Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de
yemin edilen konulardan biri olan bu ayetler, konunun önemine dikkat çeken bir
başka işarettir.
Dünya’nın
Yuvarlaklığı
Gökleri
ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü
de gecenin üstüne sarıp örtüyor… (Zümer Suresi, 5)
Kur’an-ı
Kerim’in evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat
çekicidir. Üstteki ayette “sarıp örter” olarak tercüme edilen Arapça kelime
“yukevviru”dur. Bu kelimenin Türkçe karşılığı, “yuvarlak bir şeyin üzerine bir
cisim sarmak”tır. (Örneğin Arapça sözlüklerde “başa sarık sarma” gibi yuvarlak
cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır.) Ayette, gecenin ve
gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri (tekvir etmeleri) konusunda
verilen bilgi, aynı zamanda Dünya’nın biçimi konusunda kesin bir bilgi
içermektedir. Ancak ve ancak Dünya’nın yuvarlak olması durumunda bu ayette
ifade edilen fiil gerçekleşebilir. Yani 7. yüzyılda indirilen Kur’an-ı Kerim’de
Dünya’nın yuvarlak olduğuna işaret edilmiştir.
Unutmamak
gerekir ki, o dönemdeki astronomi anlayışında Dünya daha farklı algılanıyordu.
O dönemde Dünya’nın düz bir satıh olduğu düşünülüyordu ve tüm bilimsel hesap ve
açıklamalar da buna göre yapılıyordu. Ancak Kur’an-ı Kerim Allah’ü Teâlâ’nın
sözü olduğu için, evreni tarif ederken olabilecek en tanımlayıcı kelimeler
kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim ayetlerinde ise bize henüz yakın yüzyılda
öğrendiğimiz bu bilgileri 1400 sene öncesinden haber verilmektedir.
|
Bilmez
misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah’ü Teâlâ’nındır. Sizin Allah’ü
Teâlâ’dan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.
(Bakara Suresi, 107) |
Dünya’nın
Dönüş Yolu
Dağları
görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi
sürüklenirler. Herşeyi ‘sapasağlam ve yerli yerinde yapan’ Allah’ü Teâlâ’nın
sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır. (Neml
Suresi, 88)
Neml
Suresi’ndeki ayette Dünya’nın sadece döndüğü değil, dönüş yönü de
vurgulanmaktadır. 3.500-4.000 metre yükseklikteki ana bulut kümelerinin hareket
yönü daima batıdan doğuya doğrudur. Hava durumu tahminleri için çoğunlukla
batıdaki duruma bakılmasının sebebi de budur.19
Bulut
kümelerinin batıdan doğuya doğru sürüklenmesinin asıl sebebi Dünya’nın dönüş
yönüdür. Günümüzde bilindiği gibi, Dünyamız da batıdan doğuya doğru dönmektedir.
Bilimin yakın tarihlerde tespit ettiği bu bilimsel gerçek, Kur’an-ı Kerim’de
yüzyıllar öncesinden -Dünya’nın bir düzlem olduğu, bir öküzün başının üstünde
sabit durduğu sanılan 14. yüzyılda- haber verilmiştir.
Dünya’nın
Geoit Şekli
|
Bundan
sonra yeryüzünü serip döşedi. (Naziat Suresi, 30)
Yukarıdaki
ayette “serip döşedi” olarak çevrilen “deha” kelimesi, yaymak anlamına gelen
“dahv” kelime kökündendir. Dahv kelimesi, döşemek, düzeltmek anlamlarına gelse
de, taşıdığı anlam bakımından basit bir döşeme fiili değildir. Çünkü bu
kelimede, yuvarlak olarak düzeltmek, döşemek fiillerini tarif etmek için
kullanılmaktadır.
Dahv
kelimesinden türeyen diğer kelimelerde de yuvarlaklık anlamı mevcuttur. Örneğin
çocukların topu yerdeki bir çukura düşürmeleri, taş atıp çukura düşürme
yarışları, cevizle oynanan oyun hepsi dahv kelimesiyle ifade edilmektedir.
Devekuşunun yuva yapmasına, yatacağı yerdeki taşları temizlemesine,
yumurtladığı yere ve yumurtasına da bu köklerden türemiş kelimeler kullanılır.
Nitekim
Dünya’nın şekli de bir yumurtayı andırır şekilde yuvarlaktır. Dünya’nın
kutuplardan basık küresel şekli, geoit olarak ifade edilmektedir. Bu bakımdan
ayette “deha” kelimesinin kullanılması, Allah’ü Teâlâ’nın Dünya hakkında
verdiği önemli bir bilgiyi içermektedir. İnsanların yüzlerce sene Dünya’nın
şeklinin düz olduğunu düşünmeleri ve gerçek şeklinin ancak teknolojik imkanlar
neticesinde anlaşılması, Kur’an-ı Kerim’in Allah’ü Teâlâ’nın vahyi olduğunun
önemli delillerinden biridir.
Dünya’nın
ve Uzayın Çapları
Ey
cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin
bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak ‘üstün
bir güç (sultan)’ olmaksızın aşamazsınız. (Rahman Suresi, 33)
|
Yukarıdaki
ayette bucakları olarak çevrilen kelimenin Arapçası “aktar”dır. “Aktar”,
Arapça’da çap anlamına gelen “kutur” kelimesinin çoğuludur ve göklerin ve
yeryüzünün birçok çapı olduğunu ifade etmektedir. Arapçada kelimenin kullanım
şeklinden tekil mi, çoğul mu (ikiden fazla mı) ya da ikili formda mı
kullanıldığını anlamak mümkündür. Dolayısıyla kelimenin buradaki kullanım
şekliyle -ikiden fazla olduğunu ifade eden çoğul kullanımıyla- bir başka
mucizevi bilgi haber verilmektedir.
Bilindiği
üzere, üç boyutlu bir cisim ancak düzgün bir küresel şekle sahipse tek bir
çaptan bahsedilir. Çaplar ifadesi ise ancak düzgün olmayan bir küresel şekle
ait olabilir. Nitekim ayette seçilen bu kelime -çaplar- Dünya’nın geoit
yapısına işaret etmesi bakımından önemlidir. Ayette ikinci olarak dikkat
edilecek konu ise, çaplardan bahsedilirken yeryüzü ve göklerden ayrı ayrı söz
edilmesidir.
Albert
Einstein’ın Genel Görecelik Teorisi’ne göre, evren genişlemektedir; fakat bu,
galaksilerin ve diğer kozmik cisimlerin uzayda etrafa dağıldığı anlamına
gelmez. Bu, uzayın genişlediği ve bu sırada galaksiler arasındaki mesafenin
açıldığı anlamına gelir.
Rahman
Suresi’nin 33. ayetinde geçen, “göklerin çapları” tanımlaması da uzayın küremsi
yapısına işaret etmektedir. (Doğrusunu Allah’ü Teâlâ bilir.) Uzayın değişik
yerlerinden uzayın çapları farklı çıkacağı gibi, sürekli genişleyen uzayın
çapları da sürekli değişim gösterecektir. Bu bakımdan ayette çap
kelimesinin çoğul biçimiyle kullanılması son derece hikmetlidir ve Kur’an-ı Kerim’in
herşeyin ilmine sahip Rabbimiz’in vahyi olduğunun göstergelerinden biridir.
Atmosferin
Katmanları
|
1.
Atmosfer
2. Dünya |
Dünya,
yaşam için gerekli olan özelliklerin tümüne sahiptir. Bunlardan bir tanesi de
canlıları koruyan ve özel bir kalkan görevini yerine getiren atmosferdir.
Bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana
geldiği bilinmektedir. Atmosfer aynen ayette bildirildiği gibi, tam yedi
temel katmandan oluşmaktadır. Bu, elbette ki Kur’an-ı Kerim’in mucizelerinden
biridir.
|
Kur’an-ı
Kerim ayetlerinde evren hakkında verilen bilgilerden biri, gökyüzünün yedi kat
olarak düzenlendiğidir:
Sizin
için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe istiva edip de
onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, herşeyi
bilendir. (Bakara Suresi, 29)
Sonra,
duman halinde olan göğe yöneldi… (Fussilet Suresi, 11)
Böylece
onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe
emrini vahyetti… (Fussilet Suresi, 12)
Kur’an-ı
Kerim’de pek çok ayette kullanılan gök kelimesi tüm evreni ifade etmek için
kullanıldığı gibi, Dünya göğünü ifade etmek için de kullanılır. Kelimenin bu
anlamı düşünüldüğünde, Dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin, 7 katmandan
oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
|
|
1- Troposfer
2- Stratosfer 3- Mezosfer 4- Termosfer |
5- Ekzosfer
6- İyonosfer 7- Manyetosfer |
Nitekim
bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği
bilinmektedir.20 Kimyasal içerik veya hava sıcaklığı ölçü alınarak yapılan
tanımlamalarda, Dünya’nın atmosferi 7 katman olarak
belirlenmiştir.21 Bugün halen 48 saatlik hava durumu tahminlerinde
kullanılan ve “Limited Fine Mesh Model” (LFMII) olarak adlandırılan atmosfer
modeline göre de atmosfer 7 katmandır. Modern jeolojik tanımlamalara göre
atmosferin
7
katmanı şu şekilde sıralanmaktadır:
1-
Troposfer
2- Stratosfer
3- Mezosfer
4- Termosfer
5- Ekzosfer
6- İyonosfer
7- Manyetosfer
2- Stratosfer
3- Mezosfer
4- Termosfer
5- Ekzosfer
6- İyonosfer
7- Manyetosfer
Bu
konuyla ilgili bir diğer mucizevi yön ise Fussilet Suresi’nin 12. ayetinde
geçen “Her bir göğe emrini vahyetti” ifadesinde yer almaktadır. Yani ayette Allah’ü
Teâlâ’nın her tabakayı belli bir görevle görevlendirdiği belirtilmektedir.
İleriki bölümlerde daha detaylı inceleyeceğimiz gibi, yukarıda saydığımız
tabakaların her birinin insanların ve yeryüzündeki tüm canlıların yararı
açısından çok hayati görevleri vardır. Yağmurların oluşmasından zararlı
ışınların engellenmesine, radyo dalgalarının yansıtılmasından göktaşlarının
zararsız hale getirilmesine kadar her tabakanın kendine özgü bir işlevi
bulunmaktadır.
Aşağıdaki ayetler ise bize atmosferin 7 katmanının görünümü ile ilgili bilgi vermektedir:
Aşağıdaki ayetler ise bize atmosferin 7 katmanının görünümü ile ilgili bilgi vermektedir:
“Görmüyor
musunuz; Allah’ü Teâlâ, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde
yaratmıştır?” (Nuh Suresi, 15)
O,
biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış
olandır… (Mülk Suresi, 3)
Bu
ayetlerde Türkçeye “uyum” olarak çevrilen Arapça “tibakan” kelimesi, aynı
zamanda “tabaka, bir şeyin uygun olan kapağı ve örtüsü” anlamlarına da gelir
ki, üst katın alt kata uygunluğunu vurgular. Kelimenin çoğul kullanımında ise
“tabaka tabaka” anlamı kazanmaktadır. Ayette tarif edilen tabaka tabaka
halindeki gök, kuşkusuz atmosferi en mükemmel şekilde ifade eden
açıklamalardır.
20.
yüzyıl teknolojisi olmadan tespit edilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayan bu
bilgilerin, 1400 yıl önce indirilmiş olan Kur’an-ı Kerim-ı Kerim’de açıkça
bildirilmesi ise elbette ki çok büyük bir mucizedir.
Korunmuş
Tavan
Kur’an-ı
Kerim’de Allah’ü Teâlâ, gökyüzünün son derece önemli bir özelliğine şöyle
dikkat çeker:
Gökyüzünü
korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz
çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32)
Ayette
belirtilen gökyüzünün bu özelliği, 20. yüzyıldaki bilimsel araştırmalarla
kanıtlanmıştır.
Dünya’yı
çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri
yerine getirir. Dünya’ya yaklaşan irili ufaklı pek çok göktaşını parçalayarak
yok eder ve bunların yeryüzüne düşerek canlılara büyük zararlar vermesini
engeller.
Atmosfer,
bunun yanı sıra, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre
eder. Atmosferin bu özelliğinin en çarpıcı yönü, atmosferin sadece zararsız
orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo dalgalarını
geçirmesidir. Bunların tümü yaşam için gerekli ışınlardır. Örneğin atmosfer
tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları,
bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalmaları
açısından büyük önem taşır. Güneş tarafından yayılan şiddetli ultraviyole
ışınlarının büyük bölümü, atmosferin ozon tabakasında süzülür ve Dünya yüzeyine
yaşam için gerekli olan az bir kısmı ulaşır.
Atmosferin
koruyucu özelliği bunlarla da kalmaz. Dünya, uzayın ortalama eksi 270 derecelik
dondurucu soğuğundan yine atmosfer sayesinde korunur.
Dünya’yı zararlı etkilerden koruyan, yalnızca atmosfer değildir. Atmosferin yanı sıra “Van Allen Kuşakları” denilen ve Dünya’nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür. Güneş’ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir. Özellikle Güneş’te sık sık meydana gelen ve “parlama” adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya’daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir.
Dünya’yı zararlı etkilerden koruyan, yalnızca atmosfer değildir. Atmosferin yanı sıra “Van Allen Kuşakları” denilen ve Dünya’nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür. Güneş’ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir. Özellikle Güneş’te sık sık meydana gelen ve “parlama” adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya’daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir.
Van
Allen Kuşakları’nın yaşamımız açısından önemini Dr. Hugh Ross şöyle
anlatmaktadır:
Dünya,
Güneş Sistemi’ndeki gezegenler arasında en yüksek yoğunluğa sahiptir. Bu geniş
nikel-demir çekirdeği büyük bir manyetik alandan sorumludur. Bu manyetik alan
Van Allen radyasyon koruyucu tabakasını meydana getirir. Bu tabaka yeryüzünü
radyasyon bombardımanından korur. Eğer bu koruyucu tabaka olmasaydı, Dünya’da
hayat mümkün olmazdı. Manyetik alanı olan ve kayalık bölgelerden oluşan diğer
tek gezegen Merkür’dür. Fakat bu manyetik alanın gücü Dünya’nınkinden 100 kat
daha azdır. Van-Allen radyasyon koruyucu tabakası Dünya’ya özeldir.22
|
Dünya’nın
manyetik alanının oluşturduğu manyetosfer tabakası, yeryüzünü gök
taşlarından, zararlı kozmik ışın ve parçacıklardan koruyan bir kalkan
gibidir. Yukarıdaki resimde Van Allen Kuşakları adı da verilen bu manyetosfer
tabakası görülmektedir. Dünya’nın on binlerce kilometre uzağındaki bu
kuşaklar, yeryüzündeki canlıları uzaydan gelebilecek öldürücü enerjiden
korumaktadır. Tüm bu bilimsel bulgular, Dünya’nın özel bir şekilde
korunduğunu kanıtlamaktadır. Önemli olan, bu korunmanın “gökyüzünü korunmuş
bir tavan kıldık” ayetiyle 1400 sene önce Kur’an-ı Kerim’de haber verilmiş
olmasıdır.
|
|
Gökyüzünü
seyreden insanlardan çoğunun aklına atmosferin koruyucu yapısı gelmez. Bu
yapı olmasa Dünya’nın nasıl bir yer olacağı da çoğu zaman düşünülmez.
Yukarıdaki resimde Dünya’ya düşen bir gök taşının ABD Arizona’da açtığı dev
çukur görülmektedir. Eğer atmosfer olmasaydı bu gök taşlarının milyonlarcası
Dünya yüzeyine düşer ve gezegen yaşanılmaz bir hale gelirdi. Ancak atmosferin
koruyucu özelliği sayesindedir ki, Dünya’daki canlılar güven içinde yaşamlarını
sürdürürler. Bu, elbette Allah’ü Teâlâ’nın insanlar üzerindeki bir
korumasıdır ve Kur’an-ı Kerim’de haber verilmiş bir mucizedir.
|
|
|
|
|
Geçtiğimiz
yıllarda tespit edilen bir parlamada açığa çıkan enerjinin, Hiroşima’ya
atılanın benzeri 100 milyar atom bombasına eş değer olduğu hesaplanmıştır.
Parlamadan 58 saat sonra pusulaların ibrelerinde aşırı hareketler gözlenmiş,
Dünya atmosferinin 250 km üstünde sıcaklık sıçrama yapıp 2.500 0C’ye
yükselmiştir.
Kısacası,
Dünya’nın üzerinde, kendisini sarıp kuşatan ve dış tehlikelere karşı koruyan
mükemmel bir sistem işler. İşte Dünya’yı çevreleyen gökyüzünün bu koruyucu
kalkan özelliğini, Allah’ü Teâlâ bizlere yüzyıllar öncesinden Kur’an-ı Kerim’de
bildirmiştir.
Gökyüzünün
Bina Kılınması
O,
sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur
indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün
bunları) bile bile Allah’ü Teâlâ’a eşler koşmayın. (Bakara Suresi, 22)
|
Geminid
meteor yağmuru her sene Aralık ayının ikinci haftasında en yoğun şekilde gözlemlenir.
Üstteki fotoğrafta görülen kısa çizgiler yıldızlara ait izlerdir; uzun
olanlar ise meteorlara aittir. Resimde görülen meteor yağmurunda gök taşları
saatte 58 taneye varan yoğunlukta düşmüştür.
|
Yukarıdaki
ayette gökyüzü tarif edilirken Arapça “essemae binaen” ifadesi
kullanılmaktadır. Bu kelime kubbe, tavan anlamlarıyla beraber, Arap Bedevileri
tarafından kullanılan çadır benzeri bir kaplamayı da tarif eder.23 Ve söz
konusu çadırımsı yapı ile vurgulanan; dış öğelere karşı bir çeşit koruma sağlanmasıdır.
Biz
çoğunlukla farkında olmasak da, diğer gezegenlerde olduğu gibi Dünya’ya da çok
sayıda gök taşı düşmektedir. Diğer gezegenlere düştüklerinde dev kraterler açan
bu gök taşlarının Dünya’ya zarar vermemelerinin nedeni, Dünya’yı saran
atmosferin düşmekte olan gök taşlarına karşı büyük bir direnç göstermesidir.
Gök taşı bu dirence fazla dayanamaz ve sürtünmeden dolayı yanarak büyük bir
kütle kaybına uğrar. Böylece, büyük felaketlere yol açabilecek bu tehlike,
atmosfer sayesinde engellenmiş olur. Allah’ü Teâlâ yukarıda bahsettiğimiz
atmosferin koruyucu özelliği ile ilgili ayetlerin yanı sıra, aşağıdaki ayette
de bu özel yaratılışa dikkat çekmektedir:
Görmedin
mi, Allah’ü Teâlâ, yerdekileri ve denizde O’nun emriyle akıp giden gemileri,
sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten
alıkoyar. Şüphesiz Allah’ü Teâlâ, insanlara karşı şefkatlidir, çok
merhametlidir. (Hac Suresi, 65)
Nitekim
bir önceki bölümde de bahsettiğimiz atmosferin koruyucu özelliği, Dünya’yı
uzaydan yani dış öğelerden korumaktadır. Yukarıda yer verilen ayetlerde gökyüzü
için kullanılan bina kelimesi ile de tam olarak gökyüzünün, Peygamberimiz (sav)
döneminde bilinmesi mümkün olmayan bu yönüne dikkat çekilmektedir. Bu
bilgilerin, ileri teknolojiyle donatılmış uzay araçlarının, dev teleskopların
olmadığı 1400 yıl öncesinde Kur’an-ı Kerim-ı Kerim’de haber verilmiş olması, Kur’an-ı
Kerim’in sonsuz ilim sahibi Rabbimiz’in vahyi olduğunu göstermektedir.
Geri
Döndüren Gök
Kur’an-ı
Kerim-ı Kerim’de, Tarık Suresi’nin 11. ayetinde gökyüzünün “geri döndürücü”
özelliğinden şöyle bahsedilir:
Dönüşlü
olan göğe andolsun. (Tarık Suresi, 11)
Kur’an-ı
Kerim meallerinde “dönüşlü” olarak tercüme edilen “rec’i” kelimesi, “geri
çeviren” ya da “geri döndüren” anlamlarına gelmektedir.
Bilindiği gibi Dünya’yı çevreleyen atmosfer pek çok katmandan oluşur. Her katmanın, canlılığın yararına yönelik önemli bir görevi vardır. İncelendiği zaman her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır. Burada atmosfer katmanlarının geri döndürme özelliğini birkaç örnekle inceleyelim.
Bilindiği gibi Dünya’yı çevreleyen atmosfer pek çok katmandan oluşur. Her katmanın, canlılığın yararına yönelik önemli bir görevi vardır. İncelendiği zaman her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır. Burada atmosfer katmanlarının geri döndürme özelliğini birkaç örnekle inceleyelim.
Örneğin
13 ile 15 km yükseklikteki Troposfer tabakası, yeryüzünden yükselen su
buharının yoğunlaşıp yağış olarak yere geri dönmesini sağlar. 25 km
yükseklikteki Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer, uzaydan gelen radyasyon
ve zararlı ultraviyole ışınlarını yansıtarak, yeryüzüne ulaşamadan uzaya geri
dönmelerini sağlar. İyonosfer tabakası da yeryüzünden yayınlanan radyo
dalgalarını bir uydu gibi yeryüzünün farklı bölgelerine geri yansıtarak, telsiz
konuşmalarının, radyo ve televizyon yayınlarının uzak mesafelerden
izlenebilmesini sağlar. Manyetosfer tabakası ise, Güneş’ten ve diğer
yıldızlardan yayılan zararlı radyoaktif parçacıkları, yeryüzüne ulaşmadan uzaya
geri döndürür.
Gökyüzü
tabakalarının henüz yakın bir geçmişte keşfedilen bu özelliğinin yüzyıllar
öncesinden Kur’an-ı Kerim’de belirtilmesi, Kur’an-ı Kerim’in Allah’ü Teâlâ’nın
sözü olduğunu bir kez daha tasdik etmektedir.
The Returning SkyDünya üzerindeki canlı yaşamı için suyun varlığı son derece önemlidir. Suyun oluşmasındaki etkenlerden bir tanesi de atmosferin katmanlarından biri olan Troposferdir. Troposfer tabakası okyanuslardan yükselen su buharını yoğunlaştırarak yeryüzüne yağmur olarak geri döndürür.
Yeryüzündeki yaşam için öldürücü olabilecek ışınları engelleyen atmosfer katmanı ise, Ozonosfer tabakasıdır. Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer tabakası ultraviyole gibi zararlı kozmik ışınları uzaya geri döndürerek, bu ışınların yeryüzüne ulaşmasını ve canlılığa zarar vermesini engeller.
Atmosferin her katmanı insanlara yararlı özelliklere sahiptir. Örneğin atmosferin üst tabakalarından biri olan İyonosfer tabakası, belli bir merkezden yayınlanan radyo dalgalarını yeryüzüne geri yansıtarak bu yayınların uzak mesafelerden bile algılanmasını sağlar.
Dipnotlar
1. S.
Waqar Ahmed Husaini, The Quran for Astronomy and Earth Exploration from Space,
Goodword Press, 3. baskı, New Delhi, 1999, ss. 103-108.
3. Philip
Ball, “Black Crunch Jams Universal Cycle”, Nature, 23 Aralık 2002; Dr. David
Whitehouse, “Universe is ‘doomed to collapse'”, BBC News Online, 22 Ekim
2002, http://news.bbc.co.uk/1/hi/sci/tech/2346907.stm;
Mark Schwartz, “Cosmic ‘big crunch’ could trigger an early demise of our
universe”, Stanford Report, 25 Eylül 2002.
4. Mark
Schwartz, “Cosmic ‘big crunch’ could trigger an early demise of our universe”,
Stanford Report, 25 Eylül 2002.
5. Mahdi
La’li, A Comprehensive Exploration of the Scientific Mireacles in Holy Qur’an,
Trafford, Kanada, 2003, ss. 35-38.
6. Ebu’l-A’lâ
Mevdûdî, Tefhimu’l Kur’an; http://www.enfal.de/tefhim/)
7. Dr.
Mazhar U. Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur’an, Crescent Publishing House,
New York, ABD, 1998, s. 53.
8. Meyers
Lexikon in drei Bänden Bibliographisches Institut & F.A. Brockhaus AG,
Mannheim 1995, Digitale Ausgabe LexiRom.
9. Carl
Sagan, Cosmos, Wings Books, ABD, 1980, ss. 5-7.
10. K.
Giberson, “The Anthropic Principle”, Journal of Interdisciplinary Studies, c.
9, 1997, ss. 63-90, Steven Yates’den cevap, ss. 91-104.
11. F.
Bertola, U. Curi, The Anthropic Principle: Laws and Environments, Cambridge
University Press, 1993, s. 30.
12. Paul
Davies, Superforce: The Search for a Grand Unified Theory of Nature, 1984, s.
184.
13. Stephen
Hawking, A Brief History Of Time, Bantam Press, London, 1988, ss. 121-125.
14. Michael
Denton, Nature’s Destiny, The Free Press, New York, 1998, ss. 12-13.
15. Michael
J. Denton, Nature’s Destiny, The Free Press, New York, 1998, s. 11.
17. World
Book Encyclopedia, 2003; Boston Üniversitesi’nde Astronomi ve Fizik Professörü
Kenneth Brecher’in katkılarıyla.
18. Bilim
ve Teknik, Temmuz 1983.
20. http://royal.okanagan.bc.ca/mpidwirn/atmosphereandclimate/atmslayers.html;
Michael Pidwirny, Atmospheric Layers, 1996.
Yorumlar
Yorum Gönder