Garip Bir Musalla Taşıyım Ben
Garip Bir Musalla Taşıyım Ben
Garip bir musalla taşıyım ben… Üzerimden ne
insanlar, ne hayatlar geldi geçti sayısını bile bilmiyorum. Üzerime her konan
soğukluğumdan şikâyet etti. Bilmiyordu ki bu benim değil, ölümün soğukluğuydu.
Benden korkuyorlardı. Ama az sonra kabirde
karşılaşacakları çetin hesabı bilecek olsaydılar, eminim kıyamete kadar
üzerimde kalmayı tercih ederlerdi.
Garip bir musalla taşıyım ben…
Kimi insanlar olur ki sabırsızlanırım “Bir an önce
üzerimden alıp da götürsünler” diye. İnanın, bazılarının günahlarını ben bile
taşıyamıyorum! Şu ayaklarım da mermer olmasa çökeceğim olduğum yere. Ama
öyleleri de var ki onların sıcaklığında, kendi soğukluğumu unutuyorum. “Cenaze
namazını biraz daha uzatsalar, biraz daha beraber kalsak” diyorum.
Garip bir musalla taşıyım ben...
Bilmiyorum, mimarisi benim kadar basit ama benim
kadar ürkütücü olan başka bir yapı var mıdır yeryüzünde…
Garip bir musalla taşıyım işte ben…
İnsanlar bana bakınca düşünsün tefekkür etsin, artık
bir şeylerin farkına varsın istiyorum. Ama her seferinde şöyle bir ürperip, yüz
çeviriyorlar benden.
Onların bu haline ben, bazen acıyarak, bazense
hüzünle bakıyorum. Sonra alaycı bir tebessümle haykırıyorum onların tarafına;
“Çevir bakalım kafayı, elbet bir gün buluşacağız. O zaman da böyle yüz
çevirebilecek misin benden?” diyorum ama sesimi duyuramıyorum, duymuyor
insanlar beni.
Garip bir musalla taşıyım ben…
En hafif yüküm, kışın üzerime biriken kar
taneleridir. O soğuk günlerde, bana inat yükselen ve bana küçümsermiş gibi
tepeden bakan binalara bakarım, bütün ürkütücülüğümle. “Acaba?” derim kendi
kendime ve pencereleri gözlerim, “Şu pencerelerden bana bakıp da ölümü düşünen
var mıdır?” diye.
İnanır mısınız, daha hiç görmedim bugüne kadar böyle
bir kimseyi... Garip bir musalla taşıyım ben...
Camiye girip çıkanlara bakarım ibretle, “Acaba sıra
hangisinde?” diye...
Bazen cemaatten seçtiğim birisinin gelmesini
isterim, “Şu gelir bugünlerde herhalde” derim, kendi kendime. Hatta geçen gün
beni yapan ustayı getirdiler üstüme. İşi zor gibiydi, Allah yardım etsin. “Vay
be usta! Sen de geldin demek!” dedim ama ne fayda; o kendi derdindeydi, duymadı
bile beni…
Garip bir musalla taşıyım ben…
Bazen çocuklar gelip oynar üzerimde, şakalaşırlar.
En çok sevdiğim de bu işte. Ölü taşımaktan başka bir işe yaramadığımı
düşündüğüm anlarda, onlar gelir, unutturur hüznümü ve kötü hatıraları. “Keşke
hiç gitmeseler yanımdan” derim. Bir de o güzelim ezanlar, salalar ve kandil
geceleri… Bunlar da olmasa vallahi çekilecek iş değil benimkisi...
Garip bir musalla taşıyım ben...
“Acaba” diyorum kendi kendime, “Bir günlük tutsaydım
ne olurdu?” Herhalde dünyanın en yoğun ve en sıkıcı günlüğünü yazmış olurdum
ben!
Şu cenaze namazlarında konuşulanları, fısıldananları
yazsam belki ilgi çekerdi? Düşünsenize, millet cenazede bile dünya muhabbeti
yapıyor. Rahmetlinin varislerine neler bıraktığını soruyorlar birbirlerine!...
Bir de üzerime gelenlerin ağır yükünü,
hazırlıksızlıklarının ızdırabını, karşılaşacak oldukları kabir hayatından nasıl
korktuklarını yazsam, hiç bitmeyecek ama çoğu insanın da okumaya korkacağı
kitap olurdu herhalde.
Garip bir musalla taşıyım ben İşte, yine bir ezan ve
ardından hoş bir sala… Belli ki yine bir yolcu var. Kimmiş, hiçte merak
etmiyorum. İnanın çektikleri o azapları görmek, çok incitiyor beni. İnşaallah
iyi birsidir de şu soğuğunun üstüne bir de onun ızdırabıyla kahrolmayayım.
Ey insan! Aklına başına al da ne sen benim üstümde
yorul ne de beni yor…
Yorumlar
Yorum Gönder