Keşke İnsanlık Üniversitesini Bitirseydi
Keşke İnsanlık
Üniversitesini Bitirseydi…
Genç kız, el aynasında
makyajını kontrol etti; “Gayet iyi.” dedi.
Güzelliğinden emindi.
Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın
tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi. Cep telefonu çaldığında, akşam
arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu.
Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.
- Alo… Kızım! Nasılsın?
– İyiyim anne. Ne oldu?
– Sana bir sürprizim var!
– Sürpriz mi?
– Evet. Çok eski bir
arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş!
– Eee kimmiş?
– Kim olduğu sürpriz! Fakat
onu senin almanı istiyorum!
– Ben mi?
– Evet, senin iş yerine
yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim.
Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.
– Anne, ben böyle
şeyleri sevmem, kendin halletsen!
– Kızım 1-2 saatlik bir
işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka
çok sevinecektir.
– Amaaan! Peki peki!
Nasıl tanıyacağım?
Evden çıkarken üzerine
giydiklerini tarif ettim. O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde.
Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni
bulacak.
– Tamam anne... Tamam…
– Kızım senden her gün
mü bir şey istiyorum. Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura
yatırmaya bile göndermedim.
– Hemen darılma, tamam
dedim ya…
– O nasıl tamam demekse…
Neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme! Ben de işlerimi bitirip hemen
geleceğim!
Genç kız, izin alıp çıktı.
Kışa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını fark
etti. Arkadaşlarıyla hep paralı, lüks eğlence yerlerine giderlerdi.
Annesinin tarif ettiği,
girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında
bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan
utandığını hissetti.
“Annemin arkadaşı
çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam!”
diye düşündü.
Köylü kadın çekinerek
seslendi;
– Affedersin kızım, bir
şey sorabilir miyim?
“Kızım!”
diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.
– Ne var, adres mi
soracan!
– Sert çıkış karşısında
kadın sesini alçalttı…
– Hayır, kızım! Başka bir
şey soracaktım.
– Sizin gibi cahiller ya
adres sorar, ya para ister.
Köylü kadının kızaran
yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının
uzaktan yaklaştığını gördü.
“Nihayet!” diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın
yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.
Yanındaki küçük kıza
daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü. Kadın
gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi
göründü. Genç kız manalı manalı güldü;
– Bak kolayca gözyaşı
dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burada ne bekliyorsun geç
bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamaya benden bir şey koparacağını sanma,
tamam mı?
Kadın dayanamadı;
– Cahil deyip
duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında
hakaret mi ettim!
– Oooo… Laf yapmayı da
biliyormuş!
– Anlaşıldı kızım, sen
üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta
kalmışsın! Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim…
Yaşlı kadın, küçük kızı
alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı.
Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce
uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya
çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi.
Bir süre sonra, genç
kızın annesi parkta yanına geldi.
– Merhaba kızım, Zeynep
teyzen nerde?
– Kimse gelmedi anne. En
son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dinlenmek için gelmiş biriymiş.
– Allah! Allah! Giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni
nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.
Genç kız bir an
durakladı.
– Küçük bir kız mı?
– Evet!
– Anne! Biz zengin,
kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi?
– Kültürsüz değil ama
zengin değil.
– Sakın bana köylü bir
kadın olduğunu söyleme.
– Köyden gelen kadına ne
denir ki!
– Oh… İyi, iyi, köylü
kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun.
– “Kızım, o kadına bir
borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik.”
– “Gün gelir, bir ihtiyacım
olduğunda, ben kapınızı çalarım!”. Dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.
– Ne istiyormuş?
– Torununu okutmamızı
istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula
götürecek.
– Anne, o köylü kadına
ne borcun olabilir ki, anlayamadım?
Annesi, kızının öfkeli
ses tonuna dayanamadı;
– Kızım, sen bebekken
biz köydeydik.
– Eee…
– Sana yıllar önce
bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri, atları, tarlaları
neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.
– Evet, hatırladım.
– O yangınla ilgili bir
ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için
darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.
– Herhalde şimdi
anlatacaksın…
– Baban evde yoktu, ben
de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzgâr
bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rüzgâr
bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış.
Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler her yeri sarmıştı. Birazdan
yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen
kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun
kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…
– Niçin?
– Seni kurtarırken, sağ
tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı
çekti çook!
– Dur ağlama, seni bu
kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam, kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! Baban
da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı!
Kıssadan Hisse: O kız keşke insanlık üniversitesini bitirseydi…
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder