Fakir Bir işçi
Fakir Bir işçi
Fakir bir işçi, bir gün işinden
çıkartılır. Bunun üzerine başka da hiçbir gelir kaynağı olmadığı için çoluk-çocuğu
arka arkaya üç gün aç ve susuz kalır.
Adam iş bulmak üzere nereye
başvurduysa "İşimiz yok!" cevabı ile kapılar yüzüne kapanmaktadır.
Üst üste üç gün
midelerine hiçbir gıda girmeyen yavruların dinmeyen ağlayışları annenin
yüreğini parçalayacak dereceye gelir. Çaresizlikler içinde durumu kocasına
açar:
"Bey, görmüyor
musun? Açlıktan yavrularımızın yüzleri sarardı ve bağırsakları eridi. Hadi biz neyse
dayanırız, ama onlar bu Kadarına tahammül edemezler; bu sefaletimizin sonu ne
olacak; bir şey düşünmüyor musun?"
dedi.
Adam düşünceden önce eğilmiş
başını eşinin yüzüne doğru kaldırarak ona der ki;
"Karıcığım, günlerdir
başvurmadığım kapı kalmadı. Piyasaya göre en düşük ücret karşılığında iş
aradım, tek bir kerecik olsun karnınızı doyurabileyim diye; olmadı. Kimse bana
iş vermiyor. Yavrularımın açlıktan erimeye yüz tutan ciğerleri benim de
yüreğimi parçalıyor. Ama anlıyor ve görüyorsun ki, elimden bir şey
gelmiyor."
Bu sözler üzerine kadın
kocasına der ki:
"Öyle ise şu benim gelinlik
günlerinden kalma başörtümü götür sat; ne kadar tutuyorsa bir şeyler al getir
de hele bir kereliğine şu yavrucağızların karnını doyuralım; sonrasına, kulların
rızkını veren cömert Allah Celle Celâlüh kerimdir. Elbette bize hayırlı kapı açar."
Adam utançtan yüzü kızararak
ve düştüğü acıklı, çaresizliğin ıstırabını ruhunun derinliklerinde duyarak,
karısının gelinlik çeyiz sandığından çıkarıp getirdiği hiç kullanılmamış başörtüsünü
alır ve satmaya yollanır.
Başörtüyü o zamanın parasıyla
ancak iki dirheme satabilir. Aldığı para ile yiyecek bir şeyler satın almaya
giderken yolun üstünde bir dilenciye rastlar; adam gelip geçenlere şu sözlerle yalvarmaktadır:
"Allah rızası ve
peygamber aşkı için boş geçmeyiniz. Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak karşılığında
bana yardım etmek isteyen yok mu? Dünyada hiçbir şeyi olmayan kelimenin tam
manasıyla muhtaç bir kimseyim."
Adam dilenciye sokulur karısının
gelinlik başörtünü satarak aldığı ve günlerdir açlıkla boğuşan yavrularının bir
öğünlük yiyeceğine ödeyeceği iki dirhemi, olduğu gibi cebinden çıkarır zavallı dilenciye
verir. Şimdi eli boş eve dönmekten gerçekten utanmaktadır. “Çemberin parası
ne oldu?” diye sorduğu zaman karısına ne cevap verecek?
Kadıncağıza nasıl "Çemberine
iki dirhem verdiler; onu da ilk rastladığım dilenciye verdim; adamın yalvarmalarına
dayanamadım!" diyebilecekti. Bu düşünceler içerisinde camiye varıp
akşam namazını kıldıktan sonra çöken akşam karanlığı ile birlikte ve bomboş
ellerle yine evine döndü. Karısı ve çocukları sabırsız bakışlarla bir şeyler
getirecek diye yolunu gözlüyorlardı. Geç de kalınca her halde iyi bir şeyler
getirecek diye sevinmişlerdi. Adam ümitsiz bir halde ve hep önüne bakarak
kapıdan içeri girince kadın şaşakalır ve o akşam da aç aldıklarını anlar. Yavrular
da boşa giden ümitlerinin arkasından kim bilir kaçıncı kere hep bir ağızdan
artık açlıktan kısılmaya yüz tutmuş zayıf bir sesle ağlamaya başlarlar. Kadın hem
kızgın ve hem de şaşkın bir ifade ile kocasına başörtüsünü ne yaptığını sorar.
Adam her şeyi olduğu
gibi anlatarak başörtüyü sattıktan sonra yiyecek bir şeyler almaya giderken yolda
rastladığı dilenciye elindeki iki dirhemi verdiğini karısına söyleyiverir.
Kadın işin iç yüzünü öğrenince üstün bir sabır ifadesi takınarak kocasına şöyle
der:
"Başörtünün
parasını mademki Allah yolunda verdin; o ulu ve zengindir; gösterdiğin
cömertliğin karşılığında bize dilediği anda karşılığını vermek gücüne
fazlasıyla sahiptir. Sen yine en iyisini yaptın; bakalım önümüze hangi kapı
açılacaktır."
Sabahleyin kadın,
kocasına bu defa yine baba evinden getirdiği bir duvar saatini verir,
"Şimdi de bunu satmaya
götür ve karşılığında eline geçen para ile eve yiyecek bir şeyler getir" der.
Ertesi gün adam,
çarşının her tarafını gezerek saati satmaya çalışır. Fakat hiçbir müşteri bulamaz.
Yorgun argın ve yine ile boş gideceği için üzgün bir halde eve dönerken bir
balık satıcısına rastlar. Adam avazının çıktığı kadar yüksek bir sesle:
"Balık, balık var,
balık!" diye bağırıyor. Fakat elinde son
olarak kalan iki balığa müşteri bulamıyordu. Adam, balıkçıya sokulur ve ona der
ki,
"Şu saat benim işime,
o balıklar da senin işine yaramaz; öyleyse sen bana elinde kalan iki balığı ver;
ben de sana karşılık olarak şu saati vereyim."
Müşteri ayartmak için sabahtan
beri bağıra bağıra sesi kısılan balıkçı, adamın teklifini kabul eder, balıkları
verir, karşılığında saati alarak oradan uzaklaşır. Günlerden beri ilk defa eve yiyecek
bir şey götürebileceği için ölçüsüz derecede sevinen adam, balıkları kapar kapmaz
hızla evinin yolunu tutar.
Babalarının yiyecek bir
şey getirdiğini gören çocuklar neşe ile birbirlerine sarılırlar. Kadın
balıkların içini temizlemek üzere mutfağa girer. Az sonra gördüklerinin
karşısında şaşkına dönerek kocasını çağırır.
Balıklardan birinin karnından
bağırsak yerine parlak ve iri bir inci çıkmıştır. Adam inciyi alır; bir kuyumcuya
koşar. Kuyumcu incinin benzersiz değerde bir mücevher olduğunu, kendilerine sattığı
takdirde karşılığında on dört bin dirhem ödemeye hazır olduğunu söyler. Adam
artık anlar ki kötü talihi değişmiştir. Çektiği ağır sıkıntılar artık son
bulmuş, Allah ona nimet kapılarını açmıştır. İnciyi satarak kuyumcudan uça uça
evine yönelir. Olup bitenleri karısına anlatınca bütün ev neşeye gömülür ve
hepsi bir ağızdan kederlerini gideren Allah'a ölçüsüz şükürler ederler.
Tam bu sırada kapıya
gelen bir dilencinin sesi duyulur. Adam dua ve yalvarmalar içinde içeriye şöyle
seslenir.
"Ey hane halkı,
esirgeyici Allah size bağışladığından bana da verin." Adam hemen kapıya çıkar dilenciye der ki:
"Tam şu anda Ulu
Allah Celle Celâlüh hiç beklemediğimiz bir şekilde ve içinde günlerce kıvrandığımız
bir açlığın sonunda on dört bin dirhem bağışlamıştır. Madem ki sen Allah rızası
için Allah'ın bağış ettiğinden pay istiyorsun dur bekle; bu paranın yarısını
sana getireyim. Kalan yarısı da bizim olsun."
Kendisine ilk ağızda
yedi bin dirhem kazandıran bu taksime fazlasıyla memnun görünerek razı olan dilenciye
paranın yarısını getirmeye giden ev sahibi kapıya dönünce dilencinin orada
olmadığını görür; sağı solu iyice araştırdıktan sonra her nedense adamın çekip
gittiğini anlar. Ev sahibi bütün keder ve sıkıntılardan sıyrılmış bir rahatlık
içinde yatağına uzanınca rüyasında kapıdan kaybolan akşamki dilenciyi görür,
ona neden parayı beklemeyerek kaybolduğunu sorunca şu cevabı alır;
"Ben herhangi bir
dilenci değildim; Allah'ın meleklerinden biriydim, hayırseverliğin i ve Allah
rızasına bağlılık dereceni ölçmek üzere insan kıyafetine girerek o anda kapına
geldim, beni bizzat Ulu Allah Celle Celâlüh seni son bir defa daha deneyerek
dereceni yükseltmek için evine gönderdi. Geçen akşam karının başörtüsüne
karşılık eline geçen iki dirhemciği çocuklarına yiyecek almaya giderken
verdiğin dilenci de yine bendim. Gönül rahatlığı ile o iki dirhemi, Allah
rızasını kazanayım diye bana verince Ulu Allah Celle Celâlüh sana o inciyi
bağışladı. Bu akşamki ölçüsüz cömertliğinin karşılığında da öbür dünyanın eşsiz
zenginlikteki Cennet nimetleriyle kavuşacaksın."
Ne mutlu senin gibi
Allah rızasını en sıkışık durumlarda bile baş gaye bilen bahtiyar müminlere...
KAYNAK:
Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikâyeler, Seda Yayınları
Yorumlar
Yorum Gönder