Allah’ü Teâlâ İsterse Her Şey Olur
Allah’ü Teâlâ İsterse Her Şey Olur
Allah’ü Teâlâ erenlerinden
Dinar oğlu Malik devrinde iki kardeş yaşamaktadır.
Bu iki kardeşten biri yetmiş, diğeri de tam otuz beş
yıl ateşe taparak hiçbir muratlarına kavuşamadığını anlayan küçük kardeş bir
gün ağabeyine dert yanar, der ki:
"Ağabeyciğim! Bu kadar yıldır ateşi ilah
bilerek ona tapındık. Fakat bakıyorum ki hiçbir dileğimize erişemedik. O yüzden
bende ateşin ilah olmadığına dair bir şüphe uyandı. Bu şüphemde haklı olup
olmadığımı araştırmak için seninle bir denemeye girişelim. Eğer ateş
başkalarını yaktığı gibi bizi de yakarsa, kendisine bir daha asla tapınmayalım.
Yok, eğer yakmazsa ölünceye kadar ilahlığına iman ederek ibadetten geri
durmayalım."
Bu karardan sonra iki kardeş bir ateş yakarlar.
Küçüğün büyüğüne;
"Ateşe ilk önce elimizi hangimiz uzatacağız.
Sen mi yoksa ben mi?" diye sorar. Ağabeyi,
"Sen uzatacaksın" deyince küçük kardeş
elini hemen ateşe yaklaştırır. Bakar ki ateş elini yakıyor, hemen çeker.
Ardından da
"Ey ateş!" der "yazıklar olsun sana!
Bunca yıldır seni ilah bildim ve o yüzden de sana taptım. Ağabeyine der ki:
Gel buna tapınmaktan vazgeçelim" diye yalvarıp
yakarır. Fakat ağabeyi bir türlü vazgeçmez ve ateşe tapmaya devam eder.
Ağabeyi devam ededursun. Küçük kardeş bu denemeden
sonra ateşe tapmaktan vazgeçer Müslüman olmaya azmeder ve doğruca devrin büyük
ermişlerinden Dinar oğlu Malik'e başvurur.
O anda Malik de oturmuş halka vaaz vermektedir.
Vaazını bitirdikten sonra başından geçenleri bir bir kendisine anlatır ve ben Müslüman
olacağım der.
Bunun üzerine Malik ateşperest adamı karşına
oturtarak Kelime-i Şehadet getirttikten sonra kendisine İslam'ın şartlarını ve
bütün umumi prensiplerini bir bir izah eder. Yanında bulunan ailesi de İslam'a
girince orada bulunan halk, bu her iki ateşperestin imana gelişini sevinç
gözyaşları arasında kutlarlar.
Ardından da biraz aramızda kalın da, aramızda size
biraz öteberi toplayalım dediler. Fakat yeni imana gelen adam ben dinimi
dünyalık hiçbir şeye satmam diyerek asla bir şey kabul etmeyeceğini
belirtiyordu.
Daha sonra ailesini alarak şehrin kıyı
mahallelerinden virane bir eve yerleştiler. Ne yiyecek, ne de içecek bir
şeyleri yoktu. O gece Allah'a ibadet ve taat ederek sabahladılar.
Güneş doğup yeryüzüne ışıklarını yaymaya başlayınca
günlük ekmek parasını kazanmak için bir iş bulup çalışmak gerekiyordu. Çünkü
yaşamak için yemek, yemek için de çalışmak şarttı. Bu düşünceye daha ziyade
kendini kaptıran kadındı.
Yeni imana gelmiş bulunan adamın ise yemek içmek
gibi bir dert umurunda bile değildi. Onun tek düşüncesi kâinatın ortaksız
yaratıcısı olan Allah'a biraz daha fazla ibadet edebilmekti. Bu yüzden de
kendisini ibadetten alıkoyan bir şeye düşman kesilmişti. Bu ekmek parası için
çalışmak mecburiyeti olsa bile.
Fakat yine de muhakkak ki ekmek parasını kazanmak
için çalışmak gerekiyordu. Nitekim hanımı durumu açarak taşı gediğine koydu.
"Bey efendi!" dedi. "Bugün şehre inin
de belki bir iş bulup çalışırsınız. İnşaallah akşama kadar günlük nafakamızı
kazanmış olarak dönersiniz."
Bu ikaz karşısında kendisini toplayan adam şehre
inip münasip bir iş aramaya koyuldu. Birçok kapı çalış iş aradı, fakat ekmek
parasını kazanacak bir iş bulamadı. Ama her nedense buna pek üzülmüyordu. Zaten
bütün dileği Allah'a amelelik etmekti.
Onun için Camilerden birine kapanarak akşama kadar
bol bol Allah'a ibadete daldı.
Akşam olunca kendi namına Allah'a bol bol ibadet
etme fırsatını bulduğundan dolayı sevinç, karısının karşısına da eli boş
çıkacağı için de üzüntü içinde karışık duygularla döndü. Kapıyı açıp içeri
girdikten sonra selam verip bir köşeye oturdu. Karısına da;
-Bütün gün çalıştığını fakat ücretlerini yarın
alacağını ifade etti. Karı-koca geceyi aç açına ibadet ederek geçirdiler.
Sabah olunca tekrar iş bulmak için şehre inen adam
ne yaptıysa yine bir türlü ekmek parasını kazanacak bir iş bulamadı. Bulamadı
diye üzülecek değildi ya. Camiye girerek akşama dek bol bol Allah'a ibadet
etti. O, sadece Allah'ına çalışıyordu. Tek üzüntüsü karısıydı. Zavallı
kadıncağız artık açlığının son haddine gelmişti.
Akşam olunca yine eli boş olarak eve döndü ve
karısına aynı mazereti uydurdu. Böylece o geceyi de aç olarak geçirdiler.
Ertesi gün, günlerden Cuma idi. Cuma günü de hafta tatili dolayısıyla bütün iş
yerleri kapalıydı. Onun için herhangi bir iş bulup da çalışmaya imkân yoktu. En
iyisi camiye gidip Cuma namazı kılmaktı.
Eski ateşperest, yeni mü'min de aynı şeyi yaptı.
Cuma vakti gelince doğruca camiye gidip iki rekât Cuma namazını gönül huzuruyla
kıldı. Ardından da ellerini göğe doğru açarak, Allah'a yalvarıp yakarmaya
başladı:
"Ey Rabbim!.." diyordu. "İslam dinin
ve bu Cuma gününü yüzü suyu hürmetine gönlümden ailemin geçim sıkıntısını at.
Çünkü bir iş bulup çalışamadığım için aileme karşı mahcubum. Korkarım ki
açlıkları daha fazla sürerse ağabeyimin dinine dönerler."
Adam Cuma vakti camide dua ededursun. O sırada
şehrin kenarında bulunan virane evinin kapısına biri gelerek kapıyı çalar.
Karısı kapıyı açtığında bakar ki karşısında yakışıklı bir genç durmaktadır.
Elinde mendille örtülü bir tabak bulunan genç tabağı
kadına uzatırken
"Bunu alınız ve kocanıza da bunun bu Cuma Allah
Celle Celâlühü için yaptığı ameleliğin ücreti olduğunu söyleyin. Çünkü böyle
bir günde azıcık çalışmanın Allah Celle Celâlühü katında ücreti çok
büyüktür" der.
Kadın hemen tabağı alıp üzerindeki mendili açınca ne
görsün ki! Tabağın içinde çil çil bin tane altın. Altınlardan birini alarak
hemen çarşıya çıkıp bir sarrafa götürür. Sarraf altını daha eline alır almaz
şaşırıp kalır. Hele tartıya koyunca hayreti büsbütün artar. Altın bildiğimiz
altınlardan değildir. Hem çok ağır basmakta, hem de üzerindeki nakışlarından
başka bir dünyaya ait olduğu anlaşılmaktadır.
Hayretini yenmek için kadına altını nereden
bulduğunu soran sarraf hikâyeyi olduğu gibi dinleyince durumu hemen kavrar ve
kadına
"Ben de Müslüman olacağım. Bana İslamiyet’i
öğretir misiniz?" der. Ardından da Müslümanlığı kabul ederek kadına bin
tane dünyalık altın hediye eder.
Öbür yandan genç Cuma namazını kılmış eve
dönmektedir. Yine her zamanki gibi eli boş olduğu için, bu defa mendilini kumla
doldurarak yiyecek bir şeyler getiriyormuş gibi yapar içinden de
"Eğer karım ne iş yaptın dese, size un
getirdim, diye cevap veririm" düşüncesini geçirir. Bu düşünceler içinde
boynu bükük ve mahzun mahzun kapıya gelir. Tam bu sırada içeriden etrafa yemek
kokularının yayıldığını fark ederek elindeki kumla dolu mendili kapının dibine
bırakıp sevinçli içeri girer.
Hoş beşten sonra karısından durumu sorup öğrenir.
Ardından da sevinç gözyaşları içinde yüce Allah'a şükür secdesine kapanır. Bu
arada kapıya çıkan karısı kum dolu mendili görüp de eline alınca bakar ki içi
unla dolup taşmaktadır.
Kocasının unu neden içeri getirmediğini sorunca o da
durumu öğrenerek şükür secdesine kapanır.
Yüce Allah Celle Celâlühü cümlemizi Cuma namazının
faziletinden mahrum bırakmasın, âmin...
Zübdetül Vaizin -KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi,
Seçme Dini Hikayeler
Yorumlar
Yorum Gönder