İşte Sabri Ülker’den Hayat Dersleri
İşte Sabri Ülker’den Hayat Dersleri
Yeni şafak yazarı Mustafa Özel, yakınında 10 yıla yakın
bulunduğu Sabri Ülker için ‘Bugün 85 yaşında ama mistikliği de rasyonelliği de
devam ediyor’ yorumu yaptı.
‘Ülker’den neler öğrendim’ diyen Mustafa Özel’in yazısı:
Bazen okuyuculardan ‘yürek yakıcı’ mektuplar alırım. Bunlardan
bazıları şöyle bitiyor: ‘Mustafa Özel, senin bize iş hayatından yerli veya
yabancı bir takım insanları ‘örnek’ diye göstermeni anlamıyoruz.’ Tabii,
buradaki ‘anlamıyoruz!’ ifadesini ‘yakıştırmıyoruz!’ diye okumak lazım. Onlara
göre büyük adam, örnek adam ya siyasette olur, ya bürokrasi veya bilimde. Bu
yargının gerekçesini anlamak zor değil. Para kazanmak ‘ince’ bir meslek ve bu
ince yol bir sürü ‘numara’ içerebilir. Fakat aynı şeyi siyaset, bilim ve
bürokrasi için de söyleyemez miyiz? Siyaset ve bürokraside az mı dolap dönüyor?
Akademik dünya çoğu defa siyaset ve bürokrasinin emir kulu durumuna düşmüyor
mu? Ahmet Mithat Efendi, Müşahedat başlıklı romanını biraz da bu anlayışı
yıkmak için kaleme almıştı. Romanın kahramanı Seyyit Mehmet Numan, size geçen
hafta tanıttığım Michael Dell’i aratmayacak derecede icatçı bir girişimcidir.
‘Uluslararası Turfandacılığı’ icat etmiştir: Odesa, Varna yoluyla Rusya ve
Avrupa’ya turfanda ürünler göndermektedir. ‘Evet, bu da bir icattır. Yalnız bu
değil, ticaret hayatında her şey icattır. Yeniden yeniye kar getirecek şeyler
bulunmazsa, zaten bilinip öğrenilmiş olan şeyler pek büyük bir kar getirmezler.
Ah! Ticaret insanda ne güzel uyanıklığı gerektiren bir uğraştır. En küçük bir
başarı, kendi kumandasındaki askerle bir zafer kazanan kumandanın aldığı lezzet
kadar vicdani bir lezzet doğurur.’ Muhtemelen Mithat Efendi’ye de bana
gönderilene benzer mektuplar gitmiş olmalı ki, hemen komutan ile tüccar
arasında kurduğu benzerliği savunmaya geçiyor: ‘Bir tacirde ne büyüklük
olabilir? Tacirler arasında da büyük adam bulunacaksa, cihanda küçük adam
kalmamış olmaz mı?’ derler. ‘Ne manasız bir hitap. Büyük adam her meslekte
bulunabilir. İnsanın kendi mesleğinin büyük adamlarından sayılması için
emsaline nispetle, üstünde taşıması lazım gelen seçkin vasıflara ulaşması onu
büyük adamlar arasına katabilir. Büyüklük denilen şeyin diğer mesleklerden
ziyade ticaretle uğraşanlar arasında bulunabileceğini inkara gerek yoktur.’ Mithat
Efendi’nin sözlerini ikna edici bulmuyorsanız, işte size ondan 1200 yıl önce
yaşayan Hz. Ömer’in (ra), ganimet geliri artınca ticaretten kopan sahabilere
tepkisi: ‘Ticarete önem verin, şu mevaliler dünyanız konusunda sizi yanlış yola
sevk etmesinler.’ Hz. Ömer halifeliği sırasında pazara gitmiş ve oradakilerin
çoğunun Nebatilerden olduğunu görünce üzülmüştü. Nebatiler, Irak’a gelip
yerleşen bir topluluk olup, bu tabir daha sonraları avam veya ayaktakımı için
kullanılmıştır. Halife Ömer, toplumun seçkin insanlarının ticaretten kopmasını
hayırlı bir gelişme olarak görmüyordu. Hemen seçkin sahabileri evlerinden
çağırdı ve pazarı terk etmelerinden ötürü onları kınadı. Onlar ise: ‘Allah,
nasip ettiği zaferle bizi pazarlara muhtaç olmaktan kurtardı. Artık kendimizi
ibadete verdik. İbadet, ticaretten üstün değil midir?’ anlamında sözlerle
kendilerini savundular. Hz. Ömer’in cevabı, hem Mithat Efendi’nin, hem Mustafa
Özel’in okuyucuları için deprem şiddetindedir: ‘Allah’a and olsun, eğer böyle
yaparsanız, muhakkak ki erkekleriniz onların erkeklerine; hanımlarınız da
onların hanımlarına hizmetçi olacaktır.’ Sabri Ülker ile çalışmaya başladığımda
ben 33, o 66 yaşındaydı. On yıl kadar yakınında bulundum. Rasyonel bir
mistikti. Bugün 85 yaşındadır ve mistikliği de, rasyonelliği de devam ediyor.
Son aradığımda, ‘Efendim, müsaitseniz yarın sabah gelmek istiyorum’ demiştim.
Cevabı: ‘Saat kaçta geleceksin? Programıma bir bakayım, sana dönerim.’ Beş
dakika sonra aradığında şöyle diyordu: ‘Yarın dokuzda üretim toplantısı var;
ona katılmam lazım!’ Oysa aktif yöneticilikten kopalı çok olmuştu. Buna rağmen,
gününün planını eski tarzda yapmaya devam ediyordu. Fabrikaya gidip, tek tek
birim müdürlerini çağırıyor; onlara ecel terleri döktürten sorular soruyor ve
tatminkar cevap veremeyenleri nazikçe azarlıyordu. Diğer yandan, rasyonelliğini
aşan mistikliği de sürüp gidiyordu. Süleyman Kaya Bey yanına gittiğinde, ‘Anlat
bakalım, neler yapıyorsunuz?’ diye sormuş. Süleyman Bey, ‘Allah’a hamd olsun;
Ülker çok büyüdü’ deyince, Sabri Bey adeta patlamış: ‘Sus! Büyük olan yalnız
Allah’tır. Ne demek Ülker büyüdü? Siz işinize bakın. Öyle boyunuzdan büyük
laflar etmeyin!’ Sabri Ülker Bey’den öğrendiğim üç kısa dersi birer darbımesel
havasında özetlemek istiyorum: Tekkeyi bekleyen çorbayı içer. Bunu mistik
bağlamda söylemiyorum. Sabri Bey sık sık şöyle derdi: ‘İşinize odaklanın; başka
işlerin cazibesi sizi ayartmasın. Tanıdığım işadamlarının bir kısmı, sektörleri
biraz dara girince, hemen tası tarağı toplayıp daha çekici gözüken işlere
daldılar. Tabiatıyla, birçoğu muvaffak olamadı. Davulun sesi uzaktan hoş gelir.
Her mesleğin püf noktaları vardır. Bunları üç beş günde öğrenemezsiniz. Bisküvi
işi yapan bazıları, zamanla işi bırakıp bez alıp satmaya başladılar. Fakat
hamur işinden kumaş işine geçmek öyle kolay değildir. Pek az kişi iş
değiştirdiğinde muvaffak olmuştur.’ Odaklanma, Sabri Ülker için temel bir
değer; adeta bir erdemdi. 1993 yılında, Ülker henüz kek işine girmiş değildi.
Bir Amerikan firmasıyla lisans anlaşması yapmak için aylar süren görüşmeler
yapmış, fakat şirketi Türkiye pazarı için makul bir fiyata razı edememiştik.
Bir ara Sabri Bey, benim tahmin ve tahammül edemeyeceğim kadar yüksek bir
bedele bile evet der gibi olunca, dayanamayarak: ‘Efendim, biz Ülker’de
bunlardan daha iyi kek yaparız. Niçin bu kadar yüksek bir bedel ödeyelim?’
deyivermiştim. Cevabı bilgeceydi: ‘Doğru. Biz istersek bunlardan daha iyi kek
yapabiliriz. Fakat kekle uğraşınca, bisküvi yapmayı unuturuz!’ DÜRÜST OL, İKİ
YAKADA DA KAZAN Dünya ve ahiret ayırımı her halde sınırlı zihin gücümüzün
eseridir. Normalde, iki değil bir hayatımız vardır. Dünya hayatı dediğimiz
dönem, kısa süreli bir geçişten ibaret. ‘Bir ağacın gölgesinde verilen kısa bir
mola.’ O halde, insani vasıflarımızın etkisi hem molada, hem mola sonrası (mahiyetini
kavramaya güç yetiremediğimiz) hayatta karşımıza çıkacaktır. Dürüstlük de temel
bir manevi nitelik olduğundan, asıl meyvesini mola sonrasında verecektir.
Fakat, Max Weber’in Protestan ahlakına dair tezinde de vurguladığı gibi,
dürüstlüğün bu dünyadaki meyvesi de gayet göz alıcıdır. Bunu Sabri Bey’in,
Ülker’in 50. Yıl kutlama töreninde anlattığı şu olayda çarpıcı biçimde
görebiliyoruz: 1958 devalüasyonundan sonra, ülkede temel meta fiyatları sık sık
yükselmekte, dolayısıyla sanayiciler de ürünlerine boyuna zam yapmaktadır. 27
Mayıs darbesinden birkaç ay önce, her nasılsa çok yükselen un fiyatı hükümet
kararıyla geri çekilmiş, dolayısıyla elinde unlu mamül bulunanlar zarara
uğramışlar. Sabri Ülker, bütün toptancılarına kendi el yazısıyla birer mektup
gönderip, ellerindeki bisküvi miktarlarını bildirmelerini istemiş. Mevcut stoğu
tespit ettikten sonra, eski (yüksek) bisküvi fiyatıyla yeni (düşük) fiyat
arasındaki farkı hesaplamış ve bu farkı her bir toptancının bir sonraki
siparişinden düşmüş. Böylece toptancılar, kendileri için önemli olabilecek bir
zarardan kurtulmuşlar. Peki, çevremizde maalesef çok sık rastlanmayan bu dürüst
davranışın, bu ‘iyiliğin’ dünyevi karı ne olmuş? Onu da şöyle anlatıyor Sabri
Bey: 27 Mayıs darbesinden sonra, ortalığa şöyle bir laf yayıldı: ‘İhtilalciler
fiyatların düşmesini emretmişler! Yakında fiyatlar düşecek!’ Piyasalar bıçak
gibi kesilmiş. Anadolu tüccarı kesesinde banknotlarıyla İstanbul’a gelmiş olsa
bile, fiyatların düşmesini bekliyor, mal almıyor. Tabii, bizim bunlardan
haberimiz yok, çünkü satışlarımız neredeyse ikiye katlanmış. Sonradan işittik
ki, kumaştan züccaciyeye kadar hiçbir yerden mal almayanlar, ‘Boş dönmektense
bisküvi alalım, nasılsa Sabri Bey fiyatlar düşse bile zararımızı öder’
diyorlarmış! Kıssadan hisse: Lider yönetici, maneviyatı güçlü olandır. Sadece
maddi hesaplarla başarıya ulaşılamaz! Başarı, iyi planlama ile inatçı
uygulamanın çocuğudur. Ülker grubu on yılda yaklaşık on misli büyüdü. Genelde,
ana odaktan fazla sapma olmadan gerçekleşti bu büyüme. Arada bir (otomotiv
gibi) bazı alakasız sektörlere girildiyse de, çabuk dönüldü. (‘Zararın
neresinden dönseniz kardır!’) Bu büyüleyici gelişme tesadüf veya şans eseri
değildir. Daha 1990’lı yılların başlarında, 1995, 2000 ve 2005 yıllarının ‘ana
hedefleri’ belirlenmiş gibiydi: 1995’e kadar yağ ve fruktoz (şeker), 2000
yılına kadar süt, 2005 yılına kadar ise dondurma ve gazlı içecek alanlarına
girmek. Vakitsiz yatırım taleplerine, Sabri Bey hep kulaklarını tıkardı.
‘Efendim, yazın sıcaklar başlayınca bisküvi ve bilhassa çikolata tüketimi
azalıyor. Bu yıl dondurma işine başlasak mı?’ diye sorduğumda, kulaklarıma
altın küpe olan şu cevabı vermişti: ‘Süte hakim olamayan, dondurma yapamaz
evladım!’ Planlamayı etkili uygulama takip etmelidir. Bir gün kendi aramızda
bazı yönetici arkadaşları değerlendirirken, toplantılarda pek konuşmayan, fikri
katkısı sınırlı bir arkadaşı hafif yollu eleştirir gibi olmuştum. Cevabı
harikaydı: ‘Haklısın. Kafası hiç çalışmıyor gibi gözükür. Aslında beyni her
söyleneni sünger gibi emer. Tatbikatta ise çok inatçıdır. Bize böyle
yöneticiler de lazım. Herkes fikir üretirse, malı kim üretecek?’ YENİ ŞAFAK
Kaynak:Haber7
“Başarılı eylemler gerçekleştirebilmek için, hiç bir şey kararlı
bir zihin ve tükenmeyen bir enerjinin birleşiminden daha kullanışlı olamaz.”
Henri Frederic Amiel
Yorumlar
Yorum Gönder