Sultan Alparslan’ın Ölümü

Sultan Alparslan’ın Ölümü

Sultan Arpaslan’ın Türklerin tarihinde ayrı bir yeri vardır. O Anadolu’nun kapılarını Türklere açmıştır. Fakat ölümü çok talihsiz olacaktı.
Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey kısır olduğundan dolayı öldüğünde bir varis bırakmamıştı. Türklerde ne soyun en yaşlısının tahta çıkma kuralı ne de herhangi bir saltanat veraseti usulü vardı.

Sultan Alparslan diğer rakiplerinden daha ön plana çıkarak aşiret üyelerine üstünlüğünü kabul ettirerek tahta çıktı. Ama hasımlarının fısıltı halinde yaydığı bir söylenti peşini hiç bırakmayacaktı:  Kısır olan Tuğtul’un doymak bilmez bir erkekliği olduğu rivayet edilirken dokuz çocuk babası Alparslan’ın, cins-i latifle pek ilgilenmeyen bir adam olduğu anlatılırdı. Düşmanları ona  karı kılıklı ”lakabını takmışlardı; maiyetindekiler de konuşmaların  böyle baş ağrıtıcı bir konuya doğru kaymamasına özen gösterirlerdi.  Kendisine haklı veya haksız olarak yakıştırılan bu san, saltanatının zirvesinde onun ölümüne neden olacaktır.
Semerkant’a doğru ilerleyen Selçuklu ordusu önlerine çıkan  bir kaleyi alarak arkalarını güvene almak istemişlerdi. Bu doğrultuda Alparslan saldırı emri verdi. Bu kalenin kumandanı Harezmli Yusuf Alparslan‘ın sayıca üstün ordusu (yaklaşık 200 bin) karşısında inanılmaz bir direniş göstermiştir. Nitekim sonunda Alparslan’ın ordusunun sayıca üstünlüğe ağır basmış ve kale alınmıştı.
Bu arada yakalanan kale kumandanı Harezmli Yusuf Alparslan’ın huzuruna getirildi. Sultan yere dört kazık çakılıp Harezmli Yusuf’u  bu kazıklara bağlayarak dört parçaya alınması emrini verdi.
Yusuf aşağılayan bir tavırla haykırır:
-Erkek gibi savaşmış birine böyle muamele reva görülür mü?
Alparslan cevap bile vermeden başını çevirir. Tutsak tekrar Sultan’ı azarlar gibi seslenir:
-Hey karı kılıklı sana söylüyorum!
Sultan bir anda sanki akrep sokmuş gibi yerinden sıçradı. Yayını kaptı, bir ok çekip taktı ve fırlatmadan önce muhafızlarına tutsağı bırakmalrını emretti. Çünkü onları da yaralayabilirdi. Gerçi o güne kadar hedefini hiç ıskalamamıştı.


Aşırı sinirlendiği için mi, aceleden mi, çok kısa mesafeye ok atmanın zorluğundan mı, nedendir bilinmez, Yusuf’u vuramadı ve Sultan ikinci bir oka uzanmaya fırsat bulamadan tutsak üzerine atıldı. Alparslan kurtulmaya çalışırken ayağı bir mindere takılıp sendeledi ve yere devrildi. Yusuf üzerine çökmüştü bile, elinde giysilerinin içinde sakladığı bir hançer vardı. Kafasına bir gürz yemeden önce Sultan’ın böğrünü deşecek zamanı buldu yine de. Askerler Yusuf’u oracıkta lime lime ettiler.
Sultan Alparslan dört gün can çekiştikten sonra  öldü. Dönemin vakanüvisleri sultanın son sözlerini şöyle naklettiler: “Daha dün bir tepenin üstünden birliklerimi teftiş ediyordum, onların adımlarının altında yerin sarsıldığını hissettim ve kendi kendime, `Şu cihanın hâkimiyim! Benimle kim boy ölçüşebilir ?` dedim. Allah bu kibirime bu böbürlenmeme karşı, insanların en sefilini, yenilmiş, esir düşmüş bir adamı, bir idam mahkûmunu saldı üzerime; o benden daha güçlü çıktı, vurdu devirdi beni tahtımdan, aldı canımı.”
Ömer Hayyam belki de bu dramın ardından kitabına şu rubaiyi kaydetmişti:

Her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye,
Altınları, gümüşleriyle övünmeye.
Tam işleri dilediği düzene girer,
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.

Amin Maalouf’un Semerkant adlı kitabından alıntıdır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis