Coğrafi Keşiflerin İç Yüzü
Coğrafi Keşiflerin İç Yüzü
Tarih de coğrafi keşifler, İspanyol ve Portekizli
denizcilerin 15. yüzyılın sonları ile 16. yüzyılın başlarında bilinmeyen uzak
kıtaların ve denizlerin bulunması amacıyla yaptıkları seyahatler olarak
anlatılır. Bu seyahatlerin en önemli nedenleri bilimsel bir merakla yeni
ufukların keşfedilmesinden çok tamamen ekonomik nedenlere dayanmakta olup öne
çıkan isimler ise ders kitaplarında bile adları sık sık geçen Kristof Kolomb,
Vasco Da Gama, Ferdinand Macellan ‘dır. Bu denizciler maalesef coğrafi keşifler
adı altında katliam ve Hıristiyanlık propagandasından başka bir şey
yapmamışlardır. Amerika kıtasının varlığından 1000 yıllarında ilmen ilk defa
bahseden Müslüman bilgin Biruni’dir. Ayrıca başka Müslüman âlim ve kâşifler de
Amerika’nın varlığından Kolomb’dan daha asırlar önce bahsetmişlerdir. Kolomb’un
da başta İbni Rüşd olmak üzere birçok Müslüman kâşif ve bilginin eserlerinden
istifade ederek yola çıktığına dair güçlü deliller bulunmaktadır. Hatta 3
gemiyle yola çıktıkları ilk seferinde gemilerin en büyüğü olan Santa Maria adlı
gemi bir fırtınada batmıştır. Tayfalar bunun geri dönmeleri için Tanrıdan bir
işaret olduğuna inanmış bu da gemide huzursuzluğa neden olmuştur. Kolomb “Ben
Müslümanların yazdığı kitaplarda okudum burada bir kara parçası olacak,
Müslümanlar yalan söylemez!” diyerek onları sakinleştirmiştir. Piri Reis’in
meşhur Kitâb-ı Bahriyesinde Amerika’nın Osmanlılar tarafından resmen keşfinin
Kolomb’tan 29 yıl önce 1463’de Antilya ismiyle yapıldığı da ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Hatta Kolomb’un Sultan II. Beyazıd’dan yardım istediği, Osmanlıların ise kıtayı
bildikleri için iltifat etmediklerine dair bilgiler mevcuttur. Kristof Kolomb, zaten
bilinen Amerika'yı keşfetmiştir ama keşfettiği toprakları da Hindistan
sanmıştır.
Tarih, Macellan’ın seyahatlerini ise bilime ve insanlığa
hizmet için kendini adayan bir insanın efsanevi kahramanlığı gibi anlatır.
Macellan’ın asıl maksadı ve kişiliği hakkında fazla bir bilgi verilmez.
Portekiz asıllı Macellan bazen İspanya gemileri, bazen de Portekiz gemileriyle,
birçok kez Müslümanlara karşı girişilen saldırılara katılmış ve Kuzey Afrika
sahillerinde Müslümanlara karşı girişilen baskın ve saldırılarda katliamlara
girişmiştir. Hint Okyanusu’nda Müslümanlarla savaşmış, Fas’a saldırdığı sırada
da kendisini topal bırakan yarayı almıştır. Macellan gittiği yerlere coğrafi
keşiften çok Müslümanlarla savaşmak ve Müslüman katliamı için gitmiştir.
Macellan 1521 yılının Mart’ında Filipinler’e gelir. Asıl
amacı, bilimsel keşiften ziyade Portekiz sömürgelerinin sınırlarını
genişletmek, hazineler bulmak ve dinini yaymaktır. Vambery’in dediği gibi,
kâşifin hemen arkasından o topraklara Misyonerler, askerler ve hazine avcıları
hücum eder.
Macellan Filipin Adaları’na ulaştığında, burada iki
Müslüman krallık vardı. Gemisinden iner inmez yaptığı ilk iş her zamanki gibi
yerli halkı kılıçtan geçirmek oldu. Eğer Macellan Filipinler’e elli yıl sonra
gelmiş olsaydı, tüm Filipinler’de İslam hakim olacak ve sömürgecilik Asya’da bu
kadar yayılmayacaktı. Asıl yıkım Macellan’dan sonra başlar. 1565’te 2. ticaret
grubu gelir. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında kanlı savaşlar başlar. Bir
süre sonra ada tamamen Hıristiyanlaştırılmış bir sömürge ülkesi haline gelir.
Vasco da Gama ilk Hindistan seferine Arap haritaları ile
pusulasız olarak çıkmıştır. Afrika'nın Malindi limanında Müslüman denizcilerin
elinde gördüğü enlem boylam dairelerini taşıyan çok gelişmiş haritaları, ilk
defa karşılaştığı pusulaları, hareket halindeki gemide enlem derecesini ölçmek
için kullanılan özel aleti ve gemilerin büyüklüklerini hayranlıkla anlatır.
Asıl meseleye dönecek olursak gerçekten keşif mi
yapılmıştır yoksa keşfedilen yerlerde ki hiçbir şeyden habersiz yerli halk mı
katledilmiştir?
“Kızılderili
Katliamı” isimli Amerika kıtasında ki soykırımı örnekleriyle anlatan bir kitap
var. Kitap, Bartolome de Las Casas tarafından kaleme alınmış. Bu kişi 1484 de
Sevilla’da doğan ve 18 yaşında yeni dünyaya gitmek üzere yola çıkan, Küba
adasının işgaline katılan ve ilk Kızılderili katliamına şahit olan olayları
bizzat yaşayan bir tanıktır. Keşfedilen toprakların yerli halklarına Hıristiyanlığı
öğretmek üzere Amerika'ya gitmiş bir dinadamı olan Las Casas, önceleri
topraktan ve yerli kölelerden payına düşeni almaya tereddüt etmezken, tanık
olduğu vahşet ve kıyımın boyutları karşısında vicdanıyla hesaplaşmış ve ömrünü Kızılderililer'in
haklarını korumaya adamıştır. İspanyolların Güney Amerika'yı keşfi sırasında
gördüklerini, duyduklarını İspanyol krallarına rapor etmeyi, durumu değiştirmek
için mücadele vermeyi ve genel olarak tanık olduklarını kayda geçirmeyi bir
vicdan borcu bilir. Bu kitap İspanyol sömürgecilerin gerçekleştirdiği yıkım ve
katliamı gördükten sonra Amerika’da olanlar hakkında İspanya Prensi II. Philip'e
hitaben 1542’de yazdığı, “Yerlilerin Yok Edilişi Üzerine Kısa Bir Rapor” adlı
eseridir.
Las Casas, eserinde, Güney Amerika'nın farklı kumandanlar
yönetiminde bölge bölge keşfedilişini ve bu ele geçirme sırasında yaşanılan “insanların
en karanlık rüyalarında bile gördüklerinin çok çok ötesine geçen” vahşeti, bin
bir türlü işkenceyi, kıyımı tek tek anlatır. İşkence yapmaya bir kere başvuran,
giderek canavarlaşır. Dur durak bilmez, hiçbir ölçü tanımaz hale gelir. Las
Casas'ın anlattıklarında da bu açıkça görülmektedir. Mümkün olduğunca kısa
sürede servet sahibi olmak isteyen İspanyollar, Las Casas'ın tanımıyla “gübre muamelesi”
yaptıkları yerliler karşısında, insanlıklarını giderek daha da fazla yitirir,
birer 'zulüm aracına' dönüşürler. Önceleri kılıçtan geçirdikleri, karınlarını
yararak kolayca ve bazen sebepsiz öldürdükleri yerlilere, giderek daha sistemli
ve daha gelişmiş işkenceler uygulamaya başlarlar. Kazıklara geçirmek, ızgaralar
üstünde alttan verdikleri ateşlerle ağır ağır pişirerek öldürmek, vücutlarına
kuru saman bağlayıp ateşe vermek, köpekbalıklarına atmak, çeşitli uzuvlarını
kestikleri yerlileri ayaklarından darağaçlarına asarak sergilemek,
etoburlaştırdıkları köpeklerin önünde yerlileri koşturarak adeta av sürmek,
annelerinin kucaklarından kopardıkları bebekleri tek kılıç hamlesiyle ikiye
ayırmak ve daha akıl almaz bir sürü işkence...
Hatta bir adamı tek bir darbede ikiye bölüp
bölemeyeceklerine veya bir kişinin başını gövdesinden ayırıp ayıramayacaklarına
ya da tek bir balta darbesi ile bağırsaklarını çıkarıp çıkaramayacaklarına dair
bahislere bile girdiler. Las Casas’ın anlattıkları bununla da sınırlı değildir.
Yaşanan ve insanım diyebileceklerin tüylerini ürpertecek olaylar zincirini anlatmaya
devam ediyor. Yerli liderleri ve eşrafı ise yere çakılı iki yaba üzerine oturtulmuş
dal parçalarından oluşan bir tür demirden düz ızgaraya bağlayıp kısık ateşte
kızartıyorlardı. Yerli liderler yavaş yavaş ölürlerken acı ve çaresizlik içinde
inliyorlardı. Bir keresinde bu şekilde dört veya beş lideri kızarttıklarına
şahit oldum. Zavallıcıkların inlemeleri İspanyol komutanın uykusunu bölmüştü.
Hemen esirlerin boğulması için talimat verdi. Ancak ortalama sıradan bir
cellattan daha çok kana susamış olan infaz müfrezesinin başında ki adam onları
boğarak özel eğlencesini yarıda kesmek istemiyordu. Bu yüzden gürültü
yapmalarını engellemek için bizzat kendi elleriyle ağızlarına tahta tıpa
yerleştirdi ve kendi canı istediği zaman ölmeleri için ateşi artırdı.
Bütün bu olanları ve başka olayları kendi gözlerimle
gördüm. Yerlilerin bir kısmı bu merhametsiz ve insafsız katillerin pençesinden
kurtulmak için tepelere ve dağlara kaçınca, insan türünün bu acımasız
düşmanları, izlerini bulmak için av köpeklerini eğittiler. Bir yerliyi görür
görmez saldırıp ısıran, parçalara ayırıp adeta bir avı yer gibi etlerini silip
süpüren bu vahşi köpekler yerlilere çok zarar verdi, katliama ortak oldular.
Las Casas inanılması zor şeyler anlattığının, Güney
Amerika'da yaşananlara tanık olmayan, sadece yazdıklarını okuyan bir insanın bu
akıl almaz vahşete şüpheyle yaklaşabileceğinin fazlasıyla bilincindedir. O
nedenle sık sık anlattıklarının doğruluğunu vurgular ve yaşanılan zulmü 'hiçbir
tarihi kaydın hakkıyla anlatamayacağını', kendisinin yazdıklarının
yaşanılanların küçük bir kısmı olduğunu belirtir.
Las Casas, İspanyollar geldikleri sırada o bölgelerde
yaşayan yerli nüfus ve sistemli kıyımlardan sonra kalan nüfus konusunda da
bilgiler verir. Her bir bölgede yaşayan milyonlarca yerlinin on, on beş yılda
nasıl yüz, yüz elli yerliye düştüğünü, ayrıntılarıyla görürüz. Böylelikle koca
bir kıtanın birkaç yüzyıl gibi kısa bir süreçte nasıl boşaltıldığını anlarız.
Bugün Güney Amerika'nın büyük bir bölümünde yerlilere rastlamak mümkün
değildir, buralarda yaşayanlar ya melez ya da İspanyol kökenlidir. Las Casas'ın
anlattıkları yalnızca Güney Amerika'nın keşfini ve kısa bir zaman dilimini
kapsar. Kuzey Amerika'da benzer bir süreçle, Portekizliler, Hollandalılar,
İngilizler ve Fransızlar tarafından keşfedilecektir.
Las Casas'a göre yalnız kralın askerleri değil, aynı
zamanda Hıristiyan dininin piskoposları da bu katliama ortak olmaktadır. Las
Casas bir kısım Kızılderili yerlinin "Size inanarak Hıristiyan olduk,
ancak sizin Tanrınız bize yağma ve vahşetten başka bir şey getirmedi, bu ne
biçim iyiliksever Tanrıdır" dediğini belirtir.
Yerliler, parlak sarı bir taş olması ve kolay
işlenebilmesinin ötesinde bir değeri olmayan altının, neden bu kadar değerli
bir şey olduğunu bir türlü anlayamazlar. Kendilerinden altın isteyen
İspanyollara ellerindeki altınları vermekte bir sakınca görmezler. Ama daha da
fazla altın için öldürüleceklerdir. Yerliler itaatkârdır. Yiyeceklerini de
gönülden paylaşırlar. Ama karşılarında bütün bir köyün kış için depoladığı
yiyeceği bir haftada tüketen insanlar vardır. Yerliler ise, doğadan
topladıklarını yaşayabilecekleri kadar yerler. Yeme, içme ve altın biriktirme
konusunda duyulan 'hırs', onlara çok yabancıdır. Üstelik bu iki uygarlık
arasında teknoloji farkı da derindir. Yerlilerin silahları hem saldırı hem de
savunma konusunda dayanıksız ve etkisizdir. Las Casas yerli silahlarının
"Avrupalı bir çocuğun oyuncaklarından daha tehlikesiz" olduğunu
söyler. İspanyollar atları, kılıçları, mızrakları, topları ve ateşli silahlarıyla
yerlileri kolayca ve toptan öldürebilmektedir.
Eğer yerli nüfus, yani Kızılderililer, daha sonra ki
dönemlerde olmak üzere beyazlar tarafından yok edilmeselerdi, bugün Amerika’da,
Avrupa nüfusunun bir buçuk katı kadar yerli yaşıyor olacaktı.
İşte bütün bunları yapan bize yeri geldi mi medeniyet
dersi vermekten çekinmeyen, insan haklarından dem vuran medeni Avrupa’nın
dedeleridir…
"Onların her şeylerini tahrip ettik. Felsefeleri,
dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler.
Anarşi veya intihar için uygun bir hale geldiler.
Luis MASIGNON
Beyaz adam geldiğinde elinde incili, Bizimse topraklarımız
vardı, Birlikte kiliseler inşa ettik. Sonra beyaz adam gözümüzü kapatıp, Tanrı'ya
hep birlikte dua etmemizi söyledi. Gözümüzü açtığımızda, elimizde İncil vardı,
Topraklarımızsa artık beyaz adamındı. “Almanya sömürgesini
kabul etmiş Ruanda hâkim kabilesi ve kralı”
Araştırma/ Ender UÇAR
Yorumlar
Yorum Gönder