Hâkim Böyle Olmalı
Hâkim Böyle Olmalı
Eski zamanlarda, bir
halife kıyafetlerini değiştirip sıradan bir yolcu kılığına girmiş ve halkının
halini yakından görmek için atla yaptığı yolculuk sırasında; Barsa şehrine
birkaç kilometre kala, yolun kenarında yaşlı bir adam gördü.
Adam hem topal ve
fakirdi, hem de dileniyordu
“- Sadaka! Sadaka!
Allah rızası için birkaç kuruş sadaka!”
Halife adama biraz
para verdi. Yola devam edecekti ki, aklına bir fikir geldi.
“- İhtiyar, yolculuk
nereye?” diye sordu.
“- Basra’ya!” diye
cevap verdi adam.
Halife adamı oraya
kadar götürmeyi kabul etti.
Atından inip yaşlı
adamın hayvanın arkasına oturmasına yardım etti, sonra da Basra’ya doğru yoluna
devam etti. Şehre girip de yolculuk sona erdiğinde halife topal adama seslendi:
“Attan inebilirsin.
Seni burada bırakıyorum.”
“Attan sen in!” diye
karşılık verdi dilenci.
“Bu at benim!”
“Ne?” diye haykırdı
yolcu kılığındaki halife.
“Sefil dilenci! Seni
yol kenarından alıp atıma bindirmedim mi?”
Karşısındaki halife
sultan olduğundan habersiz yaşlı adam, hiç oralı olmadı.
“- Doğru. Ama bunu
ispat edebilir misin? Basra’da ikimiz de yabancıyız. Benim sözüme karşı senin
sözün. Ne yapacaksın”
Halife bu soru
karşısında düşünmek zorunda kaldı.
“- Bu adamı tutup şu
su kanalına atsam, Ağlayıp feryat edecek. Kalabalık toplanacak ve bana
‘İhtiyarın atını geri ver’ diyecekler…” dedi içinden.
“- Bu hırsıza büyük
bir para versem, atıma binmeme memnuiyetle izin verecek, ama bu defa da
başkalarına aynı sahtekârlığı yapmak için cesaret bulacak. Davayı çözmesi için
kadıya gitsem belki atımı kaybederim, ama Basra kadısının nasıl adalet
dağıttığını da görmüş olurum.”
Böylece, kadının
mahkemesine gittiler.
O sırada kadı,
birisi yağ tüccarı, diğeri hamal iki kişinin davasına bakıyordu.
Hamal elinde tuttuğu
altını göstererek:
“- Bu altın bana ait
kadı hazretleri!” diyordu.
“- Efendim!” diye
müdahale etti tüccar.
“- Altın benimdir.
Yıllardır onu hep yanımda taşırım. İlk defa bugün kaybettim!”
“- Şahidiniz var
mı?” diye sordu kadı. İkisi de aynı cevabı verdiler.
“- Hayır, efendim,
yok!”
“- O halde altını
bana bırakın, yarın tekrar gelin.”
“- Bu nasıl adalet
dağıtma” diye düşündü buna şahit olan halife.
Bir sonraki dava
için seslendi.
İki adam kadıya
yaklaştılar.
“- Ne iş yaparsın”
diye ilk adama sordu kadı.
“- Kitap yazarım!”
“- Buraya niçin
geldin?”
“- Bu sabah ben
dışarıdayken, birisi benim kitabımı çalmış!”
Yanında duran adamı
gösteren adam:
“- Kitabı şu terzinin
dükkânında gördüm.” diye devam etti.
“- Ama o, kitabin
kendisine ait olduğunu iddia ediyordu.”
“- Şahidiniz var
mı?”
“- Hayır, kadı
hazretleri, yok!”
“- Pekâlâ, o zaman
kitabı bana bırakın ve yarın yine gelin!”
O sırada halife
içinden;
“Sahiden de pek
garip bir yargılama biçimi!” diye düşünüyordu.
Sonraki dava için
kadı halifeyle dilenciyi huzuruna çağırdı ve halifeye sordu:
“- Kimsin ve
şikâyetin nedir?”
Halife’nin cevabı
şöyle oldu.
“- Kadı hazretleri.
Ben bir yolcuyum. Şehrin kapılarına birkaç kilometre kala yol kenarında bu
topal dilenciyi gördüm. Acıdım ve atımın terkisine aldım. Şimdi merhametimin
karşılığını en adi bir nankörlükle ödüyor. Atımın kendisine ait olduğunu iddia
ediyor.”
Kadı dilenciye dönüp
sordu:
“- Bu adamın
suçlamalarına karşı ne diyorsun?”
“- At benimdir kadı
hazretleri!” diye söze başladı dilenci.
“- Onu daha tayken
almıştım, elimde büyüdü. Birbirimizi kardeş gibi severiz. Atım elimden alınırsa
ben ne yaparım? Görüyorsunuz, ben fakir topal bir adamım. Beni taşıması için
sadık atıma ihtiyacım var.”
Sözün burasında,
dilenci kadı’nın merhametini kazanmak için ağlıyormuş gibi yaptı.
“- Aman Allah’ım”
dedi halife kendisine.
“- Bakalım kadı
nasıl karar verecek Bu yaşlı yalancı neredeyse beni de inandıracak kendi atımı
çaldığıma!”
Kadı sükûnetle sordu:
“- Şahidiniz var
mı?”
Halife’nin de
dilencinin de cevabı aynıydı.
“- Hayır efendim,
yok!”
“- O halde, atı bu
geceliğine askerlerimden birisine bırakın. Yarın tekrar mahkemeye gelin!”
Ertesi sabah, halife
erkenden mahkemeye gitti. Kadının davalarda nasıl karar vereceğini görmeyi çok
istiyordu.
Tam mahkemenin
açılış saatinde kadı içeri girdi ve hemen yağ tüccarıyla Hamalı çağırdı.
Elindeki altını tüccara vererek:
“- Paranı buyur! Al
ve yoluna git!” dedi.
Daha sonra Hamala
döndü. Sert bir sesle
“- Sana ait olmayan
bir şeyi sahiplenmeye çalıştın ve yalan söyledin!” dedi.
Hamal suçluluk
içinde önüne bakıyor ve tek kelime bile edemiyordu.
“- Askerler!!” diye
seslendi.
“- Bu adamı
mahkemeden çıkarın ve ayağına yirmi değnek vurun!”
Sonraki davada,
kadının huzuruna yazar ile terzi geldiler.
“- İlim Kitabı,
anladım ki, yazara ait!” dedi, kadı.
“- Şimdi kitabı ona
veriyorum.”
“- Askerler! Yalan
yere yemin eden bu terziyi alın ve eline otuz değnek vurun!”
Sonunda kadının
huzuruna halife ile dilenci çağrıldılar.
Kadı dilenciye dönüp:
“- Merhamete neden
nankörlükte karşılık verdin? Bilmiyor musun ki, dünyadaki en sefil mahlûklar
nankörlerdir! Topal olduğun için seni dövdürmeyeceğim ama işlediğin
kötülüklerden tövbe edinceye kadar seni hapsettireceğim.”
Sonra tanımadığı
halifeye dönerek:
“- İyi kalpli yolcu!
At senindir! Al ve yoluna devam et! Umulur ki merhametin ileride
ödüllendirilir.”
Halife kadıya
teşekkür etti ve odanın gerisine çekildi. Kadı mahkemeyi terk edinceye kadar
orada bekledi. Daha sonra kadının yanına giderek:
“- Saygılar değerli
kadı, bilgeliğinize hayran oldum!” Dedi.
Muhakkak ki,
fikirleriniz size ilham ediliyor. Yoksa nasıl böyle doğru kararlar
verebilirdiniz!”
“- İlham değil”
cevabını verdi kadı.
“- Bütün davalar
aslında son derece basitti. Yağ tüccarının altını yıllardır yanında taşıdığını
söylediğini duymadınız mı? Dün gece, altını bir bardak temiz suya attım. Sabah
suyun yüzeyinde minik minik yağ damlaları gördüm. O zaman, altının kesinlikle
tüccara ait olduğunu anladım.
“- Güzel!” dedi
halife.
“- Ama İlim
Kitabı’nın kime ait olduğunu nerden anladınız?”
“- Bu dava da aynı
derece basitti. Kitabı incelediğimde, en fazla yıpranmış sayfalarının, terzi
vs. gibi sanatkârların değil, yazarların ve ilim adamlarının vazifelerine
ayrılmış bölüme ait olduğunu gördüm. Yani, kitap yazara aitti.”
“- Muhakemeniz
harika!” diye haykırdı halife.
“- Peki, atın bana
ait olduğunu nasıl anladınız?”
“- Dün gece atınızı
hem sizin hem de dilencinin bugün mahkemeye gelirken geçeceğiniz yolun
üzerindeki bir ahıra koydurttum. Sabah erkenden ahıra gittim ve bekledim. Dilenci
geçerken at başını kaldırıp bakmadı bile. Ama siz geçerken kafasını dışarı
çıkardı ve atların ancak sevdikleri sahipleri yaklaşırken kişnedikleri gibi
kişnedi. Görüyorsun ki arkadaşım mesele gayet basitti.”
“- Basit mi?” diye
haykırdı halife.
“- Senin muhakemen
mukayese kabul etmez. Ben halifeyim. Senin gibi bir kadıya başşehrimde
ihtiyacım var. Seni bundan böyle baş kadı yaptım! ‘Her işi ehline veriniz’
ayeti, unutulmadan hakkıyla yapabilenlere tevdi edilebilseydi dünya da bu kadar
zulüm, kan ve gözyaşı olmazdı…”
Rabbim adaletten ve cesaretten ayırmasın...
Yorumlar
Yorum Gönder